8 dk.
25 Mart 2023
İslam'da Cariyelik ve Cinsel Ahlak | 1.Kısım-gorsel
Youtube Banner

İslam'da Cariyelik ve Cinsel Ahlak | 1.Kısım

Soru: İslam’da cinsel ilişkinin eşler ve cariyelerle sınırlandığını biliyoruz. Bunun dışındaki kadın erkek ilişkilerinde bakışlarımızı haramdan sakınmamız, karşı cinsle etkileşimi belli sınırlar dahilinde sürdürmemiz veya en aza indirmemiz isteniyor. Evlilik dışı ilişkiler ve laubali tavırlar da yasaklanıyor. Bu durumda cariyelerle onları alıp satmak yoluyla sınırsız ve taahhütsüz olarak cinsel ilişkiye girmek nasıl ahlaki olarak kabul edilebilir? Bu soru kölelik, insan hakları veya kadın hakları bağlamında bir soru değildir. Onun bağlamı farklı olabilir. Bu soruyu cinsel uygunluk ve ahlaka dair bir soru olarak değerlendirmenizi istiyorum. Evlilik dışı bir ilişkinin hukuka aykırı ve ahlaksız olarak kabul edilmesi ile birden fazla cariyeyle herhangi bir taahhüt olmaksızın cinsel ilişki kurabilmenin yasal ve ahlaki olarak kabul edilmesi bir arada düşünüldüğünde bana tuhaf geliyor. Günümüzde köleliğin olmadığının farkındayım ama bu durumun İslam’da prensip olarak var olabilmesi aklıma yatmıyor. 
 

Cevap: Soru her ne kadar kölelik ve cariyeliğin toplumsal boyutuna ilişkin bir soru değilse de kölelik ve cariyelik kurumlarının İslam’dan ve Müslümanlardan kaynaklanmadığının bilinmesi gereklidir. Kölelik ve cariyelik kurumlarının oluşması İslam’ın alanı dışındaki faktörlere bağlıdır.

 

Kültürel Görecelik ve Beğeniler

 

Herhangi bir tarihte bütün dünya ve bütün insanlar aynı çağı yaşamamaktadırlar. Örneğin bir coğrafyada insanların belli bir aileyi kendilerine kral veya padişah olarak seçmeleri, bir insanı sadece babasının oğlu olduğu için, başka hiçbir marifeti ve liyakati olmadan kral veya padişah olarak görüp ona itaat etmeleri, bütün ülkeyi onun mülkü saymaları mümkündür. Bugün için “Doğu kültürlerinde bu durum normaldir, tebaa kul sayılır.” diyebilirsiniz ancak bu olgu Fransa’da da, İngiltere’de de, Almanya’da da bir zamanlar böyleydi. Batı coğrafyasında bu durum daha erken değişmeye başlamıştır. Günümüzde ise Suudi Arabistan veya bazı Arap emirlikleri halen bu durumdadır. Suriye, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan gibi bazı otoriter ülkelerde de bir lider öldükten sonra her ne kadar görünürde bir seçim olsa da ölen yöneticinin oğlu başa geçmektedir. Üniversiteye giden, bilgisayar ve internet teknolojilerine hâkim, dünyaya açık insanlar bile bir insanı sadece birisinin oğlu olduğu için yönetici olarak kabul edebilmektedirler.

 

Toplumsal değerler ve yargılar bizleri çepeçevre kuşatan, saran olgulardır. Belli durum ve şartlarda bu değerler realize olurlar, gerçekleşirler, ortaya çıkarlar. Fakat biz bunların bizi sardığının farkında olmayabiliriz. Böylece farkında olunmayan ırkçılık, farkında olunmayan kibir, farkında olunmayan bölücülük, farkında olunmayan cehalet gibi pek çok sorunla karşılaşırız. Örneğin Mehmet Akif gibi önemli ve büyük bir şairin “Kimi yamyam, kimi Hindu, kimi bilmem ne bela...” derken örtülü bir ayrımcılık yaptığı açıktır. Mesele Mehmet Akif gibi büyük bir ruha hakaret etmek değildir. Bundan Allah’a sığınırız. Ancak öyle bir ismin bile döneminin kültürel kodlarıyla sarılı olduğu, bu kültürel kodlardan ister istemez etkilendiği de ortadadır.

 

Kültürel kodlar aynı zamanda belli değerler üretir ve belli beğeniler oluşturur. Böylece beğeniler ile kültürel kodlar arasında karşılıklı bir etkileşim oluşur. Ait olunan kültür beğenileri etkilerken beğeniler de ait olunan kültürü etkiler.

 

Örneğin Karacaoğlan; 

“On beş yaşında kırk beş belikli,

Bir kız bana emmi dedi neyleyim.”

dizelerini yazdığı tarihte, yani 17. yüzyılda, o dönemin kültürü 14-15 yaşlarındaki kız çocuklarıyla evlenmeyi gayet meşru, olağan ve sıradan saymaktadır. Bugün ise 15 yaşındaki bir kız çocuğuna bir aşk şiiri yazılması hem kültürel açıdan sapkınlık olarak görülecek, yadırganıp kınanacak hem de hukuki açıdan suç teşkil edecektir.

 

Demek ki insanların beğenileri ve herhangi bir şeyi normal, tuhaf, sıradan, garip, sapkın veya meşru görmeleri içlerinde yaşadıkları kültürden doğrudan doğruya etkilenebilmektedir. Ancak bunun farkında olan insan sayısı çok azdır. Suyun içinde yaşayan balığın sudan haberinin olmaması gibi bir kültür denizi içinde balık gibi yaşayan bir insan da kendi bireysel beğenilerini ve bakış açılarını kültürün belirlediğini pek anlayamayacaktır.

 

Bu gerçekliği ancak başka yansımalarla görebilmek ise daha mümkündür. Örneğin bir kesim “Bir insanın evlenebileceği en makul kişi amcasının veya dayısının, halasının veya teyzesinin çocuğudur.” diyebilmektedir. Kuzenler arası evliliğin dünyanın veya ülkemizin bazı bölgelerinde yaygın ve yerleşik bir davranış olduğu bilinmektedir. Bir başka kesim ise kuzenleri kardeşleri gibi görmekte ve onlarla evlenmeyi olağan dışı bir davranış olarak karşılamaktadırlar. Bu tip farklı görüş ve eğilimlere her kültürde rastlamak mümkündür. Bu yansımaya bakılarak kültürün beğenileri ve davranışları güçlü şekilde etkilediği anlaşılabilecektir.

 

Dolayısıyla bizlerin ahlaki değer olarak sabit gördüğümüz, değişmez zannettiğimiz pek çok şey kültürden kültüre değişebilmektedir. 

 

Diğer yandan kültürel göreceliğin açıklanması bazı insanlarda büyü bozucu bir etki yapabilmektedir. Bu da kültürle dinin iç içe geçip yaşandığı bir zihinde kültürel göreceliğin dini görecelik olarak da algılanmasına yol açabilmektedir. Kastımız bu değildir. 

 

Örneğin dindar ve muhafazakâr bir kültürde büyümüş, kapanmaya kendiliğinden meyilli, aile zorlaması ile değil içinde büyüdüğü kültürün değerlerini samimi bir şekilde benimsediği için tesettüre riayet etmiş, tesettürlü yaşamış, farklı hayat tarzlarına özenti oluşturacak araçları pek kullanmamış, örneğin zihnini dizilerle, filmlerle, magazin haberleriyle bulandırmamış, iffetli bir şekilde büyümüş bir hanımefendiyi ele alalım. Bu hanımefendi “Kadınların bu kadar açık saçık giyinebilmelerini anlayamıyorum.” şeklinde düşünecektir. Bu hanıma, “Bu durum doğaldır. Hem kadınlarda hem erkeklerde kendini karşı cinse beğendirme eğilimi vardır. Bu eğilim de insanları açık saçık giyinmeye yönlendiriyor.” dediğiniz zaman o hanımın değer yargılarında bir sarsılma oluşması mümkündür. Çünkü normal ve meşru arasında ayrım yapacak bir zihinsel olgunluğa sahip olmayabileceği gibi kültürel eğilimleri dini sabitelerle özdeşleştirme eğilimine sahip olabilecektir.

 

Anlatmanın ve Kabullenmenin Zorluğu

 

Bu bağlamda köleliği ve cariyeliği hiçbir şartta kabul edilemez bulan hümanist bir insana “Kölelik de cariyelik de bazı dönemlerde ve bazı şartlar altında sosyal ve ekonomik değişkenlere göre gayet makul ve normal kurumlardır. Bir dönem yaşanmıştır, şu anda yaşanmamaktadır ancak ileride de yaşanabilir.” denildiğinde bunu diyen insanın köleliği ve cariyeliği savunduğu hatta teşvik ettiği zannedilebilecektir.

 

Dolayısıyla kültürel değerler ve bu değerlerle şekillenmiş kişisel bakış açıları o kadar güçlüdür ki bu değerlerin dışındaki eğilimleri, kabulleri, beğenileri ve olguları bir anda anlama kabiliyetine sahip değilizdir. Gerçekten anladığımız zamanlar ise kendi ahlaki değerlerimizi kaybedebilme yönünde bir eğilime sahip olmamız mümkündür. Burada da ifrattan bir anda tefrite düşme durumu söz konusudur. Aralarda daha makul bir seviye belirlemek ise zaman alabilecek bir olgunluk meselesidir.

 

Dolayısıyla aklı başında, zekî, kültürel görecelik gerçeğini kavramış, sosyal ve ekonomik şartların ne demek olduğunu bilen, din ve kültür ayrımını yapabilecek anlayışa sahip bir Müslümanın bugün için köle ve cariyelikle ilgili kavramları kendi yaşandıkları realite içerisinde tam olarak başkalarına anlatabilmeleri, özellikle yukarıda sayılan özelliklere sahip olmayan insanlara anlatabilmeleri neredeyse mümkün değildir. Belirli bir eğitim, şuur ve anlayış seviyesinde olmayan insanlar bu gerçekleri anlayamayacaktır. Anlayıp anlatabilen, bu arada da kendi ahlaki değerlerini kaybetmeden bunu yapabilen birisi anlatmaya kalksa ve gerçekten anlatabilse, karşı taraf da gerçekten, en azından zihinsel olarak kavramsal düzeyde anlatılanları anlasa, ahlaki veya meşruiyet açısından meseleyi bozuk ve eksik anlamış olacaktır.

 

Örneğin bugün dindar anne babalar çocuklarına “Namaz kılmayan insanlar da iyi bir insan olabilir.” gerçeğini öğretmeye pek yanaşmazlar. Çünkü aynı zamanda “Namaz kılmaya gerek yokmuş.” anlayışını da aktarmış olmaktan korkmaktadırlar. “Namaz kılmayan insanlar da iyi bir insan olabilir. Ancak asıl mesele insanlar arasında olduğu gibi Allah katında da iyi bir insan olabilmektir. Bu bağlamda namaz kılmak pek çok esastan sadece birisidir.” şeklinde bir anlayış ise teorik olmaktan çok pratik akılla aktarılabilecek bir meseledir. Bu da oldukça zor olduğundan dindar çocuklara namaz kılmamanın bir insanı kötü bir insan yapacağı şeklinde bir anlayış öğretilir. Dolayısıyla çoğu durumda, çoğu insan için belli bir ahlaki değeri korumanın tek yolu, o ahlaki değer dışındaki değerleri az çok küçümsemek, yadırgamak, kötülemektir. Bu da beşerî bir realitedir.


Not: Yazı dizisinin ilk bölümü burada sona ermektedir. Serinin ikinci yazısı yarın internet sitemizde yayımlanacaktır.