14 dk.
13 Kasım 2022
İmtihan kavramı ve imtihan çeşitleri-gorsel
Youtube Banner

İmtihan kavramı ve imtihan çeşitleri

Soru: İmtihan konusunda çok zorlanıyorum. Bir imtihandan geçiyorum. Bunu sonlandırmak için sebeplere dokunup Allah’a tevekkül ediyorum. Fakat sonra “Allah bu imtihanı yaşamamı istiyor. Dua etsem bile belki uzun yıllar yaşayacağım. Sonuçta imtihan…” diye düşünüp bazen dua etmek dahi istemiyorum. Bu düşüncelerim yanlış mıdır? Yanlışsa bu durumu nasıl aşabilirim?
 

Cevap:
 

İmtihan Kavramı ve Türleri

 

İmtihan kelimesi Türkçede farklı durumlar için kullanılabilmektedir. Dolayısıyla imtihan kavramını farzlar ve haramlar konusundaki imtihanlar ile hayatı yaşarken başımıza gelen zorluklar anlamındaki imtihanlar olarak ayırabiliriz.

 

Farzlar ve Haramlar Konusundaki İmtihanlar

 

En temelde farzlar ve haramlar konusundaki her şeye imtihan diyoruz. Bu noktada Allah’ın bizden yapmamızı ve yapmamamızı istediği her şey bir imtihandır. Örneğin “Zinaya yaklaşmayın.”1 emrini ele alalım. Bu emir ile bu konudaki yapılması ve yapılmaması gerekenler birer imtihandır. Bu imtihanda zinaya götürecek durumlara kendini sokmamak esastır. Bu durumların her biri zinaya yaklaşmanın farklı derecelerini oluşturabilir. İzlenen filmler veya görüntüler, konuşulan kişiler ve konuşma tarzları, giyilen kıyafetler gibi durumlar itibariyle zinaya yaklaşmanın veya ondan kaçınmanın farklı derecelerinden bahsedilebilir.

 

Yine Efendimiz’den (sav) kısa bir nasihat isteyen sahabiye Efendimiz’in (sav) verdiği “Öfkelenme!”2 hadisi çerçevesinde veya “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.”3 ayeti ekseninde öfkelenmemek, öfkesini yutmak ilahi ve nebevî bir tavsiyedir. Bu noktada insanlar arası ilişkilerde öfkelendiğinde bunu davranışlarına aksettirmemekten tutun ta iç dünyasında gerçekten öfkelenmemeye kadar bir terakki yolu ve onun aşamaları vardır. Bu noktada da öfkelenmek bir zaaftır, bu zaafın aşılması adına başa gelenler ve buna karşılık duygusal egzersizler birer imtihandır.

 

Bu imtihanlarda çoğu zaman bizden asıl beklenen şey o meseleyi aşmamız değil o çerçevede gayret sarf etmemizdir. Yani zinaya neden olabilecek toplumsal şartları, kadın erkek ilişkilerini, giyim kuşamı toptan düzeltmek değil, öncelikle kendi nefislerimizi bu yönde terbiye etmektir. Öfkelenmemize neden olacak dışsal şartları yok etmek değil, kendimizi adım adım öfkelenmemeye alıştırmak ve zamanla öfkelenmez hale getirmektir. 

 

Nasıl ki fiziksel gayretlerle bedenimiz, kaslarımız güçlenir. Psikolojik, ruhani, duygusal veya sosyal hayatın içinde irade hakimiyeti gibi gayretlerle ruhsal, psikolojik ve sosyal bünyemiz güçlenir.

 

Bu konularda gayret etme veya etmeme meselesinde de insanın aceleciliği oldukça etkilidir. Ortalama bir insan evde, trafikte, iş hayatında bir gün içinde onlarca kez kendisini öfkelendirecek şeylerle karşılaşabilir. Öfkesine hakim olması noktasında bir tavsiye alınca da örneğin o an için 30 yaşındaysa “Ben 30 yaşındayım, 60 yaşına kadar çalışacağım. Kalan 30 sene boyunca günde ortalama 10 kez öfkelenmeme neden olan şeyler yaşayacağım. Bunlara boyun mu eğeceğim? Nasıl öfkelenmeyeyim?” diye düşünüp karşılık verebilir. Oysa bu bakış açısı son derece yanlıştır. Çünkü o insan tabiri caizse öfkelenmeme kasını, öfkesine hakim olma yeteneğini kullanmaya başladıktan bir süre sonra önceden öfkelendiği meseleler onu zaten öfkelendirmez bir hâle gelecektir. Yani bir süre bu konuda ciddi, tutarlı bir gayret gösterince o imtihan onun için zaten bitmiş olacaktır.

 

Burada bu insanın asıl imtihanı karşısına çıkan ve öfkelenmesine neden olan olaylar veya kişiler değildir. Asıl imtihan kişinin öfkesini yenme konusunda gayret göstermesi, kendini değiştirmesi, geliştirmesi, bakış açısını düzenlemesidir. Öfkelendirecek meseleleri sabırla, öfkelenmeme egzersizleriyle karşıladıktan bir süre sonra o imtihan aşılmış olacaktır, ortadan kalkacaktır.

 

Yine bir insan diyelim ki namazlara üşenerek kalkmaktadır. Namaz kılmak kendisine zor gelmektedir. Diyelim ki bu insan 25 yaşındadır. “Benim önümde daha uzun seneler var. Ömrümün sonuna kadar on yıllarca her gün bu zorluğu mu yaşayacağım?” diye düşünürse yine aynı hatayı tekrarlamış olacaktır. Hayır, asıl imtihan bu değildir ve bu şekilde takdir edilmemiştir. Namaz konusunda bir süre ciddiyet ve gayret gösterdikten sonra o zorlanma hissi, o zorluk artık yaşanmayacaktır.

 

Bu konulardaki imtihanların sonucu veya gerçek işleyişi her zaman illaki bizim istediğimiz veya zannettiğimiz gibi olmayabilir.

 

Örneğin şehir hayatının içinde büyümüş ve karate okuluna yazılmak isteyen bir genç düşünün. Okulun hocası bu gencin okula kabul edilebilmesi için okul avlusundaki metrelerce yükseklikte bir taş birikintisini olduğu yerden başka bir yere taşımasını ister. Genç ise bunun okula kayıtla, alacağı eğitimle ilgisinin olmadığını düşünür. Ancak aslında o gençten istenen tam olarak budur. Yani metrelerce yükseklikteki taş birikintisini bir yerden alıp başka yere taşımasıdır. Böylece o taşıma süresi boyunca hem şehir hayatında yaşamanın getirdiği zihinsel karmaşayı aşacak hem de bedeni eğitime daha uygun hâle gelecektir. Taşıma işlemi aylarca sürer ve genç bu anlamsız faaliyetin bir türlü bitmeyeceğini düşünür. Ancak birkaç ay sonra istenen kişi hâline gelebileceğini asla düşünmez. Sonuçta taşların taşınması işlemi biter ve genç artık okula kayıt için ilk geldiği gündeki genç değildir. Okula ve eğitime daha uygun birisi hâline gelerek okula kabul edilir.

 

Tekrar edelim: Genellikle bu tür imtihanlarda asıl mesele imtihan olan mevzunun, problemin, bizi zorlayan konunun ortadan kalkması değildir. Bizden beklenen şey de o problemi ortadan kaldırmamız değildir. Aynen karate okuluna yazılmak isteyen şehirli gence yüksek taş birikintisini taşıtmaktaki asıl amacın taş taşıtmak olmaması, amacın o gencin kaslarının güçlenmesi ve zihninin arınması olduğu gibi... Bizlerin de karşımıza çıkan imtihanlarla ilgili kaslarımız, sosyal, psikolojik, manevi kaslarımız güçlenecektir. Asıl istenen budur.

 

Hayatın Zorlukları Konusundaki İmtihanlar

 

Bunun dışında imtihan kavramını hayatın getirdiği tüm zorluklar için de kullanırız. Bu zorluklar da genellikle fakirlik, hastalık, gurbet, başarısızlık veya bunların bir araya gelmesi, birikmesi gibi durumlardır.

 

Burada esas olan şudur: Allah Teala bizi bu tür imtihanlarda sürekli veya uzun süre tutmak istiyor değildir. Allah, bizim bu imtihanları geçmemizi, aşmamızı istiyordur. Allah Teala bunu istediği gibi Efendimiz (sav) de böyle istemektedir. Salih insanlar da böyle istemektedir. Hatta dünya üzerinde iyi kalpli her insan, hatta çok iyi kalpli olmasa bile ortalama insani özelliklere sahip insanlar bizim imtihanları geçmemizi dilemektedir. Örneğin sosyal medyada alkolik iken alkolü bıraktığını, zorlanarak da olsa bu mücadeleye devam ettiğini söyleyen birisini görseniz onun için alkolü bırakması noktasında dua edersiniz. Bir süredir kilo vermeye çalışan veya kanserle mücadele eden birisini görseniz onlar için de içlerinde bulundukları bu zorlukları, bu imtihanları aşmalarını dilersiniz.

 

Allah Teala’nın Farklı İsimleri ve Farklı Tecelliler

 

Allah Teala’nın bu dünyanın kanunlarını koyan ve işleten isimleri ile bizleri hidayete davet eden ve salih insanlar olarak yaşamamızı isteyen, yani imtihanları uygun şekilde aşmamızla ilgili isimleri farklı değerlendirilmelidir. Bu çok önemlidir.

 

Kur’an’da imanı da küfrü de yaratanın Allah olduğu,4 bununla birlikte Allah'ın imandan razı küfürden ise razı olmadığı5 buyrulur.

 

Yani belli hikmetlere binaen insanın çalışıp gelişmesi için bir sistem kurulmuştur. Fakat bu sistem kurulduktan sonra Allah-u Teala bizim küfrümüzden, günahımızdan, şerrimizden veya zulmümüzden razı değildir. Bunları bırakmamızdan, terk etmemizden razıdır. Bunları bırakmamızı diliyordur ancak bırakmamızı her zaman irade ediyor, bizi o yönde özgür irademizi kıracak derecede zorluyor, şerre, günaha, küfre, zulme asla fırsat vermiyor değildir. Çünkü onu belli sebeplere ve belli hikmetlere bağlamıştır. Her zaman o sonucu direkt yaratıyor değildir. Ama bunu dilemektedir, istemektedir. Bunları bırakmak konusunda çaba sarf edene yardım da etmektedir.

 

Bu çerçevede, nasıl ki; engelli koşu parkurunda koşan bir sporcu “Önüme engel koymuşlar demek ki o engelleri geçmemi istemiyorlar.” demez ve dememelidir. Bir sınava giren öğrenci sınav kağıdına bakarak “Bu soruların cevaplarını yazmamışlar, demek cevap vermemi istemiyorlar.” demez ve dememelidir. İnsan da bazı imtihanlarla karşılaşınca “Allah bu imtihanı çekmemi istiyormuş, ne kadar süreceği de belli değil, o hâlde bitene kadar sabredeyim, imtihanı geçmek için bir şey yapmayayım, dua da etmeyeyim.” demez ve dememelidir.

 

Öğrencilerin önüne sınav kağıtlarını koyan öğretmenin asıl istediği şey öğrencilerin o soruları cevaplamasıdır. Sporcunun önüne engelleri koyanların istediği şey de sporcunun koşarken o engelleri geçmesidir. İnsanları bazı imtihanlara tâbi tutan Allah Teala’nın istediği de insanların o imtihanları aşmasıdır. 

 

Allah’ın mülkü sınırsızdır. Cennet de sınırsızdır. Tüm insanlar bugün en salih bir kalbe sahip olup en salih amelleri işleyip tüm imtihanları aşsalar bundan hiçbir şekilde bir zarar doğmaz. Hepsi vaat edilen mükafatlara kavuşurlar. Allah da bundan razı olur. 

 

İmtihan derken hastalık, fakirlik, gurbet gibi yaşamsal zorluklar kast ediliyorsa bunlar çoğunlukla aşılabilir imtihanlardır. Bu zorlukların doğrudan olmasa da dolaylı olarak aşılmaları mümkündür. O zorluklarda bir rahmet yönü bulunması, en ümitsiz durumda bile ateşin içindeki Hz. İbrahim'in (as) durumu gibi ateşi söndürmek mümkün olmasa da o ateş içinde bir bahar, bir serinlik ve bir selamet bulmak mümkündür. 

 

Örneğin (Allah’tan her zaman afiyet dileriz) diyelim ki genetik bir hastalığımızın olduğunu ve bu hastalığa tıbbın geldiği seviye itibariyle de bir çare bulunamadığını öğrendik. Bu durumda da insan kendi has ve hususi dairesinde cennetini aramalı.

 

Eli veya ayağı tutmayan, fiziksel engelli bazı insanların o hâldeyken ayaklarıyla resim yapabildikleri gibi haberler görmüşsünüzdür. Bu insanlar o fiziksel engelin kendisini değil ama sonuçlarını aşmışlardır. O engelin kendilerine olduğundan daha fazla zarar vermesine mani olabilmişlerdir. O kişilerin gayreti çerçevesinde Allah Teala o kişilere o kapıyı açmıştır. Bunun gibi herkese de açabilir. Yani bir şekilde aşılmaz, değişmez görünen meselelerde kişi kendi özel dünyasında, hususi durumunda bir şeyleri aşma çaresini aramalıdır. Bizden istenen de budur.

 

Her Zorlukla Bir Kolaylık

 

Her zorlukla birlikte bir kolaylığın var olduğunu Kur’an söylüyor.6 

 

Ayrıca Efendimiz (sav) de “Allah, hiçbir hastalık vermemiştir ki onun şifasını da vermemiş olsun.”7 buyuruyor.

 

Yani Allah Teala derdi yarattığı her defasında dermanı da yaratıp takdir ediyor ve ortaya koyuyor. Ancak insanların dermana ulaşması ve ulaşmaması durumu farklı olabiliyor. 

 

Burada bir problemin global çözüm yollarıyla kişisel çözüm yolları arasındaki farkı anlamamız önemlidir. Örneğin ağır bir ekonomik kriz ortamında ev kiralarının artacağı da bilinir. Böyle bir ortamda ikamet ettiği evinden ayrılmak zorunda kalan bir kiracı ekonomik krizi, kira fiyatlarını düşünürse daralacaktır. Çözümün sadece kira fiyatlarının düşmesinde olduğunu düşünürse daha fazla daralacaktır. Ancak bir yerlerde başkaları için kusurlu kendisi için kusursuz ve daha ucuz bir ev bulabilir. Başka kiracılardan çok zahmet gördüğü için evini iyi bir kiracıya ucuza verecek insaflı bir ev sahibi bulabilir. Kendisi yurtdışında olduğundan, evinin de boş kalmasını istemediği için hemen ucuza kiraya vermeyi düşünen bir başka ev sahibi de bulunabilir. Bunların hepsi mümkündür. Dolayısıyla insan kendi kişisel sorunlarına çözüm ararken global çerçevede çözüm arama hatasından kurtulmalı ve kendi lokal problemine odaklanmalıdır.

 

Bu durum manevi meseleler için de geçerlidir. Örneğin harama bakma konusunda problem yaşayan bir genç eğer “Bu zamanda, bu ülkede, bu şartlarda harama bakmamak mümkün değildir. Her işyeri böyle, medya şöyle, aileler bir sorun, üniversiteler ayrı bir sorun, internet ayrı bir sorun…” diye düşünürse çözümü global bir dairede, en geniş dairede aramaya kalkıyor demektir. Medya, internet alemi, üniversiteler, aileler, insanlar da elbette bir anda değişmeyecektir. Bu durumda meseleye böyle bakan genç de bu sorunu çözümsüz görecektir. Oysa daha dar dairede “Ben ne yapabilirim. İnsanların % 99’u böyle yaşıyor olabilir ama ben önce kendimden mesulüm ve öncelikle kendimi kurtarmalıyım.” da diyebilir. Böylece problemin çözümü bir anda kolaylaşacaktır.

 

Bir başka önemli nokta şudur: Herhangi bir dünyevi veya uhrevi şer için “Allah demek ki böyle olmasını istiyor.” demek caiz değildir. Bu konudaki ayet ve hadisler açıktır.8 Yani bir insan “Allah demek ki fakir olmamı, hasta olmamı, güçsüz ve çaresiz olmamı, ezilmemi istiyor.” diyemez, dememelidir. Bunlar Allah Teala’ya izafe de edilemez. Bu nedenle mesela “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâşerîke leh, lehu'l mülkü ve lehu'l hamdü yuhyi ve yumit, ve huve Hayyun lâ Yemut” dedikten sonra “Biyedihil Hayr” deriz. Yani “Hayır O'nun elindedir.” demiş oluruz. Şerri de takdir edenin ve yaratanın Allah olduğunu biliriz ama şerri Allah-u Teala’ya izafe etmeyiz, hayrı izafe ederiz. 

 

Bu manada insanın şer olan yani kötü olan fakirlik, hastalık, cehalet, sosyal bağlantısızlık ve benzeri şeyleri aşmaya çalışması da yer, zaman, durum ve konsepte göre farz, vacip, sünnet hükmüne geçebilir.

 

Bu konuda Efendimiz (sav) “Güçlü mümin zayıf müminden hayırlıdır ve Allah onu (zayıf müminden) daha çok sever. Bununla birlikte hepsinde de hayır vardır. Sen sana faydalı olan şeye gayretle yönel, Allah’tan yardım dile ve acze düşme.”9 buyurur.

 

Efendimiz’in (sav) burada Allah’tan yardım dilemekle acze düşmemeyi aynı anda kullanması önemlidir. İnsan kendisine fayda verecek meşru bir şeye karşı yeterince hırs göstermeli, onun peşine düşmeli, emek harcamalıdır. Bunları yapmadan “Allah’a tevekkül ediyorum, Allah dilerse bana hayır verecektir, şu işimi halledecektir.” denilemez. İnsan maddi sebeplerden, duadan, doğru psikolojik tutumlardan, sosyal bağlantılardan yola çıkarak ve bunların hepsini kullanarak bir şeyin peşine düşüp çabalayabilir. 

 

Dolayısıyla insan karşısına çıkan tüm imtihanlar için o imtihanı aşma azmi ve kararlılığında olmalı, aşmayı dilemeli. “Allah demek ki böyle olmasını dilemiş ve bunu vermiş.” dememeli. Bu söz ve düşünce bir mümine veya imanına yakışmayan bir söz ve düşüncedir. Kur’an’da bu tür düşünceler ve sözler kafirlere yakıştırılmıştır. Örneğin; “Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?”10, veya “Allah'a ortak koşanlar diyecekler ki: “Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız ortak koşardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.”11 ayeti böyledir. Yani ister fakirlik, ister açlık, ister küfür ve şirk üzere bulunma olsun herhangi olumsuz bir durumu Allah Teala’ya izafe etmeyi, böyle düşünmeyi Kur’an Müslümanlara değil kafirlere ve müşriklere izafe etmiştir.

 

Müslümanlar için ise “Allah’ın rahmetinden kafirlerden başka kim ümit keser?”12 denilmiş, olumsuz durumları Allah’ın istediğini düşünmenin de bir nevi Allah’ın rahmetini suçlamak anlamına gelebileceği işareten beyan buyurulmuştur.

 

Evet! Var olan, yaşanan herhangi bir durum Allah-u Teala’nın onu mutlaka istediğini göstermez. Aksine Allah bizim imtihanları geçmemizden razı ve hoşnuttur. Bunun için gayret sarf etmemizden hoşnuttur. Çoğunlukla da bizden asıl istenen şey o gayrettir.

 


1 ) İsra, 32

2 ) Buhârî, Edep, 76; Tirmizî, Birr, 73

3 ) Âl-i İmran, 134

4 ) Teğabün, 2

5 ) Zümer, 7

6 ) İnşirah, 6-7

7 ) Buhari, Tıp, 1; Ebu Davud, Tıp, 1.

8 ) Yunus 44; Müslim, Birr, 55

9 ) Müslim, Kader, 34; İbn Mace, 79

10 ) Yasin, 47

11 ) En’am, 148

12 ) Yusuf, 87