11 dk.
07 Mayıs 2022
Eşcinsellik ve İslam'da lanetleme üzerine-gorsel
Youtube Banner

Eşcinsellik ve İslam'da lanetleme üzerine

Soru: Daha önce yazmış olduğunuz bir yazınızda, eşcinsellere dair lanetlemenin Kur’an ve hadisin açık bir hükmü olmadığından bahsediyorsunuz. Bazı hadislerdeki lanet ibaresi hakkında yorum farklılıkları olduğunu fakat İslam’ın bu insanları lanetlediğini söyleyemeyeceğimizi belirtiyorsunuz. Burada bahsetmiş olduğunuz hadisler ve bu hadislerdeki yorum farklılıkları nelerdir?
 

Cevap: Bu soruya sadece eşcinselliğin lanetlenmesi konusundaki hadisler özelinde değil, genel manada lanet kavramını nasıl anlamamız gerektiğiyle ilgili bir cevap vermeye çalışacağız. Konuya girmeden önce hadislerde geçen ilgili kelimenin orijinali Arapça olduğu için bir miktar Arapça dil bilgisi aktarmamız gerekecek.

 

Arapçada iki temel fiil kalıbı vardır; mazi ve muzari… Bunların İngilizce karşılıklarını ise mazi için perfect, muzari için de imperfect şeklinde tanımlamak doğru olacaktır. Bunlar olmuş bitmiş bir işi ifade eden ve halen sürmekte olan yani bitmemiş bir işi ifade eden fiil kalıplarının çekimleridir. Bu ayrıma dikkat edilmediği zamanlarda ise bazı çevirmenler bunların hepsini geçmiş ve gelecek zaman kalıpları olarak çevirebilmekte ve ilgili ibareler de bu şekilde anlaşılabilmektedir. 

 

Mazi fiil kalıpları (nasara, darabe gibi) olmuş-bitmiş şeyleri ifade etmek için kullanıldığı gibi gelecekte olacak ve olması kesin işler için de kullanılabilir. Bunun yanında geniş zaman kipi ve dilek kipi olarak da kullanılabilmektedir. Örnek olarak “Men talebe ve cedde vecede.” şeklindeki Arapça atasözünü kullanalım. Bu cümlenin geniş manası; “Kim bir şeyi cidden-ciddiyetle talep ederse bulur.” olarak verilebilir. Bire bir tercümesi ise şu şekildedir;

Men Talebe=Kim talep etti

Ve cedde=ve ciddi oldu

Vecede=Buldu

 

Bu cümledeki kalıpların tamamı geçmiş zaman kalıbıdır ancak kastedilen mana geniş zamanda gerçekleşmektedir. Biz de bu cümleyi Türkçeye; “Kim bir şeyi talep eder ve bu talebinde ciddi olursa talep ettiği, aradığı şeyi bulur.” şeklinde çeviririz.

 

Bir başka örnek de yine aşina olduğumuz "Radıyallahu Anh." cümlesidir. Burada da geçmiş zaman kalıbının dilek anlamında kullanılması söz konusudur. Bu cümle bire bir tercüme edildiğinde “Allah ondan razı oldu.” anlamına gelir. Ancak bildiğiniz gibi özellikle dini kitaplarda bir isimden sonra (r.a) şeklinde yazılan bu ibare ile bizler o kişiden Allah’ın razı olmasını dileme anlamında bir dilekte-duada bulunmuş oluruz.

 

Hadislerde geçen “La’ne” kelimesi ise "La’n" kökünden gelmekte olup kök anlam itibariyle uzaklaşmak, belirlenmiş bir yoldan atılmak demektir.(1) Terim olarak ise temelde Allah’ın rahmetinden uzaklık manasına gelmektedir. Buradaki rahmetten uzaklaşma, ilgili kişi için bazı hayır kapılarının kapanması ve bazı şer kapılarının açılması, Allah-u Teala’nın manevi bazı korumalarından, sıyanetlerinden uzak kalınması olarak da anlaşılır. Mesela sadakanın belaları def edeceğine dair hadisi(2) ve “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz."(3) mealindeki ayeti bilirsiniz. Yani insan belli fiilleriyle bir takım ekstra koruma kapılarını açabilmektedir. Bir insanın genel olarak namaz kılıyor olması belli koruma kapılarını açmaktadır. Özellikle sabah namazı çok farklıdır ve özeldir. Yani sabah namazını ciddi kılan bir insan o gün pek çok farklı kaza ve beladan, aile içi huzursuzluktan, gereksiz sinirlenmekten, yani maddi-manevi, biyolojik-psikolojik hatta toplumsal pek çok sıkıntıdan korunmuş olur veya en azından ilgili sorunlar daha hafif atlatılır. 

 

Bu bağlamda Efendimiz’in (sav) tebliğine dair iki nokta var: 

 

Birincisi; ‘Lane’nin rahmetten uzaklık ve bazı şer kapılarının açılması anlamında farklı boyutları söz konusudur. Mesela rahmetten uzaklığın farklı hâlleri vardır. Şeytan’a da lanet edilmiştir ki ona tüm hayır kapıları ardına kadar kapanmıştır, hidayete gidecek hiçbir yolu kalmamıştır. Diğer taraftan bir kediyi eve hapsedip yiyecek vermediğinden ölümüne neden olduğu için azap gören bir kadın(4) ve Uhud savaşından sonra nazil olan “(Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi ‘Bu nasıl oluyor!’ dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter.” ayetine baktığımızda da insanların yapıp ettiği şeylerin onlara bazı rahmet kapılarını kapatıp bazılarını açabileceği görülmektedir. Yani insanlar kendi amelleri sonucunda bazen Rahmet dairesinin adeta sınırına kadar getirilebilirler ya da bir miktar dışına çıkarılabilirler. Bazen de cennete giden yoldan sapıp aksi istikamette daha rahat gidecek hâllere girebilirler. Bu tip amellerin tek başına ve bir sefer işlenmesiyle insanı cehenneme direkt ehil hale getirmesi şeklinde değil de, her işlendiğinde rahmetten biraz daha uzaklaştırma ve zamanla cehenneme ehil hale getirmeye bir adım daha yaklaştırma olarak anlaşılmasının daha doğru olacağını düşünüyoruz. Bu durum örneğin otomobillerin lastik bakımının ihmal edilmesi ve zamanla lastiğin iyice aşınmasıyla aracın kaza yapmaya daha yatkın hâle gelmesine benzetilebilir. Bunun gibi, rahmetten uzaklık durumunun kendi içinde çeşitli dereceleri vardır.

 

İkincisi; Efendimiz (sas) hadislerinde “Ben rahmet olarak gönderildim, lanetleyici olarak değil!”(5) buyurmuşlardır. Bu hadis sahih ve net bir biçimde elimizdedir. Hatta bir seyahat esnasında Ensar’dan bir kadın sahabi deve üzerinde ilerlerken bir sebepten devesine lanet edince Efendimiz (sav) de devenin üzerindekileri alıp kendisini bırakmalarını çünkü onun lanetlendiğini söylemiş ve “Üzerinde lânet okunan deve, bize eşlik etmesin.” buyurmuştur. O deve de azad edilmiş yani kendi haline bırakılmıştır. Hadisi rivayet eden İmran ibn Husayn’ın aktardığına göre o devenin insanların arasında kendi halinde dolaşıp durduğu ve kimsenin ona ilişmediği de bilinmektedir.(6) (Bu arada develerin çölde kendi başlarına yaşayabildiklerini, çöl coğrafyasında onlara zarar verebilecek vahşi hayvanların bulunmadığını, kurtlar gibi yırtıcıların dahi develere direkt zarar veremediklerini belirtelim.)

 

Üçüncüsü; Efendimiz’in (sas) temel vazifesi tebliğdir, insanları Allah’a yaklaştırmaktır. Efendimiz (sas) asla, hiç kimseye “Allah sana hidayet nasip etmesin, tevbe nasip etmesin, Allah sana iman yollarını kapatsın.” gibi o kişiyi mutlak şerre, yani küfür manasında günaha, şerre sevk edecek bir duada bulunmamıştır. Gerçi Bi’r-i Maune olayı olarak bilinen vakada bazı kabile reislerinin 70 kadar sahabeyi şehit etmeleri üzerine o kabileler için “Allah'ım! Onların durumlarını sana havale ediyorum. Ey Allah'ım! Onların yıllarını Yusuf Peygamber'in kıtlık yılları gibi çetin yap, başlarına darlık getir.”(7) şeklinde beddua etmiştir ancak dikkat edilirse bu bedduada talep edilen şey dünyevi bir sıkıntıya uğramaları içindir. Ayrıca İslam tebliğini engellemeye çalışan, Müslümanlara işkence eden, insanların hidayetle buluşmalarına şiddetle karşı koymaya çalışan Ebu Cehil, Ümeyye b. Halef, Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Ukbe b. Ebu Muayt’ın da bulunduğu kişilere beddua etmiş, bu kişilerin hepsi de Bedir Savaşında öldürülmüştür.(8) Bu manasıyla Efendimiz’in (sav) insanların hidayetlerine şiddet kullanarak karşı koymaya çalışan, İslam tebliğini engelleyen, mazlumlara zulmetmeyi alışkanlık hâline getiren insanlara ve topluluklara dair tek tük beddua ettiği olmuştur ancak hiç kimsenin hidayetten, tövbeden ve hakikatten uzak kalması için bir bedduası olmamıştır. Çünkü O’nun esas vazifesi tebliğdir ve bu nedenle hiç kimse için de tebliğe ömür boyu kapalı kalması sonucunu verecek bir duayı edecek değildir. 

 

Ayrıca Efendimiz’in (sas) Taif’te karşılaştığı muamele sonrasında o kavmin helak edilmesi teklifine karşılık “Hayır, ben Allah’tan onların soylarından sadece Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak bir nesil getirmesini dilerim.” buyurması(9), Uhud harbinde yaralanması sonrasında “Allah’ım kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.”(10) gibi tavır ve sözlerinden anlıyoruz ki O, hiç kimse için “Allah’ım! Bunlar senin rahmetinden uzak olsun, bunlar imansız ölsün, bunlara hidayet kapılarını, tövbe kapılarını kapat.” gibi bir beddua etmemiştir, etmez. 

 

Toparlayacak olursak, Allah Rasulü’nün (sas) hadis-i şeriflerinde geçen "lanet" ibareleri (yukarıda bazı örnekleri ve bağlamları verilen birkaç istisna dışında) genellikle geniş zaman kipiyle kullanılmıştır ancak zamanla, özellikle hicri ikinci asır ve sonrasında toplumsal dokunun da buna müsait hale gelmesiyle dilek kipi olarak anlaşılmış ve o şekilde kullanılır olmuştur. Halbuki ilk asırda insanlar ve ulema bu konuda o kadar hassastır ki Efendimiz’in (sas) mübarek torununu şehit eden Yezid gibi biri için bile lanet etmenin caiz olup olmadığı tartışılmıştır. Bu tartışmalardaki konu elbette Yezid’in hayırlı birisi olup olmadığı değildir. Asıl konu, böyle büyük bir zulüm ve böylesi bir zalim için bile lanet etmenin caiz olması veya olmamasıdır. 

 

Sonuçta Efendimiz’in (sav) hadis-i şeriflerindeki lanet ibareleri, kelimenin geniş zaman kipiyle kullanıldığı kabul edilerek “Şu hareket sizi rahmetten uzak tutar, bunu yapana bazı rahmet ve hayır kapıları kapanır.” şeklinde anlaşılmalıdır. Bir dilek kipi olarak kullanıldığını kabul etmek ise Efendimiz’in (sav) genel tebliğ vazifesi ve alemlere rahmet olarak gönderilme vasfı gibi hususiyetleriyle ve diğer uygulamalarıyla birlikte düşünülünce makul görünmemektedir. 

 

Özellikle de görece basit meseleler için; örneğin takma saç takan ve taktıran, kaşlarını incelten ve incelttiren, dövme yapan ve yaptıran kişilere yönelik lanetleme ibareleri vardır.(11) Bu hadislerin sahih olup olmadıkları meselesi bir yana, adı geçen uygulamalar Medine’de o dönem fuhşiyâtı meslek haline getirenlerin bir çeşit alamet-i farikasıdır. Dolayısıyla görüntü veya estetik açıdan kaşları aldırarak, dövme yaptırarak, takma saç taktırarak onlara benzemeye çalışmanın bir rahmet kapısını kapatacağı beyan edilmiştir. Çünkü bu davranışlarda bir şerre benzeme, haramı çağrıştırma hatta haramın reklamını yapma gibi kültürel çağrışım içerecek yönler söz konusudur. Bu da rahmet kapılarının en azından bir kısmının kapanması sonucunu doğuracaktır. Yani bu hadis-i şeriflerdeki “Lanetlenmiştir, lanet olsun, Allah lanet etsin.” gibi ibareleri geniş zaman kipi çerçevesinde “Allah lanet eder, rahmetinden uzaklaştırır, rahmet kapılarının bir kısmını kapatır.” şeklinde bir uyarı olarak anlamak mümkündür. Çünkü ölçülülük, yani her davranışa kendi kıymeti ölçüsünde ceza veya mükâfat verilmesi; hikmetin, dolayısıyla vahyin ve Efendimiz’in (sav) beyanlarının en temel özelliklerindendir. Bu nedenle bu ibareleri doğrudan dilek kipi anlamıyla çevirmek makul değildir.

 

Ayrıca, lanetlenme kavramının temel anlamı olan rahmetten uzak kalma veya rahmet kapılarının kapanması, insanların kendi bir takım davranışlarının doğal sonucu olarak da gerçekleşebilecek bir durumdur. Örneğin gıybet etmek ya da harama bakmak da bazı rahmet kapılarını kapatır. Harama rahat bakan veya harama bakmayı alışkanlık haline getiren bir insan, dua etmek için fazladan enerji harcamak, kendini zorlamak zorunda kalacaktır. Bu aynen içi pislik ve kötü kokuyla dolu bir yerin güzel kokmasını sağlamak için daha fazla uğraşmak gerekmesine benzetilebilir. Ancak hadislerde gıybet edene veya harama bakana lanet edildiğine dair bir ibare geçmemektedir. Bu durumda Efendimiz’in (sav) bir takım davranışlarla ilgili "lanet" ibaresini kullanması diğer benzeri davranışlar için de bir uyarı mahiyetinde anlaşılmalıdır. Böyle anlamak da O’nun hem diğer beyanlarıyla, hem hayatıyla, hem nübüvvetiyle, hem misyonu ve mahiyetiyle daha uyumludur.

 

Son olarak bazı hadislerde geçen lanetleme ibarelerinin dini bir anlamı olmadığı, yani Allah’ın rahmetinden uzaklık durumunu ifade etmediği, sadece toplumsal bir dışlanmayı ifade ettiği yönünde semantik teoriler de mevcuttur.(12) Bu bağlamda Allah Rasulü’nün (sav) elini sokan bir akrebe “Sana ne oluyor, Allah sana lanet etsin! Şayet birini sokmadan bırakacak olsaydın Peygamberi bırakırdın.”(13) ibarelerinin “Allah seni bizden uzak tutsun.” şeklinde anlaşılması gerektiği çünkü o dönem Arap coğrafyasında lanetlenme olgusunun toplumdan (kabileden) tecrit edilme gibi yerleşik bir anlamının bulunduğu da belirtilmektedir. Bu da dillerin evrimi ve bir kavramın-ibarenin yüzyıllar içinde anlam değişimine uğrayacağı gerçeğini de düşünerek, konu üzerinde daha detaylı çalışmalar yapılması gerektiğini göstermektedir.


 


 

1 ) Ragıp el-İsfahani, Müfredat, Kur’an Kavramları Sözlüğü, s:961

2 ) “Sadaka, sıla-i rahim yapma ve komşulara iyi muamelede bulunma ömrü uzatır, belayı defeder” (Buhari, Da’avât, 26; Tirmizî, Da’avât, 113; İbn Hanbel, Müsned, III/266; İbn Mâce, Mukaddime,10)

3 ) Muhammed, 7

4 ) Buhârî, Bed’u’l-Halk, 17; Müslim, Birr, 151.

5 ) Müslim, Birr, 87

6 ) Müslim, Birr, 80-81

7 ) Vakıdi, I, 350, Buhari, Cihad, 17. Ayrıntılı bilgi için bkz; https://islamansiklopedisi.org.tr/birimaune

8 ) Müsned, I, 393, 397

9 ) Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Müslim, Cihad, 111.

10 ) Buhârî, Enbiyâ 54,; Müslim, Cihâd 105.

11 ) Buhari, Libas 86, Tıbb 36; Müslim, Libas 119, (2124); Ebu Davud, Tereccül 5, (4170)

12 ) Daştan, L., Kur’an’da Lanet Kavramı ve Lanetin Sebepleri, Yayımlanmış YL Tezi, Erzurum, 2019. S: 45-47.

13 ) A.g.e., S: 46-47