18 dk.
29 Ekim 2024
İmanımızı Nasıl Artırırız?-gorsel
Youtube Banner

İmanımızı Nasıl Artırırız?

Soru: Bir yazınızda imanın artıp azalabilen bir şey olduğundan bahsediyorsunuz. İmanımızı artırmak için neler yapmamız gerektiğini anlatır mısınız?

Cevap: İmanın artıp-artmaması konusunda İslami ilimler tarihinde çeşitli tartışmalar vardır. Bu tartışmalara ve bu konudaki fikrimize şu yazımızda değinmiştik.

İmanımızı artırmamız mümkündür. Bu noktada yapılabilecekleri maddeler hâlinde sıralayalım:

1-) Şefkat ve Merhamet Hislerini Beslemek:
 

İnsanda en kolay ölen, uyuşan, uyuştuğunu fark etmenin ise zor olduğu merkez duygusal merkezdir. Bir yönüyle de şefkat duygusudur. Bu yüzden, imanda derinleşmeyi hedefleyen bir insan içindeki şefkat ve merhamet duygularını beslemek, onların sönmesine izin vermemek zorundadır. Bu bazen yavru bir kediyi severek, besleyerek olur. Bazen de, ihtiyarlığın getirdiği hastalıklar, kayıplar nedeniyle bir nebze huysuz gibi görünen, sinirli halleri olan, ilk bakışta şefkate ihtiyacı olduğu belli olmayan yaşlı bir insanın bütün bu olumsuzluklarına sabretmekle, alttan almakla, ihtiyacını gidermekle olur. Hatta insan, gençliğin gücü, heyecanı ve koşuşturmasıyla bu şefkat ve merhamet duygularını besleyemiyorsa, (her ne kadar absürt bir örnek gibi görünse de) duygusal bazı filmler seyretmek bile duyguları şefkate, merhamete, empatiye açık hale getirebilir.

 

Şefkat ve merhamet hislerini beslemek, bununla bağlantılı olarak ince, kolay acıyabilen ve merhamet edebilen bir kalbe sahip olmak imanda derinleşme yolunda bir insan için en gerekli ve en faydalı hususlardandır. İnsanın içindeki şefkat ve merhamet hisleri, özel bir beslenme olmadan da yaşayabilir ama günlük hayatın koşuşturması içinde para kazanma, iş başarma, sınav geçme gibi streslerle bu duygu zayıflamış veya ölmüşse onu beslemek, canlandırmak gerekmektedir. Zira birbirimize tavsiye etmekle emredildiğimiz üç şey; hak, sabır ve merhamettir. Kuran’da, hakkın, sabrın ve merhametin tavsiye edilmesinin farklı ayetlerde geçmesi (1) ölçüsü bir yana şefkat yani rahmet, bir bakıma tüm kainatın var oluş sebebidir.

 

Şefkat için kibrin tam zıddı denilebilir. İnsanda bir miktar kibir, bencillik ve menfaatçilik bulunabilir. Buna karşın kişide mahlukata karşı merhamet hisleri varsa ve insan bunları beslerse kibri eriyecek, imana yaklaşacak, imanı varsa derinleşecektir.

 

2-) Zihni Bloke Etmekten Kaçınmak ve Tartışmacılığı Azaltmak:

 

İçimizdeki imanı desteklemek, onun artması için şartları uygun hale getirmek adına beslememiz gereken bir diğer yanımız zihin fonksiyonlarımızdır. Zihin fonksiyonlarımızı çok uzun süre aktif olarak çalıştırmamışsak, hiçbir şey okumamış, öğrenmemiş, dinlememişsek; zihnimiz daha az, daha kötü, daha mekanik çalışır hale gelecektir.

 

İnsanlar yaşlanınca, gerçek işlerden yani hayattan bir nebze kopar. Zamanla zihnini eskisi gibi pek kullanmaz ve bunama başlar. Bunu önlemek için sudoku ve bulmaca çözmek gibi zihinsel egzersizler tavsiye edilir. Bulmaca çözmek bile zihnin bazı fonksiyonlarını harekete geçirir. Bunun gibi, bir insanın merak duyduğu konularla ilgili belgeseller izlemesi, matematiksel işlemlere kafa yorması, yabancı dil veya programlama öğrenmek gibi faaliyetler onun zihnini çalışır durumda tutacaktır. Hatta belli bir kalitenin üzerindeki romanları okumak, başka insanların hayatlarını ve dünyada olan biteni düşünmeyi sağlayacağı için de zihni aktif tutacaktır. Aktif bir zihin de imana dair meseleleri öğrenip anlayabilecektir.

 

Şunu tahmin etmek hiç zor olmasa gerektir ki; insan 10 yıl boyunca bir şey okumamış, öğrenmemiş, zihnini kullanmamış, onu geliştirmeden düz bir şekilde işletmeyi yeterli bulmuşsa yeni şeyleri anlamakta zorlanacaktır. Yeni fikirler, yeni açılımlar ona farklı ve tuhaf gelecektir. Aynı şekilde, 10 yıl boyunca tartışmacı olan, zihnindeki itiraz işlevini öne almış bir insan da yeni şeyleri, farklı yorumları anlamaya kapalı hale gelecektir. Bazı mizaçlar daha az bazıları daha çok olmak üzere herkesin, tartışır olmaya, itiraz etmeye, “ama ben… ama bence…” demeye meyilli bir yanı vardır. Bu yön çok güçlü kalırsa, iman hakikatlerini benimsemeye, imanda derinleşmeye, imani meseleleri duyunca anlamaya mani olur. O yüzden zihni aktif tutmanın yanında tartışmacılığı azaltmaya çalışmak da çok önemlidir.

 

Şefkat ve merhamet boyutlarıyla duygularımızı, sonra da zihinsel işlevlerimizi açık ve canlı tutmanın önemli olması kadar fiziksel merkezimizi canlı tutmak da son derece önemlidir. Bir insan felçli ya da yatalak olmadıkça bedenini az çok kullanır. Bedeni, duyguları ve zihni kadar işlevsiz kalmaz. Ancak fiziksel olarak kendini tamamen uyuşukluğa, tembelliğe sevk etmiş bir insan da kendinde okumak, yazmak, dini sohbete katılmak gibi zihni ve duyguları geliştirici aktiviteler için enerji bulamayacaktır.

 

3-) Verilen Sözleri Tutmak:

 

İnsan günlük hayatında farkında olmadan, fazla da önemsemeden pek çok minik sözler verir. Bu bazen, “Şimdi onu bırak, sonra alırız.” veya “Şu işim bitsin oynarız.” diyerek küçük bir çocuğu oyalamak için olur, bazen de, insanlar arasında “Yaparız, hallederiz.” tarzı sözlerle olabilir. Örneğin ikinci el alışveriş sitesinde bir teklif verirsiniz. Satıcı da bunu kabul eder ancak siz o sırada daha iyi ve daha ekonomik bir ürün bulmuş olur, o teklifin arkasında durmazsınız. Bu bile tutulmayan sözlere bir örnek olabilir.

 

Evet, alışveriş yaparken yanınızdaki çocuğunuza “Sonra alırız, sonra yaparız.” dediğinizde bir senet verir gibi belli saat ve belli şartlar içeren kesin bir söz vermiş olmuyorsunuz. Ama sizin o haliniz, o cümleniz, o tavrınızdan dolayı o çocuk bir söz verilmiş gibi anlamış olabilir hatta böyle anlayacaktır. Bu durumda da mahiyet itibariyle bir söz verilmiş demektir.

 

Günlük konuşmalarda da konuşmanın akıp giden kolaylığı içinde ve belli heyecanların da etkisiyle “Yapacağım-edeceğim.” demek insana kolay gelebilir ve gelir. Ama bu tip sözlerin çoğu sonradan yapılmaz. Hele bir de söz vermekle sözün yapılması anındaki imkanlar arasında büyük farklar varsa. Mesela yetişkin bir insan düşünün. Bir işi vardır, çalışıyordur. Az çok bir gelir sahibidir. Bir nedenle muhatabı olan genç ve fakir bir öğrenciye “Sen taksiye atla gel, problem değil ücretini ben veririm.” der ama bu dediği aklından çıkıp gidebilir. O taksi ücreti onun için önemsiz, bahsini etmeye değmeyen bir paradır ama o öğrenci için öyle değildir ve bu nedenle öğrenci zor durumda kalabilir.

 

SMA hastası çocuklara karşı ayrı bir şefkatimiz vardır. Farklı kurumlar da bu çocuklar için çeşitli kampanyalar düzenlemektedirler. Eşinizle konuşur ve kampanyanın birine katılarak aylık belli bir miktar yardım etme konusunda bir karara varırsınız. Ancak günlük hayatın uğraşları içinde bunu unutursunuz. Burada başkasına verilmiş bir söz yoktur, bu, sizin aranızda verilmiş bir karardır. Bu durum başınıza, başkasına söz verip yerine getirmemek kadar büyük bir bela açmaz ancak yine de imanda zaaf oluşturacaktır. Çünkü iman dışı, nifak olan yönleri güçlendirecektir. 

 

Öncelikle başkalarına verdiğimiz açık sözler olmak üzere, başkalarına verilen kapalı sözler, yani tam söz olmasa da karşı tarafın belli bir beklentiye gireceği ibareler ve ifadeler ile kendi içinizde sesli kelimelere dökmeden verdiğiniz kararlar şeklinde önem sıralaması yapabileceğimiz bu sözlerin hepsini ciddiye almak gerekir. Bu yüzden sözünün arkasında durma egzersizleri önemlidir. Kişi, imanda derinleşmek ve imani meselelerde ilerlemek istiyorsa verdiği sözleri yerine getirme noktasında, en büyüklerden başlayarak en küçüklere kadar bir irade göstermelidir. Bu hem zihinsel, hem duygusal, hem de fiziksel merkezi etkileyen, ciddi zaaf gösterilmesi durumunda da iman etmeyi ve imanda derinleşmeyi adeta imkansız kılan bir şeydir.

 

4-) Kendine Sessiz ve Sakin Bir Ortam Sağlama:

 

Modern zamanların getirdiği zahmetlerden biri, kişiye kendisiyle baş başa kalacağı zaman ve imkan tanımamasıdır. Kahvehaneler, televizyonlar derken şimdilerde de akıllı telefonlar ve sosyal medya hayatın gerekliliklerinden geriye kalan tüm zamanı doldurur hale geldi. Bütün bu imkanların gerek dinlenme gerekse belirli ihtiyaçları görme açısından insana faydaları vardır elbette ama insanın belli bir süre sakin bir şekilde kendi başına kalmaya da gerçekten çok ihtiyacı vardır.

 

İnsanın, hayatında az veya çok, belki haftada yarım saat de olsa, tamamen sessiz ve yalnız kalabileceği zamanlar bulması hem onun iman etmesini kolaylaştırır hem de imanda derinleşmesine imkan sağlar.

 

Böyle bir ortamın sağlanması karmaşık ve zor bir organizasyon olmak zorunda değildir. Sabah işe gitmek için, erken saatte, henüz sokaklar dolmadan, sakin bir caddede yürüyorsunuzdur. Etraf sessiz ve insanlar uykudadır. Kalkar, bir köşede oturur ve kısa bir zaman geçirirsiniz. Bu da sessiz ve sakin bir ortamdır. Ya da meditasyon yapıyorsunuzdur. Tamamen sessiz bir ortamda kendinizle baş başa kalıyorsunuzdur. Bu ortam da bu amaç için değerlendirilebilir. Ya da önünüzde kitap, kağıt, kalem, telefon olmadan sadece düşünmek için belli bir zaman ayırırsınız. Yani bu ortamı iradi olarak özel bir gayretle hazırlamanız ya da uygun ortamları değerlendirmeniz arasında bir fark olmayacaktır. Asıl ihtiyaç duyduğumuz şey, zihnimizi serbest bırakabileceğimiz bir zaman aralığıdır. Bu sessizlik ve sakinlik ortamında oluşacak içimizdeki düşünce akışı, vicdanımızdaki bazı yerleri uyandıracak, hayatın geçiciliğinin, var oluştaki gaye ve hikmetlerin farkına varmamızı sağlayacak bir tecrübe olabilir.

 

5-) Dil ile Zikir:
 

İnsanın kendisine sessizlik ve sakinlik ortamı sağlamasıyla bağlantılı bir madde de Allah-u Teala’yı dil ile zikretmektir. Bu tam farkında olmadığımız veya farkında olsak da günlerin dağınıklığı içinde aklımızdan çıkabilecek bir husus olmakla beraber Allah-u Teala’yı dil ile zikretmenin insanda, farklı latifeleriyle imanı yerleştirmek, sükûnet, sekine ve huzur sağlamak adına büyük bir etkisi vardır.

 

Efendimiz’in (sav) sabah-akşam veya her gün diye tavsiye ettiği zikirleri tavsiye edilen programlara bağlamak büyük fayda sağlar. Ama onun dışında da, boş kaldıkça, aktif olarak dilimiz bağlanmadığı her zaman zikir çekilebilir. Klasik bir örnekle açıklarsak; otobüste, metroda seyahat halindeyken veya zihnimizi çok da meşgul etmeyen bir diziyi izlerken, PC oyunu oynarken, elimizle sayarak, yüzlerce defa “Subhanallahi ve Bihamdihi” ya da “Hasbunallahi ve Nimel Vekîl” deme imkanımız vardır. Allah-u Teala’yı tek bir defa zikretmenin de bir güzelliği vardır ancak kendimize etki etmesi adına onlarca-yüzlerce defa tekrar etmenin kıymeti de açıktır.

 

Bilhassa entelektüel ve eğitimli insanlar, “Üzerinde düşünmeden belli zikirleri yüzlerce defa yapmanın faydası var mı?” gibi vesveselere kapılabilirler. Hiç şüpheniz olmasın: Üzerinde düşünmeden dahi belli zikirleri yüzlerce defa tekrarlayarak yapmanın faydası vardır ve bu, imanı kuvvetlendirir. Bunun illaki her gün yapılması da şart değildir ama biraz aşina olanlar fark etmiştir ki bu zikirler, günlük hayatta yapılan işler esnasında da, gün içinde de, akıllı telefonların arka planında çalışan uygulamalar gibi arka planda bizi beslemektedir. 

 

Günlük işlerimizi yaparken o işlerin arka planında da bu zikirler yapılabilir. Hatta bu zikirler için pil harcamayan, aksine pili şarj eden arka plan uygulaması denilse yeridir. Ağır olmayan bir kitap okurken, az önceki örnekte olduğu gibi zihni meşgul etmeyen bir dizi izlerken, bilgisayarda dosya aktarır, format atarken, yürürken, evi süpürürken, aklınıza gelecek pek çok günlük aktiviteyi yaparken insanlar arka planda zikre devam edebilmektedir. 

 

Beden ve duygu olarak çok yorgunken insanlar fark edemeyebilir, başta akıllarına gelmez belki ama başka işlerini yaparken bir iki saat zikre devam ettiğinde bunun kalpteki tesirleri açıkça hissedilecektir. Evet, insan zikir ile imanına kuvvet verebilir.

 

6-) Efendimiz (sav) ile irtibat:

 

Efendimiz’le (sav) irtibatın her türlüsü de içimizdeki iman hislerini ve imanda derinleşmeyi kuvvetlendirir. Bu irtibat, Efendimiz’in (sav) hayatına dair teferruatlı bilgiler öğrenmek ya da daha genel anlamıyla siyer okumak şeklinde de olabilir, anlamıyla O’nun ruhaniyetiyle bağlantı kurduğunuz salavatları belli sayılarda tekrarlamak şeklinde de olabilir. Efendimiz’in (sav) hayatında geçen bazı çarpıcı noktalara bakarak, “Efendimiz (sav) burada ne kadar şefkatli davranmış.” veya “Efendimiz (sav) şurada sözünde durmak için ne kadar gayret göstermiş.” şeklinde üzerinde düşünerek de olabilir. Ya da “Eğer Allah’ı seviyorsanız Allah Resulüne ittiba edin ki Allah da sizi sevsin.” (2) ve “Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” (3) ayetlerini tefekkür ederek de Efendimiz (sav) ile kurulacak irtibat, her insanın içindeki imanı güçlendirecektir.


7-) Hakikate Kıymet Verme

İnsan, çevresinden etkilenmeye açıktır. Hatta temel olarak biyolojik yapımız ile içsel dünyamız çevremizi etkilemek ve çevremizden etkilenmek üzere yaratılmıştır. Ancak bu çerçevede nasıl ki cereyanda kalınca hasta olunur, manevi bir cereyanda kalınca da imani açıdan insan bazı hastalıklara yakalanabilir.

 

Kuran’da, cehenneme giden insanlara meleklerin veya zebanilerin “Size hak gelmemiş miydi, Resul’ü tanımıyor musunuz, neden buraya düştünüz?” minvalinde bir takım sorular sorulduğu görülür. (4) Yine Kuran’da cehennem ehlinin cevapları arasında “Dalalete dalanlarla beraber biz de dalar giderdik.” şeklinde cevaplara da rastlanır. (5) Kur’an bize bunları aktararak şu dersi veriyor: İnsan, okuduğu ve dinlediği şeylerin, beraber bulunduğu insanların ve ortamların kendi üzerindeki etkisine bakmalı ve dikkat etmelidir. Bu ortamların bazıları zararsız bir gönül dinlendirme, genel dinlenme, meşru veya meşrunun sınırlarında bir eğlence olabilir ama bazıları da hakikaten imana zarar verebilir. İmanını, imandaki duygusal derinliğini kaybedebileceğini bilen bir insan, bu kayıplara yol açabilecek, ona zarar verebilecek çevre etkisine karşı da, tıpkı kıymetli eşyalarını korumaya çalıştığı durumlardaki gibi hassas olacaktır.

 

İmanın kıymetini bilme, bu nimetten dolayı kendisine en büyük piyango çıkmış gibi sevinme, “Bunu verip başka şey almak istemezdim.” duygusunu iliklerine kadar hissetme; böyle bir imana bu manalarıyla sahip olamayan insanların o eğlenceli, şaşaalı görünen dünyevi hallerine özenmeme, imrenmeme halini de beraberinde getirir. İnsan imanın tadını aldıkça ve bu yolda ilerledikçe, bu halin belirli yönleri ve yansımaları kendiliğinden gelişecektir. Zaten iman derken kastettiğimiz de o gelişme ve içine yerleşme halidir. 
 

“İnsanı imana taşıyan faktörler nelerdir?” sorusuna tek maddelik bir cevap vermek gerekirse bu cevap “kıymet verme” olsa yeridir. Genel bir doğru, truth, hakikat, gerçek olan şeye kıymet verme… Kendimize menfaat sağlayacak olana değil, kendimizi rahat hissettirecek olana değil, bulunulan sosyal konum içinde kendimizi mutlu edecek veya kendimizi bir şeyin parçası hissettirecek olana değil; hakikate kıymet verme. İman ediyor olmanın, imanın verdiği emir ve tavsiyelerin, getirdiği ve getirmesi gereken ahlaki değişimlerin kıymetini bilme.

 

Bazı değer vermeler kendiliğinden olur. Bir şeyi seviveririz ve o bizim için artık çok kıymetli olur. Bazı değer vermeler için de kendimize onun varlığını, anlamını, mahiyetini öğretebiliriz. Mesela, doktor bazen belli bir süreliğine bir ilaç verir. “Bunlardan sabah ve akşam birer tane al. Bu ilaç, sende eksik olan, sistemin karşılayamadığı belli mineralleri, vitaminleri karşılayacak ve bu sayede daha iyi hissedeceksin. Şikayetlerin ortadan kalkacak.” der. İlacın mahiyetini öğrendiğimizde gözümüzde o ilaç daha kıymetli olur, onu daha dikkatle kullanmaya devam ederiz. Buna benzer biçimde, insan kendi hayat tecrübesi ve ilmiyle imanın kıymetini hissedebilir. Hissedemiyorsa hissettiren, onun kıymetini anlatan kişilerle beraber olarak, bununla ilgili eserler okuyarak o hissi yakalayabilir.

 

İmanın kıymetini bilmek; aynı zamanda Kuran’ın kıymetini bilme, Efendimiz’in (sav) kıymetini bilme, hidayetimize vesile olan başka zatların kıymetini bilme sonucunu da doğurur. Sizden biriniz beni annesinden, babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek manada iman etmiş olamaz.” (6) hadisi de gösteriyor ki, imanın kıymetini bilmek demek, o imanı bize taşıyan ana kaynağa karşı ciddi bir sevgi, iştiyak, arzu, saygı, hürmet duymak demektir. Şefkat, ilgi gibi daha ne kadar güzel duygu varsa, hayatında yer vermeye, başköşeye almaya çalışma ve bütün bu duyguları içselleştirme demektir. 

 

Efendimiz (sav) zirve noktasıdır. Onu bizzat her şeyden çok sevmek bir iman şartı olduğu gibi, çağımızda yaşayıp bize imanı getiren, ders aldığımız başka büyük zatlar için de anlamlı bir biçimde sevme, ilgi ve dualara dahil etme imana dair faktörlerden sayılabilir. 

 

Hakikate kıymet verme, insanın duygusal durumlarını zamanla formatlayacaktır. Böylece insan, bir nevi regülasyonla en çok sevmesi gerekeni en çok sevecek, ilgisini vermesi gereken yere verecektir. O, hakikate kıymet veriyorsa, kendisini ölçüp, “Ben bunu öğrenebilecek donanıma sahip miyim? Şu bilgiyi de öğreneyim. Şöyle mantık kaideleri de varmış, onları da öğrenirsem doğruyu daha iyi seçebilirim.” diyecektir. Hakikate verdiği bu kıymet, fiziksel irade kısmında da kendisine belirli bir seviyede irade, enerji ve motivasyon kazandıracaktır. 

 

Bu irade, enerji ve motivasyonla da insan, hakikati görünce tanıyabilecek donanımı kazanmak için çaba sarf eder hale gelecektir. Zira Efendimiz’e (sav) ilk iman etmiş insanlar tam da böyleydi. Efendimiz (sav) zamanından sonraki çağlarda da imanda derinleşmiş, onu kabul etmiş, benimsemiş, o yola baş koymuş insanların temel vasfı da buydu. Yani bu insanların temel vasfı nedir diye sorulsa; hakikati, doğruyu görünce tanıyabilme denilebilir.

Hakikati tanıyabilmek için bazı zihinsel kabiliyetler gerekir. Az çok devrinin kültürüne sahip, başka fikir akımlarından veya İslam’ın farklı yaklaşımlarından haberdar; okuduğunu ve dinlediğini anlayabilecek kapasiteye sahip olunmalıdır. Ancak, anlama fonksiyonu yalnızca zihinsel bir mesele değildir. İnsan, duygusal olarak da hakikate dair bir arayış içinde bulunmalı, hakikati seviyor olmalı, o anda ağır depresyonda veya büyük hırslara sahip olmamalı, ciddi kibir ve alçaklık kompleksi içinde bulunmamalıdır. Malumdur, Mekkelilerin bazıları, “Hacılara su verme işi sizde, falanca iş sizde, peygamberlik de mi sizde olacak, onu sizin ailenize bırakamayız.” diyecek kadar kompleks içindeydi. Farklı kabilelerin ve ailelerin sosyal konumu meselesine duygusal olarak o kadar kilitlenmişlerdi ki başka bir şey duyamaz, göremez hale gelmişlerdi. Buradan anlıyoruz ki, hakikati görünce tanıyabilme, duygusal olarak da bir temizlik gerektirdiği gibi herhangi bir saplantı içinde bulunmama halini de gerektiriyor. 

 

Öte yandan, insanın çevresindekilerin rağmına bir fikri kabullenmek ve intisap etmek için bir çeşit medeni cesarete, bir cins kendine güvene de ihtiyacı vardır. Mesela, biri İslam’ı çok da önemsemediği halde sevdiğini söyleyebilir. Önüne kaynaklarla, farklı ayet ve hadisleri koyarak, bu konudaki makul hüküm bu deseniz, “Bunlar tamam ama ben yine çevremdekilerin çoğunun uyduğu fetvaya uysam en iyisi.” diyebilir. Bu durumda o insanda hakikat olana, doğru olana, bizzat gerçeğe pek kıymet verme gibi bir durumun olmadığını; farklı yönleriyle pratik hayatın zaruretleri veya toplum içinde ayıplanma korkusunun baskın geldiğini anlayabilirsiniz. Eğer genel bir hakikate değer verme durumu olsaydı, hakikati seçip değerlendirecek, kavrayacak bir konsepte ulaşırdı. Kaldı ki, insan ev veya araba alacağı zaman bir ekspere gösteriyor veya bir bilene soruyor. İnsanlar önemsediği bir şeyi alacaksa, bu küçük, ucuz bir şey de olsa, çevresine sorar, soruşturur, tavsiye ister. Çünkü o şeye sahip olmaya veya parasını harcamaya bir kıymet veriyordur. O yüzden de daha gerçeğe, daha doğruya ulaşma konusunda kabiliyetlerini artırma veya kabiliyeti olanlardan faydalanma gayreti içinde olur.

Allah'tan bizi kendisine yaklaştırmasını, son nefeste iman ile kabre girebilmemizi bizlere nasip etmesini diler ve dileniriz.

 


 

1 ) Beled Suresi 17. Ayet, Asr Suresi 3. Ayet

2 ) Âl-i İmrân Suresi 31. Ayet

3 ) Tevbe Suresi 128. Ayet

4 ) Zümer Suresi 71. Ayet

5 ) Müddessir Suresi 45. Ayet

6 ) Buhari, İman, 8