İslam'da Cariyelik ve Cinsel Ahlak | 3. Kısım
Kölelik Statüsü
İslam’da kölelik veya cariyelik konusuyla ilgili yazılanlar genellikle savunmacı bir anlayışla kaleme alınmaktadır. Bu yazılanlar içerisinde en çok üzerinde durulan konular ise;
-Köleliği İslam’ın getirmediği,
-İslam’ın köleliği aşamalar halinde kaldırmak istediği,
-Kölelere kendi döneminin diğer kültürlerine göre insani haklar verdiği konularıdır.
Bu konuların hepsi üzerinde konuşulabilir. Köleliği İslam’ın getirmediği açıktır. Üzerinde tartışmaya bile gerek yoktur.
İslam’ın köleliği tedricen, aşama aşama kaldırmak istemesi tartışmaya açık bir iddiadır. Konuyla ilgili ayet ve hadislerden, Efendimiz’in (sas) uygulamalarından yola çıkarak böyle bir niyetin olduğu söylenebilir.
İslam’ın kölelere kendi döneminin diğer kültürlerine göre daha fazla, daha ileri bir düzeyde haklar tanıdığı iddiası da doğrudur. Bu noktada azıcık dikkatli ve insaflı bir zihin bu iddiayı kabul edecektir.
“Köle” dediğimiz insan aslında; yaşadığı toplumsal doku çöktüğü için, diğer ifadeyle kendisi ve akrabalarıyla beraber fonksiyonel olarak başarılı bir toplum veya grup kuramadığı için ikinci sınıf vatandaş olarak başka bir topluma dahil edilen veya entegre edilen insandır. İslam’ın ise bu konudaki hükümleri, emir ve tavsiyeleri, yönlendirmeleri, bu entegrasyonun görece daha insani bir biçimde gerçekleşmesini sağlamıştır.
Köleliği bir cins ikincil vatandaşlık olarak anlamak daha doğrudur. Köleliğin bu yönüyle dünya ölçeğinde farklı uygulamalarına rastlanmaktadır. Bir dönem Rusya’daki veya Avrupa’daki belli bir yüzde kadar var olan bazı köylülerin bulundukları köylerden çıkamamaları ve belli haklara sahip olamamaları köleliğin bir türünü oluşturmuştur. Ayrıca Müslüman Arapların, yine kendileri gibi Arap olanları köleleştirmedikleri de bilinmektedir. Diğer yandan “köle” kavramı zihinlerde köken itibariyle Afrikalı insanları çağrıştırmaktadır ancak Afrikalıların da diğer Afrikalıları köleleştirdikleri, başka ülkelere köle olarak sattıkları ve pazarladıkları bilinmektedir. Bu ve benzeri uygulamalar göstermektedir ki, kölelik esas itibariyle bir vatandaşlık türüdür. Bir toplum içinde o toplumun farklı statüdeki bir üyesi olma durumudur.
Tarihte farklı kültürlerde kölelerin, içlerinde bulundukları ülkenin bir vatandaşı olarak kabul görmeleri yine farklı şekillerde olmuştur. Örneğin Antik Yunan kültüründe nüfusun yüzde otuzuna kadar ulaşan köleler hiçbir şekilde Yunan vatandaşı olamazlar. Roma kültüründe ise bir şekilde özgürlüğünü kazanan bir köle Roma vatandaşı olabilirdi. Roma’da köleliğin bir toplumsal statü yönü de vardı ki bazı Roma vatandaşları bir cezalandırma yöntemi olarak köle haline getirilebilmekteydi.
Asr-ı saadette de kölelik toplumsal bir realite olarak ele alınmıştır. Aynı zamanda kölelik dünyanın her yerinde olduğu gibi o dönemin Arap coğrafyasında da ekonomik ve sosyal bir kurumdur. İslam’ın bu kurumu içkiyi, zinayı, kumarı yasaklar gibi birdenbire yasaklaması gerçekçi olmayacağı gibi pek çok sorunu da beraberinde getirecektir. Diğer yandan İslam’ın toplumsal bir uygulama veya toplumsal bir kurum olarak yasakladığı tek olgunun evlatlık olduğu söylenebilir. Ancak evlatlık kurumu da bütün yönleriyle yasaklanmış, bir anda ortadan kaldırılmış değildir. Evlatlık, sadece nesil emniyetinin tesis edilmesi açısından sağlama alınmış bir uygulamadır.
Bu da bize şunu göstermektedir: İslam; toplumsal, tarihsel ve kültürel zemini olan pek çok kurumu ve uygulamayı devrimci bir saikle toptan kaldırmamıştır. Diğer yandan İslam, dünya-ahiret ayrımında sadece ahirete odaklanan bir din olmaması, dünya hayatını tamamen insanlara bırakmaması, dünyaya dair de hükümleri bulunan bir din olması hasebiyle toplumsal, tarihsel ve kültürel zemini olan uygulamalarla ilgili bir takım düzenleyici hükümler getirmiştir. Bu hükümler ise daha çok o uygulamaların akıl, insaf, ahlak dışı yönlerinin ıslah edilmesine yönelik olmuştur. Bu da son derece gerçekçi ve rasyonel bir yaklaşım olduğu için gayet hayırlı sonuçlar üretmiştir.
Zihinlerdeki Örtük Noktalar
Cariyelik ve cinsellik gibi iki kavramın birbiriyle adeta özdeş şekilde algılanması gerçekten önemli bir sorundur. Cariyelik cinsel bir statü değildir, toplumsal ve hukuki bir statüdür.
Diğer yandan kültürümüzde kadın erkek ilişkileri, evlenmeye dair değerler ve normlar, cinsel ahlak konusundaki yerleşik yargılar aslında son derece dengesiz, çelişkili ve hastalıklıdır. Bizim kültürel olarak cinsel ahlak konusunda sağlıklı normlara sahip olduğumuz söylenemez. Dolayısıyla sağlıklı ve rasyonel bir bakış açısına sahip olduğumuz da söylenemez. Toplumumuzda sayısı az olan bazı bireylerin bu konuda müspet, rasyonel ve gerçekçi bakış açısına zamanla sahip olabildikleri belki söylenebilir. Ama yerleşik bir anlayış olarak cinsiyet ve cinsellik konularında sağlıklı düşündüğümüz, sağlıklı kararlar verdiğimiz, sağlıklı davranışlar sergilediğimiz kesinlikle söylenemez.
Örneğin çoğumuz 17 yaşındaki genç bir kızın anne babasına gidip açıkça “Benim biyolojik olarak çok güçlü arzularım ve eğilimlerim var. Falancayı da beğendim ve kendisini makul buluyorum. Beni onunla evlendirin!” şeklinde konuşmasını, böyle bir tabloyu yadırgarız.
Yine örneğin bir kadının, kocasının cinsel performansını yeterli görmemesi nedeniyle ondan boşanmak istemesini, bu nedenle mahkemeye başvurmasını tuhaf karşılar ve ayıplarız.
Halbuki her iki davranış da son derece caiz, son derece makul ve gerçekçi davranışlardır. Her iki kadının da medeni cesarete, kendi hayatıyla ilgili inisiyatif alıp harekete geçebilme yeteneğine sahip olduğunu göstermektedir. Üstelik ikinci örnekteki vakıa Efendimiz (sas) döneminde neredeyse aynen gerçekleşmiş bir vakıadır.
Bu gerçekçilik ve makuliyete sahip olunmadığı için bu konuda genç yaşlarda oluşan meyillerin ve arzuların ileri yaşlara kadar toplumsal baskı sonucu bastırılması gibi bir durum söz konusudur. Halbuki bu konuları ertelemenin pek de caiz olmadığı geleneksel fıkıh kitaplarında dahi yazmaktadır. Demek ki bu konuda geleneğin gerisinde olduğumuz söylenebilir.
Bu gibi sorunların zihinlerde bazı noktaları da olumsuz etkileyeceği açıktır. Örneğin bu tip sorunların farkında bile olmayan bir insan cariyelik gibi bir konuyu anlamakta güçlük çekecek, konuya sadece cinsel açıdan bakacaktır. Cariyelik uygulamasının caiz olduğunu kabul etse de rahatsızlık hissetmeye devam edecektir.
Elbette ki insanların belirli değerlerinin olması normaldir. Bu değerleri yaşayabilmek için başka değerleri küçümsemesi, yadırgaması bile bir derece anlaşılabilir. Fakat kendi kültürümüzün, kendi değerlerimizin mutlak doğru, mutlak meşru, mutlak iyi ve mutlak güzel olduğunu varsayıp diğer kültürlerin ve değerlerin mutlak yanlış, mutlak kötü ve mutlak çirkin olduklarını iddia etmek kendi içinde de çelişkili bir yaklaşım olacaktır.