8 dk.
28 Eylül 2023
Dil Belası | 3. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Dil Belası | 3. Kısım

Not: Bu yazı, “Dil Belası” başlıklı yazı dizisinin üçüncü yazısıdır. Serinin ikinci yazısına buradan erişebilirsiniz.

Mertebeler ve Gerekli Süreler

 

Tabii bu yolda aşılması gereken pek çok mertebe vardır.

 

Örneğin, bazen insanlar daha düz kusurları biraz kabul edebilir hâle gelirler de, kendi asli kusurları olan meseleleri kabullenmeleri daha geç olabilir. Kendi değerlerine ait temel resimleri etkileyebilecek konulardaki hataları daha zor kabullenebilirler. 

 

Bu da bir anda olup bitecek bir değişim değildir. Bugün siz bazı temel ve basit meseleler için başkalarını suçlamayı bırakırsanız ve bu yolda çalışmaya devam ederseniz, beş sene sonra aslında tembel olduğunuzu, on sene sonra da aslında yaptığınız şeyin verimli olmadığını anlamak gibi daha asli kusurlarınızı görüp değiştirebilirsiniz.

 

Buradaki “beş sene" ve "on sene” tabirleri rast gele seçilmiş değildir. Çünkü insanın kendi iç dünyasında hayra giden değişimi yakalaması hakikaten zordur ve zaman alır. Bu başarı genellikle seneler ister. Bu da bu yolda önemli bir hakikattir. Bu hakikate bakıp “Madem öyle ben bir an önce çalışmaya başlayayım.” diyebilirsiniz. Tabii bunun yıllar alacağını duyunca negatif düşüncelere kapılmamak, daha baştan yılgınlık göstermemek gerekir ancak insanların çoğuna kaybettiren de bu baştan yaşanan yılgınlıktır. Çünkü uzun süreleri gören özellikle genç kesim daha baştan vazgeçebilmektedir.

 

Ancak herkesin takdir edeceği üzere kötü huyları bir anda terk etmek mümkün değildir. Çünkü çoğu insan o kadar güçlü değildir. Diğer yandan bu çalışmalara bir şekilde başlamak lazımdır. Örneğin bir insan başlangıç için yedi gün, yirmi bir gün, kırk gün veya üç ay boyunca hiç gıybet etmemeye karar verip bu kararı uygulamaya başlayabilir.

 

Bazı bilimsel çalışmalarda bir davranışın yirmi gün uygulanması sonucu yirmi birinci gün alışkanlık hâline geleceğine dair teorilere rastlamışsınızdır. Dolayısıyla bir davranışta temel değişiklik sağlamak için yirmi bir gün yeterli bir süre sayılabilmektedir. Bu zaman zarfı minimum süre sayılmalıdır.

 

Bizim geleneksel tasavvuf kitaplarımızda da kırk gün süren eğitimlerle ilgili hususlar geçmektedir. Örneğin onuncu yüzyıldan sonra daha sık görülen “erbain çıkarmak” uygulamaları kırk gün süren eğitimlerle ilgilidir.

 

Üç ay bir davranış değişikliği ve değişen davranışın oturup yerleşik hâle gelmesi için iyi bir süredir.

 

Bu çalışmalar her kötü alışkanlık veya haram-günah olan davranış için uygulanabilir. Yani bir insan yedi gün, yirmi bir gün, kırk gün veya doksan gün boyunca yalan söylememek, harama bakmamak ve kırıcı konuşmamak gibi davranışları kendinde yerleşik hâle getirmeye çalışabilir.

 

Salih amelleri yerleşik hâle getirmek için de aynı teknik uygulanabilir. Yani namazı alışkanlık hâline getirmek veya günlük hayatın içine yerleştirmek için yedi, yirmi bir, kırk veya doksan günlük hedefler seçilebilir.

 

Burada her bir kötü davranışı terk etmek veya bütün ahlaki meziyetleri ve salih amelleri yerleşik hâle getirmek için aynı anda çalışmaya başlamak çoğu insan için yorucu, kısa zamanda bıktırıcı olabilecektir. Bu nedenle insan yaşına bakmadan, ömrünün kalan süresini hesaplama gibi yanlışlıklara düşmeden bir an evvel en yıkıcı olduğunu düşündüğü kötü davranışını terk etmek için çalışmaya başlamalı, bunun için makul süreler belirlemelidir. “Ya hep ya hiç” mantığıyla hareket edilmemelidir.

 

Örneğin; yirmi bir gün boyunca yalan söylemeyi terk etmek, sonra bu süreyi kırk gün veya doksan güne çıkarmak makul sayılabilir. Daha sonra gıybeti, harama bakmayı, kaba ve kırıcı konuşmayı terk etmek için de ayrı ayrı süreler ve hedefler belirlenebilir.

 

Namaz, oruç, evrad ü ezkâr gibi salih amelleri alışkanlık hâline getirmek için de benzeri bir yol izlenebilir.

 

Böyle yapıldığında birkaç sene içerisinde önemli miktarda kötü alışkanlıktan kurtulmak, salih amelleri de kazanmak mümkün olabilecektir.

 

Ayrıca insan bu beş veya on sene gibi sürelere bakıp da kendini geç kalmış hissetmemli, artık yapılabilecek bir şey olmadığı düşüncesine girmemelidir. Çünkü bu beş on sene parça parça tamamlanabilecek bir bütündür.

 

Bir annenin çocuk sahibi olacağı haberini almasından sonra o çocuğu kucaklayabilmesi için dokuz ay geçmesi gerekmektedir. O çocuğun sizin konuşmalarınıza dahil olabilmesi, sizinle beraber yürüyüp bazı işleri birlikte yapabilmesi için de en az altı yedi sene lazımdır. Yine o çocuktan hayat adına verim alabilmek, çocuğun kişiliğinin gelişmesi ve bir birey olarak var olabilmesi için de en az yirmi yirmi beş seneye ihtiyaç vardır. Bu süreler son derece doğaldır ve insan hayatı için takdir edilmiş kanunlara dayanmaktadır. Dolayısıyla bir insan kendisindeki değişiklikler için gerekli sürelere bakıp da negatif olmayı bırakırsa, karamsarlık ve çekingenlikten vazgeçerse, bir an evvel çalışmaya başlarsa kısa süre içinde zaten parça parça ilerlemeye başlayacaktır.

 

Peki bu durum bizi kötü hissettirmez mi? Kendimizden nefret ettirmez mi?

 

Zaten çalışmaya “şikayet etmeyi bırakma” eğitimiyle başlanmasının nedeni budur. Eğer bırakmazsanız daha negatif olursunuz. Ancak biz zaten negatif olmamaktan bahsediyoruz. 

 

Bir insan negatif duygularını önce dışsal ifade etmeyi azaltır, sonra içsel olarak tamamen keserse ancak o zaman hatayı tam olarak kendisinde sakin bir biçimde arayabilir ve görebilir hâle gelir. Hatayı kendisinde arayıp görünce de insan hatasını değiştirebilecektir. 

 

Ancak siz hala negatif oluyor iseniz; örneğin rüyanıza Abdülkadir Geylani, Mevlana, İmam Rabbani gibi büyük zatlar girse ve size “Bak sen biraz geveze bir insansın. Bu zaafına dikkat et!” diye uyarsa, kendi kendinize “Lanet olsun, ben geveze biriymişim, ne kadar iğrenç bir insanım, benden adam olmaz.” der ve yine hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.

 

Sonuçta şikâyet eden insan kendisinde bir kusur göremez, görse dahi bunu sadece şikâyete ve depresyona çevirir, olayı kapatır.

 

İnsan hiçbir durumda çalışmayı bırakmamalıdır. Ancak yine çoğu insan çalışmayı daha ilk baştan terk edebilmektedir. Bir insana “Sen biraz çok konuşuyorsun” denilince o kişi üzülüp, depresyona girip o konuda çalışmayı bırakabilmektedir. “Sen çok güzel konuşuyorsun.” deyince de şımarabilmekte ve yine konuşması üzerine herhangi bir çalışmaya ihtiyaç duymayabilmektedir. 

 

Pek çok meselenin başı, hatta neredeyse bütün meselelerin başı “şikayet etmeyi terk etmek” meselesidir. 

 

Çünkü, bizim kendi subjektif hâlimiz ile bizim dışımızdaki objektif realite arasında bir uyumsuzluk çıktığı an bizde bir negatif duygu oluşur. Bu negatif duygular hüzün, kırgınlık veya öfke olabilir. Yani biz iç dünyamız, iç dünyamızdaki alışkanlıklarımız, iç dünyamızdan kaynaklanan bakış açımız ile dış dünya arasında bir uyumsuzlukla, terslikle, çelişkiyle karşılaştığımızda öfkeleniriz, kırılırız veya hüzünleniriz. Ancak aslında onlar birer sinyaldir. O çelişkiler veya uyumsuzluklar bize “Senin düşüncelerinde, alışkanlıklarında, davranışlarında, bakış açında bir problem var.” demek istemektedirler. 

 

Tam bu noktada bizler o kırılmayı, üzülmeyi, kendine acımayı veya öfkelenmeyi aşabilirsek o sinyalin verildiği konuda kendi hâlimizi doğru bir şekilde görüp tespit etmiş oluruz. Doğru tespit edince de o olumsuz hâlimizi değiştirip düzeltme şansını yakalarız. Daha sonra doğru şekilde müdahale ederek o olumsuz yönümüzü kalıcı olarak değiştirmeyi başarabiliriz. Böylece artık başka bir insan hâline gelmiş oluruz.

 

Bazı Tespit Noktaları

 

İnsanlar konuşma tarzları, üslupları ve benzeri açısından farklılıklar gösterir. Bir insan kendisinin yalan söyleyip söylemediğini bilebilir ancak kırıcı, yersiz, fazla ve gereksiz konuşup konuşmadığını her zaman anlamayabilir.

 

Bu durumda bir insan konuşması sırasında iç dünyasıyla dış dünya arasında bir terslik, bir uyumsuzluk ortaya çıkınca bunları fark edebilir.

 

Bu durumda ilk yapılması gereken şey, hatayı kendinde arama, ikincisi de kendisini hatalı bulduğu için şikâyet etmemek, kendisinden de şikâyet etmemektir. Meseleye dışarıdan bir gözle bakıp kendi kendine alınganlık hisleri üretmeden, kendi benliğine kendisinden ayrı bir hasta muamelesi yapıp onu tedavi etmeye çalışmaktır.

 

Kendimize yönelik bir diğer bakış açısı da kendimizi çocuk gibi görmek olmalıdır. Evet, çocuklara bakıp onların çocukça hareketlerine gülmek kolaydır. Ancak kendimizin de o açıdan birer çocuk olduğumuzu fark etmemiz ve çocuk yanlarımızın büyümesine yardımcı olmamız gerekebilmektedir.

 

Sonuçta insanın kendi konuşmasını düzeltme adına çalışmaya başlamadan önce kendindeki olumsuzlukları fark edince şikâyet etmemesi, şikâyet ediyorsa bunu terk etmesi, meseleyi zor görüp zoru görünce kaçmaması gerekir.

 

Bu aşama hâlledildikten sonra konuşmayı düzeltme çalışmaları yapılabilir. Zaten insan hatasını fark eder hâle gelince ve her fark ettiğinde onu parça parça düzelttikçe günü geldiği vakit konuşmasını da tam olarak düzeltmiş olacaktır.