İslami İlimlerin Seyrine Kısa Bir Bakış | İslami İlimler Geleneğine Eleştirel Bir Bakış | 3. Kısım
İslami İlimlerin Seyrine Kısa Bir Bakış
Bir araştırmanın ilmî veya bilimsel olabilmesi için “Bir şeyin doğruluğundan nasıl emin olabiliriz?” sorusunun temel bir soru olduğunu söylemiştik. İlgilenilen bir alanda cevabı aranan şeyin doğruluğundan emin olma gayreti o çabanın ilmî veya bilimsel olmasını netice verecektir.
Bu bağlamda İmam-ı Azam’ın da İmam Şafii’nin de İmam Buhari’nin de ilgilendikleri alanda bilim adamlarıyla aynı motivasyonu paylaştıklarını söyleyebiliriz. Örneğin İmam-ı Azam hazretleri fıkhî bir hükme temel alacağı bir hadisi tercih etme konusunda oldukça seçicidir. Hatta bazen rivayet edilen hadis sahih olsa bile bir hükme dayanak oluşturmaya yetmeyebilir. Bununla ilgili tebe-i tabiin ulemasından Sufyan bin Uyeyne şöyle bir hadise aktarır: İmam Ebu Hanife ile İmam Evzai (her ikisi de mezhep kurucusu müçtehittir ancak Evzai’nin mezhebi günümüze ulaşmamıştır) Mekke’de bir araya gelirler. İmam Evzai Ebu Hanife’ye “Size ne oluyor da namazda rükudan önce ve sonra ellerinizi kaldırmıyorsunuz?” diye sorar. Ebu Hanife; “Resulullah’tan (sas) bu konuda sahih bir rivayet olmadığı için.” der. İmam Evzai; “Nasıl sahih rivayet olmaz? Bana Zühri’den ona Salim’den ona da babasından ulaşan rivayette Resulullah'ın (sas) namaza başlarken, rükuda ve rükudan kalktığında ellerini kaldırdığı bilgisi vardır.” der. Ebu Hanife ise “Bana da Hammad’dan, ona İbrahim’den (en-Nehai), ona Alkame ve Esved’den, o ikisine de İbn Mesud’dan rivayet ettiler ki; Resulullah ellerini sadece iftitah tekbirinde kaldırmış, başka bir şey için kaldırmamıştır.” cevabını verir. İmam Evzai bunun üzerine “Ben sana Zühri, o Salim’den o da babasından nakletti diyorum sen bana Hammad İbrahim’den nakletti diyorsun.” der. Bundaki amacı kendi zikrettiği senetteki isimlerin İmam-ı Azam'ın zikrettiği senetteki isimlerden daha alim olduğudur. Ancak Ebu Hanife şöyle cevap verir; “Hammad, Zühri’den daha fakihtir. İbrahim de Salim’den daha fakihtir. Alkame ise fıkıhta İbn Ömer’den aşağı değildir. İbn Ömer sahabe olması nedeniyle üstün ise de Esved’in de daha faziletli olduğu yönleri vardır. Abdullah ise Abdulah bin Mesud’dur (yani ismi yeter, fıkıh ve ilimdeki üstünlüğüne kimse bir şey diyemez). Bunun üzerine İmam Evzai susar.1
Görüleceği üzere her iki imamın da kendilerine göre doğruluk kriterleri, gerçeğe ulaşmak için uyguladıkları ölçütleri vardır. Her ikisi de ellerinde bulunan verilerden, kendilerinden önce var olan birikimlerden yola çıkarak bir meselenin doğrusuna ulaşmaya çalışmaktadırlar. İmam Ebu Hanife bu konuda daha sistematik, daha ayrıntılı, daha dikkatli kriterlerle çalışmış, sonuçta ortaya bir sistem koymuş ve bu sistem uzun süre çalışmıştır. İmam Şafii de benzer şekilde ayrı bir sistem kurmuş, bu sistem de uzun süre çalışmıştır. Bu zatların kendilerinden önce de bir tefsir, fıkıh veya hadis birikimi vardır. Bu konuda yapılmış pek çok çalışma da mevcuttur. Dolayısıyla bu zatlardan önce fıkıh ve hadis ilmi yoktur denilemez. Ancak ortada bir sistem yoktur. İmam-ı Azam da kendi deyimiyle “fıkıh denen ata eyer ve dizgin vurup onu tamamlamak ve gelecek nesillere teslim etmek” niyetindedir.2 Kurduğu sistemle bunu da başarmıştır. Dolayısıyla İmam-ı Azam, İmam Şafii, İmam Malik gibi isimlerin kendilerinden önceki fıkıh veya hadis birikimini bir sistem dahilinde değerlendirmelerine ve ortaya işleyen bir sistem çıkarmalarına bakarak diyebiliriz ki; bu isimler o ilimleri adeta ilk defa kurmuş gibidir.
Benzeri motivasyonu Newton’da da görürüz. Newton kendinden öncekilerin çalışmaları üzerine mesai harcamış, kendi sorularını cevaplamak için o çalışmalar üzerine sistemini kurmuş hatta bazı karmaşık problemleri çözebilmek için calculus yöntemini icat etmiş, ulaştığı sonuçlarla da fizik ilmini iki yüz yıldan fazla bir süre en temelden etkilemiştir.
İmam Buhari ve Hadiste Yöntem
Hadisler bilindiği gibi en genel manasıyla Efendimiz’in (sas) sözleri ve fiilleridir. Bunlara “bazı şeyleri susarak veya yasaklamayarak onaylaması” anlamında takrirleri de eklenmiştir. Efendimiz’in (sas) din ile ilgili mübarek beyanları ve davranışları dinde bağlayıcı olduğundan sahabeden beri son derece titiz bir şekilde ele alınmış, elden geldiğince aslına uygun şekliyle korunmaya çalışılmış, davranış açısından taklit edilmiş, bazen toplumsal bir davranış haline de gelmiş ve böylece bir pratik olarak “sünnet” kavramına da temel oluşturmuştur.
Hadis usulü veya “Hadiste yöntem” denilince Efendimiz’e (sas) dayandırılan söz ve davranışların gerçek mahiyeti, türleri, ravilerin durumları, ravilerde aranan şartlar, hadisle ilgili eserlerin türleri ve bu konuları bir bütün hâlinde inceleyen ilim dalı akla gelir.
Hadis usulü sahabe döneminde de potansiyel veya bir tohum şeklinde var olan bir disiplindir. Sahabe efendilerimiz hadislerin tespiti ve korunması için dönemin şartlarına uygun olan (ki o dönem sözlü kültür ve yazılı kültür arası bir dönemdir) pek çok şeyi yerine getirmişlerdir.
Gün gelmiş, Efendimiz (sas) maddi dünyamızdan ayrılmış, İslam coğrafyası genişlemiş, farklı milletler ve kültürlerden İslam’a geniş katılımlar olmuş, nicelik boyutundaki genişleme bazı sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu sorunlardan belki de en önemlisi “güven” sorunu olmuştur. Çünkü insanlar artık Efendimiz’in (sas) sözlerine sahabe kadar dikkat etmemekte, o sözlerin korunması ve aynen aktarılması konusunda o kadar hassas davranmamaktadır. Siyasi ve kültürel anlaşmazlıklar sonucunda hadis uydurma şeklinde bazı davranışlar da başlamıştır. Tabiinin büyük alimlerinden İbn Sîrîn’in “Fitneden önce isnad sormazdık.”3 sözü durumu tasvir etmesi açısından önemlidir. İsnad sormak, bir hadisi rivayet eden kişiye “Nereden biliyorsun? Bu hadisi nereden aldın? Aldığın kişi nereden aldı? Bu isimler güvenilir, saygın isimler midir?” gibi soruları sormak demektir. Bu zaten tek başına “Bir şeyin doğruluğundan emin olmayı istemek.” motivasyonunun bir göstergesidir. Bu da bir bakıma hadis usulünün başlangıcı sayılabilir. Hadis usulü, genel olarak uydurma rivayetlere karşı sahih hadisleri koruma amacıyla ortaya çıkmış bir ilimdir.
Hem sahabe hem tabiin hem de tebe-i tabiin nesilleri hadislerin aslına uygun bir şekilde rivayet edilmesi için bazı tedbirler almışlardır. Bu tedbirler potansiyel olarak hadis usulünün temellerini oluşturdu. Örneğin rivayetleri Kur’an’a ve maruf (bilinen, meşhur, yerleşmiş) sünnete arz etmek, rivayeti aktaran raviden şahit istemek, raviye yemin ettirmek, hadisi kimden aldığını sormak, ravinin bireysel ve toplumsal yaşamını araştırmak-sorgulamak, hadisin senedi konusunda farklı araştırmalar yapmak, ravilerin doğru söyleyip söylemediklerini sorgulamak bu tedbirlerden bazılarıdır.
İmam Buhari de kendi eserini telif ederken öncelikle eserine sadece sahih hadisleri almayı düşünmüştür. Bu nedenle eserinin adı Camiü’s-Sahih (Sahihlerin Camisi, toplandığı yer) olmuştur. Daha önce de pek çok hadis kitabı yazılmış, bu kitapların bazıları bir parça başarılı olmuş bazıları hem sıhhat hem teknik açısından pek başarılı olamamıştır.
Bizim Buhari’nin eseri hakkında bir talihsizliğimiz şudur ki: İmam Buhari eserini yazarken gayesini, umduğu faydaları, kendisini eseri yazmaya yönelten bireysel ve toplumsal etkenleri giriş veya mukaddime kısmında dile getirmemiştir. Hatta eserini hazırlarken nasıl bir usul takip ettiğini, hadisleri nasıl bir yönteme göre seçtiğini dahi müstakil olarak anlatmamıştır. Böyle bir adet o dönemin ilim camiasında yoktur. Biz Buhari’nin yöntemini onun eserlerinin içeriğinden anlayabiliyoruz.
Bu noktada İmam Buhari’nin yönteminin ayrıntılarına girmektense şu kadarını söylememiz yeterli olacaktır: Her hadis imamının kendi eserini yazarken bir hadisi eserine almak için uyguladığı şartlar, kriterler vardır. Bu kriterler İmam Buhari’de en üst seviyededir ve onun kriterleri yahut şartları diğerlerinden daha katı, daha disiplinli, daha sağlamdır.
1 ) İmam Ebu Hanife, Müsned, Namaz Bölümü, 96/18, s. 85
2 ) Muhammed Hamidullah, İmam Azam, s. 38
3 ) TDV İslam Ansiklopedisi, İsnad maddesi