Kadınlar erkeklerin tarlaları mıdır?
Üçüncüsü: Dini konular da dahil herhangi bir konuda yapılan yorumlar yorum sahibinin zeka, bilgi ve idrak kapasitesine, dünya görüşüne, ilgi ve kabiliyetlerine, kadınlar ve erkeklere dair bakış açısına ve başkaca pek çok şeye bağlıdır.
Diğer yandan bir söylemin aktüel gücü de o söylemin nasıl anlaşılacağına dair örtük bir dikte etme durumu içerir. Örneğin “Kadınlar sizin tarlanızdır.”1 ifadesiyle başlayan ayette geçen “tarla” ifadesi aktüel ve eleştirel söylemlerde bir aşağılama ibaresi olarak ele alınmaktadır. Bu tip yanlış eleştirilerin dozu ve gücü arttıkça Kur’an’ın diline ve üslubuna vâkıf olanlar dahi bu ibareden rahatsız olabilmektedir. Sonunda bu ibarenin bir aşağılama ibaresi olmadığını anlatmak zorlaşmaktadır. Burada doğru ile yanlış yer değiştirmiştir ve yanlışlığın izalesi doğru olanın ikamesinden daha zor hale gelmektedir.
Diğer yandan bu rahatsızlığın en önemli sebeplerinden birisi tefsirlerdeki kadın algısı ve tefsir yazarlarının kadınlara bakış açısıdır. Çünkü pek çok müfessir “Kadınlar sizin tarlanızdır.” ibaresindeki benzetme unsurunu sahiplik olarak algılamışlar ve bu sahipliği de herhangi bir mala sahip olmak gibi lanse etmişlerdir. Sonuçta kadınların erkeklerin malı olduğu, erkeklerin de bu mal üzerinde istedikleri gibi, keyiflerine göre tasarruf hakkı olduğu şeklinde abes bir anlama yol açılmıştır.
Aslında öncelikle birbirleriyle eş olan erkek ve kadınların birbirlerine sahiplik nazarıyla bakmaları, kadının kocası kocanın da hanımı için “Bu bana aittir.” demesi, öyle hissetmesi tamamen abes bir his değildir. Buradaki sahiplik hissinin herhangi bir nesneye ve mala karşı hissedilen sahiplik hissiyle aynı şey olmadığı açıktır. Çocuk sahibi olanlar daha iyi anlayacaklardır ki buradaki sahiplik veya aidiyet hissi kendi çocuğunuz olan bir çocuğa karşı hissedilen aitlik veya sahiplik hissi cinsindendir. Bu his kocaların hanımları, hanımların da kocaları üzerinde belli sınırlar dahilinde tasarruf etme hakkını da içermektedir. Zaten pratik hayatta da bunun sayısız örnekleriyle karşılaşmak mümkündür.
Sonuçta ayetteki “tarla” veya “Kadınlar sizin tarlanızdır.” ifadesinin “Kadınlar sizin malınızdır, istediğiniz gibi kullanın.” ibaresiyle eş anlamlı olmadığı açıktır. Ayetten böyle bir anlamın çıkmayacağı da açıktır. Tarla ibaresinin “mal” kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılmadığı, burada bir istiarenin olduğu, istiarenin temelinde teşbih-benzetme olduğu, bir kelimeye aralarındaki benzerlik nedeniyle temel anlam dışında yeni bir anlam yüklendiği, bu benzerliğin de kadınlar ve tarlalar arasında kurulduğu, tarlalarda ürün yetiştiği, kadınların da nesil yetiştirmede münbit bir toprak görevi üstlendiği anlatılmaya çalışılmaktadır. Tarla yerine saksı, sera, kuvöz de denilebilirdi belki ancak “tarla” denilmesinin daha geniş, müspet ve derinlikli manaları vardır. Örneğin bir çiftçi ile tarla toprağı arasında sadece bir mülkiyet ilişkisi yoktur. Tarla yani toprak cansız varlıklar olduğu için bu ilişki tam anlaşılamayabilir. Diğer yandan nesiller topraktan ve ziraattan uzaklaştıkları için de bu ilişkiyi anlamak zor olabilir. Ancak fıtratı bozulmamış bir çiftçiyle onun tarlası arasında sadece bir mülkiyet ilişkisi değil aynı zamanda bir vefa ilişkisi de vardır. Bu romantik bir yaklaşım değildir. Aksine benzer ilişkilere hayatın her alanında pratik ve reel olarak rastlamak mümkündür. Örneğin bu vefa ilişkisini taksicilerle taksileri, futbolcularla tribünler, yazarlarla daktilolar, çobanlarla sürüleri veya çoban köpekleri, aşıklarla sazları arasında da görebiliriz.
Özetle oldukça geniş anlam içeriği olan bir ibareyi (örneğimizde tarla ibaresini) sadece belirli bir darlık, bir basitlik içinde anlayıp anlatınca metnin kendisinde var olmayan aşağılama, küçümseme veya hakaret gibi ilgisiz bir çağrışım ortaya çıkabilmekte ve konuya dahil olabilmektedir.
Fıkıh Kitaplarında Evlilik Kurumu ve Kadınlar
Evlilik kurumu aslında beşerî, hatta seküler bir kurumdur. Kendi başına dini bir kurum veya uygulama değildir. Aynen yeme, içme, giyinme, alışveriş, eğitim gibi dünyevi ve beşerî ilişkilerden kaynaklanan bir kurumdur. Ancak helalleri, haramları, bazı özellikleri ve şartları itibariyle de dinin müdahale ettiği, bazı yönlerini düzenlediği ve sınırlandırdığı bir kurumdur. Evli olan kadın ve erkeğin birbirlerine karşı vazifeleri anlamında ise; erkek açısından evi geçindirme ve eşini-aileyi koruma, kadın için de cinsel beraberliği reddetmeme gibi temel esaslar konulmuştur. Bu çerçevede kadının yemek yapması da çocuğunu emzirmesi de formel bir şart olarak konulmamıştır.
Bu durum nezih bir üslupla ifade edilmezse, kaba saba konuşmaya alışmış kişilerce kırıp dökerek anlatmada hiçbir sakınca görülmezse elbette ortaya yanlış anlamalar çıkacaktır. Sonuçta son derece saçma ifadelere rastlamak mümkün olabilecektir.
Buna örnek olarak evlilik kurumunun ve nikah akdinin sahih bir şekilde nasıl kurulacağına dair fıkıh kitaplarına da geçen konuları ele alabiliriz.
Örneğin nikahın gerçekleşmiş olması için şahit şartı aranır. Bu doğrudur çünkü Efendimiz (sas) “Veli ve iki adaletli şahit olmadıkça nikah olmaz.”2 buyurmuştur. Hadiste şahitlerin cinsiyetleri hakkında bir emir ve tavsiye yoktur. Ancak sonraki müçtehitler Bakara 282 ayetinden ve başka verilerden de hareketle nikah şahitlerinin her ikisinin de erkek olması gerektiğini söylemişler, sadece Hanefiler iki erkek veya bir erkek iki kadın şahit şeklinde bir şart belirlemişlerdir. Burada fıkıhçıların Bakara 282. ayetini referans almalarının nedeni, ayette bir borç sözleşmesi yapılırken “Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile, biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için iki kadın (bulundurun).”3 emrinin bulunmasıdır. Ayet, alacak-borç sözleşmeleri hakkındadır. Kadınların o dönemlerde bu konulara fazla vâkıf olmamaları nedeniyle bir erkek yerine iki kadın şahit olması istenmiştir ki bu ihtiyat için gayet makuldür. Sonraki fıkıhçılar, özellikle alacak-verecek, borçlar ve sözleşmeler konularına odaklanan fıkıhçılar, ise alacak-verecek veya borçlanma konusundaki bir emri evlilik konusuna da uyarlamışlar, evliliğin de bir sözleşme olduğunu, o hâlde evlilikte de en az iki erkek veya bir erkek iki kadın şahit bulunması gerektiğini söylemişlerdir.
Ancak evlilik salt hukuki bir sözleşme değildir. Geçmiş dönemlerde, özellikle ilk ve orta çağda evlilik kurumunun kabileler arasında bir ittifak misyonu olduğu, bazen de evliliklerin aslında ekonomik bir birliktelik olduğu doğrudur. O dönemlerde evliliklerin böyle yönleri de vardır. Günümüzde de evliliğin bu yönleri tamamen ortadan kalkmış değildir. Ancak evlilik anlaşması bir alışveriş anlaşması değildir. Meselenin insani bir yönü de vardır. Özellikle günümüzde konunun ekonomik ve güvenlik gibi yönleri daha geri planda kalmış, insani yönü daha ön plana geçmiştir.
Diğer yandan evlilik kurumu nikahın ilan edilmesiyle oluşan bir kurumdur. Şahit sayısı veya şahitlerin cinsiyeti zina, cinayet, borç sözleşmeleri gibi hukuki durumlarda aranılan bir özellik olabilir. Ancak medeni hukukun bir konusu olan evlilik kurumunda şahitlerin cinsiyetleri ne ayetlerde ne de hadislerde gözetilmesi gereken bir değişken olarak açıkça belirtilmemiştir.
Kaldı ki evlilik kurumunu bir ekonomik birliktelik veya karşılıklı bir mülkiyet sözleşmesi gibi ele almak, evliliği ticari, ekonomik veya politik bir sözleşmeye indirgemek demektir ki bu durumda özellikle mülkiyet açısından kadının esir veya köle gibi algılanması, erkeğin de kadın üzerinde tasarruf hakkına sahip olan mal sahibi gibi konumlandırılması mümkün hale gelmektedir.
Bu durumu daha iyi anlayabilmek için bazı fıkıh kitaplarındaki evlilik tanımlarına göz atalım:
Hanefi fıkıhçılar nikahın gerçek anlamının vaty (cinsel birliktelik) olduğunu, akit manasının mecazen kullanıldığını söyleyerek nikahı “Kadından bizzat istimta’/faydalanma mülkiyetini (mülk-i müt’a) elde etmek için inşa edilen akit” olarak tanımlamışlardır.4
Hanefiler dışındaki fıkıhçılar da nikahı genellikle “Erkeğe mülk-i müt’a’ya (faydalanma mülkiyetine) salip olma hakkı veren bir akittir.”5 şeklinde tanımlamışlardır.
Bu iki tanım geleneksel fıkıh literatüründe evlilik kurumuna yüklenen manayı da gösteren klasik tanımlardır ve yüzlerce yıldır etkisi, yönlendirmesi sürmüş, hâlen de süren tanımlar olmaya devam etmektedir. Bu tanımlarda nikah akdinin bir alışveriş sözleşmesi, ticari bir akit gibi ele alındığı, evlilik kurumuna yaklaşımın da son derece mekanik olduğu anlaşılmaktadır. Bu tanımların etkilerinin günümüzde de devam etmediğini söylemek zordur.
Örneğin yakın zamanda kaleme alınmış ve dört mezhebin hükümlerini ihtiva eden bir fıkıh kitabında evlilik; “Şer'an kadından onun soy, süt emzirme ve sıhriyet (evlilik yoluyla akrabalık) yoluyla mahrem olmaması hâlinde cinsi birleşme, sevişme, öpme, kucaklama ya da benzer şekillerde faydalanmayı mübah kılıcı bir akittir.”6 şeklinde tanımlanmıştır.
Bu tanımın yanında; “Evlilik, eşlerin birbirleriyle yaşamalarının ve ilişki kurmalarının kendisiyle helal olduğu, eşlerden her birinin üzerindeki yükümlülüklere mukabil lehine hakların olmasını gerektiren bir akittir.”7 gibi tanımlarla ilk dönemdeki katı mekanik tutumun yerini daha kapsayıcı ve reel, kadın erkek arasındaki dengeye uygun tanımlara bırakmaya başladığı söylenebilir. Ancak insanlar fıkıh kitabı okumak denilince genellikle eski eserlere bakmaktadırlar. Özellikle medrese eğitimi veya yüksek ilahiyat eğitimi alanlar genellikle klasik fıkıh kaynaklarını okumakta ve meselelere o kaynaklardaki gibi yaklaşmaktadırlar.
Diğer yandan Kur’an’da nikah kavramı ve evlilik kurumuna yaklaşım hakkında pek çok ayetin bir arada ele alındığı ayrı bir çalışma yapılabilir. Ancak özetle şunu söyleyebiliriz ki; Kur’an’da evlilik kurumu veya nikah kavramı salt bir sözleşme, karşılıklı hukuki anlaşma bağlamında ele alınmamış, mesele böyle bir basitliğe indirgenmemiştir. İlgili ayetlerde nikah ve evlilik; Meveddet (karşılıklı muhabbet, ünsiyet ve sevgi), huzur, rahmet8 gibi kavramlarla bir arada anılmıştır ki bu da meseleyi mekanik bir olguya indirgeme basitliğinden çıkarmaktadır.
Şahit sayısı, şahitlerin cinsiyeti veya mehir konusu da evliliği ticari bir sözleşmenin konusu hâline getiremez. Ancak bir zamanlar fıkıhçılar (hukukun normatif doğasının etkisiyle olsa gerek) her ayrıntı için ayrı şartlar ve formaliteler ortaya koymuşlardır. Bu eğilimin de dönemin genel atmosferinden, tarihsel şartlarından, medeniyetin ulaştığı seviyeden, kadın ve erkek arasındaki hak-hukuk dengesinin ulaştığı düzeyden etkilenmesi kaçınılmazdır. Hukukun dili gerçekten tatsız bir dildir. Fıkıh da bir hukuk sistemi olduğu için onun da dilinin mekanik olması normaldir ancak mesele fıkhın sadece dili değil, hüküm oluşturma, kural koyma sistematiğinin dönemsel ve kültürel bakış açılarından fazlasıyla etkilenmiş olması ve bu etkinin günümüze kadar devam etmesidir.
1 ) Bakara, 223
2 ) Ebu Davud, Nikah, 19
3 ) Bakara, 282
4 ) Serahsi, Mebsut, c. 4, s. 192
5 ) Maverdi, el-Havi’l Kebir fi Fıkhi’l Mezhebi’l İmam eş-Şafii ve Hüve Şerhu Muhtasari’l Müzeni, c. 9, s. 7
6 ) Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, c. 9, s. 27
7 ) İsmail Ahmed et-Tahran, Karşılaştırmalı Dört Mezhep Fıkhı, s. 644
8 ) Rum, 21