İslam'ın eşcinselliğe bakışı
Soru: Eşcinsellikle ilgili söylemler ve reformlar giderek artarken bu durum insanların gözünde de normalleşmektedir. Uluslararası camiada eşcinsellik, insan hakları bağlamında değerlendirilirken bu durum Müslümanlar açısından lanetlenmesi gereken bir sapkınlık sayılmaktadır. Bir Müslümanın eşcinselliğe bakışı nasıl olmalıdır?
Cevap: Öncelikle eşcinsellere dair lanetlenme Kur’an ve hadisin açık bir hükmü değildir. Bazı hadislerdeki lanet ibaresi hakkında yorum farklılıkları vardır fakat İslam bu insanları lanetliyor diyemeyiz. Bu konuda daha detaylı bilgiye ulaşmak isterseniz, buraya tıklayabilirsiniz.
Aksine Efendimiz (sav) yüz kişiyi öldüren bir insanın dahi aradığı zaman affa ulaşabileceğini söyler. (1) Kendisine, müşrikler için beddua edip onları lanetlemesini söyleyenlere de “Ben rahmet olarak gönderildim, lanetleyici olarak değil!” buyurur. (2)
Allah’ın rahmetinden mutlak olarak uzaklaşma anlamındaki lanet ibaresini biz neredeyse bir tek şeytan için kullanıyoruz. Çünkü onun için hüküm kesinleşmiştir. Ayrıca açık bir şekilde zalim bir kafir olarak öldüğü bilinen Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi kişiler için de kullanırız. Diğer yandan zulmü açık ve net bir biçimde ortaya çıkmış Yezid için de “Yezid’e lanet okumak caizdir.” gibi hükümlerin verildiğini görüyoruz. (3) Dikkat ederseniz, Yezid’e lanet okumanın caiz olduğunu düşünen ulema da lanet okumaya farzdır, vaciptir dememiştir.
İşin bir başka yönü, insanların farklı dönemlerde ve farklı kültürlerde farklı şeyleri normalleştirmeleriyle ilgilidir. Hristiyanlığın ilk dönemlerinde tesettür son derece önemli olduğu hâlde bugün önemsizleşmiştir. İnsanlara bugün normal gelen şeyler yarın anormalleşebilir, bugün garip gelen şeylerse yarın normal gibi görünebilir.
Farklı bir nokta olarak, İslam’ın emir ve tavsiyelerinin topluma bakan yönleri de vardır. Fert olarak insanın bir toplum içinde birey olarak manevi açıdan terakki etme şansının kalmaması veya bu fırsata ket vurulması gibi ihtimaller nedeniyle İslam’ın topluma bakan bazı emir ve tavsiyeleri olmuştur. Bir yerde müminler belli bir çoğunluk oluşturursa veya kendi başlarına hakim olabilirlerse meseleyi (toplumsal ve idari sistemi) tamamen uhrevi terakkiyi hızlandıracak biçimde ayarlayabilirler. Örneğin bilgisayar mühendisliği okuyan birkaç dindar arkadaş aynı evde kalsalar, kendi aralarında günlük planlarını yaparken gece belli bir saatte teheccüde kalkma, sabah namazından sonra bazı duaları okuma, her gün Kur’an’dan belli bir bölümü okuyup mealini müzakere etme, bireysel olarak dua paylaşma, evde televizyon bulundurmama, harama bakmama konusunda birbirlerini kollama gibi unsurlara planları içinde yer verebilirler. Fakat bu arkadaşların bu şekilde davranmaları dünyadaki bütün öğrencilerin bu şekilde davranmalarını zorunlu kılmaz ve o öğrenciler böyle bir yaşam tarzını herkese dayatamaz.
Bazı Müslümanlar, kendileri için gelen bir takım emirleri tüm insanlığa gelmiş gibi yorumlamış olabilirler. Allah-u Teala tüm insanların böyle davranmasını istiyor ve bizim de insanları bu davranışa zorlamamızı emrediyor gibi anlayabilirler. Bu anlayışı din adına savunmak makul görünmemektedir. Örnek verecek olursak; Kur’an, bir kadının kadın olması hasebiyle kendisine verilen bazı yönelimleri kontrol etmesi çerçevesinde ve onun manevi terakkisine mani olmaması için kendisini belli durumlarda kapatma, varlığının cinsel boyutunu gizleme emri vermiş olabilir. Ama bu durum esasta o kadının kendi terakkisine dairdir. Böyle bir emir kendine has özellikleri bağlamında erkekler için de verilmiştir. Kadınların, cinsiyet farklılığına dayalı bazı psikolojik yönelimleriyle ilgili küçük farklar nedeniyle farklı hükümlerin varlığı söz konusudur. Ancak birileri buradan yola çıkarak bütün kadınları zorla kapatmaya kalkabilirler. Fakat İslam’ın “Gördüğünüz her kadını zorla kapatın.” gibi bir emri olduğunu söyleyemeyiz.
Kim bu dünyada varlığın bir anlamı olduğuna, Allah-u Teala'nın bizi manevi açıdan terakki etmemiz için belli imtihanlara tabii tuttuğuna inanıyor ise, bazı eğilimlerimize bir açıdan ket vurmamız veya onları yönlendirmemiz gerektiği gerçeğine kulak vermelidir.
Eşcinsellik konusunda İslam’ın emir ve tavsiyeleri bellidir. Eşcinsellik dinimizce yasak edilmiştir. İslam, cinsellik konusunda insanın o yönünün sadece nikahlı olduğu kişiye mahsus kılınması gibi bir takım sınırlamalar getirmiştir. Ancak bu sınırlamalar bu yolu seçmiş, buna inanmış, bu çerçevede ilerlemeye çalışan insanlara hitap etmektedir. Bu bağlamda örneğin alkol bağımlısı bir insan “Ben tövbe edip Allah yolunda ilerlemek istiyorum, ne yapayım?” diye sorsa önce içkiyi bırakmasını söyleriz. “Hemen bırakamıyorum.” derse, azaltmasını söyleriz. Daha sonra namazı önemsemesini ve namaz kılmaya başlamasını, sarhoş hâlde namaz kılmamasını söyleriz ve bu böyle gider. Buradaki esas vurgu o alkolik dediğimiz insanın gerçekten Allah’ın varlığı ve birliği, Kur’an’ın O’nun kelamı olduğu, Efendimiz’in (sav) O’nun kulu ve Rasulü olduğu kabulü ile bu yola samimi olarak girmek istemesidir ve bu tavsiye ve yönlendirmelerin böyle bir insana yapılmasıdır. Aynı durum İslam’ın diğer emir ve tavsiyeleri için de geçerlidir.
Bu noktada Batı’da yaşayan ve çalıştığı işyerinde eşcinsel olan arkadaşına nasıl davranması gerektiği konusunda belirsizlik yaşayanlar, aynı işyerindeki kadın-erkek ilişkilerinde herhangi bir kısıtlamaya tabi olmadan yaşayan diğer iş arkadaşlarına nasıl davranıyorlarsa ona da öyle davranmalıdırlar. Bizim klasik ya da geleneksel kültürümüzde kendilerini dindar olarak tanımlayanların bu konudaki tavırları ve hassasiyetleri yersiz derecede ağır olabilir. Bu kişilerin erkeğin zina etmesini sorun etmeyip kadının zina etmesini daha vahim bir durum olarak algıladıkları da bilinmektedir. Oysa İslam, ikisi arasında bir fark gözetmez. Aynı şekilde eşcinsel ilişkiyi kadın-erkek arasında gerçekleşen zinadan daha ağır, daha büyük bir günah olarak görme eğilimi de vardır. Ancak zina zinadır.
Elbette ki dünyanın gündemi ve kabulü ne olursa olsun haram ve helal olarak belirlenen şeyleri değiştirecek değiliz. Allah'ın emirleri her şeyin üzerindedir. O razı olsa, bütün dünya bize sırtını dönse bir ehemmiyeti yoktur. Ancak bu konuda ataerkil bir kültürün dayatmalarını ve insanlar üzerindeki etkilerini din saymak zorunda da değiliz. Efendimiz’in (sav) açıkladığı yol ve yöntemle Allah’a ulaşmak ve terakki etmek isteyen insanlar için durum oldukça açık ve nettir; bu konuda İslam’ın hükümleri bellidir ve biz temelde çatışmasız, kavgasız, gürültüsüz bir şekilde beraber yaşama kültürünü savunmaktayız. Çünkü bu konuda ya Hitler’in Yahudilere yaptığı gibi bu yönelimdeki herkesi yok edeceksiniz, ki bu büyük bir zulümdür ve savunulacak bir tarafı yoktur. Ya da beraber yaşamanın yollarını araştıracak, bulacak ve uygulayacaksınız. Bu kaideyi insanların farklı düşündükleri ve farklı davrandıkları her konu için tatbik edebilirsiniz.
Allah’tan hepimizin ilmini, imanını, yakinini, haşyetini, muhakemesini, aklını, ihlasını ve duygusal kalitesini artırmasını dileriz. Amin.
1 ) Ebu Said el-Hudrî’den gelen rivayete göre Peygamber (s.a.v.): “Sizden önceki kavimlerden birinin içindeki bir adam, doksan dokuz kişiyi öldürdü. Yeryüzündeki en bilgin adamı sordu. Ona bir rahibi gösterdiler. Rahibe gelerek, doksan dokuz kişiyi öldürdüğünü, tövbe edip edemeyeceğini sordu. Rahip, tövbe edemeyeceğini söyledi. Rahibi de öldürdü. Rahiple beraber yüz kişiyi tamamladı. Tekrar yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Onu âlim birine götürdüler. Ona da yüz kişiyi öldürdüğünü, tövbe edip edemeyeceğini sordu. O kişi, tövbe edebileceğini söyledi. Tövbe etmesine kimsenin engel olamayacağını, bulunduğu toprakları terk etmesini, gideceği yerde Allah’a ibadet eden kullar olduğunu, onlarla birlikte ibadet etmesini, bu topraklara dönmemesini, bu topraklarda kötülüğün yaygın olduğunu söyledi. O da rahibin sözlerini dinleyerek, o toprakları terk etti. Yolun ortalarında vefat etti. Rahmet melekleri ile azap melekleri onunla ilgili muhasama ettiler. Rahmet melekleri dediler ki: O kalpten tövbe etmiş ve Allah’a yönelmiş olarak vefat etti. Azap melekleri de: O hiç hayırlı bir amel işlemedi. İnsan kılığında bir melek gelerek, onu aralarında hakem yaptılar. O da dedi ki: Mesafeyi ölçün, hangi tarafa yakınsa oraya aittir. Ölçtüler, gitmek istediği yere daha yakın olduğunu tespit ettiler. Rahmet melekleri onun ruhunu teslim aldılar.” (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 54; Müslim, “Tevbe”, 46)
2 ) Müslim, Birr, 87
3 ) Sadettin Taftazani bu görüşün en önde gelenlerindendir (Şerhu’l-Akaid, Giritli Sırrı Paşa Tercümesi, s. 187)