12 dk.
24 Haziran 2023
Kur'an ve Hüzün | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Kur'an ve Hüzün | Tek Parça

Soru: Kur’an’ın hüzünle nazil olması ne demektir? “Kur’an okurken ağlayın, ağlayamıyorsanız kendinizi ağlamaya zorlayın.” emrini nasıl anlamalıyız?

 

Cevap: Öncelikle “Kur’an hüzünle nazil olmuştur. Bundan dolayı Kur’an okurken ağlayın. Ağlayamıyorsanız ağlar gibi okuyun.”1 hadisinin zayıf olduğunu, sahih olmadığını belirtmek gerekir.2

 

Hadisin metin tenkidiyle ilgili olarak da şunlar söylenebilir:

 

Efendimiz’in (sas) İslam’ı anlatış tarzı ile “Kendinizi ağlamaya zorlayın.” veya “Ağlar gibi okuyun.” ibareleri birbirine uymamaktadır. Çünkü Efendimiz’in (sas) hüzün, neşe, korku gibi herhangi bir duygunun mücerret olarak yaşanması şeklinde bir emri yoktur. Yaşanamayan herhangi bir duygunun kişinin zorlamasıyla yaşanmaya çalışılması şeklinde bir emri de hiç yoktur.

 

Herhangi bir duyguya yüklenen derin anlamlar veya bir duygunun derin bir şekilde yaşanmasının teşvik edilmesi, daha çok Hicretin 2. asrı ve sonrasındaki zahidlerin sözlerinde rastlanan bir durumdur. Örneğin Hasan Basri (ra) Hazretlerine atfedilen; “Mümin hüzünlü sabahlar, hüzünlü akşamlar. Yatarken de (bu hüzünden dolayı) dönüp durur. Ona bir oğlağa yetecek kadar azık yeter.”3 sözü veya Malik bin Dinar’ın (ra) “İçinde sakinleri olmayan bir ev nasıl harabeye dönerse içinde hüzün olmayan kalp de öyle harabeye döner.”4 sözü örnek verilebilir.

 

Diğer yandan Kur’an’ı ciddiye alarak okurken, onun iklimine girerken, ayetlerin manalarıyla karşılaşırken, metne anlam vermeye çalışırken veya kendimizi ayetlerle anlamaya gayret ederken doğru bir modda bulunmak önemlidir. Çünkü Allah Teala’nın ayetlerini okurken, kendi mizacımızdan kaynaklanan şuur dışı (mekanik) eğilimler veya okuduğumuz gündeki değişken, farklı etkilerle iniş çıkış yaşayan duygularımız ve biyolojik durumumuz ayetlerin anlaşılmasında veya tesirinde etkili faktörlerdir. Bu da Kur’an’dan doğru bir şekilde istifade edebilmenin önünde engeller oluşturmaktadır.

 

Evet, Kur’an vahiydir. Fakat insanların imtihanı öyle belalı bir imtihandır ki insan vahyi yanlış anlayarak da sapıtabilmektedir.

 

Örneğin;
 

Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!”5 ayeti Allah hakkında da aldanabileceğimizi, yanlış düşüncelere kapılabileceğimizi göstermektedir.
 

Yine “Kur'an okuyacağın zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!”6 ayeti de Kur’an okuma esnasında şeytanın insanla uğraşabileceğini, bu nedenle Kur’an okurken şeytanın insan zihnine müdahalesinden ciddi şekilde Allah’a sığınmak gerektiğini göstermektedir.
 

Ayrıca; “(Onlara) Sizin şu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse sadece bana karşı gelmekten sakının! (denildi.) Ancak (peygamberleri takip ettikleri iddiasında olan) bu ümmetler gruplara ayrılıp bölük pörçük oldular. Her grup kendine ait görüşten dolayı memnundur (herkes kendi görüşünü beğenmektedir).”7 ayeti de her ne kadar birinci derecede geçmiş ümmetler hakkında olsa da İslam ümmetinin de bu akıbete uğramayacağına dair bir garanti verilmemiştir. Dolayısıyla ayetin İslam ümmetine de bir uyarı niteliği taşıdığı açıktır.

 

Sonuçta insanın zihinsel ve duygusal dünyasında, herkesin kendine ait psikolojik evreninde Kur’an’ı anlamaya mani olabilecek hâller vardır ve bunlar Kur’an okurken de aktiftir. Dolayısıyla insan Kur’an okumaya başlayacağında zihnini ve duygusal durumunu gözden geçirmeli, şeytanın müdahalelerine karşı Allah’a sığınmalı, kendisini toparlayıp uygun bir moda bürünmelidir.

 

Bu mod da aslında Kur’an’da “haşyet” kelimesiyle ifade edilir. Haşyet, saygı eksenli korkudur.

 

Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden haşyet duyanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.”8 ayeti bu gerçeği ifade etmektedir.

 

Diğer yandan haşyet, yine korku anlamına gelen havf kelimesinden farklıdır. Havf, mücerret korku anlamına gelir. İnsan, havf kelimesinin ifade ettiği korku duygusunu beslediği kişiden veya nesneden uzak durmaya çalışır. Ancak haşyet kelimesinin ifade ettiği saygı eksenli korku duygusunu beslediği kişi veya nesneden uzak durmaya çalışmaz, bilakis onu kaybetmekten korkar.

 

İnsanın laubali olmaması, şımarıklığa ve gevşekliğe düşmemesi ve ucba girecek kadar kendine güvenmemesi de Kur’an’dan faydalanmasını kolaylaştıracak veya mümkün kılacak, Kur’an ile sapıtmasına mâni olacak etmenlerdir.

 

Kavramların Tarihi ve Tahlili

 

Tarih, pek çok insanı ve kurumu değiştirdiği gibi dilleri ve kavramları da değiştirebilmektedir. Bu yönüyle ayet ve hadislerde geçen “hüzün” ve “haşyet” gibi kavramların hem bağlamları hem de genel çağrışımları zaman içerisinde bazı değişikliklere uğrayabilmektedir.

 

Diğer yandan bağlamlar, yani kavramların kullanıldığı genel çerçeve, zemin veya konsept, kavramların her zaman tek ve mutlaklaştırılmış bir anlamda kullanılıp anlaşılmasını engelleyen bir husustur.

 

Örneğin “Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) haşyet duyar-korkar. Şüphesiz Allah, daima Azizdir, Ğafurdur.”9 kendisine saygı duyulan Zat hakkındaki bilginin sonucu olarak ortaya çıkan bir duygudur. “Ben Allah hakkında sizden daha çok bilgiye sahibim ve benim haşyetim sizinkinden fazladır.”10 hadisi de buna işaret etmektedir.

 

Daha sonraki dönemlerde, özellikle tasavvuf tarihindeki kavramsallaştırmalarda haşyet kelimesi havf, heybet ve rehbet kavramlarıyla da ilişkili bir şekilde ele alınmıştır. Örneğin bazı mutasavvıflar havf ile imanı ve bütün müminleri, haşyet ile ilmi ve müminler arasından alimleri, heybet ile de marifeti ve alimler arasında arif olanları ilişkilendirmiştir. Buna göre bütün müminler Allah’tan korkar yani Allah’a karşı bir havf duyarlar. Ancak müminler içinde sadece alimler Allah’a karşı haşyet duygusu beslerler. Halbuki Ra’d suresi 19 ve devamındaki ayetler haşyetin sadece alimlere mahsus olup diğer müminleri ilgilendirmeyen bir his olduğu anlayışını mutlak doğru olarak kabul etmemize engel olmaktadır. Bu ayetlerde mealen; “Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkâr eden) kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar. Onlar, Allah'ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır. Onlar Allah'ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözeten, Rablerine karşı haşyet duyan ve kötü hesaptan (hesabın kötü gitmesinden) korkan kimselerdir.”11 buyrulmaktadır ki haşyet duygusu Allah Teala’ya, havf kavramı ise hesabın kötü gitmesine hasredilmiştir.

 

Sonuç olarak anlaşılmaktadır ki haşyet, huşu veya hüzün gibi kelimelerin Kur’an ve hadislerdeki kullanımı ile sonraki dönemlerdeki literal kullanımları arasında farklar oluşabilmektedir. Bu yönüyle de bir kavramın ayet ve hadislerdeki anlamını sonraki dönemlerde oluşan kavram haritaları içinde anlamaya çalışmak çeşitli problemleri doğurabilmektedir.

 

Diğer yandan zaman içinde haşyet kavramı yerine aynı veya benzer fonksiyonu eda edecek şekilde hüzün kavramının kullanıldığı, bunun da yerleşik bir hâl almaya başladığı söylenebilir. Bunu bir sonraki alt başlıkta ele alacağız ancak şimdilik şu kadarını söyleyelim ki: İnsanların zamanla “korku” kelimesi ile aralarının açılması gibi bir durum söz konusu olabilir. Bugünlerde de bu anlayışın bir uzantısı olarak “Allah’tan korkutmamak lazım, Allah’ı sevdirmek lazım.” gibi sözlere rastlanabilmektedir. Bu anlayışın bir türevi olarak da “Cennet sevdasıyla veya cehennem korkusuyla değil sırf Allah rızası için ibadet etmeli.” şeklinde söylemlere de rastlanabilmektedir. Halbuki insan davranışlarının altındaki en önemli faktör ödül ve ceza kavramlarıdır. En büyük ödül olarak Allah’ın rızası kavramının kullanılması doğru olabilir ancak cennet arzusu veya cehennem korkusunun yanlış motivasyonlar olacağı şeklindeki bir anlayış Kur’an’a da hadislere de aykırıdır.

 

Ancak zamanla insanların “korku” kavramına uzak durması ve belki de senedi tartışmalı bir hadiste geçtiği üzere “İnsanlar arasından ilk kaldırılacak olan ilim huşudur.”12 kavlince de kitlelerin haşyetten uzak düşmeye başlaması sonucu sofiler ve zahidler hüzün kavramını daha işlevsel bulmuş olabilirler.

Hüznün Yanlış Kullanılan Negatif Bir Yönü

 

Hüzün hâlinin Kur’an’ın asıl istediği birinci hâl olmadığı söylenebilir. Hatta insanların hüzün zannettiği hâlin kendine acımaya ve kendine acıma hissinden doğan bir çeşit şımarıklığa dönüşmesi de mümkündür. Yani insanların “Ben bu konuda çok sıkıntı çektim, elem ve hüzne gark oldum, o halde bu vazifeleri yapmasam da olur.” düşüncesine kapılması da, yaşadığı hüzünler sebebiyle ahirette kendisine özel muamele yapılacağını zannetmesi de mümkündür.

 

Dolayısıyla insan becerebildiği kadarıyla Allah Teala’dan korkmayı denemeli, haşyet duygusuna niyet etmelidir. Çünkü bugünkü anlaşıldığı manada hüzün kavramının ve üzüntü hislerinin insanı aldatması mümkündür.

 

Diğer yandan Kur’an ayetlerini okuyup anlamaya çalışırken insandaki umursamazlığı, ucbu, dinin sahibi olarak kendini farz etmesi gibi hisleri, laubaliliği, şımarıklığı ve benzeri halleri aşma adına hüzün de gayet faydalı bir histir. İnsanı ciddiyetsizlik veya umursamazlık gibi hâllerden koruyabilme potansiyeline sahiptir. Bu manasıyla Kur’an okurken hüzünlenmenin veya hüzünlenmeye çalışmanın faydalı yönleri de vardır.

 

Kendini Bir Duyguya Zorlama

 

Psikolojik modlar veya duygu durumları da dahil bazı konularda insanın alıştırmalar yapması faydalıdır. Örneğin genç ve neşeli karakterde birisi dünyada pek çok şeye karşı önemli bir aldırmazlık hissine sahip olabilir. Böyle bir insan için pek çok mesele rahatlıkla espri ve eğlence konusu haline dönüşebilecektir. Bu durum insanlarda zamanla yerleşik bir mod hâline de gelebilir. Böyle insanların Kur’an, hadis veya o iklimdeki eserleri okuma veya dinleme esnasında kendilerine bir çeki düzen vermeleri gerekecektir. Örneğin dünyevi muhabbetlerin ve esprilerin havada uçuştuğu bir eğlenceli ortamda bir nedenle ayet veya hadis okunsa, Efendimiz’in (sas) ismi zikredilse insanlarda bir toparlanma, yayılarak oturma pozisyonundan daha dik oturma pozisyonuna geçme gibi durumlar gözlenebilir. Aslında insan yatarken de uzanırken de otururken de Allah’ı zikredebilir, dini meselelerden bahsedebilir. Bunda bir mahsur olmadığı bilinmektedir.

 

Ancak laubali bir ruh hâli içindeyken dini meseleleri konuşma, ayet ve hadisleri yorumlama durumunda o ulvi meseleleri harcama, onlara edepsizlik etme riski de büyüktür. Bu nedenle ulvi ve ciddi meseleleri ciddi bir ruh hâletiyle ele almak daha iyidir. Bu nedenle insan, Kur’an veya hadis okuyacağında en azından şöyle bir toparlanmalıdır. Aynı toparlanma zihinsel ve duygusal olarak da mümkündür. Zaten kendine dış dünyada çeki düzen verip ciddiyet moduna geçmeye çalışan bir insanın duygu ve düşünceleri de toparlanacaktır. Bu bağlamda insanın kendini hüzün moduna ayarlamaya çalışmasında bir zarar yoktur hatta bu faydalı bir durumdur denilebilir. Çünkü Kur’an’da okunup anlaşılınca ve derinden hissedilince insanı ağlatacak potansiyelde pek çok ayet vardır. Bu yönüyle hüzün duygusu da Kur’an’ın okunup anlaşılmasında önemli bir yere sahiptir. Ancak haşyet, hüzünden daha esaslı bir kavramdır ve meselenin esası hüzünden ziyade haşyettir denilebilir. Haşyet ve hüznün eş anlamlı kullanılması veya ikisinin birbirinden ayrılmaz bir hakikat olması ise meselenin detayına ait bir konu olacaktır.

 

“Ağlamaya zorlama” veya “Ağlar gibi olma” durumları ise bir yönüyle riyadır, bir yönüyle ise faydalı bir alıştırmadır denilebilir. Çünkü başka insanların kendisini ağlamaklı olarak bilmelerini ve öyle görmelerini istemek riyadır. Bu, açıkça zararlıdır, olumsuzdur. Ancak kendi kalp katılığının farkında olmak ve bunu aşmak için başka egzersizler yanında ağlamaya çalışmak gibi uygulamaları da denemenin (riyaya düşmeksizin) zararlı olacağı söylenemez. Bunun kendini ağlamaya açık hâle getirme yolunda da faydalı olacağı söylenebilir.

 

İki Kardeş: Haşyet ve Hüzün

 

Diğer yandan bazı ayet ve hadislerde “hüzün” kelimesi ile “haşyet” kelimesi arasında fonksiyonel bir benzerlik olduğu söylenebilir.

 

Örneğin; “Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. (Kur'an okumak) onların haşyetini artırır.”(13) ayetinde haşyet duygusu ve ağlamak arasında bir ilişki kurulmuştur.

 

Yine Efendimiz’in (sas) İbn-i Mesud’a (ra) Kur’an okutması ve dinlerken “Her ümmete bir şahit, seni de ey Muhammed, bunlara bir şahit olarak getirdiğimiz vakit durumları nice olacak?”(14) ayetine gelince okumayı durdurması, İbn-i Mesud’un da bakınca Efendimiz’in (sas) ağladığını görmesi(15) hadisinde ise haşyet veya hüzün kavramları kullanılmamaktadır.

 

Konuyla ilgisi olmayan farklı hadislerde ise hüzün kavramı istenmeyen bir durum karşısında bir psikolojik refleks gibi ele alınmıştır. Örneğin ölüm gibi hadiseler karşısında hüzünlenmenin doğal olduğu,(16) insanları hüzne sevk eden sıkıntıların günahlara kefaret olacağı,(17) Allah Teala’nın musibetler nedeniyle ağlayan gözleri ve hüzünlenen kalpleri azaba uğratmayacağı(18) belirtilmiştir.

 

Sonraki dönemlerde İslami ilimlerin kavramsal çerçevesinin belirlenmesiyle birlikte hüzün ve haşyet (veya korku) kavramları bir arada kullanılmış, ikisi arasında fonksiyonel bir benzerlik kurulmuştur. Örneğin İbn Hacer (rh.a), Efendimiz’in (sas) ağladığı İbn Mesud (ra) hadisinin yorumunda; “İnsan, ayetlerde zikredilen ilâhî cezayı ve cehennemi düşünerek kalbi korku ve hüzünle dolar. Sonra kusurlarına bakar ve göz yaşı döker. Buna rağmen ağlayamazsa, ağlayamadığına ağlasın!.. Çünkü buna rağmen ağlayamamak, en büyük belâlardan biridir.”(19) diyerek hüzün ve korkuyu eşanlamlı olarak kullanır. Bu örneğe başkaca pek çok alim ve mutasavvıfın eserlerinde rastlamak da mümkündür.

 

Allah Teala’dan Kur’an okurken de zikrederken de hayatımızı yaşarken de haşyet ve hüzün duygularına bizleri kapatmamasını diler ve dileniriz.

 


 

1 ) İbn Mace, İkametussalat, 176

2 ) Beyhaki, Şuabul-İman, c. 3, s. 75

3 ) Beyhaki, a.g.e., c. 1, s. 239

4 ) Beyhaki, a.g.e., c. 2, s. 600

5 ) Fâtır, 5

6 ) Nahl, 98

7 ) Mü’minun, 52-53

8 ) Zümer, 23

9 ) Fatır, 28

10 ) Buhari, Edeb, 72; Müslim, Fezail, 127

11 ) Ra’d, 19-20-21

12 ) Tirmizi, İlim, 5
13 ) Meryem, 58

14 ) Nisa, 41

15 ) Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 32; Müslim, Müsafirin, 247

16 ) Buhari, Cenaiz, 44

17 ) Müsned, VI, 157

18 ) Buhari, Cenaiz, 45; Müslim, Cenaiz, 12

19 ) Camiul-Usul, c. 3, s. 640-641