


Ayet ve Sureler Nasıl Sıralandı? | Kur'an-i Kerim'i Daha Yakından Tanıyalım | 2. Kısım
9. Sûrelerin Sıralanışı Nasıl Belirlendi?
Kur’ân’da sûrelerin bugünkü dizilişinin dayanağı hakkında üç ana görüş aktarır:
a)Tamamen Peygamber Talimatı (Tevkîfî Tertip): En yaygın kabul gören yaklaşım budur. Hz. Peygamber (sas) her nazil olan sûrenin yerini vahiy katiplerine bizzat bildirmiş, böylece Kur’ân’ın bölümleri doğrudan ilâhî rehberlikle nihai sırasını almıştır.
b)Karma Tertip (Kısmen Peygamber Talimatı, Kısmen Sahâbe İçtihadı): Bu yoruma göre bazı sûrelere dair yerleştirme Peygamber Efendimiz’in (sas) talimatıyla netleşirken, bazı sûrelerin dizilişi ise sahabe tarafından yapılmıştır.
c)Tamamen Sahâbe İçtihadı: En az benimsenen bu görüş, sûre sıralamasının vahiy sonrası dönemde sahâbîlerin istişaresiyle şekillendiğini savunur. Ancak Cebrâil (as)–Peygamber (sas) mukabelesini ve Hz. Osman (ra) mushaflarını delil gösteren çoğu âlim, bu iddiayı zayıf bulur.
Genel Kabul: İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu, sûre tertibinin tevkîfî (vahye dayalı) olduğunda birleşir. Sahâbe eldeki sıralamayı olduğu gibi korumuş; Hz. Osman’ın (ra) çoğalttırdığı mushaflarda da aynı düzen takip edilmiştir.
10. Kur’ân’ın “Yedi Harf” Üzere İndirilişi Ne Anlama Gelir?
Kur’ân, Arapça nazil olmuştur; Arapça ise tek düze değil, farklı lehçe ve ağızlardan oluşan zengin bir dildir. Mekke’de konuşulan Kureyş lehçesi vahyin ilk muhataplarının konuştuğu lehçeydi. Hicret’ten sonra ise Medine’ye gelip Müslüman olan topluluklar arasında Kureyş dışındaki lehçeleri kullanan kabilelerden özellikle yaşlılar, çocuklar, kadınlar ve köleler Kur’ân ayetlerini aynı fonetik alışkanlıklarla okuma ve telaffuz etme noktasında zorluk yaşadılar. Bu insanların Kur’an ayetlerini Kureyş lehçesiyle konuşan bir Mekkeli gibi okuyup anlamaları mümkün değildi. Onların da Kur’an’ı okuyup anlayabilmeleri için belli seslendirmeleri kendi lehçeleriyle yapmaları gerekiyordu. Çünkü bazı Arap kabilelerinin kendilerine özgü fonetikleri ve mahreç alışkanlıkları vardı.
Bu noktada Allah Teâlâ, “yedi harf” (Arap dilindeki yedi farklı lehçe ya da telaffuz grubu) üzere okuma izni verdi. Resûl‑i Ekrem (sas) de şöyle buyurdu:
“Kur’ân, yedi harf üzere indirildi; kolayınıza geleni o harflerden okuyun.”
(Buhârî, Husumat: 27; Müslim, Salat-ül Müsafirin: 17)
Buradaki “harf” kelimesi kelimenin harf yapısını kökten değiştirmez, telaffuz varyasyonlarını ifade eder. Kelime değişmez ancak kelimeyi okurken çıkan sesin yapısında bazı değişiklikler görülebilir. Mesela “SIRAT” (Sâd harfi ile) kelimesinin “SİRAT” (Sin harfi ile) olarak okunması gibi…
Genel kanaate göre bu ruhsat geçici niteliktedir. Yedi harfle okuma ruhsatının amacı, Kur’ân tilâvetini kolaylaştırmak ve herkese ilâhî kelâmdan faydalanma imkânı sunmaktır. Lehçe farklılığı “mazeret” kabul edilmiş, bu mazeret ortadan kalkıncaya dek yedi lehçede okuma izni sürmüştür. Engeller giderilince izin tabiî olarak son bulmuş; Hz. Osman (ra) döneminde çoğaltılan mushaflar, vahyin indiği Kureyş lehçesiyle yazılarak İslâm beldelerine gönderilmiştir. Bu nüshalar Hz. Ebû Bekir (ra) devrinde derlenen ilk mushafla da birebir aynıdır. Böylece Kur’ân o günden bugüne lafzı ve tertibi korunarak okunup yazılmaya devam etmektedir.
11.Kıraat Farklılıkları Nedir? Neden Farklı Kıraatler Vardır?
Kıraat, Kur’ân’ın harf dizilişine aykırı olmadan, Peygamber Efendimiz’den (sas) tevatürle ulaşan farklı okuma tarzlarını ifade eder.
Tarihsel Arka Plan
Harekesiz Mushaflar: Vahiy kâtiplerinin kullandığı ilk Arap yazısında hem hareke (şekil) hem de nokta bulunmazdı. Hz. Ebû Bekir (ra) döneminde derlenen; Hz. Osman (ra) zamanında çoğaltılıp İslâm merkezlerine gönderilen nüshalar da bu sade yazım stilini korudu.
Sözlü Eğitim: Kur’ân öğretimi esasen yazılı metinden ziyade “ağızdan ağıza” gerçekleşiyordu. Dolayısıyla telaffuzda lehçelerin etkisiyle bazı farklılıklar ortaya çıktı.
Osmanî Standart: Hz. Osman (ra), ana mushafın (İmâm Mushaf) hattına uymayan kişisel nüshaların bırakılmasını emretti. Buna karşın, hattı bozmayıp Peygamber’den tevatürle gelen okuma biçimlerine—kıraatlere—dokunulmadı.
Kaynak ve Meşruiyet
Peygamber İzni: Tüm sahih kıraatler, Efendimiz’in (sas) bizzat onayladığı ve sahâbe aracılığıyla aktarılan okuyuştur; biri “doğru” diğeri “yanlış” değildir.
Yedi Harf Ruhsatı: 7 harf (yedi lehçe) ruhsatının doğurduğu telaffuz varyasyonları, bazı kelimelerde ses farklılıklarına yol açtı.
Yediden Fazla Kıraat: Sahâbe Resûlullah’tan duyduğu farklı okuyuşları ezberledi; hangisi kendilerine daha kolay geliyorsa onu tercih etti. Bu farklı okuyuşlar ondan fazladır. Tâbiîn döneminde de bu çeşitlilik korundu, nihayet rivayet zincirleriyle günümüze ulaştı.
Kısacası kıraat farklılıkları Kur’ân’ın lafzî bütünlüğünü zedelemeden, vahyin ilk muhataplarına tanınmış kolaylaştırıcı bir izin olarak doğdu; ümmetin hafızasında, müfredâtında ve tilavet geleneğinde zenginlik unsuru olarak yaşamaya devam ediyor.
12. Farklı Kıraatler Demek, Farklı ayetler Hatta Farklı Kur’ânlar Anlamına Gelmez mi?
Kesinlikle hayır. Kıraat farklılıkları, Kur’ân’ın metninin değişmesi değil, aynı metnin Peygamber’den tevatürle gelen alternatif telaffuz biçimleridir. Bazı çevreler “yedi harf” ve kıraat meselesini çarpıtarak, İncil nüshalarındaki metinsel ayrılıklara benzer biçimde “aslında birden çok Kur’ân” bulunduğunu, Hz. Osman’ın (ra) da “rakip mushafları” imha ettiğini ileri sürerler. Bu iddialar ya bilgisizlikten ya da kötü niyetten kaynaklanır.
Yedi harf ruhsatı Arapçayı çeşitli lehçelerle konuşan mü’minlere ezberden okurken tilâvet kolaylığı sağlamak için verilmiştir, yazılı metin üzerinde oynama veya yazılı metinden okurken o okumayı değiştirme izni değildir.
Farklı kıraatler “yazılı mushaf sayfalarında başka kelimeler var” anlamına gelmez; aynı kelimenin farklı lehçe fonetiğiyle okunmasıdır. Efendimiz (sas) hayattayken ve halk ezberden okurken de, Hz. Ebû Bekir (ra) döneminde mushaf ilk defa kitaplaştırılırken de, Hz. Osman (ra) döneminde çoğaltılan nüshalarda da tek bir yazılı metin vardı. O metin bugün elimizde bulunanla tamamen aynıdır.
13. Farklı Kıraatler Farklı Anlamlara Yol Açmaz mı? Bu da İslami Hükümlerde Farklılık Demek Olmaz mı?
Araştırmalar kıraat farklılıklarının yaklaşık %80’inin yalnızca telaffuz düzeyinde kaldığını ve manaya hiçbir tesirinin olmadığını gösterir. %15’lik bölüm, anlama ancak çok sınırlı ölçüde nüfuz eden nüanslar içerir. Geriye kalan %5 ise farklı anlam ihtimalleri doğurabilir fakat bunların da pek azı fıkhî hükümlerde belirleyici rol oynar. Kısacası kıraat çeşitliliği yorum çıkarmada genişlik, derinlik ve esneklik kazandırır; birbirini çürüten, çatışan hükümler ortaya koymaz.