İslam ve burçlar
Soru: İslam'da burçların yerinin olmadığını söylüyorsunuz. Kur'an'da “Burçlara yemin olsun.” ayeti geçmiyor mu? Nahl suresindeki “Onlar yıldızlarla yönlerini tayin ederler.” ayeti burçlara işaret etmiyor mu? Ayrıca İbrahim Hakkı hazretleri burçlardan bahsediyor. Bu durumda İbrahim Hakkı hazretleri yanılmış mıdır? Efendimiz’in (sav) doğduğu geceyi de Yahudi âlimleri yıldızlara bakarak haber vermişlerdir. Bütün bunlar burçların bir hakikati olduğunu göstermez mi?
Not: Bu yazı daha önce burçlar hakkında sorulmuş bir soruya vermiş olduğumuz cevaba gelen yeni sorular üzerine hazırlanmıştır. Daha özet bir bilgi isteyenler şu yazıyı okuyabilirler.
Cevap: Öncelikle, Efendimiz’in (sav) doğduğu geceye ya da nübüvvetinden önceki harikulade olaylara dair elimizde bulunan rivayetlerin tamamı uydurmadır. Hadis kriterleri açısından da en yumuşak davranan kişiler bu rivayetlere zayıf nazarıyla bakmışlardır. (1) Bu rivayetlerin halk inanışı şeklinde geleneğe mâl olması bu durumu değiştirmemektedir.
Diğer taraftan, burçlardan sadece İbrahim Hakkı hazretleri değil aynı zamanda İbn-i Haldun, İbn-i Sina gibi isimler, hatta bir kısım müfessirler de bahsetmektedir. Ancak bilimsel bilgi açısından ortaçağ insanları veya bilginleri her şeyden önce ortaçağ bilginleridir. Bu durum bizim yaşadığımız dönem için de geçerlidir. İbrahim Hakkı hazretlerinin yaşadığı devir gerçi orta çağ değildir ancak Marifetname eserindeki bilgilerin çoğunluğu maalesef ortaçağ bilgisidir. O dönemin ulemasının bugünkü pozitif bilimlerin alanına giren konular hakkında söylediklerinin çoğu hatalıdır, eksiktir ve bazıları da yanlıştır. Bunları örneklendirmeye kalkmak konuyu aşırı uzatacaktır. Ancak dikkat edilmeli ki, pozitif bilimler derken konunun medyatik ve popüler yönünü kastetmiyoruz. Hatta herhangi bir üniversitenin herhangi bir yayın organında yayımlanan bir makaleden de bahsetmiyoruz. Aksine, tekrarlanabilen, yanlışlanabilen, çift kör veya üç kör çalışmalarla doğruluğu ve geçerliği kanıtlanmış, istatistiksel yöntemlerle desteklenmiş, bu bütünlük içerisinde bilimsel yöntem ile üretilen bilgiyi kastediyoruz. Bu türden bilgiler bizi elbette ki bağlayacaktır.
Burç meselesinde ise öncelikle bilinmesi gereken şudur: Burç kavramını asıl oluşturan terim olarak takımyıldızlarının hakiki varlıkları yoktur. Yani takımyıldızları nesnel olarak var olan cisimler değillerdir. Bunlar varsayımsal olarak oluşturulmuştur. Astrolojide kullanılan yıldız haritaları gibi haritalar da varsayımsaldır. Gözlem sonucu ulaşılmış bir gerçekliğe dayanmamaktadır. Hatta yapılan gözlemlere göre birbirlerine yakın olduğu düşünülüp de takımyıldızını oluşturduğu varsayılan yıldızlar aslında birbirlerinden oldukça uzaktır ve gözlemlenebilir uzayın farklı köşelerinde yer alırlar. Farklı takımyıldızlarında olduğu varsayılan yıldızlar da birbirlerine daha yakın olabilirler. Üstelik bunların birbirlerine karşı konumları da değişkendir. Sonuçta astroloji veya burçlarla ilgilenen alan, milattan önce 1700’lü yıllarda insanların görebildikleri en parlak yıldızlara göre çizdikleri varsayımsal şekillerden oluşur. Aslında o yıldızlar aynı galakside ve aynı yıldız grubu içerisinde bile değillerdir. Aralarında milyonlarca kilometre mesafe farkı bulunmaktadır. Hatta binlerce yıl önce çizilen şekillerde yer aldığı düşünülen yıldızlar bile fiziksel olarak bugün yerlerinde değillerdir. Sonuç olarak ortada sadece fiziksel ya da matematiksel gerçeklere dayanmayan, varsayımsal şekillerle açıklanmaya çalışılan bir takım iddialar vardır. Bunların da gerçeklikte bir karşılıkları olmadığı için üzerine konuşmak bile abestir.
Meselenin dini boyutuna ya da Kur’an’la ilgili (daha doğrusu ilişkilendirilmeye çalışılan) kısmına gelince: En’am suresi 97. ayette “O (Allah), kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratmıştır. Gerçekten biz, anlayan bir topluluk için kanıtları birer birer açıkladık.” buyurulmaktadır. Kuzey yarımkürede kutup yıldızı ile yön bulma eskiden beri bilinen bir husustur. Güney yarımkürede sabit yıldızlar görülmediğinden bazı gösterge yıldızlarıyla yön bulmak mümkündür. İçinde yaşadığımız çağda gök cisimlerini çıplak gözle seyretme ve bunlardan gündelik yaşamda faydalanma konularına oldukça uzağız ancak insanlık binlerce yıldır bunlardan pratik olarak faydalanmıştır.
Vakıa suresi 75. ayette de “Yıldızların yerlerine yemin olsun.” buyurulmaktadır. Bu ayette de “Yıldızlardan kişiliğine, karakterinize, geleceğinize dair hükümler çıkarabilirsiniz.” anlamı yoktur. Kur’an’da incire ve zeytine de yemin edilmektedir ancak bu incirin ölümsüzlük iksiri sağladığı, kansere iyi geldiği, zeytinin her derde deva olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde yıldızların yerlerinden bahsedilmesi de yıldızların o yerlerinin herhangi bir şeye herhangi bir açıdan delil olacağını göstermez. Tam aksine Kur’an, farklı yerlerde güneş, ay ve yıldızlardan onlarla vakit tayin etmek, hesabı bilmek, ışık kaynağı olmaları, yön tayini yapılması açılarından bahsetmektedir. Bu sayılanlar bugünün teknolojik imkanları çerçevesinde basit görülebilir ancak insanlığın gündelik yaşamındaki pratiklerinde binlerce yıl önemli bir yer tutmuştur.
Bugün yeryüzünde İslam dinine mensup olduğunu düşünen yaklaşık 1.8 milyar insan var. Bunlar akıl, mantık, bilimsellik, rasyonalite ve muhakeme kabiliyetleri açısından farklı farklı insanlardan oluşuyor. Biz ne dersek diyelim Müslüman olduklarını düşünen insanlar arasından burçlara da, burçlarla karakter analizine de itibar edecek kişiler bulunacaktır. Biyoenerjiye itibar edenler olduğu gibi aşı karşıtlığına devam edenler de bulunacaktır. Bu noktada yollarımız ayrılabilir ancak bu konuda işin önemli bir kısmı şudur: Bir konunun, kavramın, ibarenin Kur’an’da geçmesi başka meseledir, birilerinin oradan türettiği sonuçlar başka bir meseledir. Mesela Kur’an “Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattık.” (Hicr, 6) buyuruyor. Ancak “balçıktan yarattık” buyurulması, illaki birilerinin zihinlerinde canlandığı şekliyle “Balçığa şekil verildi, sonra burnundan nefes üflendi.” gibi yorumlara katılmamızı gerektirmiyor. Evet, ayeti tasdik ederiz ancak o ayet üzerinden birilerinin zihin dünyalarında canlandırdıkları hayali resimleri tasdik etmemiz gerekmez.
Aynı şekilde Büruc suresinin ilk ayetinde “And olsun burçlarla dolu semaya.” buyurulması burçların insanların karakterleri, mizaçları ve gelecekleri üzerinde etkili olduğu anlamına gelmez. Kur’an diğer pek çok ayetinde ay, güneş ve yıldızlar gibi gök cisimlerinden hangi amaçla bahsediyorsa burada da o amaçla bahsetmektedir.
Burada ara paragraf olarak günümüz Müslümanlarında yaygın bir düşünsel hataya da temas etmek faydalı olacaktır. Bugün Müslümanların çoğu, hatta Müslüman toplumlarda yaşayıp da dindar olmayan insanların da çoğu, hakikatleri hakikat olarak değil de o hakikati dile getirenlere bağlı olarak düşünmektedir. Örneğin kütle çekimi kanunu kendi başına mücerret bir kanun olmaktan çok Newton’un bir teorisi olarak bilinmektedir. Hatta Newton’un fizik hakkındaki otoritesi düşünülerek ve onun simyayla ilgilenmesine de bakılarak simyanın doğru ve hakikatli bir alan olduğu zannedilmektedir. Halbuki kütle çekimi kanunu mücerret bir kanundur ve Newton’un zihninden de bilgi birikiminden de teorilerinden de bağımsız bir şekilde işlemektedir. Çünkü hakikat kişilere göre değişmez.
Bazen bir konu kesinleşmeden önce onun üzerine çalışanlar uzun yıllar boyunca farklı yorumlarda bulunabilirler. Örneğin ışığın dalga mı yoksa parçacık mı olduğu konusunda yıllarca bir uzlaşma sağlanamamıştır. Uzun yıllar ve araştırmalar sonunda hem parçacık hem de dalga karakterinde olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla hakikat insanlara (kendilerine vahiy gelen peygamberler dışındaki insanlara) göre değişmeyeceği için insanlar neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendi başlarına anlayabilecek bir düzeye gelmelidirler. Bu nedenle özellikle de bilimsel yöntemlerle çalışıldıktan sonra üzerinde tartışmasız sonuçlara ulaşılmış konular hakkında gerek İbrahim Hakkı’nın gerek İbn-i Sina veya İbn-i Haldun’un söyledikleri pratikte hiçbir şey ifade etmez. Zaten spesifik olarak bu alanlar kendi alanları da değildir. Bu konuda bazı meselelerin deneye (bilimsel bilgiye) bazı meselelerin de vahye tabi olduğunu bilmek ve kabul etmek gereklidir.
Her şeye rağmen burçlarla ilgilenmeyi bırakmayacak olan arkadaşlar için ise şu hayati uyarıyı yapmak gerekir: Belirli bir yöntemi olan, bu yönteme dayanılarak gerçekleştirilen, çeşitli hesaplarla öngörülen gelecek tahminleri dışında gelecek tahmini yapmak haramdır. Örneğin son 10 yılda döviz kurlarının artışına bakarak ve bunları bir regülasyona tabi tutarak gelecek yıl için bir döviz kuru tahmininde bulunulabilir. Bu ve benzeri öngörüler elbette ki haram değildir. Ancak bu ve benzeri yöntemler dışında ciddiye alınabilir biçimde gelecek tahmini yapmak haramdır. Ciddiye alınma konusu ise şöyle özetlenebilir: Örneğin birkaç arkadaşın kendi aralarında konuşurlarken aralarından birinin eğlence amacıyla kahve falına bakması ve söylediklerinin sadece bir eğlence konusu olması kendi derecesine göre mekruh olabilir. Yahut fal bakma tarzında değil de gündelik olayların olumlu bir şeye yorumlanması, örneğin rüyada ölü birisini görmenin yakında birisine kavuşulacağı ya da bir doğum olacağı şeklinde yorumlanması bir yere kadar caiz olabilir. Çünkü Efendimiz (sav) Hudeybiye’deki barış görüşmeleri sırasında Mekke tarafının elçi olarak Süheyl b. Amr’ı göndermesini, Süheyl isminin kolaylık ifade etmesinden dolayı hayra yormuş ve ashabına “İşiniz artık size kolaylaştırıldı, size Süheyl İbnu Amr geldi.” buyurmuştur.(2) Buradan yola çıkarak bazı hadiseleri gelecek açısından hayra yormayı caiz görebiliriz. Ancak bunların dışında geleceği bilme iddiası kesinlikle caiz değildir. O kadar ki Efendimiz (sav) gelecekten haber verenleri (kahinleri) tasdik edenler, onlara inananlar için “Muhammed’e indirilenden yüz çevirmiş olur.” (3) buyurmaktadır. Efendimiz'in kullandığı bu tabirin (sav) ne kadar ağır bir ifade olduğu açıktır.
Son olarak burçlarla ilgilenmenin yarı makul sayılabilecek tek bir tarafından bahsederek bitirelim: İnsanların gerçekten farklı mizaçları vardır. Buna göre kimi insan içe dönük, kimisi dışa dönük, kimisi anksiyeteye ve depresyona yatkın, kimisi hızlı karar verip hareket edebilen, kimisi de eyleme geçmeden önce fazlaca düşünüp gerilen özelliklere sahip olabilir. Bu bağlamda kişilerin doğum tarihleri/burçları ile mizaçları arasında bir ilişki yoktur. Bunu net bir şekilde biliyoruz çünkü bu konuda yapılmış binlerce araştırma, test ve kontroller vardır. Sadece kış aylarında doğanların depresyona biraz daha meyilli oldukları yönünde bir araştırma sonucu vardır, hepsi bu kadar. Bununla beraber insanların mizaçlarını onların burçlarına bağlamak, örneğin bir insanın hassas ve duygusal yapısını onun terazi burcu olmasıyla, kendine güvenen ve hırslı yapısını koç burcu olmasıyla açıklamak, eğer burçların bu yönüyle ilgilenen kişinin ufkunu açacak, onu mizaç farklılıkları ve karakterlerle ilgili daha ötelere taşıyacak bir ilk basamak olarak değerlendirilirse yarı makul sayılabilir.
1 ) Bu konuda gerçeğe en yakın olarak addedilen rivayet Hassan b. Sabit’in rivayetidir. Hassan b. Sabit rivayete göre şöyle demiştir: “Ben yedi ve sekiz yaşlarında yetişkin bir çocuktum. Görüp duyduklarımı anlayabilecek durumdaydım. Bir sabah Yahudi’nin biri, Medine’de yüksek bir sesle: ‘Ey Yahudi topluluğu!’ diye bağırmaya başladı. Halk etrafında toplandı. (Söylenenleri ben de dinliyordum.) Ona: “Neyin var?” diye sordular. O da: “Bu gece dünyaya gelen Ahmed’in, yıldızı doğdu” dedi.” (Hâkim, Müstedrek, III/486) Bu rivayetin zincirinde yer alan Ahmed b. Abdilcebbar b. Muhammed isimli şahıs hadis otoriteleri tarafından teknik adıyla “mecruh” yani kusurlu kişidir. Bu nedenle ve metnin içeriği yönünden de bu rivayet zayıf kabul edilir.
2 ) Buhari, Şurut 16, 1, Megazi 35,; Ebu Davud, Cihad 168
3 ) Tirmizi, Taharet 102, (135); İbnu Mace, Taharet 122, (639)