Kur'an'da Sümer Mitolojisi Etkileri Üzerine | 1.Kısım
Soru: Kur'an kendinden önce kitaplardan izler taşıyor. Sümer yazıtlarında da tıpkı Kur'an'daki gibi mitler var. Bu durum Allah'ın insan ırkının oluşumundan beri sürekli kitaplar ve uyarıcılar gönderdiği iddiasını güçlendirebileceği gibi, aksine bu yazıtların sürekli birbirinden kopya çektiğini ve insanlığın ilk yıllarından beri süre gelen neden arayışının veya anlam arayışının bir sonucu olduğu da söylenebilir. Hangisine nasıl inanacağız? Hangi yaklaşımın doğru olduğundan nasıl emin olacağız?
Cevap:
Deliller ve Delillerin Aksiyomlara Göre Yorumlanması
Bu konuda aslında çok bariz ancak pek fark edilmeyen bir hususu açıklayarak başlayalım: İnsanların ulaştıkları sonuçlar baştaki aksiyomlarına çok güçlü bir şekilde bağlıdır. Ancak çoğu zaman bu aksiyomlar fark edilmez. Dolayısıyla onların isimlendirilmesi, doğru olup olmadıklarının test edilmesi zordur.
Söz konusu aksiyomlar farkında olmasak bile bizim bir konuda nasıl düşüneceğimizi, hangi sonuçlara varacağımızı etkiler. Aksiyomlar yahut ön kabuller bir konuda düşünmeye başlarken bir şeyi ne olarak kabul ettiğimizi de neyi ne kadar mümkün veya imkânsız kabul ettiğimizi de belirler. Ulaşacağımız sonuçlar da bu kabullere göre şekillenecektir.
Diğer yandan, neleri nasıl isimlendirdiğimiz ve hangi küme içine aldığımız hem baştaki aksiyomlara bağlıdır hem de kendi başlarına çıkaracağımız sonuçları şekillendirir.
Örnek verelim: İbrahimî dinlerdeki Tanrı anlayışına sahip olmayan, bir Tanrı kavramına inanmayan veya ihtimal vermeyen bir insan, farklı dil ve kültürlerdeki farklı şekillerde birbirine benzeyen ve birbirini tasdik eder şekilde vahiy göstergeleri gördüğünde bunların hepsine “Demek ki birisinin uydurduğu mit başka kültürler tarafından taklit edilmiştir.” diyecektir. Tam da bu noktada baştaki aksiyomlarda neyin doğru kabul edildiği, neyin var neyin yok, neyin mümkün neyin imkansız kabul edildiği meselesinde var olan göstergenin/delilin nasıl takdir edildiği o insan için ulaşılacak sonuçları değiştirmeyecektir. Çünkü farklı kültürlerde görülen vahiy izleri birbirinden farklı ise “Her kültür farklı şeyler uydurmuş, bunlar birbirini desteklemiyor, birbiriyle çelişik.” diyebilecektir. Eğer vahiy izleri aynı veya benzerse, örneğin farklı kültürlerde bulunan Nuh (as) tufanı izlerine bakarak “Demek ki başlarda bir tufan olmuş sonra her kültür bunu kendi mitolojisine almış.” deme eğiliminde olacaktır.
Burada bir şeyi kabul etmeyi veya etmemeyi, inanmayı veya inanmamayı belirleyen şey; deliller veya izler hakkındaki o insanın zihninde var olan önceki kabullerdir, aksiyomlardır. Bu insan, kendisindeki ön kabullere veya aksiyomlara dayalı olarak mevcut verileri değerlendirmekte, yorumlamaktadır.
O hâlde insanın imani çerçevede bir şeyleri kabul edip etmemesi, desteklemesi veya reddetmesi süreçlerinde beşerî bir özellik olarak aksiyomlarına göre bir şeyleri tercih ettiğini gözden kaçırmamak gerekir.
Yine bu bağlamda, insanın karşısına çıkan bir bilginin birileri için imani bağlamda ikna edici bir delil olup olmayacağı soruluyorsa diyebiliriz ki; hayır büyük ihtimalle olmayacaktır! Çünkü “Bir Tanrı yoktur ve insanlara asla vahiy göndermemiştir!” diye inanan ve meselelere bu aksiyom çerçevesinde bakan bir insan çok zaman farklı kültürlerdeki dini motifleri farklı insanların uydurduklarını, birbirine benzeyen motiflerin de birbirinden kopya çekildiğini düşünecek ve öyle iddia edecektir.
Kesinlik Fikri
Pek çok insan inandığı şeyde kesinlik ister. Ayrıca bu kesinlik fikrine başka insanların da sahip olmasını arzu eder. Bu bağlamda pek çok insanın veya bir grubun kesin bir doğru olarak kabul ettiği meselelerde kesinlik arar. Ancak böyle bir durum sadece o anda bir politikayı/ideolojiyi/dünya görüşünü ilgilendirmeyen, anlaması çok zor olmayan maddi, kevnî veya fen bilimlerini ilgilendiren konularda yakalanabilecek bir meseledir. Diğer konularda böyle bir kesinliğin yakalanması pek mümkün değildir.
Bir insanın hayatında nasıl davranması gerektiğini ilgilendiren; oruç tutmalı mı tutmamalı mı, tesettüre girmeli mi girmemeli mi, evlenmeli mi evlenmemeli mi gibi konularda herkesin kabul edeceği, karşı çıkamayacağı kesinlikte son sözü söylemek çok zor olacaktır. Herkes meselenin kendine bakan yönüyle ilgilenecek, farklı bakış açıları farklı değişkenleri öne sürecek, işin içine değer yargıları ve dünya görüşleri girecek, herkes her konuda her datayı bir şekilde yorumlayacaktır.
Peki fen bilimlerinin sunduğu bilgiler kesin midir? Örneğin dünyada küresel ısınmanın olup olmadığı, küresel ısınma varsa buna insanların mı yoksa başka değişkenlerin mi neden olduğu, nükleer enerji insanlık için faydalı mıdır riskli midir, bir salgın var mıdır yok mudur gibi meselelerde de bazı bilim adamlarının birbirleriyle anlaşamadığını, ortak bir zeminde buluşamadığını, bu nedenle her iki tarafın da ortaya koyduğu delillerin insanları ikna edemediğini görürüz. Yine matematiğini anlamanın gerçekten çok zor olduğu relativite ve kuantum yahut karanlık madde gibi konular başta olmak üzere pek çok bilimsel konuda da bilim adamlarının farklı teoriler geliştirebildiğini, geliştirilen modellerin bilim camiasının tamamınca kabul edilmediğini görürüz. Bu konularda da kesinlik yahut objektif realite sosyal olarak kabul görmüş politika değişiklikleriyle ilgilidir. Örneğin salgında maske takıp takmama konusunda resmî otoritenin de kabul ettiği bir görüş hayata geçirilmiş ve çoğunluk tarafından objektif bir gerçeklik olarak anlaşılmıştır.
Demek ki fizik, kimya, biyoloji gibi bilimsel konular da dahil olmak üzere pek çok konuda kesin, objektif, net realiteler bazen kişilerin kendi aksiyomlarına, bazen politikalara, bazen insanların genel kabulüne göre değişebilmektedir.
Arkeoloji, Yorum ve Arkeolojik Yorum
Bilindiği gibi arkeoloji, eski kültürleri ve uygarlıkları, onlardan kalan maddi kalıntılar baz alınarak inceleyen, çeşitli kazı yöntemleriyle bu kalıntıları ortaya çıkaran, elde ettiği verileri yer ve zaman açısından tespit etmeye çalışan bir bilim dalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken bu kalıntıların birer kültürel varlık olması, yani insan elinden çıkmış olmalarıdır. Dolayısıyla o kalıntılar da insanların duygu ve düşüncelerinin ürünüdür. Arkeolojinin amacı da eski dönemlere bu kalıntılar üzerinden ışık tutarak tarihin canlandırılmasını, yani bizim tarafımızdan anlaşılmasını sağlamaya çalışmaktır.
Bu durumda arkeolojinin objektif, kesin bilgiler sunmaktan çok yoruma dayalı bir bilim dalı olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Çatalhöyük kazılarında da proje başkanı olan dünyaca ünlü arkeolog ve antropolog Ian Hodder’in deyimiyle; “Geçmiş, bize nesnel olarak verilmemiştir. Arkeoloji sadece gerçekleri tanımlamak ve hipotezleri onlara karşı sınamak değildir. O, karmaşık sosyal olguların içine saklanmış, yorumlayıcı bir teşebbüstür.”1 Arkeolog bilim adamlarına göre de zaten arkeolojik geçmiş pek çok belirsizlikle doludur. Bu belirsizlikleri aşmak için yapısalcı, postyapısalcı ve göstergebilimci arkeoloji teorilerinin yanında Marksist arkeoloji ve feminist arkeoloji gibi pek çok arkeoloji kuramı geliştirilmiştir. Bunların yanında bağlamsal arkeoloji ve postsüreçsel arkeoloji gibi görece daha yeni kuramlar da ortaya çıkmaktadır. Tabii ki bu durum arkeolojinin güvenilmez bir bilim dalı olduğunu göstermez. Arkeoloji bizlere pek çok objektif ve kesin veri de sunmuştur. Ancak bu verilerin kendi varlıkları başka, yorumlanmaları başka bir meseledir.
Arkeoloji biliminin doğuşuna ve gelişimine baktığımızda da pek çok farklı bakış açısının ve teorinin birbirine karıştığı görülür. Aslında arkeoloji var oluşunu Avrupa’nın geçmişi anlama ilgisine ve Kitab-ı Mukaddes arkeolojisi denilen bazı çalışmalara borçludur. Ancak yıllarca din olgusuna karşı mesafeli durmuştur, çünkü din soyut bir alandır ve arkeoloji ise maddi kültüre odaklanmaktadır. "Din üzerinden maddi kültür anlaşılamayacağı gibi maddi kültür üzerinden de dinin anlaşılması mümkün değildir." düşüncesi arkeolojide uzun süre varlığını korumuştur. Bu fikre göre bir arkeolog maddi kültür varlıkları (kalıntılar) üzerinden teknoloji, ekonomi veya sosyal organizasyonlar hakkında bilgi elde edebilir ancak kültür varlıkları din ve maneviyat alanında bizlere bir veri sağlamaz, objektif bir bilgi sunmaz. Din hakkında ancak tapınaklar, heykeller veya mezarlardan yola çıkılarak bazı yorumlar yapılabilir. 2. Dünya Savaşından sonra ise sosyal bilimlerde bir paradigma değişikliği yaşanmış, süreçsel arkeoloji akımıyla birlikte de dine ikincil önemde yer verilmeye başlanmıştır. Bu süreçte de arkeologların ilgisi ilk dönem insanlarının psikolojik ve zihinsel yapılarını yorumlamaktan ibaret olmuştur. Daha sonra postmodernist akımların etkisiyle postsüreçsel arkeoloji kuramı geliştirilmiş, bu alanda da din olgusu sadece ritüellere ve sembollere indirgenmiştir. Günümüze yaklaştıkça dinin insan davranışları üzerindeki etkisi kabul edilmeye başlanmış, arkeoloji ile din bilimleri arasında etkileşim kurulmaya çalışılmış, böylece disiplinler arası çalışmalar yoğunluk kazanmaya başlamıştır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Nasıl ki insan düşüncesi bir konuda sonuca ulaşırken başlangıçtaki aksiyomlarından, ön kabullerinden ciddi manada etkilenir, arkeolojik yorumlar da bağlı olduğu dünya görüşüne, yaklaşım biçimine son derece bağlıdır.
Örneğin Gordon Childe arkeolojiye Marksist bakış açısını uyarlamış ünlü bir arkeologdur. Bir Marksistin dünyaya bakış açısı ise diyalektik materyalizme, sınıf savaşlarına bağlıdır. Ona göre insanlık tarihi sınıfların birbirleriyle mücadelesinin, ekonomik varlıkları paylaşma savaşının tarihidir. Gordon Childe’e göre de insanlık tarihi üretim araçları veya ekonomik varlıklar üzerindeki sınıf kavgalarından ibarettir. Sümerlerle birlikte yazının da kullanılmasıyla din kavramı etkili olmaya başlamış, dinler insanlığın ilerlemesinin önünde bir engel oluşturmuş, iktidar sahiplerinin hegemonyasına hizmet etmiş, sınıflar arası çatışmada her zaman iktidar tarafından kullanılan bir silah olmuştur. Childe’e göre başkapitalist bizzat Tanrının kendisidir ve tapınaklar da sermayenin merkezi konumundadır.
Bu yorumlardaki sübjektifliği, bilimsel yönteme aykırılığı ortalama zekaya sahip her insan anlayacaktır. Zaten Childe’ın görüşleri Marksist arkeoloji tarafından bile sonradan daha rasyonel hâle getirilmeye çalışılmıştır.
Benzer şekilde ülkemizde de popüler ateizmin yükselmesiyle gündeme gelen Muazzez İlmiye Çığ’ın “Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni” çalışması meşhurdur. Yazarın bu konudaki temel aksiyomu, Sümer kültürünün sonraki dinler üzerinde etkili olduğudur. İfade edilmeyen, daha temeldeki ön kabul ise; “Kültürler arasındaki benzerlikler sonraki kültürün önceki kültürden etkilendiğini, sonrakinin öncekini taklit ettiğini gösterir.” şeklindedir. Halbuki arkeolojide böyle bir hipotez genel kabul görmüş değildir. Farklı arkeoloji kuramlarını karşılaştırmalı olarak okuyanlar bu durumu daha iyi anlayacaklardır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; arkeolojik veriler ile arkeolojik yorumlar birbirinden farklı meselelerdir. Yorumların tamamen verilere dayalı olduğu iddiası ise pek geçerli değildir. Çünkü her konuda yorum, veriden daha çok kişinin kendi aksiyomları ve ön kabulleriyle ilgilidir. Arkeolojik yorum da bir cins tâbi olunan arkeolojik kurama dayalıdır.
Bu durumda; “Nuh (as) tufanı önce Sümer mitolojisinde uydurulmuş, sonra diğer kültürler tarafından kopyalanıp taklit edilmiştir.” demek ile “Nuh (as) tufanı her kültürde kendine farklı şekillerde yer bulmuştur. Çünkü insanlığın ortak bir mirasıdır.” demek arasında her ikisinin de yorum olması açısından bir fark yoktur. Hangisinin tercih edileceği ise kişinin kendi aksiyomlarına, ön kabullerine bağlıdır. Matematiksel, objektif, tartışılmaz bir kesinlik insan zihni açısından pek mümkün değildir. Çünkü bu konuda insan düşüncesini belirleyen şey delilin veya verinin kendisi değil, önceki aksiyomlar ve ön kabullerdir.
Not: Bu yazı, "Kur'an'da Sümer Mitolojisi Etkileri Üzerine" başlıklı yazı dizisinin ilk yazısıdır. Serinin ikinci yazısı, inşallah yarın sitemizde yayımlanacaktır.
1 ) Ian Hodder, Scott Hutson, Geçmişi Okumak-Arkeolojiyi Yorumlamada Güncel Yaklaşımlar