8 dk.
05 Mayıs 2025
Kur'an-i Kerim'i Daha Yakından Tanıyalım | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Kur'an-i Kerim'i Daha Yakından Tanıyalım | 1. Kısım

Evlerimizin en güzel köşesinde özel olarak yer verdiğimiz, cep telefonlarımızda en gösterişli uygulamalarını kullandığımız, Ramazan’dan Ramazan’a belki düzenli okumayı aklımıza getirdiğimiz Yüce Kitabımız Kur’ân bugün ele alacağımız konu. Bu yazıdaki amacımız Kur’ân’ı hem kavramsal hem de ruhî boyutlarıyla daha yakından tanımamız. İnşallah bu tanıma hepimiz için bismillah diyebileceğimiz bir ilk adım olur; ardından atacağımız her adım Allah Tealâ’nın izniyle tempolu bir yürüyüşe, hatta gayretli ve semereli bir koşuya dönüşür.

 

1. Kur’ân Nedir? Nasıl Tanımlanır?
 

Sözlük anlamı:
Kur’ân kelimesi, Arapça qarae fiilinin mastar hâli olup “okumak”, “toplamak” ve “açıklamak” anlamlarına gelir.

 

Terim anlamı:
Kur’ân, Allah Tealâ tarafından Hz. Cebrâil (as) vasıtasıyla Efendimiz Hz. Muhammed’e (sas) indirilen ilâhî vahiydir. Mushaflarda yazılıp, kesintisiz bir zincir hâlinde nesilden nesile tevatürle aktarılan, Fâtiha sûresiyle başlayıp Nâs sûresiyle sona eren, dili Arapça olan, insanların benzerini getirmekten aciz kaldıkları mukaddes metindir. Okunması ibadet sayılır ve Allah’ın Kelâm sıfatının tecellisidir.

 

2. Mushaf Nedir? Kur’ân ile Mushaf Arasındaki Fark Nedir?

 

Günlük dilde “Kur’ân” ve “mushaf” kavramları çoğunlukla eşanlamlı kullanılsa da esasında birbirlerinden ayrılırlar:

 

*Kur’ân ilâhî kelâmın kendisidir; vahiy olarak gelen, hem sözlü hem yazılı şekilde varlığını sürdüren semavî mesajdır.

 

*Mushaf ise bu kelâmın sayfalara yazılarak iki kapak arasında toplanmış, fizîkî bir kitap hâline gelmiş biçimidir.

 

Dolayısıyla mushaf, Kur’ân’ın yazılı biçimidir. Kur’ân ayetlerinin ve surelerinin belirli bir düzene göre iki kitap arasına kaydedildiği metindir. Kur'an ise o kitabın kudsi mahiyetini, ilahi kelam oluşunu ve içindeki manaları ifade eder.

3. Vahiy Nedir? 

 

Sözlük anlamı: Vahiy kelimesi Arapça’da “hızlı ve gizli bir şekilde bildirmek; işaret ve ilham etmek” demektir. Sözlük anlamıyla vahiy, iki varlık arasında gerçekleşen bir iletişim biçimidir.
 

Dini terim olarak: Allah Tealâ’nın hüküm, emir veya mesajını, insanlar arasında alışılmışın dışında örtülü bir vasıtayla (çoğunlukla bir melek aracılığıyla) seçtiği peygamberlerine ulaştırmasıdır.
 

Kur’an’da peygamberlerin yanında Hz. Musa’nın (as) annesine, Hz. İsa’nın (as) annesi Hz. Meryem’e, Hz. İsa’nın (as) havarilerine, bal arısına vahyedildiği de bildirilmektedir. Bu tür vahiyleri “ilham” olarak yorumlamak mümkündür.

4. Vahyin İlham, Sezgi veya Diğer İletişim Biçimlerinden Farkı Nedir?
 

a) Aracı farkı: Vahiy genellikle melek (Cebrâil) aracılığıyla gelir; ilham ise doğrudan kalbe ya da ruha düşer.

b) Netlik ve gölgesizlik farkı: Vahiy içeriği itibarıyla saf, kesin ve gölgesizdir. İlham, sezgi ve keşif türleri ise çoğu zaman belirsiz, yoruma açıktır ve insanüstü kökeni kesin olarak anlaşılmaz.

c) Muhatap farkı: Vahiy, yalnızca peygamberlere özeldir. İlham ve sezgi zaman zaman seçkin kullara, hatta genel insana da hitap edebilir.

 

5. Peygamber Efendimiz’e (sas) Vahiy Nasıl Gelirdi?

 

Hz. Peygamber’e (sas) gelen vahiy farklı biçimlerde tecellî etmiştir. Klasik kaynaklar bunları altı ana başlıkta toplar. 

 

a) Sadık rüyalar: İlk vahiy deneyimleri “sadık rüyalar” şeklindeydi. Bu tür rüyalar o derece gerçekçiydi ki; gece rüyada görülenler sabah tablo kadar berrak hatırlanır, fiilen yaşanmışçasına net olurdu.

 

b) Perde arkasından hitap: Allah Tealâ zaman zaman peygamberlerine manevi bir perde arkasından doğrudan seslenirdi. Bu tür vahyi, muhatap kulaklarıyla işitirdi. Hz. Musa (as) Tur Dağı’nda, Efendimiz (sas) ise Miraç gecesi bu şekilde vahiy almıştır.

 

c) Kalbe ilkâ: Mesajın doğrudan kalbe, yani idrak ve anlayış merkezine nakledildiği vahiy biçimidir. Kutsî hadisler bu kategoriye girer.
 

d) Hz. Cebrâil’in aslî şekliyle ziyareti: Cebrâil (as) kudsî görevini ifa etmek üzere bizzat kendi gerçek formunda Peygamber Efendimiz'e (sas) görünür. Hira Dağı’nda ve Miraç esnasında vahiy bu şekilde gelmiştir.

 

e) Hz. Cebrâil’in duyulur vahyi (çıngırak sesi): Bazen vahiy gelirken Efendimiz (sas) önce çıngırak benzeri zillerin tınısını andıran bir ses duyar; ardından vahiy tamamlanırdı. Peygamberimiz'e (sas) en ağır gelen vahiy türü buydu.

 

f) Cebrâil’in insan sûretinde vahyi iletmesi: Hz. Cebrail’in (as) insan suretinde görünerek Efendimiz’e (sas) tebliğ ettiği vahiydir. Hz. Cebrail, sahabeden Dıhye bin Halife el-Kelbî suretinde gelerek Efendimiz’e (sas) vahyi tebliğ etmiştir.

 

6. Kur’ân Neden Arapça İndirilmiştir?
 

Kur’ân’ın ana dili olarak Arapça'nın tercih edilmiş olması, her şeyden önce Rabbimiz’in kendi dilemesiyle alakalıdır. “Allah Tealâ Kur'an'ı niçin Arapça indirdi?” sorusuna bir ayet ya da hadisle verilen kesin bir açıklama yoktur. 

 

Öncelikle vurgulayalım ki bir etnik grubun diğerine bir üstünlüğü olmadığı gibi Arapça dahil herhangi bir dilin de başka bir dile karşı manevi bir üstünlüğü yoktur. Kur'an söz konusu olduğunda üstün olan Mukaddes Kitabımız'ın kendisidir.
 

"Kur'an niçin Arapçadır?" sorusunun esas cevabı, elbette Resûl-i Ekrem'in (sas) Arap olmasıyla ilgilidir. İlâhî mesaj o dönemin Arap toplumunun dili ve kültürü içinde gelmiş, muhatabıyla en güçlü şekilde buluşmuştur. Yani “Kur’ân neden Arapça indirildi?” sorusunun temel cevabı budur: Çünkü Peygamber Efendimiz’in (sas) kavmi İlâhi Kelâm'ın ilk dinleyici ve taşıyıcısı olarak Arapça konuşan bir topluluktu.
 

Buradan sonra anlatacaklarımız sorunun esas cevabı değildir. Bununla birlikte bu tarz hikmetler üzerine kafa yormak da “Benim bu çıkarımım muhakkak doğrudur.” denilmediği sürece bir problem oluşturmaz. Dillerin estetik ve yapısal özellikleri bağlamında Arapça’nın Kur’ân’ın mucizevî üslubuna uygunluğu üzerinde durulur:

 

a) Belâgat ve fesâhat zenginliği: Arapçanın geniş kelime hazinesi, lafız ile mana arasındaki hassas dengeyi ve Kur’ân’ın kendine has icâzını (sözcüklerin özündeki estetizmi) en güçlü şekilde sergilemeye elverişlidir.

 

b) Güçlü morfoloji: Arapça'nın güçlü morfolojisi Kur'an metninin tahrif edilmeden nesiller boyunca korunmasını kolaylaştırmıştır.

 

c) Katmanlı anlam derinliği: Bir kelimenin birden çok manaya işaret edebilme kapasitesi, Kur’ân’ın derin hikmetlerini farklı düzeylerde algılamamıza imkân tanır.

 

d) Ritmik yapı: Hem nazım hem nesir unsurlarını taşıyan Arapça, Kur’ân’ın ses ve ölçü dünyasında da estetik bir bütünlük oluşturur.

 

Bu unsurların bir araya gelmesi, Arapçanın Kur’ân’ın kudsî mesajını her yönüyle taşımasına vesile olmuştur. İnşâallah, bu hakikatler üzerinde düşünmek, Kitaplar Kitabı’nı daha iyi anlamamıza katkı sağlar.

 

7. Kur’an Hangi Bölümlerden Oluşur?

 

a) Kur’ân’ın en küçük yapı taşı ayettir. Ayet, Kur’an surelerinin belirli bölümlerinden her birini ifade eden cümle veya cümleler topluluğudur. Kur’an’daki ayet sayısı genel kabule göre 6236’dır. Bu rakam bazı görüşlere göre değişebilmektedir. Örneğin bazı âlimler sûre başındaki Besmele’yi veya “Hurûf-u Mukattaʾa” adıyla anılan harf bileşkelerini ayrı birer ayet olarak sayarken bazıları sayım dışında bırakır.

 

b) Ayetler birleşerek sûreleri oluşturur. Sûre, Kur’an’ı meydana getiren 114 müstakil bölümden her birisidir. Sözlükte sûre kelimesi evin her bir bölümü veya katı, yüksek ve güzel bina anlamına gelir. Sûreler de Kur’an binasının bir katını veya bölümünü oluşturduğu için onlara bu ad verilmiştir. Her bir sûrenin kendine özgü bir ana konusu bir de o ana konuya hizmet eden yardımcı konuları vardır.

c) Kur’an’ı kolay ve düzenli okumak amacıyla bölümlere ayırmak sonucunda cüz ve hizb gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Cüz, Kur’an’ın 20 sayfalık her bir bölümüne verilen isimdir. Her bir cüzün beşer sayfalık alt bölümüne ise Hizb adı verilir. Kur’an okumayı belli bir sistematiğe oturtmak için yapılan bu bölümlemeler sahabe dönemine kadar dayanmaktadır. Ancak sahabe efendilerimizin Kur'an'ı bölümlere ayırırken farklı uygulamaları olduğunu da biliyoruz. Örneğin Hz. Ali (ra) Kur’an’ı yedi cüze ayırmıştır.

 

8. Ayetlerin Sıralanışı Nasıl Belirlendi?

 

Kur’ân’ın sûre ve ayetleri, ne iniş sırasına ne de uzun-kısa kriterine göre tesadüfen dizilmiştir; tevkîfî (vahiy temelli) bir tertibe sahiptir. Hz. Peygamber (sas), her yeni ayet indiğinde vahiy katiplerine, “Bu cümle şu sûrede şuraya eklenmelidir.” diye özel talimat verirdi.

 

Medine yıllarında Cebrâil (as) ile Peygamberimiz (sas) mukabele (karşılıklı tilavet) yaparak sûrelerin nihai sırasını pekiştirmiş, namazlarda da sûreler bu düzenle okunmuştur. Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde Kur’an aynı sıralamaya göre fiziki olarak bir araya getirilmiş ve Hz. Osman (ra) döneminde de aynı sıralamaya göre çoğaltılmıştır.