7 dk.
15 Aralık 2025
İmam Ahmed bin Hanbel Neden Taviz Vermedi? Otoriteye Karşı İman Sınavı-gorsel
Youtube Banner

İmam Ahmed bin Hanbel Neden Taviz Vermedi? Otoriteye Karşı İman Sınavı

Soru: Kur’an, gerekli durumlarda (kalbin mutmain kalması şartıyla) küfür sözünü söylemeye dahi cevaz vermişken(1) Ahmed bin Hanbel (ra) “Kur’an mahluk mudur?” gibi teknik bir konuda niçin karşısındakileri idare etme yolunu seçmemiş, böyle bir mesele yüzünden ciddi zulümleri göze almıştır?

 

Cevap: Sürekli değişen beklentilerin ve sosyal baskıların ortasında, bir ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak gerçekten de kolay değildir. Özellikle eğilip bükülmenin norm, taviz vermenin ise akılcılık sayıldığı günümüzde sarsılmaz bir duruş sergilemek neredeyse anakronik bir kahramanlık gibi görünüyor. Hanbeli mezhebinin imamı Ahmed bin Hanbel’in bu noktadaki duruşunun çeşitli 

sebepleri olduğunu ifade edebiliriz. 


Teolojik Tartışmalar ve Siyaset
 

Tarihteki büyük mezhepsel ve dini kırılmaların arkasında genellikle saf inanç farklılıklarından çok daha fazlası vardır: Siyaset, etnik kimlik ve ham güç mücadeleleri. Bir konunun neden tarihi etkileyecek kadar büyüdüğünü anlamak için çoğu zaman perdenin arkasına, bu dinamiklere bakmak gerekir. Örneğin Abbasi dönemindeki Mutezile gibi akımlara olan eğilimin arkasındaki nedenler arasında, Emevilerin Arap milliyetçiliğine bir tepki olarak gelişen İran-Arap çatışmasının ve etnik kimliklerin bulunduğu ifade edilebilir.(2) Benzer şekilde VIII. Henry döneminde İngiltere’nin Roma’yla bağlarını koparıp kilise düzenini yeniden kurması, çoğu anlatıda bir teolojik aydınlanmadan çok papalığın dış müdahalesinden arındırılmış ve siyaseten daha yönetilebilir bir yapı oluşturma arayışıyla ilişkilendirilir.(3) Bu örnek, dinî bir tartışmanın tarihî sonuçlarını belirleyen şeyin bazen “doktrin” değil “otorite tasarrufu” olduğunu göstermesi açısından değerlidir.


Ahmed bin Hanbel'in yaşadığı "Mihne" olaylarında da Halife'nin "Kur'an mahluktur (yaratılmıştır)." fikrini zorla kabul ettirmeye çalışması, salt bir itikadi meseleden öte gücünü ve otoritesini test etme aracıydı.(4) Bu, inanç kisvesi altına gizlenmiş bir itaat testi olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla Ahmed bin Hanbel’in tavrını şu perspektiften ele alabiliriz: Otorite inancınıza dair küçük bir taviz talep ettiğinde, asıl konu nadiren inancın kendisidir; asıl konu, iradenizin kayıtsız şartsız teslimiyetidir. İbn Hanbel’in tavizsiz duruşu da otoritenin tiranlığına karşı bir duruştur.


Belirsizlik Zamanlarında Bir "Kutup Yıldızı" Olmak
 

Ahmed bin Hanbel'in direnişinin değerini anlamak için onun savunduğu teolojik argümanların tüm detaylarına hakim olmak gerekmez. Hatta, çok da yaygın olmayan bir görüş olarak şunu söyleyebiliriz ki; bu tartışmada asıl mesele argümanların kendisinden çok o tavizsiz duruşun kendisidir. Elbette ki bu tartışmada teolojik argümanlar önemlidir ancak tarihî sonuçları belirleyen şey, bu argümanların devlet gücüyle bir itaat testine çevrilmesidir. Dolayısıyla Ahmed bin Hanbel’in tavrı yalnızca bir doktrini savunmak değil, itikadın zorbalıkla dizayn edilmesine karşı sınır çekmektir. Üstelik Kur'an'ın hayati tehlike durumunda inancı dille inkâr etmeye ruhsat tanıdığı biliniyorken, Ahmed bin Hanbel’in önünde aslında meşru ve kolay bir çıkış yolu vardı. Kendini kurtarmak için küçük bir tevil yapması, esnek davranması yeterli olacaktı.(5) Ancak o, bu kişisel ve hatta dini olarak meşrulaştırılabilecek çıkış yolunu reddetti. Çünkü fitnenin, felsefi kafa karışıklıklarının ve siyasi belirsizliklerin her yanı sardığı bir dönemde onun esnemeyen tavrı, yolunu kaybetmiş insanlar için sabit bir referans noktası olacaktı.
 

Bu rolü en iyi "Deniz Feneri" metaforu ile açıklayabiliriz. Bir deniz feneri, size denizin tüm haritasını vermez veya gideceğiniz yolu tarif etmez. O sadece olduğu yerde sabit durur ve bu sabitkadem duruşu sayesinde gemileri kayalıklara çarpmaktan korur. Ahmed bin Hanbel'in duruşu da tam olarak bu şekilde ele alınabilir. Büyük imam net tavrını koruyarak, inançlarını ve ilkelerini korumak isteyen kitleler için bir güvence ve sarsılmaz bir nirengi noktası oluşturdu. Onun tüm fetvalarına veya düşünce sistemine katılmasanız bile, bu mücadelesindeki dik duruşun kendisi muhteşem bir "hakikat" barındırır. 
 

O manada Ahmed bin Hanbel tabiri caizse bir yere ayağını sağlam basmış, katiyen dönmemiş. İster Kutup yıldızı diyelim ister deniz feneri diyelim fark etmez. O, devletin otoritesinin ve itikadi meselelerin zulüm aracı olarak kullanıldığı bir yerde fikrinde sabit durmuş ve çok büyük hizmet etmiştir. Onun duruşundaki temel faydayı belki de itikadi olarak verdiği yanıttan ziyade, devletin kendisinin itikadına karışamayacağına yönelik mücadelesinde aramak daha isabetli olacaktır.


Özellikle de etraftaki her şeyin sıvılaştığı ve belirsizleştiği, devlet aygıtının kitlelerin fikirlerinin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandığı zamanlarda bu tarz bir sağlam duruşun kıymeti paha biçilmezdir.
 

Dini, Fantezilerden ve Kültürel Eğilimlerden Koruma
 

Ahmed bin Hanbel'in temsil ettiği "ehl-i hadis" veya gelenekçi yaklaşım, genellikle yeni fikirlere kapalı olmakla ve dini daha işler hâle getirmeye engel olmakla eleştirilir. Bu eleştiride doğruluk payı olabilir; bazen bu tavır, sahih ve faydalı yenilikleri reddetme riski taşır. Ancak madalyonun bir de diğer yüzü vardır. Bu muhafazakâr duruş özellikle kriz ve kaos dönemlerinde hayati bir aslını muhafaza etme işlevi görür.
 

Bu tavır dini; kişisel fantezilerden, şahsi menfaatlerden, felsefi kafa karışıklıklarından ve anlık kültürel eğilimlerin bozucu etkisinden koruyan bir kalkan görevi üstlenir. İnsanların kendi fuzuli fikirlerini veya kültürel saplantılarını dinin bir parçası gibi sunmaya çalıştığı zamanlarda "dini genel bilinen hâliyle muhafaza etme" çabası, kitleler için büyük bir güvenlik sağlar. 
Bu misyonu Ahmed bin Hanbel’den yüzyıllar sonra İmam Rabbani'nin kendi döneminde üstlendiğini de görüyoruz. Müslümanların farkında olmadan "Hindulaşmasına" karşı mücadele veren İmam Rabbani gibi(6), Ahmed bin Hanbel de felsefenin ve siyasi baskının iman hakikatlerini bulandırdığı bir dönemde "işin saf noktasını" temsil ve muhafaza etmiştir. Her ikisi de özü korumanın, yeni yorumlar getirmekten daha acil ve değerli olduğu zamanlarda ortaya çıkmış tarihi figürlerdir.
 

Bu bağlamda farz-ı muhal olarak ifade edelim ki, bu kıymetli zatlar belki de farklı dönemlerde neşet etmiş olsalar farklı bir misyonu ifa edeceklerdi. İslam’ın hakikatlerinin sulandırıldığı bir dönemde, geleneğin din zannettiği meselelerin içindeki dine ait olmayan unsurları ayıklamak muhafazakar değil yenilikçi bir tavır olarak görülebilir. İmam Rabbani ve İmam Ahmed bin Hanbel gibi büyük alimler, farklı bir zaman diliminde dünyaya gelmiş olsalar da muhafazakar olarak değil yenilikçi olarak anılacakları işler yapmış olabilirlerdi. Bu noktadaki farklılık bahsi geçen zatlardan ziyade kavram ve tutumlara toplumun vermiş olduğu mananın değişmesiyle ilgilidir denilebilir.


Özetlemek gerekirse, Ahmed bin Hanbel'in direnişi bize üç temel gerçeği hatırlatır: İnanç tartışmalarının ardında genellikle güç dinamikleri yatar, belirsizlik çağlarında tavizsiz bir duruş etrafındakiler için bir kutup yıldızı işlevi görebilir ve özü muhafaza etme çabası, özellikle belirli dönemlerde dini koruyan hayati bir kalkandır. Onun hikayesi, tarihin tozlu sayfalarında kalmış eski bir mesele değil, kendi ilkelerimiz ve değerlerimiz üzerine düşünmemiz için bugüne tutulan güçlü bir aynadır. Büyük imam bize, ilkelere bağlı kalmanın bedelini ve değerini aynı anda gösteren örnek bir hayat yaşamıştır.


Yüce Allah’tan bu büyük kimselerin makamlarını âli eylemesini ve onların mücadelelerini en doğru biçimde anlayabilmemizi sağlamasını diler ve dileniriz.
 

Dipnotlar


1-) Kurantime.com, "Baskı Ortamında Dindarlığın Gizlenmesi", [https://kurantime.com/baski-ortaminda-dindarligin-gizlenmesi], (Erişim: 15 Aralık 2025). 

[2] Bu dönemde Arap olmayan Müslümanların (Mevali), Emevi Arap üstünlüğüne karşı geliştirdiği "Şuubiye" hareketi ve bunun Abbasi sarayındaki yansımaları için bkz: Hakkı Dursun Yıldız, "Şuûbiyye", TDV İslam Ansiklopedisi, c.39, s.256-258.

[3] İngiliz Reformasyonu ve VIII. Henry’nin 1534 tarihli "Üstünlük Yasası" (Act of Supremacy) ile Roma Kilisesi'nden kopuşunun siyasi analizi için: Oral Sander, Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918'e, İmge Kitabevi, Ankara, 2002, s.135-140.

[4] Kurantime.com, "Kur'an Mahluk mudur? | İslam Düşünce Tarihinin Büyük Tartışması | 1. Kısım", [https://kurantime.com/kur-an-mahluk-mudur], (Erişim: 15 Aralık 2025). 

[5] İslam hukuk metodolojisinde "ruhsat" zorluk anında geçici kolaylığı, "Azimet" aslolan zorluğa katlanmayı ifade eder.

[6] Kurantime.com, "Asimilasyona Karşı Bir Kalkan: İmam Rabbani", [https://kurantime.com/asimilasyona-karsi-bir-kalkan-imam-rabbani], (Erişim: 15 Aralık 2025). İmam Rabbani’nin Ekber Şah’ın senkretik din projesine karşı mücadelesinin, günümüzdeki "öze dönüş" çabalarıyla benzerliği üzerine analizler.