6 dk.
06 Aralık 2022
Kınadığımızı yaşamadan ölmez miyiz?-gorsel
Youtube Banner

Kınadığımızı yaşamadan ölmez miyiz?

Soru: Bir insanı kınayanın kınadığı şey başına gelmeden ölmeyeceğinde dair hadisler okuduğumu hatırlıyorum. Kınamanın veya tuhafsamanın sınırı nedir? Yani neler kınama sayılır ve bizim için kötüdür?
 

Cevap: Bu konudaki sınırlar, tahminlerimize veya zanlarımıza göre aslında çok daha dardır. 

Buna binaen bu konuda en salim ve sağlıklı olan tavır, başka bir insanın sözü veya davranışı hakkında dışsal ve içsel hiçbir yorumda bulunmamaktır. Yani bir başka insanın herhangi bir söz veya davranışını dilimizle kınamamak, sözlerimizle olumsuz bir yorumda bulunmamak, içimize doğan kınama hislerini ise bastırmaya çalışmak esas olmalıdır.

 

Çünkü insanların kınama saymadıkları kadar küçük şaşırma gibi ifadelerden dahi aynı şeyleri yaşamak istikametinde imtihan edildikleri defalarca görülmüş, tecrübe edilmiştir. Demek ki bu konuda hesabımızı tutanlar, defterlerimizi yazanlar, bizim tahminlerimize ve zanlarımıza göre daha sert yazmaktadırlar. 

 

Bu nedenle bu konuda en selametli davranış içimizde eleştirme, kınama, yargılama, hayret etme, “Bu da böyle yapılır mı?” gibi hisler daha doğmaya başlar başlamaz o hisleri bastırmak, frenlemek, durdurmak, ardından da “Ben onun gerçek halini bilmiyorum. Nelerle imtihan edildiği hakkında fikrim yok. Kınarsam aynı şeyin başıma gelme ihtimali var. Allah'ım ben istiğfar ediyorum ve bu konuyu, bu konunun değerlendirilmesini sana havale ediyorum. Ben sükut ediyorum.” demek ve böylece iç sesi tamamen bastırmaktır.

 

Bu konuda genel olarak bir insanın bir başka insanı değerlendirme vazifesi kendisine bizzat verilmemişse; yani insan hakim, savcı, polis, kınanan kişinin öğretmeni, velisi, gelişiminden sorumlu birisi değilse mümkün olduğunca susmak ve yorumdan kaçınmak en selametli yoldur. 

 

Fasık-ı mütecahir denilen, yani bir günahı kendisi bilmesinin yanında hiç çekinmeden açıkça da işleyen, bunun konuşulmasından rahatsız da olmayan, insanlardan bunu saklamayan bir insanın gıybetinden aslında bir günah doğmaz. Gıybet de zaten kınama içeren bir davranıştır. Ancak bu durumda bile “Bu adam böyle bir şeyi nasıl yapar? Bu günahı nasıl açıkça işler ve övünerek anlatır? Ben olsam asla böyle yapmazdım.” gibi hisler içinize güçlü bir şekilde doğarsa yine aynı yönde imtihan edilmeyi kendiniz hakkında çok muhtemel kılmış olursunuz. 

 

Bu nedenle geçmiş dönemlerde mesela “Yezid’e lanet caiz midir?” gibi sorular sorulmuş ve konu tartışılmıştır. Verilen cevaplar içinde üzerinde neredeyse ittifak sağlanan cevap ise “Evet caizdir ancak lanet edilmese daha iyi olur.” şeklindedir. 

 

Peki neden böyle bir cevap verilmiştir?

 

Burada önemli olan Yezid’in lanetlik bir insan olması, lanetlenmeye layık fiiller yapmış olması değildir. Kimsenin Yezid’in zalimliğinden şüphesi yoktur. Fakat bir insan “Yezit de bunu nasıl yapmış?” derken, onu kınarken, kendi şahsi küçük dünyasında da küçük çaplarda küçük Yezitlikler yapma yolunu kendisine açmış olabilmektedir.

 

Bir başkasını hiç kınamamanın hatta kınama duygularını dahi bastırmanın ne kadar zor olduğunun farkındayız. Bireysel ve toplumsal alışkanlıklarımız ile yaygın eğilimler bu işi daha da zorlaştırmaktadır. Televizyonlardaki programlardan sosyal medyanın yapısal özelliğine kadar hayatın hemen her alanında dedikodu ve başkalarını kınama davranışları son derece sıradan hâle geldi. Diğer yandan Türkçede mizah adına bulabileceğimiz pek çok şey de başka insanlarla alay edilmesi ve onların kusurlarının ortaya konulmasına yönelik işlemekte. Hatta vaaz ve nasihat adına ortaya konulan kitaplar, sohbetler, yazılar da başka insanların ayıplarını, kusurlarını konuşup tartışma üzerinden ilerliyor dense yalan söylemiş olmayız. Politika ve politik söylemlerin temeli zaten kınama ve kendini beğendirmek için başkalarını aşağılama üzerinedir.

 

Böyle bir dünyada, böyle bir ortamda başkalarını kınama konusunda dikkatli olmak irade isteyen bir şeydir. Ancak bu zorluğu hatırlayanlar şunu da unutmamalıdır, insanın başkasını kınayınca aynı şeyle imtihan edilme yolunu kendisine açmış olması kesindir. 

 

Ayrıca kendi hâllerinden mekanik bir şekilde şikayet etme, kendine acıma gibi durumlarla başkalarını kınamak benzer şeylerdir. Bu bağlamda da ister şimdiki hâlinden, ister geçmişinden bir şeyler hatırlayıp onları güçlü biçimde şikayet edince de insan aynı hâlleri tekrar yaşama ihtimalini çok artırır. 

 

Bu konuda bizlere yardımcı olabilecek bir hadis-i şerifte Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi İslamının (Müslüman oluşunun) getirdiği güzelliklerdendir.”1

 

Efendimiz’in (sav) burada kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesini, imanının değil de İslamının getirdiği güzelliklerden sayması ayrıca önemlidir. İmanda derinleşince karşılaşılacak güzellikler daha başkadır. Kişinin kendisi için istediğini başkası için de istemesi, kendisi için istemediğini başkası için de istememesi, kendisinin o anda açık bir menfaati olmadığı hâlde bir yoldan başkasını rahatsız edebilecek taş, çalı gibi herhangi bir şeyi kaldırması gibi şeyleri Efendimiz (sav) imandan sayar. Ancak kişinin kendisini ilgilendirmeyeni terk etmesini İslam’dan saymıştır. Yani Kur’an ve hadislerdeki iman ve İslam, mümin ve Müslüman kavramlarının kullanılışına göre verilen hadisteki bahsedilen güzellik, imanın getireceği güzelliklere göre bir tık daha aşağı bir yerde sayılmıştır.

 

Burada “kendisini ilgilendirmeyen” kısmı önemlidir. Bir insanın görevi icabı veya gerçekten gerektiği bir durumda başkalarının kusurlarını araştırması, tespit etmesi ve bir başkasına söylemesi gerekebilir. Örneğin bir şirkette insan kaynaklarında çalışan birisi personelin senelik performans değerlendirme raporunu hazırlayacağında o insanların hatalarını tespit etmeli ve raporlamalıdır. Bu, kendisinin açık ve tanımlanmış bir görevidir. Veya bir öğretmen öğrencisiyle ilgili bazı hata ve kusurları tespit etmeli, bunu öğrencinin velisiyle, gerekiyorsa okulun rehberlik birimiyle paylaşmalı ve kusurun giderilmesi için gereğini yapmalıdır. Bir komutan veya polis amiri de emrindeki askerin veya polis memurunun iyi ve kötü yönlerini bilmeli, kusurlarını ve zaaflarını iyi tespit etmelidir. Bir hakim veya savcı da önündeki dava dosyasını adil bir şekilde karara bağlamak için tarafları davayla ilgili olarak bütün yönleriyle, gerekiyorsa kusur ve hatalarıyla da incelemelidir. Bütün bunlar bu görevlilerin açık ve tanımlanmış vazifeleridir. Ancak burada da ilgili görevlilerin bu işi yaparken sadece kendi görevleriyle ilgili sınırın içinde kalmaları gerekir. Örneğin insan kaynakları sorumlusu, bir personel hakkında üstüne bilgi verirken görevle ilgili sınırları aşar, personelin özel hayatını da diline dolarsa yine kınamış olur.


Allah'ın bizi dil belasından muhafaza buyurmasını; kınama, laf taşıma ve gıybet gibi günahlardan uzak kalabilmemiz noktasında bizlere güç vermesini diler ve dileniriz.

 


 

1 ) Tirmizi, Zühd, 11; İbni Mace, Fiten, 12; Müsned, I/201