İmanî sorulara verilen cevaplar
Soru: İmanla ilgili konularda sorulan sorulara kimi zaman en mükemmel cevap bile verilse muhatapların tatmin olmadığı görülebiliyor. Böyle durumlarda acaba bu uğraşlar boşuna mı diye bir soru da akıllara geliyor. Bu konuda nasıl davranmalıyız? Gerçekten imanî konulardaki sorulara verilen cevapların o soruyu soranlara herhangi bir faydası yok mudur?
Cevap: İman, en ciddi meselemizdir. Diğer her şey, dünya hayatında inşa edeceğimiz maddi-manevi her şey o imana bağlıdır, imanî meselelere bağlıdır.
İmanî meselelere dair şüphe olarak görünen şeylerin çoğunluğu aslında gerçek zihinsel şüpheler değildir. Sosyal ortamın etkileri, insanın ait olduğu veya ait olmak istediği grubun etkileri, biraz tembellik, biraz duygusal şüpheler, bazen de iradeyle ilgili problemler gibi durumlar… Yani zihinsel ve hatta rasyonel gibi görünen soruların aslında çoğunluğu duygusal, fiziksel ya da toplumsal uyumla ilgilidir.
Sabah namazının hikmetini de anlamını da anlamasına rağmen bir insanın kendisini (nefsini) sabah namazına kalkmaya bir türlü ikna edememesi fiziksel uyumla ilgili bir sorundur.
Çevresine uyum sağlamak, onlar tarafından beğenilmek ve bir sosyal gruba ait olmak isteyen bir genç kızın tesettürle ilgili çok fazla soru sorması, tesettür emrini anlamamasından ve aklına yatıp yatmamasından çok kendi ait olmak istediği hayat tarzı içinde tesettüre bir yer bulamamasıyla daha çok ilgilidir.
Bir yakınını kaybeden insanın, ölümün hayatın bir parçası olduğunu teorik olarak bilmesine rağmen duygusal olarak bunu kabullenememesi, dünya hayatını anlamsız gösterecek duygusal sorunlar yaşaması, dini emirleri de anlamsız görecek kadar nihilist bir karamsarlığa düşmesi temelde zihinsel şüphe değil, duygusal bir sorundur.
Dolayısıyla iman hakikatleri ve imanî meseleleri tebliğ etmek demek sadece bu konularda sorulan sorulara aklî cevaplar vermekten ibaret değildir. Evet, iman hakikatlerinin tebliği aklî doneler ve mantıksal çıkarımlar üretmekten daha fazlasıdır. Ama yine de mantıksal çıkarımların, aklî donelerin de önemli faydaları olduğu, konuya zihinsel bir temel veya materyal sağladığı da unutulmamalıdır. En azından cevaplama veya cevabın okunması-dinlenilmesi esnasında soruyu soran kişinin veya soruyla ilgilenenlerin konuşacağı kişiler için önemli materyaller ve cevaplar sağlamaktadır. Bu yönüyle de konuyla ilgili vesveseleri kesecektir.
Bazen sorulara verilen cevaplar yeterli olduğu zaman, başka yerlerde ve başka zamanlarda karşılaşılacak farklı sorularla ilgili “Birileri bir yerlerde sorular soruyor, birileri de cevaplıyor. Bu sorunun da bir yerlerde birileri tarafından verilmiş ve verilecek bir cevabı vardır.” düşüncesi uyanır. Bu da karşılaşılacak yeni şüphe/vesvesenin etkisini azaltır.
Burada imanî meselelerin aklî olup olmadıkları konusu gündeme gelmiş oldu. Yani iman ve imanî meseleler aklın bir konusu mudur? İman hakikatleri sadece akılla halledilebilir mi? İmanî meseleler rasyonel-zihinsel bir konu mudur? Bu konudaki (ister duygusal, fiziksel ve sosyal sorunlardan kaynaklı olsun, isterse gerçekten zihinsel olsun) sorular sadece akıl ve mantık ekseninde cevaplanabilir mi? İman hakikatlerinin tebliği sadece aklî konuların anlatılmasından mı ibarettir?
Cevap; hayır. Kur’an ve sünnetin bahsettiği iman; kişinin vicdanında, iç dünyasının derinliklerinde kendi kendisiyle ve hayatın farklı şartlarıyla karşı karşıya geldiğinde yaptığı-yapacağı ahlaki ilerlemenin yönüyle ve niteliğiyle, hangi yönde ilerleyeceğiyle ilgilidir. Evet, insan dünya şartlarının etkileri karşısında farklı yönlerde ilerleyebilir. Maddi geliri yetersiz iken yeterli hale gelebilir, bekarken evlenebilir, evliyken boşanmış olabilir, iyi bir iş adamıyken işini kaybedebilir, mülk sahibi değilken mülk sahibi olabilir vb… İnsan, bunların hepsini kendi lehinde gerçekleştirmek için çaba gösterebilir. Ancak bir de iç dünyasında hangi tarafa doğru yöneldiği, kendisini önemli birisi zannederken başka insanlar tarafından ilgi ve şefkat görüp görmediği, daha önce konuşmalarında doğruya ve yanlışa dikkat etmezken doğru konuşmaya, doğru şeyleri söylemeye artık önem verip vermediği gibi konularda bir yöne doğru ilerler.
İşte iman, insanın bu iç dünyasının derinliklerinde var olan bir yönelmedir. Bu yönelme de en temelde kişinin kendi iradesine bağlıdır.
Fakat pratik hayatta iman ve İslam sosyal ve duygusaldır. Yani kişi, kendisinin sevilip önemsendiği bir ortamda o ortamı oluşturan insanlar namaz kılan, oruç tutan kişiler ise oruç tutup namaz kılacaktır. Bunun aksi de mümkün olsa da insanların çoğu böyledir.
Yine pek çok insan için de imanın ve İslam’ın aslında pek bir önemi yoktur ama bu kişiler kendi aile çevresi ve geleneğinden kaynaklanan alışkanlıklarla imana, İslam’a, ibadetlere dair davranışlara devam ederler. Dışarıdan bakılınca da bu davranışlar imana ve İslam’a atfedilir.
Bediüzzaman ve İmam Gazali gibi iki büyük alim imanî meseleleri aklî delillerle birlikte anlatma ve bu meseleleri zihinlerin de kabul edeceği bir formatta izah etmeleriyle bilinirler. Her ikisi de ciddi bir mantık eğitimi almışlar hatta bu konuda eserler yazmışlardır. Ancak Bediüzzaman gibi zeki, aklî delillere oldukça önem veren birisi bir yerde “Neticenin kayyumu (bir akıl yürütme sonucu ulaşılacak kanaati uyandıran şey) imandır. Burhan (delil), ancak o ulaşılan sonucu görmek için bir menfezdir. Veya bir süpürge gibi o neticeye konan vehimleri süpürür.”1 der. Evet, insanların imanî ve İslamî tercihlerinde sosyal ve duygusal yönlerinin ciddi etkisi vardır. Dolayısıyla zihinlerde oluşan şüphe ve vesveselerin asıl kaynakları da zihinden çok duygular ve toplumsal etkileşimin etkileridir.
Ancak her şeye rağmen iman ve İslam’la ilgili soruları cevaplamakta farklı açılardan farklı faydalar bulunur. Bu faydalar bazen işin temelini oluşturur, yani çok önemlidirler ve bazılarının imanlarının kurtulması bu sorulara verilecek cevaplarda olabilir. Bazen de bu cevapların faydası olmayabilir, sadece savunma adına cevap veriliyor da olabilir. Bu durum, bir insanın sağlığının sadece antibiyotikle mükemmel hâle gelmeyip; beslenme, ısınma, duygusal destek, cerrahi müdahale gibi pek çok faktöre bağlı olması gibidir. Sorulara verilecek cevaplara antibiyotik nazarıyla bakarsak bu antibiyotikler, insan sağlığını tehdit eden saldırılara karşı bir hazırlık veya önlem olarak görülebilir.
1 ) Nursi, Bediüzzaman Said, Mesnevi-i Nuriye, Şemme.