14 dk.
24 Ekim 2022
Kur’an’ı Anlama Çalışmalarında Kişisel Görüşlerin Yeri-gorsel
Youtube Banner

Kur’an’ı Anlama Çalışmalarında Kişisel Görüşlerin Yeri

 

Soru: Bir hadiste “Kim Allah’ın kitabı hakkında şahsî reyi ile söz ederse, isabet etse bile hatadadır”1, bir başka hadiste; “Kim Kur’an hakkında, ilme dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın”2, son olarak; “Benim hakkımda tam bilmediğiniz dışında sözden kaçının. Kim bana bile bile yalan nispet ederse ateşteki yerini hazırlasın. Kim de Kur’an hakkında re’yi ile söz ederse ateşteki yerini hazırlasın”3 buyurulmaktadır. Rey kelimesi görüş, kanaat anlamına geldiğine göre Kur’an’dan kişisel görüş çıkarmak mümkün değil midir? Kur’an meali veya tefsir okurken aklımıza gelen açılımları, düşünceleri devam ettirmemeli miyiz? Bu hadisler bize Kur’an’dan kimse kişisel bir görüş çıkarmasın mı demektedir?
 

Cevap: “Kim Allah’ın kitabı hakkında şahsi reyi ile söz ederse isabet etse bile hatadadır.” hadisi sahih değildir. Bu hadisin rivayet zincirinde yer alan ravilerden Süheyl b. Ebi Hazm’ın rivayetleri delil olarak kullanılmaz. Buhari ve Ahmed b. Hanbel gibi alimler bu kişiyi zayıf saymışlardır.4

 

Diğer hadisler için ise öncelikle rey kavramını inceleyerek başlayalım:

 

Re’y kelimesi Türkçede kısaca “görüş” anlamına gelir. Düşünerek bir sonuca varmak, bir görüş sahibi olmak demektir. Her insanın dünyaya, olaylara, çevresinde olup bitenlere ve kendisine karşı bir görüşü, bir bakış açısı vardır. Bu yönüyle rey, “kişisel görüş” olarak da düşünülebilir. Ancak burada insanların kişisel görüşlerinin kendi bilgileri, kişisel ufukları, yetiştikleri kültürel çevre, yetiştirilme tarzları, mizaçları, duygusal ve zihinsel kalıpları ile sınırlı olduğunu da unutmamak gerekir.

 

Fıkıhçılar da bazen “kıyas” kavramını “rey” ile eş anlamlı olarak kullanmışlardır. İslam fıkıh tarihinde bu anlamıyla “ehl-i rey” ve “ehl-i hadis” ekolleri oluşmuştur. Ehl-i rey, hakkında ayet ve hadislerde açık bir hüküm bulunmayan bir konuda içtihat eden alimin belli metotlarla şahsî görüş ortaya koyabilmesini savunur. Bu ekol İslam tarihinde en sistematik haliyle İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve öğrencilerinin geleneğinde görülür. Ehl-i hadis ise aslında hadislere göre amel etmeye çalışan kişileri ifade eden bir terimdir. Bu ekolün farkı, hadisleri mümkün olduğunca yorumlamadan, metinde ne ifade ediliyorsa onu aynen alıp uygulamalarıdır. Zaman içinde bu iki ekol birbirleriyle ciddi münakaşalar içine girmiştir.

 

Rey kelimesi aslında Arapçada müspet bir anlama sahiptir. Hatta heva kelimesinin zıddı olarak kullanılır. Bu bağlamda rey, bir insanın doğruya ulaşma amacıyla düşünerek ve iyi niyetle ulaştığı bir görüşü ifade eder.5 Demek ki rey ile hevayı veya hevâî düşünceyi birbirinden ayıran şey amaç ve niyettir ki reyde amaç doğruya ulaşmaktır ve niyet ise halistir. Hevada ise insan kendi arzusunu ve süflî eğilimlerini haklı göstermek için düşünmektedir.

 

Sahabe döneminde reye başvurulduğu bilinmektedir. Hatta meşhur Muaz b. Cebel hadisi buna en iyi örnektir. Efendimiz (sav) Muaz b. Cebel’i (ra) Yemen’e vazifeli olarak gönderirken ona, insanlar arasında nasıl hükmedeceğini, yani karşısına bir anlaşmazlık çıktığı vakit neye göre karar vereceğini sorar. Hz. Muaz da; “Allah’ın kitabıyla” cevabını verir. “Allah’ın kitabında bulamazsan?” sorusuna karşılık, “Rasulullah’ın sünnetiyle” cevabını verir. “Rasulullah’ın sünnetinde de bulamazsan?” sorusuna karşılık da açık ve net biçimde; “Reyimle içtihat ederim” cevabını verir. Efendimiz de (sav) bu cevaptan hoşnut olur ve “Rasulullah’ın elçisini Rasulullah’ın hoşnut olacağı şeye muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.” şeklinde hamdini ve onayını dile getirir.6

 

Demek ki bir meselenin Kur’an ve sünnette yer almaması mümkündür. Bu durumda Kur’an ve sünnetin ruhuna açıkça aykırı olmayacak şekilde kişisel görüş ileri sürmek ve iyi niyetle bir sonuca varmak Allah ve Rasulünün (sav) rızasına da uygun bir davranıştır.

 

Ancak zamanla rey kavramı ayet ve hadislere aykırı görülen, hatta bid’at olarak düşünülen her türlü düşünce için kullanılır olmuştur.

 

Dolayısıyla bugün “rey” veya “kişisel görüş” gibi kavramları Allah Rasulü (sav) ve sahabe efendilerimizin anladığı manada anlamıyor olabileceğimiz gibi bu kavramı o zamanki manasıyla kullanmıyor da olabiliriz. Meselenin bu boyutuna özellikle dikkat etmek gerekir.

Diğer yandan ehl-i rey ve ehl-i hadis arasındaki tartışmaları bugüne taşımanın çok anlamlı olmayacağını da söylemek lazım. Ancak “gelenek” kavramının yüzyıllardan süzülerek bugünlere kadar gelen olguları ifade ettiği de bir gerçek. O hâlde bugün için çok anlam taşımayan tartışmaları bir kenara bırakarak meselenin bugün ne ifade ettiği üzerinde durmak daha faydalı olacaktır.

 

Konuyu birkaç noktada ele alarak derinleştirebiliriz:

 

Birinci Nokta: Dün olduğu gibi bugün de biliyoruz ki her insan dünyaya farklı pencerelerden bakar. “Kişisel görüş” kavramı parmak izi gibidir, her insanda kendine özgüdür. Ortaya çıkan görüşler genellikle birbirine benzese, hatta sonuca ulaştıran akıl yürütme tarzları da benzer olsa da her insanın görüşlerini ve akıl yürütme tarzlarını etkileyen biyolojik, psikolojik ve sosyolojik süreçler ile bu süreçlerin etkileri farklılık gösterir. Aynı anne babadan doğan, benzer şartlarda büyüyen kardeşler için de tek yumurta ikizleri için de, hatta yapışık ikizler için de durum böyledir.

 

Bu bağlamda her insanın Kur’an’dan anlayacağı şeyler farklı olabileceği gibi; Kur’an’ı okuyan, anlamaya çalışan, onunla ilgilenen, ona vakit ayıran insanların da Kur’an okurken veya dinlerken hissettikleri farklı derinliklerde olacaktır. Bir deniz ne kadar derin ve büyük olursa olsun herkes ondan kovasının büyüklüğü ve derinliği kadar faydalanabilecektir.

 

Bunlar, “rey” kavramını belirleyen kesin değişkenler olmasa da ortada bir “kişiye bağlılık” veya “sübjektiflik” olduğu açıktır.

 

İkinci Nokta: Heva ve heves kavramlarının da daha derin analiz edilmesi gerekiyor. Çünkü insan her zaman ve her konuda olduğu gibi Kur’an okurken de heva ve hevesiyle davranabilir. Ayetlerden yola çıkarak ulaşacağı anlamları elde ederken dikkatsiz veya sabırsız davranmış olabilir. İnsanların niyetleri, hedefleri, arzuları, dünyayı ve olayları değerlendirme tarzları ve alışkanlıkları her zaman Kur’an ve sahih sünnetin rehberliğinde oluşmuş değildir. Hatta günümüz itibariyle çoğu zaman böyle değildir.

 

Kur’an’a yönelecek her insan öncelikle kendine ait bir gerçekliğin farkında olmalıdır. Çoğumuzun duygu ve düşünce dünyası, davranış tarzları, alışkanlıkları Kur’an ve sünnetin rehberliğinde inşa edilmemiş olabilir. Dolayısıyla bir insan böyle bir durumda ayetlere muhatap olduğunda manalara daha dar bir açıdan ve daha maksatlı yaklaşabilir, böyle bir yorumlama eğilimine girebilir.

 

Burada bir insan doğru davranmak, doğru düşünmek ve doğru hissetmek istiyorsa öncelikle kendisini kendi içinde ikiye bölmek ve bir tarafıyla diğer tarafını kontrol etmek zorundadır.

 

Kendini ikiye bölmek ve kontrol altında tutmak bir yönüyle kolaydır ve her durumda olması gereken bir şeydir. Örneğin bir şeye veya bir insana öfkelenince bir tarafınızla ona bağırıp çağırmak, hakaret etmek, öfkenizi şiddetli bir şekilde göstermek istersiniz. Diğer tarafınızla da böyle davranmakla şeytanı sevindirmiş olacağınızı, karşı tarafın kalbini kıracağınızı ve boşuna günaha gireceğinizi düşünürsünüz. Bu durum diyet, gıybet, harama bakma gibi farklı konularda da böyledir. Bu sakin ve sağduyulu tarafınızla diğer tarafınızı kontrol edebilirseniz doğru davranmış olacaksınızdır.

 

Bunu başarmak bir yönüyle de zordur. Özellikle düşüncelere dair meselelerde daha zordur. Bu yönüyle duygu kontrolünden daha zor olan bir düşünce kontrolü söz konusudur. Bu noktada bir insan Kur’an okurken aynen duygu kontrolünde olduğu gibi aklına gelen manaları da kontrol etmeli, kendini aklına ilk gelen düşünceye salmamalı, kendisini o düşüncelere sevk eden içsel ve dışsal faktörleri görebilmelidir.

 

Kendini belirli düşünce kalıplarına teslim ederek o kalıpların düşünce akışı içine salmak Kur’an metninin yorumlanmasını az veya çok çarpıtır. Bunu muteber bazı tefsirlerde bile görebiliriz. Yüzyıllar önce mutezile ve ehl-i sünnet arasındaki tartışmaların en popüler olduğu dönemlerde yazılan güzel bir tefsirin önemli bir kısmı mutezile ve ehl-i sünnet tartışmalarına ayrılmıştır. Kur’an’ın asıl güzellikleri, asıl üzerinde durulması gereken yerleri bu nedenle bir parça ihmal edilmiştir. Yani “Ben Mutezileye cevap vereceğim.” meyli dahi Kur’an metninden daha iyi istifade etmeye ve insanlara da bu hakikatleri aktarmaya engel olabilmektedir. Bu durum kendi dönemi açısından mazur ve makul görünebilir. O dönemdeki itikadî problemlerin çözümü adına önemli bir hizmet görmüş de olabilir. Fakat yine de bu durum Kur’an’ın asıl manaları üzerinde daha fazla yoğunlaşamama sonucunu değiştirmiyor.

 

Böylesi eğilimler ve kişisel yatkınlıklar nedeniyle bir alim sadece insanlara Kur’an’ı sevdirme amacına odaklanmış olabilir ve bu odaklanma onu ayet ve hadisleri sadece bu yönleriyle yorumlamaya iter. Bir başkası ülkesinin işgal altında olduğu bir dönemde sadece cihad ayetlerini öne çıkarabilir ve Kur’an’ın sadece bu yönüne odaklanabilir. Bir diğer alim insanların teker teker manevi terakkilerine, ruhani olarak kendilerini geliştirmelerine yönelmiştir ve ayetleri sadece veya daha çok bu yönleriyle açıklamaktadır. Bu türden eğilimler o alimlerin yazdıkları tefsirleri okuyarak Kur’an’ı sadece bir kelam kitabı veya sadece bir cihad yahut manevi kişisel gelişim kitabı gibi okuyabilir.

 

Bunların hepsinin masum ve geçerli nedenleri olabilir. O ayrı bir meseledir. Ama adına indirgemek mi dersiniz sabit bakış açısı mı dersiniz ne derseniz deyiniz bu eğilimlerin ve bu cins tefsir veya tevillerin ayetlerin anlam tabakalarından sadece birini öne çıkarıp diğerlerini göz ardı etmesi gibi bir sorunları vardır. Çünkü her tefsir veya yorum “Allah-u Teala’nın bu ayetten muradı budur.” iddiası taşır.

 

Bu eğilimlerin hepsi kişisel görüş veya rey kavramına dahil edilebilir. Sonuçta kişisel görüşleri oluşturan şeyler de insanların kişisel özellikleridir.

 

Üçüncü Nokta: Nazar ve niyet meselesiyle ilgilidir. İnsan düşünürken, okurken, dinlerken belirli bir nazar ve niyetle düşünür, okur ve dinler. Çoğu zaman özel bir niyet zararsız görünse de bize ait olmayan bir metin yorumladığımız için ayetlerin doğru anlaşılmasını engelleyebilir. Bu nedenle insan ayetlere ve anlamlarına ayna olmalı, gölge olmamalıdır. Şeffaf cam gibi olmalı, buzlu cam gibi olmamalıdır.

 

Biraz dikkatle bu durum fark edilebilir. Örneğin bir insan “Şu an öfkeliyim, ne söylersem problemli olacak.” diyebiliyorsa kendini o an ve o mesele için kontrol edebilir. Bu hassasiyeti alimlerde çokça görmek mümkündür. Özellikle de söylediklerine ve yazdıklarına önem verilen insanlarda bu eğilimi görebiliriz. Bunun gibi, Kur’an okuyan ve onu anlamak isteyen insanlar da kendilerini bu yönleriyle kontrol edebilmelidir. Mesela “Bu aralar feminist materyalleri çokça okuyorum ve kendimi o argümanlara kaptırmış olabilirim.” veya “Son zamanlarda sosyalist fikirleri çokça okuyorum ve kendimi o düşüncelere salmış olabilirim.” denilebilmelidir. Böylece kadınlarla, erkeklerle, zengin ve fakirlerle ilgili ayetleri olduğundan farklı görebilme ve anlama ihtimali her zaman zihnimizin bir köşesinde duracaktır.

 

Yine bir insan “Ben Müslümanım ve bu mana bana doğru geliyor. Ancak ben kendi ülkemde belirli bir kültür çevresinde yetişmiş birisi olduğum için farklı kılık kıyafet ve konuşma tarzlarını bile tuhaf karşılayabilen birisiyim. Dolayısıyla bu yönüme dokunacak bir ayeti veya konuyu bu hâlimle yorumlarsam yanlış yapmış olabilirim, bu da Kur’an’ın güzelliğini daraltır.” diye düşünebilmelidir.

 

Hatta insanların Kur’an’ı ve Efendimiz’i (sav) sevip benimsemelerini dünyadaki her şeyden daha çok isteyen bir insan sırf bu niyet ve amaçla yani sadece sevdirmek ve benimsetmek amacıyla Kur’an ve hadis anlatırken o manaların içini bir nebze boşaltabilir. Çünkü karşı tarafın yanlış anlayışlarını düzeltmekten çok onun katı tutumunu yumuşatma amacı daha ön plandadır.

 

Bazı ilaçların insanın tat alma duyusunu zedelemesi nedeniyle normalde tadını alabildiğimiz yiyeceklerin o ilaçları kullandıktan sonra tadını alamayışımız gibi; fıtratı, eğilimleri, arzuları ve niyetleri bozulmuş insanlara karşı böyle bir yaklaşım daha da riskli olacaktır. Hakikatleri bazen eğip bükme bazen bir takım manaları saklama veya erteleme gibi durumlar da söz konusu olabilecektir.

 

Kişisel görüş veya rey meselesi de insanın fikrini bu şekilde etkileyecek unsurların sisteme girmesi şeklinde anlaşılabilir. Ancak hakikati bulma çabası farklı bir şeydir.

 

Örneğin gerçek bir ilim talebesi, yani hakikaten ve samimi bir şekilde bir şeyler öğrenmeye çalışan birisi farklı fikirleri konuşurken haksız çıkması hâlinde bundan hoşlanır. Haksız çıkmasına daha çok sevinir. Çünkü haklı çıkarsa ilmi artmış olmaz, bildiği şeyi tekrarlamış olur. Karşı taraf susar ancak kendi savunduğu fikri benimseyip benimsemediği belli değildir. Haksız çıkarsa bir şeyi yanlış bildiğini veya yanlış anladığını öğrenmiş olacaktır ve bu şekilde ilmine yeni bir şey katacaktır. İşte böyle bir insanın kişisel görüşü veya reyi kıymetlidir denilebilir.

 

Ancak bir insanın kendi görüşünü, mezhebini, grubunu haklı çıkarma gibi bir niyeti ve garazı var ise o insan ayetleri de hadisleri de kendisinin, mezhebinin veya grubunun yerleşik görüşü istikametinde yorumlamaya eğilimli olacaktır.

 

Örneğin bundan 1-2 yüzyıl kadar önce Pakistan medreselerinde Buhari okuyan bir Hanefi, kendilerine Hanefi fetvaları ile Buhari hadislerinin çeliştiği noktalarda Buhari’nin neden yanlış olduğunu açıklamak görevi verildiğini söyler. Dikkat edilirse burada Buhari’nin hadisleri ile Hanefi fetvaları arasında gerçekten bir çelişki olup olmadığının araştırılması yoktur. Buhari’de geçen hadisler ile Hanefi mezhebinin bazı fetvalarının çelişik olduğu ve bu konuda İmam Buhari’nin bazı zayıf veya uydurma hadisleri eserine aldığı ön kabulü vardır ve verilen görev bu ön kabulün delillerle kanıtlanmasıdır. Böyle bir durumda bu insanın rey ile, kişisel görüşlerle açıklamalar yapmak dışında bir çaresi yoktur. Çünkü cevap baştan bellidir ve kendisini Hanefi mezhebinin her fetvasının mutlak doğru olduğunu savunmakla görevli bilmektedir.

 

Aynen bunun gibi bir Müslüman feminist veya sosyalist düşüncelerin her versiyonunun mutlak doğru olduğu gibi bir ön kabulle meselelere yaklaşıyorsa ayet ve hadisleri de o istikamette yorumlayacaktır. Kendi doğrularıyla çelişen ayet ve hadisleri de ya farklı yorumlayacak veya hadisleri uydurma olarak kabul edecektir. Ataerkil kültürde büyüyen ve ayetlerle hadisleri o eksende yorumlayanlar için de, kapitalizmi insanlık tarihinin ulaştığı en üstün sosyoekonomik sistem olarak görenler için de aynı durum geçerlidir.

 

Bu noktada bir insanın öncelikle kendi duygusal ve zihinsel dünyasının nelerle dolu olduğunu tespit etmesi, en azından bu yönüyle kendini tanıması ve ayetlerle hadisleri yorumlarken bunu dikkate alarak bu işi yapması zor olsa da çok gereklidir.

 

Sonuç olarak bir insanın Kur’an okurken ayetlerin anlamlarıyla ilgili kendi zihinsel yeteneklerini kullanması, kişisel görüş ve düşüncelerini de devreye sokması mutlak olarak yanlış bir tutum değildir. Nitekim Efendimiz (sav) hayattayken sahabe efendilerimizin, sonrasında tabiin neslinin de kendi zihinsel yeteneklerini Kur’an ve sünneti anlamaya çalışırken sonuna kadar kullanmaya çalıştıkları bilinmektedir. O halde hadislerde yasaklanan rey veya kişisel çıkarımlar, duygu ve düşünce dünyalarını mutlak doğru kabul edip ayet ve hadisleri o doğru bilinen, doğru zannedilen yanlışlara uyarlamaya çalışanlarla ilgilidir. Buna da literatürde “heva” veya heves adı verilmiştir.

 

Dolayısıyla, hakikati bildiği halde veya hakikatin kendi bildiğinden farklı olabileceğini hiç düşünmeden sadece kendi nefsini, hevasını, arzusunu, meşrebini, mezhebini, grubunu haklı çıkarmak için ayet ve hadisleri çarpıtarak anlayan ve anlatanlar hadiste tehdit edilen bir davranış üzerindedirler. Ancak ayet ve hadisleri gerçekten anlamak isteyen, bunun için samimi ve kendi durumunun da farkında olarak meselelere yaklaşan, zihinsel yeteneklerini bu amaçla kontrollü bir şekilde kullanarak ayet ve hadisler hakkında kendince de olsa yeni manalara ulaşan veya ulaşmaya çalışan iyi niyetli insanların hadisteki tehdidin kapsamına girdikleri söylenemez.

 


 

1 ) Ebu Davud, İlim, 5; Tirmizi, Tefsir, 1 (2953)

2 ) Tirmizi, Tefsir, 1 (2951)

3 ) Tirmizi, Tefsir, 1 (2952)

4 ) Camiu’l-Usul, c. 2, s. 454

5 ) DİA, Cilt 10, s. 520-524, Ehle-i Rey maddesi

6 ) Tirmizi, Ahkam 3; Ebu Davud, Akdiyye 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230