Hak etmediğimiz muamelelerin karşılığını bu dünyada muhakkak alır mıyız?
Soru: “Hak etmediğin bir muamele gördüğünde unutma o kişi senin değerini anlamadan ölmez. Çünkü Allah el Hakemdir.” şeklinde meşhur bir söz var. Bu söz doğru mudur?
Bu söz doğru değildir. Ve unuttuğu en önemli şey şudur: Ahiret…
Sözün unuttuğu ikinci önemli husus ise; insanların kendi tercihleridir.
Dünya hayatında insanlar netice itibariyle hak ettikleri muameleleri görmeden ölebilirler. Bu hem olumlu hem olumsuz manasıyla olabilir. Yani iyi insanlar hak ettikleri mükafatlara ulaşmadan ölebilirler, kötü insanlarsa hak ettikleri cezayı çekmeden ölebilirler.
Hatta kendini kötülüğe salmış insanların çoğu hak ettikleri asıl cezayı bu dünyada çekmeden ölürler. Örneğin Hitler, her ne kadar hayatını intiharla sonuçlandırmışsa da bu, işlediği cinayetlerin karşılığı değildir. Öyle olsaydı Hitler’in milyonlarca kez intihar etmesi, milyonlarca ailenin mağduriyetinin toplamını aynı anda ve aynı şartlarda yaşaması, doğrudan ve dolaylı olarak hayatlarını mahvettiği milyonlarca insanın acısını ve üzüntüsünü aynı anda ve belki yıllar boyu hissetmesi gerekecekti. Bu da meselenin sadece nicelik açısından karşılığı olabilecekti.
Diğer yandan, bir insanın kendi zihninin darlığı veya genişliği, neyi görmek isteyip istemediği konusundaki tercihleri de son derece önemlidir.
Kur’an bir ayette cehennem ehline ait bir tabloyu anlatırken şu ifadelere yer verir: “Eyvah bize! Keşke Allâh’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik! Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov!”1
Demek ki bir insan şerre, kin ve nefret gibi kötülüklere tam kilitlendiği zaman bu hâlini cehennemde bile sürdürebiliyor. Kendi suçunu aramaktan ziyade kendi düştüğü duruma başkalarının sebep olduğu duygusunu yitirmeyebiliyor. Bu nedenle Allah Teala bu tip insanlara kendi hata ve kusurlarını görme lütfunu vermeyebiliyor. Kendi hata ve kusurlarını görebilmeleri için gerekli imkanları, şartları hazırlayabiliyor ama böyle bir lütfu doğrudan vermeyebiliyor. Buna örnek olarak kendi görüşünde ısrar eden herhangi bir düşünür, bir akademisyen, bir bilim adamı hatta bir ilahiyatçının o görüşünün yanlışlığı aklen ve mantıken kanıtlandığı hâlde, hakikat apaçık ortaya çıktığı hâlde görüşünden dönmediğini, inat ettiğini görebilirsiniz.
Diğer taraftan, bir insan hak etmediğini zannettiği bir muameleyle her zaman karşılaşabilir. Burada “zannettiği” ifadesini vurgulamak gerekir.
Çünkü insan bazen kendi kibrinden dolayı böylesi gereksiz bir duyguya kapılmış olabilir. İnsan, kendisinde var olan ancak kendisinin fark etmediği kibri nedeniyle kendisine yönelik herhangi bir hareketi, sıradan bir sözü “Ben bunu hak etmedim.” diye algılayıp alınganlık gösterebilir.
Ayrıca, dünyada zulümler ve kötülükler vardır. İnsanlar bazen hakikaten hak etmedikleri davranışlarla, sözlerle karşılaşabilirler. Efendimiz’in (sas) kendi kavminden ve Taiflilerden gördüğü davranışlar böyledir. Fakat Efendimiz (sas) her iki kavim için de “Allah’ım, bilmiyorlar.” demiştir. Taiflilerin helak olmasını istememiş, onların neslinden Allah’a iman edecek bir nesil çıkmasını ümit ettiğini söylemiştir. Yani Taiflileri de suçlamamıştır. Kendi kavminin kendisine yaptıklarını Mekke’nin fethinden sonra yüzlerine de vurmamıştır. Onları hiçbir şekilde minnet altına sokacak bir davranışta da bulunmamıştır.
Dolayısıyla bir insan kendisine yönelik bir söz veya davranışa alınıyorsa “Ben buna üzülüyorsam bu üzülmem daha çok benim kendi hâlime dair bir haber vermektedir. Allah’ım beni bu hâlden kurtar!” diye dua edebilirse ve aslında tam olarak neye üzüldüğünü fark edebilirse çok hızlı terakki eder, velayet ufkuna doğru ilerlemiş olur.
Bunu yapamıyorsa şu hakikati hatırlaması önemlidir: “Ben şu anda bir zulüm, bir haksızlık gördüm. Allah Teala ise adil-i mutlaktır. Ben buna canımı sıkmayayım, kötüyle kötü olmayayım. Olaylar mutlaka dönüp dolaşır ve hakkım bana teslim edilir. Belki bu dünyada belki ukbada bu hak bana geri dönecektir.” şeklinde düşünmekle de insan sükunete erebilir.
Son olarak: Kısa da olsa sığınma duaları ve zikirleri son derece önemlidir. Sığınma duaları özellikle evden çıkmadan veya bir topluluğa karışmadan önce insanların söz ve davranışlarına karşı kırılma, alınma gibi hisler için bir çeşit önlem alma, bir cins koruyucu hekimlik olarak düşünülebilir.
“Rabbi e’ûżu bike min hemezâti-şşeyâtîn Ve e’ûżu bike rabbi en yahdurûn”2 – “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından-vesveselerinden, onların yanımda bulunup durmalarından Sana sığınırım.”
“Allahümme innî e’ûzü bike mine’l-fakri ve’l-kılleti ve’z-zilleti ve e’ûzü bike min en ezlime ev uzleme.”3 “Allah'ım! Fakirlikten, yokluktan ve zilletten sana sığınırım; zulmetmekten ve zulme uğramaktan da sana sığınırım.”
“Eûzü bi kelimatillahit-tâmmati min şerri mâ halak”4 – Yarattığı şeylerin her türlü şerrinden Allah’ın tastamam kelimelerine sığınırım.”
1 ) Ahzab, 66-68
2 ) Müminun, 97-98
3 ) Buhari, Deavat, 40
4 ) Müslim, Zikir, 54-55