Allah İnsanlar Yüzünden Diğer Canlılara Azap Eder mi? | 2. Kısım
Zulme ve Zalimlere Mühlet Verilmesi
İlgili ayette zalimlere veya günahkarlara acilen ceza verilmemesiyle ilgili bir diğer işaret ise insanın kendisi için olan beklentileri ile diğer insanlar için beklentileri arasındaki çelişkidir denilebilir.
Bu çelişkiye işaret olarak ayette Allah Teala alt metin hâlinde adeta şöyle bir mesaj vermektedir: “Ey insan, ey mümin kulum! Sen bazı zalimlere ve günahlara bakarak “Onlar bir an önce helak edilsin.” diyorsun. Alemlerin Rabbi, Sultanı, Meliki çok özel ikramları, kerametleri, mucizeleri dışında genellikle kanunlarla iş görür, icraatını kanunlar eliyle yürütür. Eğer Alemlerin Rabbinin “Zalimlere cezaları bir an önce verilir.” gibi bir kanunu olsaydı bu kanun senin de sevdiklerinin de canını yakardı. Sen kendin için, kendi günahların, dolayısıyla kendi zulümlerin için (çünkü her zulüm bir günah olduğu gibi her günah da bir zulümdür) Allah Teala’nın bunları hemen cezalandırmamasını, seni anında helak etmemesini seviyorsun. Hemen helak olmamak istiyorsun. Ama senin zalim dediğin insanlar da Allah’ın kullarıdır. Sen kendin için mühlet verilmesini istediğin gibi Allah Teala da bütün kullarına o mühleti yansıtacaktır.”
O hâlde makul bir insan kendi kişisel hayatındaki zulümleri, günahları, evde, işte, okulda iş arkadaşlarına veya çalışanlarına, en yakın akrabaları, eşi, dostu ve çocuklarına yaptığı haksızlıkları düşününce Allah'ın zulme ve günahlara, zalimlere ve günahkarlara mühlet vermesine sevinecektir.
Bu noktada Hz. Ebu Bekir’in (ra) müşriklerin müminlere yaptıkları zulümler karşısında “Mâ ahlemeke Yâ Rabbenâ!” (Ne kadar halimsin Allah’ım!) deyişini hatırlayabiliriz. Hz. Ebu Bekir (ra) başta alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’e (sas) sonra da müminlere yapılan zulümler karşısında zalimlerin nasıl olup da helak edilmediğini düşünüp böyle demişti. Elbette Hz. Ebu Bekir (ra) marifetullah adına, Allah Teala’nın kanunlarını, icraatlarını bizden kat be kat daha fazla tanımaktadır ama yine de ihtimal zulümler karşısındaki hissiyatını Cenab-ı Allah'a karşı bu kelimelerle dökmüştür. Yoksa Hz. Ebu Bekir (ra) de kaderin çarklarının insanın keyfine-beklentilerine göre işlemediğini bilmektedir. Hüküm Allah’ındır. O, Ahkemü’l-Hâkimîn’dir. Her işinde bir hikmet vardır ve herkesin hükmünün üstünde asıl hüküm O’na aittir. O, kime nasıl muamelede bulunacağını, kimi affedip kimi ne zaman cezalandıracağını da en iyi bilmektedir. Zalim de mazlum da O’nun kuludur ve O’nun hesabı bizim küçük hesaplarımızın çok üstündedir.
Dolayısıyla meselenin mazlumlara bakan yönleri olduğu gibi zalimlere bakan yönleri de vardır. Geçmiş ve geleceğe, diğer hadiselere bakan yönleri de vardır. Diğer yandan hepimizin farklı boyutlarda farklı zulümleri, farklı günahları vardır. O hâlde Yüce Allah'ın günahlara ve zulümlere anında ceza vermeyişi O’nun hikmetine, şefkatine, ilmine ve iradesine son derece muvafıktır. Aksi hâlde mesele bir kanun şeklinde var olsaydı, Allah Teala bütün günahları ve zulümleri anında cezalandıracak olsaydı hepimiz perişan olacaktık.
Kanunlara İtaat, Sebeplere Riayet
Meselenin bir başka boyutu Allah'ın koyduğu kanunları görüp, o kanunların işleyişine bakıp geçmişte ne olduğunu öğrenip anlamak, sorunların nasıl çözüldüğü fark etmek ve hem maddi hem manevi sebeplere riayet etmektir.
Huneyn savaşındaki muvakkat mağlubiyetle ilgili bir ayette bu durumun sebepleri üzerinde durularak “Gerçek şu ki, Allah size pek çok yerde ve bu arada Huneyn gününde yardım etmişti. O gün sayıca çokluğunuz sizi gururlandırmış, fakat bu size hiçbir fayda sağlamamıştı. Onca genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmiş, sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız.”1 buyrulur. Demek ki sayıca çok oldukları için zaferi garanti gören, dolayısıyla ucba düşen müminler olmuştur ancak bu his onların işine yaramamıştır. O hissin kırılması adına da muvakkat bir mağlubiyet yaşanmıştır.
Elbette burada sahabe efendilerimizin içine düştükleri ucb hissinin bizim gibi sıradan insanlarınkine benzer olduğunu söylemek mümkün değildir. Onlar kalp ve ruh dünyaları açısından bizden fersah fersah ileridedir. Ancak kendi seviyeleri itibariyle de zelle misali bir hataya düşmüşlerdir. Bu da bizim yargılayabileceğimiz bir durum değildir. Bize esas lazım olan bu ayeti görüp ondaki maddi-manevi hükümleri anlayıp ona göre hareket etmektir.
Nahl suresindeki ilgili ayete bakarak yapmamız gereken; Allah Teala’nın insanları zulümleri yüzünden niçin hemen cezalandırmadığını anlamaya çalışmak, kendi hayatımızdaki zulümlerimize hemen ceza verilmemesi gibi bir nimeti, bir lütfu iyi değerlendirmek, Allah’ın rahmetini suiistimal etmemek olsa gerektir.
Dolayısıyla ayeti bizim dışımızdaki zalimlere bakan yönlerinden önce kendi kişisel veya bireysel hayatlarımız ve kendi işlediğimiz zulümler bağlamında okumak, söylenenleri başkalarından önce kendi üzerimize almak daha faydalı bir okuma olacaktır.
İnsanların Zulmünden Başka Varlıkların Etkilenmesi
Öncelikle Nahl suresinin ilgili ayetinin ilk kısmını temel anlamının yanında mecazi olarak anlamak da mümkündür.
Geleneksel tefsirlerimizde “İnsanın zulmü/günahları ile hayvanların helaki adil midir?” sorusuna cevap aranmıştır. Hatta Fahreddin Razi gibi isimler “İnsanların zulme yeltenmesinin bütün hayvanların helakini gerektirdiğine delalet eder. Halbuki bu caiz değildir. Çünkü hayvanlardan günah sadır olmaz. Binaenaleyh insanların zulümleri yüzünden onları helak etmek nasıl uygun düşer?” sorusunu sormuş ve şu cevabı vermiştir: “Bu ayet ile eğer Allah insanların işlediği küfür ve masiyetten ötürü insanları hemen hesaba çekseydi onları imha ederdi ve böylece onların soyu sopu diye bir şey kalmazdı. Herkesin atalarında azaba müstahak kimselerin bulunacağı malumdur. Binaenaleyh eğer onlar helak edilmiş olsalardı nesilleri de kalmazdı. Böylece yeryüzünde insan namına bir şey kalmaması gerekirdi. İnsanlar tamamen yok olunca da yeryüzünde hayvanların kalmaması da gerekirdi. Çünkü hayvanlar, insanların faydası ve maslahatı için yaratılmışlardır.”2
Bununla birlikte “Yeryüzünde tek bir canlı bırakmazdı.” ifadesinin sadece kafirleri veya müşrikleri kapsadığı görüşünü öne sürenler de olmuştur. Hatta İbn Abbas’ın (ra) “Hiçbir canlı.” ibaresini “Hiçbir müşrik.” olarak tefsir ettiği de söylenmiştir.3
Bu durumda ayetteki “Tek bir canlı...” ibaresinin “Bütün canlılar, tüm organizmalar...” olarak anlaşılması şart değildir.
Diğer yandan ayetteki asıl ders verici husus Allah'ın bir şeyin zıddının olumsuzluğunu göstererek kendisinin olumlu yönünü nazara vermesidir denilebilir. Yani “Allah öyle yapacak olsaydı sonuçları şu olurdu.” demekle “Allah öyle yapmamıştır, o hâlde sonuçları rahmet, lütuf ve nimet olmuştur. Bu durumda siz de bu rahmetten yararlanın. Bunu bir fırsat olarak görün ve kendi kişisel günahlarınızı/zulümlerinizi devam ettirmeyin.” denilmek istendiği söylenebilir.
Başka insanların hatalarını, günahlarını, zulümlerini görüp de onların acilen ve derhal helak edilmeleri için dua etmeden önce “Allah’ım! Benim hatalarımı, günahlarımı, zulümlerimi bağışla. Benim her hâlimi ıslah eyle.” demeliyiz. Ondan sonra “Zalimleri ıslahları mümkün ise ıslah eyle, değilse onları Sana havale ediyoruz.” diyebiliriz.
İnsanın Sorumluluğu
İnsanın sorumluluğu çok ciddi bir konudur.
Anne ve baba olarak bazı insanların maddi konulardaki tembelliği yahut bilgisizliği yüzünden fakir olmaları çocuklarının da maddi açıdan farklı olması demektir.
Yine anne babaların okuma alışkanlıkları çocukların okuldaki kabiliyetlerini, zihinsel yeteneklerini, genel kültürlerini, kelime haznelerini etkileyecektir.
Yaşadığımız şehrin valisinin, belediye başkanının yahut yaşadığımız ülkenin yöneticilerinin yapıp ettikleri de hayatlarımız üzerinde son derece etkilidir.
Hatta genellikle kurumsal olmayan firmalarda daha çok rastlanacağı üzere firma sahibinin aile içi ilişkileri, evdeki huzuru veya huzursuzluğu çalışanların moral motivasyonları üzerinde etkili olacaktır.
Bundan yarım asır önceki alimlerin, diyanet görevlilerinin, cami imamlarının, dini grup önderlerinin ve benzeri insanların dini konularda halkı aydınlatma, dini gerçekten öğretip tebliğ etme vazifelerini tam olarak yerine getirip getirmemeleri de yarım asır sonraki nesilleri ciddi manada etkileyecektir.
Bir toplumda zenginlerin zekât ve sadaka görevlerini ciddiyetle yerine getirmeleri, vakıf kültürünü önemseyip o toplumdaki bazı olumsuzluklarla mücadele etme azimleri toplumdaki dezavantajlı grupları olumlu yönde etkileyecektir.
Fabrika sahiplerinin zehirli atıkları denizlere-akarsulara boşaltmaları o çevredeki ekolojik sistemi olumsuz yönde etkileyecek, bitki örtüsüne zarar verecek, toplu hayvan ölümlerine neden olacak, tarım kalitesini düşürecektir.
Hazır gıda firmalarının sağlıksız katkı maddeleri kullanmaları toplumsal sağlık üzerinde zararlı etkiler oluşturacaktır.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sonuçta insanların yapıp ettikleri yakın ve uzak çevrelerini etkiler. Bu kaçınılmaz bir realitedir.
Diğer yandan, o zehirli atıkların toprağa ve suya karışmasıyla yaşanan ölümler yahut sağlıksız katkı maddelerinin kanser vakalarını artırması son tahlilde Allah Teala’nın yaratması ile olacaktır. Ancak bu olumsuzlukların suçlusu -haşa- Allah Teala değildir.
O hâlde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Biz zaten şu an birilerinin ihmalleri, zulümleri, tembellikleri, düşüncesizlikleri, saplantıları vb. nedenlerle pek çok sorunla iç içe yaşıyoruz. Doğal çevre ve hayvanlar da aynı şekilde bizim ihmallerimiz, zulümlerimiz, tembelliklerimiz vb. nedenlerle ciddi sorunlarla boğuşuyor.
Bir beldenin yöneticisinin gafleti yahut zulmü yüzünden o belde insanlarının sıkıntı çekmesi ne kadar mümkünse insanın da yeryüzünde Allah’ın halifesi olması hasebiyle işlediği zulümler, tembellikler, günahlar yüzünden yeryüzünde yaşayan diğer canlıların problemler yaşaması o kadar mümkündür. Bu durum kanunlar veya sebepler açısından bakıldığında reel bir durumdur. Bunda yadırganacak yahut ilahi adaleti mesul edecek bir durum yoktur. İnsanın zulümlerinin ve o zulümlerin sonuçlarının sorumlusu Allah değildir, yine irade sahibi olarak insanın kendisidir.
Allah Teala’dan işlediğimiz günahlar ve zulümler nedeniyle bizleri helak etmemesini, samimi bir tevbe ile kendisine dönmemizi sağlamasını, ıslahı kabil olmayan zalimleri ise hilm dairesinden çıkarıp onlara tanıdığı mühleti sona erdirmesini diler ve dileniriz.
1 Tevbe, 25
2 Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c. 14, s. 260
3 Zemahşeri, Keşşaf Tefsiri, c. 3, s. 984