6 dk.
21 Şubat 2025
Hadisleri İnkâr Eden Ekoller | Hadislerin Güvenilirliği | 5. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Hadisleri İnkâr Eden Ekoller | Hadislerin Güvenilirliği | 5. Kısım

Hadislerin Seçiminde Yöntemsel Yaklaşım

 

Hadis usulünün amacı hadislerin sahihlerini sahih olmayanlarından ayırabilmektir. Tarihte de Hadis Usulü ilmi her şeyden önce bu amaçla ortaya çıkmış ve sistemleşmeye başlamıştır. 

 

Elbette hadislerin sahihini sahih olmayanından ayırmak için yöntemsel bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Geleneksel hadis usulü yöntemleri elbette oldukça zengindir ve hadis usulünün amacına hizmet etmiştir. Bunun yanında geleneksel yöntemlerle ve rivayetlerin zayıf noktalarını dikkate alarak bir değerlendirme yapılmalıdır.

 

Diğer yandan hadis usulünün geliştirilmeye açık yönlerinin de olduğunu biliyoruz. Günümüzde bu konuda gelişen teknolojiye ve bilişim sistemlerine bağlı olarak daha avantajlı olduğumuz söylenebilir. 

 

Hatta matematiksel grafik teorisi gibi yöntemler ve algoritmalar kullanılarak rivayetlerin sıhhatini analiz etme yoluna gidilebilir. Bu analizler ışığında makul ve rasyonel seçimler yapılabilir. Aksi takdirde mesele keyfi ve kişisel yaklaşımların altında yıpranabilecektir. 

Hadis Karşıtlığının Tarihsel Temelleri
 

Hadisleri tümüyle reddeden eğilimlerin daha İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren var olduğunu bilmemiz gerekir.
 

Bu karşıtlığın arkasında farklı sebepler yatmaktadır. Özellikle Hz. Osman’ın (ra) şehadetiyle başlayan süreçte, Rafızi grupların sahabeye karşı takındığı olumsuz tavır, bunlardan biridir. Sahabeyi sapkınlıkla itham eden bu gruplar, doğal olarak onların naklettiği hadisleri de reddetmiştir. Ancak bu, mutlak bir hadis inkârı olarak görülmemelidir. Zira aynı grupların temsilcileri işlerine geldiğinde hadis uydurmaktan veya belli hadisleri kabul etmekten geri durmamışlardır.

Hariciler de hadislere mesafeli yaklaşan gruplardandır. Efendimiz’in (sas) sünnetine vâkıf olmadan Kur’an’ı kendi dar anlayışlarına göre yorumlayan bu topluluk, genellikle rivayetlere şüpheyle bakmıştır. Ancak onların içinden de az da olsa hadis uyduranlar çıkmıştır. Ayrıca bazı hadisleri kendi lehlerine ve muhaliflerinin aleyhine kullanmaktan çekinmemişlerdir.

 

Mutezile mezhebi de hadislere temkinli yaklaşan bir diğer ekoldür. Onlar, rivayetlerin sıhhatinden ziyade metin tenkidine odaklanmış ve akıllarına uygun bulduklarını kabul etmişlerdir. Ancak sünneti bütünüyle reddetmemiş, kendi metodolojilerine göre seçici bir tutum benimsemişlerdir.

 

Görüleceği üzere tarih boyunca hadislere mesafeli yaklaşan birçok grup bulunmuştur. Ancak bunları mutlak hadis inkârcıları olarak değil, kendi ideolojilerine uymayan hadisleri reddetme veya yorumlama eğiliminde olan topluluklar olarak değerlendirmek gerekir.

Nitekim İmam Suyuti gibi bazı alimler de geçmişte sünneti delil olarak kabul etmeyen belli grupların varlığından bahseder. Ancak burada söz konusu olan, sünneti tamamen yok saymak değil, onu bağlayıcı bir delil olarak görmemektir. Bu anlayışı benimseyenler de Suyuti tarafından genellikle Rafıziler ve zındıklar olarak tanımlanmıştır.1

İmam Şafii (ra) ile ilgili şöyle bir anekdot nakledilir:

 

Hazret, Mısır’da bulunduğu sırada kendisine bir hadis hakkında soru sorulur. O da “Bu hadis sahihtir.” diye cevap verir. Bunun üzerine topluluktan biri, “Ey Ebu Abdullah! Sen de aynı görüşte misin?” diye sorar. Bu söz karşısında İmam Şafii celallenir ve şöyle der:

 

“Ey adam! Beni Hristiyan mı sanıyorsun? Beni kiliseden çıkarken veya belime zünnar (Hristiyanların kuşağı) takmış olarak mı gördün ki, Rasulullah (sas)’tan bir hadis nakledeyim de onun beyan ettiği hükümle aynı görüşte olmayayım?”2

 

Bu olay daha o dönemde bile sünneti delil olarak kabul etmeyen veya bir hadiste ifade edilen görüşe bir Müslümanın –hatta bir âlimin– katılmayabileceğini düşünenlerin var olduğunu göstermektedir.

 

Modern Dönemde Hadis Karşıtlığı

 

Yakın dönemlerde, sünneti bütünüyle reddedip yalnızca Kur’an’ı esas alan anlayış, daha sistematik bir biçimde yeniden ortaya çıkmıştır. Bu eğilimin en belirgin örneklerinden biri, 19. yüzyılın ikinci yarısında Hindistan’da ortaya çıkan Kurâniyyûn hareketidir.

 

Seyyid Ahmed Han ve Çerağ Ali, bu akımın öncülerindendir. 1902’de Abdullah Çekrâlevî önderliğinde bir cemaat hâline gelen bu hareket, hadisleri tümüyle reddederek yalnızca Kur’an’ı bağlayıcı kaynak olarak kabul etmiştir. İlginçtir ki, Çekrâlevî başlangıçta ehl-i hadis ekolüne mensuptu ancak zamanla sert bir hadis karşıtı kimliğe büründü. Bu değişimde bölgede aktif olarak faaliyet gösteren Batılı misyoner ve oryantalistlerin etkili olduğu söylenmektedir.

 

Batılı araştırmacılar, bölgedeki Müslümanların gerilemesini hadislere bağlamış, Kur’an ve hadisler hakkında çeşitli şüpheler uyandırarak bazı isimleri etkilemişlerdir. Bu atmosferde Seyyid Ahmed Han ve arkadaşları, hadis ve sünnet karşıtlığı ekseninde yayınlar yapmış; açtıkları eğitim kurumlarının müfredatını da bu anlayış doğrultusunda şekillendirmişlerdir.

 

Bu faaliyetler sonucunda, önceleri hadis inkârcıları olarak anılan bir grup, zamanla ehl-i Kur’ân veya Kurâniyyûn olarak tanınan bir nesil yetiştirmiştir. Aynı dönemde, Mısır ve Osmanlı topraklarında da benzer eğilimler ortaya çıkmış ancak Hindistan’daki kadar örgütlü ve kalıcı olmamıştır. Daha sonra Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılmasıyla bu akım, Pakistan’a taşınmıştır ve günümüzde de varlığını sürdürmektedir.

Hadis Karşıtlığı ve Dinî Pratikler
 

Tarih boyunca ve günümüzde, hadis karşıtı söylemler ve hatta ekoller var olmuş, muhtemelen gelecekte de var olmaya devam edecektir. Ancak bu görüşler genel kabul görmemiştir.
 

Hadis karşıtlarının savunduğu temel yaklaşım bilinçli veya bilinçsiz olarak, mevcut dinî kaynakları –ayetleri ve hadisleri– çağın beklentilerine en uygun şekilde veya tamamen keyfi bir anlayışla seçip değerlendirmektir. Oysa yalnızca Kur’an’a dayanarak geçmişte bazı peygamberlerin yaşadığını, Allah’ın insanları hesaba çekeceğini ve bazı temel emirlerin bulunduğunu söylemek mümkündür. Örneğin zina eden ya da hırsızlık yapanlara yönelik hükümler Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Bunun yanı sıra Kur’an, ahirete dair muhteşem tablolar, ahlâkî öğütler ve Allah’ın isimleri ile sıfatlarına dair eşsiz bilgiler sunan benzersiz bir kaynaktır. Ancak Kur’an’da günlük hayata dair ayrıntılı hükümler bulunmamaktadır.

Bir Müslüman, dinî pratiklerini ya güvenilir rivayetlere ya da atalarından gördüğü geleneklere dayandırmak zorundadır. Kur’an’a göre ise din, her zaman peygamberin sözü esas alınarak şekillenir. Peygamberler yalnızca bir kitap getirmekle kalmaz, aynı zamanda bu kitabın nasıl uygulanacağını sözleri ve fiilleriyle açıklarlar. Kur’an’da, “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana (Peygambere) uyun ki Allah da sizi sevsin.” 3 buyurularak bu ilişki açıkça vurgulanır. Bu nedenle peygamberin söz ve fiilleri, dinin temel taşlarından biridir.

 


 

1 İmam Suyuti, Akidede Sünnetin Yeri, s. 6; 150-155

2 İmam Suyuti, a.g.e., s. 5-6

3 Âl-i İmran, 31