İman-Doğruluk İlişkisi | 1.Kısım
İman Dinamik bir Kavramdır
Bir insan “La ilahe illallah Muhammedün rasulullah” demiş olmakla artık müminler safında yer almış olmaz. Bu beyanı salih amelle desteklemek ve işlenen amelleri salih hâle getirmeye çalışmak imandaki dinamizmin esasıdır.
Örneğin, iki tüccar düşünün. Birisi işinde dürüst değildir, alım-satımda hile yapmaktadır. Diğeri dürüsttür, hileli işi yoktur. Hile yapan beş vakit namaz da kılsa, kendisini bir Müslüman olarak da tarif etse; hile yapmayan ise kendisini ateist veya Hristiyan/Yahudi olarak da tanımlasa, hile yapmayan hile yapmama esnasında daha mümindir ve imana daha yakındır yahut daha mümince hareket etmektedir.
Bu gerçek insanlara ağır geldiği veya geleceği için bir parça yumuşatılmış ve “Hile yapmayan gayr-i müslimde mümin sıfatı vardır. Hile yapan Müslümanda ise kafir sıfatı vardır.” gibi söylemlere gidilmiştir. Dolayısıyla bazı hadislerdeki “mümin olmaz”, “mümin olarak yapamaz” gibi ibarelerin başına parantez içinde “kâmil manada” ibareleri eklenmiştir.
Örneğin Efendimiz (sas) “Zina eden kişi hem mümin olup hem zina edemez. Hırsızlık eden kişi hem mümin olup hem çalamaz. İçki içen kişi hem mümin olup hem içki içemez. (Eğer mümin olduğu hâlde bunlardan birini yapacak olursa) tevbe kapısı açıktır.”1 buyurmuştur.
Hz. Ebu Zer’in (ra) rivayetine göre Efendimiz (sas) “Lâ ilâhe illallah deyip bu durum üzere ölen herkes cennete girer.” Ben dedim ki; “Zina yapıp, hırsızlık da mı etse?” Dedi ki “Zina yapıp hırsızlık da etse.” Rasulullah (sas) üç defa bu ifadeyi tekrar etti ve dördüncüsünde “Ebû Zer istemese de” buyurdu.2
Eğer konuyla ilgili ayetlere ve diğer hadislere bakmadan tek bir hadisten hüküm çıkarılacak olsaydı, “Zina eden hem mümin olup hem zina edemez.” ibaresine göre zina eden, hırsızlık yapan ve içki içen kimselerin kafir olduklarına hükmetmemiz gerekecekti. Nitekim hariciler ve bir kısım mutezile de böyle düşünmüştür. Ancak konuyla ilgili farklı hadis ve ayetlere bakılınca bir günahı işleyenlerin imanlarının tamamen sıfırlanmadığını, onların kafir olmadıklarını anlamış oluyoruz. Bu durumda yapılan fiilin bir mümin fiili olmadığı veya müminin imanının kendisini o fiilleri işlemeye sevk etmediği ortaya çıkmaktadır. Hâl böyle olunca da bazı hadislerdeki “Mümin değildir, mümin olamaz, mümin olarak yapamaz.” ibarelerine “kâmil manada” şerhinin düşülmesi makul sayılabilir.
Ancak mesele güven kavramına ait konulara gelince uyarılar da şiddetlenmektedir. Özellikle sözünde durmama, yalan söyleme ve emanete riayet etmeme konularında Efendimiz’in (sas) gerçekten de çok ciddi uyarıları vardır.
Örneğin; “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünü tutmaz, kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder.”3 hadisini bilmeyen neredeyse yoktur. Bu hadis Müslim’de yer alan varyantında şu şekilde devam eder; “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mümin zannetse bile…”4
Hadis-i şerifin son kısmı insanlara daha az aktarılmaktadır. Çünkü ortalama, avam insan aklını kullanma zahmetinde pek bulunmadığı için “Madem öyle ben de namazı, orucu bırakayım mı?” diyebilmektedir. Oysa, o yolda hiç olmazsa oruç tutarken belki mekanik, geleneksel veya ezbere bir şekilde oruç tutacaktır ama bir yerlerden hayır adına bir şeyler duyacak ve o duyduğu şey ona yeni kapılar açacaktır. Yahut ezbere veya bilinçsizce kıldığı namazlardaki arka arkaya yaptığı secdeler onu imanda derinleşme yollarına götürebilecektir.
İmanın Merkezi: Doğruluk ve Güven
Kur’an’da;
“O gün yalanlayanların vay haline!”5
“Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir.”6
“İnkâr eden ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cehennemliklerdir.”7
“Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir.”8 gibi ayetlerde küfür ve inkar “kizb” kavramıyla ifade edilmiştir. Kizb esas olarak yalan söylemek ve iftira etmek demektir ki ayetlerde kizb kökünden türeyen “tekzip” kelimesi de hakikati yalanlamak manasında kullanılmıştır. Bu bağlamda, mutlak hakikat Allah Teala olduğu gibi Onun sıfatları, isimleri, tecellileri ve icraatıyla ilgili hakikatler gün gibi ortada, hakikatin görünen ve kabul edilmesi gereken yüzünü oluşturmaktadır. Bu açıdan bakılınca yeryüzündeki her şey Allah Teala’nın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğu için sadece dini konularda değil herhangi bir konuda da yalan söylemek doğrudan doğruya İlahi bir icraatın veya tecellinin tekzibi anlamına gelebilecektir.
-Ahzab suresinin Müslüman ve mümin erkek ve kadınların özelliklerini sayarken Allah ve Rasulüne itaatten sonra “sadakat” sıfatını zikretmesi,9
-Yine aynı surede “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin.”10 buyrularak Allah’tan korkmanın doğru söz veya sözün doğrusunu söylemekle ilişkilendirilmesi,
-Furkan suresinde iman eden, tevbe edip salih ameller işleyenlerin özellikleri sayılırken en önce “Yalan yere şahitlik etmezler.”11 buyurulması, konuşunca doğru şeyleri konuşmanın doğrudan doğruya iman, teslimiyet ve takva gibi temel kavramların özüne ait olduğunu göstermektedir.
1 ) Müslim, İman, 104; Buhari, Mezalim, 30
2 ) Buhari, Libas, 23; Müslim, İman, 154
3 ) Buhari, iman, 24; Müslim, İman, 107-108
4 ) Müslim, İman, 109
5 ) Mutaffifin, 10
6 ) En’am 49
7 ) Maide, 86
8 ) En’am, 5
9 ) Ahzab, 35
10 ) Ahzab, 70
11 ) Furkan, 72