6 dk.
28 Nisan 2025
İslam ve Cariyelik | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

İslam ve Cariyelik | 1. Kısım

Soru: Kur’ân’ın evrensel mesajı zaman ve mekân sınırlarını aşar. Bu bağlamda cariyelik kurumu nasıl anlaşılmalıdır? Özellikle cariyelerle rızası olmadan cinsel ilişkiye girilmesi meselesi, ateist çevrelerin sıkça gündeme getirdiği bir eleştiri konusu olarak karşımıza çıkıyor. Bu eleştirilere nasıl yanıt verilebilir?

 

Cevap: Konunun daha iyi anlaşılabilmesi adına meseleyi maddeler hâlinde ele almaya çalışacağız.
 

1. Kültürel Zemin ve Algı Kayması

Toplumların zaman, coğrafya ve kültür farklılıkları aynı olguların bambaşka şekillerde algılanmasına yol açar. 17. yüzyıl halk ozanı Karacaoğlan’ın “Aşına da Karacaoğlan aşına / Yeni girmiş on üç, on dört yaşına” mısraları, kendi devrinde buluğ çağındaki bir genç kızla evliliğin tabii ve meşru kabul edildiğini gösterir. Oysa bugünün değer setiyle aynı dizeler, kolaylıkla “pedofili” ithamına maruz kalabilir.

 

Kısa sayılabilecek bir geçmişte (meselâ yirmi-otuz yıl önce) öğretmenin öğrencisini dövmesi, veliler de dâhil geniş kesimlerce ‘terbiye yöntemi’ olarak görülürdü. Bugün ise öğretmen bırakın fiziksel cezayı, öğrenciye hakaret ima eden bir söz bile söyleyemez.

2. Fetva, Takva ve Hukuk Ayrımı

 

İslâm geleneğinde pek çok eser fetva (normal ahlâk), takvâ (güzel ahlâk) ve hukuk (bireyler arası hak ilişkileri) konularını aynı kitabın içinde inceler. Modern okur bu katmanları ayırt etmeksizin metinlerle yüzleştiğinde, sert hükümler karşısında şaşkınlık veya rahatsızlık duyabilir.

 

Örnek: Bu olguyu somutlaştırmak adına güncel hayattan bir örnek verelim. Bir fabrikada mavi yakalı olarak çalışan genç, işverenin ihmali sonucu hayatını kaybeder. Ailesi yüksek bir tazminat talep eder. Şirketin avukatı mahkemeye, “Merhum ilkokul mezunuydu; vasıfsız işçi statüsündeydi ve emekliliğine kadar asgari ücretle çalışacaktı. İş kanununa göre tazminat asgari ücret üzerinden hesaplanmalıdır.” şeklinde hukuken tutarlı bir savunma yapar. Bu metin basına yansıdığında ise “Bir insanın hayatına nasıl bu yöntemle değer biçersiniz?” tepkileriyle kamu vicdanı (haklı olarak) galeyana gelir. Çünkü kitleler hukuk, normal ahlâk ve güzel ahlâk arasındaki ayrımı yapamaz. Hukukun soğuk dili ile duygusal dil arasındaki gerilim, realiteyle bağın kopmasına sebep olabilir.

 

3. Fıkhî Ayrıntı Örnekleri
 

Komşu Bahçeye Sarkan Dal Meselesi: Klasik fıkıh kitaplarında, "Bir ağacın dalı komşunun bahçesine uzanır; komşu o daldan meyve koparırsa ücret ödemeli midir? Ödenecek ücret neye göre belirlenmelidir? Meyve kendiliğinden düşerse hüküm değişir mi? Meyve çürümeye yüz tuttuysa bedel yine geçerli midir?" benzeri sorular ayrıntılı biçimde tartışılır. Günümüz okuruna lüzumsuz, hatta kimi zaman gayrı ahlaki görünen bu tartışmalar hukukun her ihtimali kayıt altına alma zorunluluğundan doğar. Yaşanmış–yaşanmamış–yaşanma ihtimali olan her vaka hukukun konusudur.

Vejetaryenlik/Veganlık Meseleleri: “İslâm’a göre vejetaryenlik veya veganlık caiz midir?” sorusuna "Caizdir." cevabını verdiğimizde, "Peki kurban ibadeti, Hz. Peygamber’in (sas) et yediği ve sevdiği rivayetleri ne olacak?" itirazları gelir. Oysa "Veganlık caiz değildir." diyebilmek için "Et yemek farzdır." demek gerekir ki dinde böyle bir zorunluluk yoktur.

Kölelikte İş ve İzin İlişkisi: Klasik kaynaklara göre bir kimse kölesini tarlada, ev işlerinde veya abdest alırken su dökmek gibi şahsî hizmetlerde çalıştırabilir. "Köle efendisinden izin almalı mıdır?" diye sormak zaten kölelik kavramını boşa çıkarır. Benzer biçimde iş tanımı içindeki bir konuda şirket müdürünün çalışanına talimat vermesi için ayrıca izin istemesi gerekmez. Patron(müdür)-çalışan ilişkisinin köle–efendi ilişkisinden farkı, işçinin talimatı reddedip işten ayrılma hakkına sahip oluşudur. Yine de amir–memur, köle–efendi gibi hiyerarşik tanımların kendine özgü durumları vardır.

4.Evlilik Akdi ve Hukukun İnce Ayrıntıları
 

Sevgiyle kurulan bir yuva dahi resmî nikâh masasında atılan imzalarla Medeni Kanun’a bağlanır. O imzalar miras hukukundan mal rejimine dek uzanan hükümlere peşinen rıza göstermek demektir. Ne var ki bu hükümler, ölüm yahut boşanma gibi hüzünlü eşiklere temas ettiği için çoğu insanda tedirginlik uyandırır. Bekâr birinin aklından “Eşim öldükten ya da beni terk ettikten sonra malın mülkün ne önemi var?” serzenişi geçebilir. Lâkin bu rahatsızlık ilgili meselelerin hukuki metinlerde yer almamasını gerektirmez.

Kanun koyucular olası senaryoların tamamını tasnif etmekle mükelleftir zira hayat sonsuz varyasyon üretir. Öngörülemeyen bir durum ortaya çıktığında kanun değişir, yeni hükümler eklenir. İş güvenliği mevzuatı için kullanılan “İş hukuku kanla yazılmıştır” sözü, sayısız can kaybının yol açtığı düzenlemeleri hatırlatır. Her acı tecrübe hukuka yeni bir satır ekler.

Muhammed Abduh gibi bazı modern İslâm düşünürleri klasik fıkıh metinlerinde evlilik akdinin şöyle tarif edildiğini aktarırlar: “Evlilik bir erkeğin bir kadının bedenine sahip olmasını sağlayan bir sözleşmedir.”¹ Ardından da bu tanımın kadını değersizleştirdiği, üstelik bu bakışın geniş Müslüman halk kitlelerince de benimsendiği yönünde eleştiriler getirirler.

 

Nitekim geleneksel fıkıh literatüründe “nikâh” şöyle tanımlanır:

“Soy, süt emzirme veya evlilik yoluyla mahremiyet engeli bulunmayan bir kadınla cinsel birleşme yahut benzeri yollardan yararlanmayı mubah kılan; erkeğe kadından faydalanma mülkiyeti, kadına da erkeğin menfaatinden yararlanma helâliyetini temin eden İlâhî bir akittir.”²
 

İlk bakışta bu ifade Abduh’un da işaret ettiği gibi, günümüz okuruna yeknesak ve küçültücü görünebilir. Oysa fıkıh bir hukuk disiplinidir; hukukçular meseleyi tanımlarken konunun hukuki mahiyetini ve tarafların hak-sorumluluk dengesini esas alırlar. Tanım, evliliğin hukuk nazarındaki “en kritik unsurları”nı öne çıkarma gayesi güder. Bu metinlerde “kadın” ve “erkek” kavramlarının dahi en ince ayrıntısına kadar tanımlanması bundandır.

 

Hatta o kitaplarda cin soyundan gelen kadınlarla veya efsanevî “su perileriyle” evliliğin hükmü gibi bize bugün tuhaf yahut gerçek ötesi görünebilecek konular bile tartışılmıştır. Zira bunlar dönemin zihniyeti, kültürü ve algı dünyası içinde toplumda karşılığı olan meselelerdir. Toplumda karşılığı olan meselelerin hukuki yönlerinin tartışılması da doğaldır.
 

Dolayısıyla klasik fıkıh terminolojisini kendi tarihsel bağlamı ve metodolojisi içinde değerlendirmek; bazı tanım ve hükümlerin mahiyetini güncel hukuk ve sosyoloji ışığında yeniden yorumlamak gerekir. Bu sayede hem kadın-erkek hukukunun Kur’ân ve Sünnet zeminindeki maksadını doğru kavrar hem de modern eleştirileri daha sağlıklı bir zeminde tartışabiliriz.

 




1-) Muhammed Abduh, el-Vaka’i el-Mısrıyye, 7 Mart, 1881. Aktaran: (Çeviren) Fatma Nur Oruç, Geleneğin Çekici ile Modernitenin Örsü Arasında Kadın Meselesi: Metinlerin Tarihi Üzerine Bir İnceleme/Nasr Hamid Abu-Zeid, KADEM Dergisi, 31.12.2024

2-) Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, c. 9, s. 27