Kur'an'ı Yüzünden mi Mealinden mi Okuyalım?
Soru: Son zamanlarda Kur'an-ı Kerim okumalarım sıklaştı fakat bazı arkadaşlarımdan Kur'an'ın Arapçasından okunmasının anlamsız olduğunu, Kur'an'ın anlaşılmak için geldiğini ve Türkçe meal okunması gerektiği yönünde tepkiler alıyorum. Tabii ki Türkçe meal okumaları da yapıyorum fakat bu fikir Arapça okumaya tamamen karşı. Bu konu hakkında bilgilendirme yapabilir misiniz?
Cevap: İnsanlar genellikle ifrat ve tefrit dediğimiz uç noktalardan birini tercih etmeye meyilli olabilmektedir. Aslolan ise itidal, yani dengedir.
Bu durum pek çok konuda olduğu gibi Kur’an’ı yüzünden ve mealinden okuma konusunda da geçerlidir. Bu konudaki ifrat, Kur’an’ın Arapça aslından okunmasını hiç önemsememe ve metnin orijinaline saygı duymama iken tefrit noktası ise manaya hiç önem vermeme, Kur’an’ı yüzünden ve anlamadan okumayı tamamen yeterli görme noktasıdır. Bunların her ikisi de yanlış tutumlardır. Kur’an’ın lafzı vahiydir. Kur'an Cenab-ı Allah'tan Hz. Cebrail’e (as), ondan da Efendimiz’e (sas) aktarılmıştır. Bu nedenle Kur’an’ın lafzı başlı başına nurdur, şifadır, hidayettir. Bir insan anlamını hiç bilmeden Kur'an okusa dahi “Bu Allah kelamıdır!” nazarıyla baksa yine istifade eder, yaşamı ve ahlakı o nurdan nasibini alır. Ayrıca Kur’an’ın lafzına, ahiret, cennet, cehennem, esma-ül hüsna gibi temel kavramlara aşina bir insan Kur’an okurken ayetlerin tam karşılıklarını bilmese de zamanla ayetin genel manasını veya ayetlerde geçen kavramları anlayabilecek hâle gelecektir. Bu nedenle sadece yüzünden okuyan bir insanın Kur’an’dan hiçbir şey anlamadığını iddia etmek haksızlık olur.
Diğer yandan, Kur’an yazılı bir metindir. Harflerden, kelimelerden ve cümlelerden oluşmaktadır. O kelimelerin ve cümlelerin bir anlamı vardır. Onlarla bizlere bir şeyler anlatılmak istenmektedir. Dolayısıyla o manaları bilmemiz, anlamamız, onlardan haberdar olmamız gerekmektedir. Fakat o manalardan haberdar olmak demek sadece meal okumakla gerçekleşecek kadar basit bir hadise değildir. Çünkü hem Semitik (Sami) diller dediğimiz Aramice, Süryanice, İbranice ve Arapça’nın kendine özgü çok anlamlılığa izin veren yapıları hem de Arapçanın özel olarak daha gelişmiş yapısı ile çok anlamlılığa diğerlerinden daha yatkın olması gibi özellikleri vardır. Dolayısıyla sadece Tevrat, İncil veya Kur’an gibi kutsal kitapların değil sıradan bir İbranice, Aramice yahut Arapça bir şiirin bile birebir çevirileri o şiirlerin orijinalleri kadar zengin olamaz, orijinallerindeki anlam genişliğini tam karşılayamaz. Bunlar zaten konu hakkında az çok okumalar yapmış her selim akıl sahibinin kabul edeceği basit gerçeklerdir. O hâlde sadece mealler ile Kur’an’ın tüm anlam hazinelerinin elde edilebileceğini düşünmek yanlış olacaktır.
Kaldı ki meselenin yalnızca dilbilimsel yönü yoktur. Ayetlerin her birinin tarihsel bir arka planı, toplumsal bağlamları da vardır. Pek çok ayetle ilgili Efendimiz’in (sas) bazı açıklamaları yahut sahabilerin yorumları da vardır.
O hâlde Kur’an’ı anlamak için bir veya birkaç meali okumuş olmanın yeterli olacağını söylemek yanlış olur. Kur’an’ı anlamak isteyenler meallerin yanında meal-tefsir arası açıklamalı mealleri, daha da fazla vakitleri, imkanları ve arzuları varsa tefsirleri mümkün olduğunca karşılaştırmalı okumalıdırlar.
Peki Kur’an apaçık bir kitap değil midir? İlla ki tefsirlere gerek var mıdır?
Evet, tefsirlere gerek vardır.
Ciddi ve önemli şeyler anlatan kitapları daha iyi anlamak için her zaman o kitapların kendi metinlerinden daha fazlasına ihtiyaç vardır. Rus klasiklerini daha iyi anlamak için Tolstoy veya Dostoyevski’nin hayatlarını da bilmek önemlidir. 19. yüzyıl Fransız toplum yapısı az çok bilinmeden Vadideki Zambak romanı sadece okunup geçilmiş olur. Yine Sefiller romanını doğru anlayabilmek için 19. yüzyıl Fransa’sındaki toplumsal kargaşayı ve siyasi gerilimleri bilmek önemlidir. Mehmet Akif’in Safahat’ı, o dönemin siyasi ve toplumsal yapısı bilinmeden pek anlaşılamaz. Platon’un Sokrates’in Savunması adlı eseri okunduğunda pek çok şey anlaşılabilir ancak Sokrates’i yargılanmaya ve idama götüren nedenler, dönemin Yunan devlet yapısı, halkın inanç dünyası bilinmeden bütün anlaşılanlar eksik kalır. Dolayısıyla dili, tarihi, kültürü, coğrafyası bizden farklı olan eserlerin doğru ve iyi anlaşılabilmesi için mutlaka o eserdeki konularla ilgili şerhler, açıklamalar, ekstra bilgiler gereklidir. Bu durum düz edebi metinler için böyleyken aslı vahiy olan bir metin için hayli hayli böyle olacaktır.
Diğer yandan meal okumakla yetinmek, meal okuduğu için Kur’an’ı tam manasıyla anladığını zannetmek gibi bir sonuç veriyorsa bu tür bir meal okumanın zararlı olduğu bile söylenebilir. Örneğin, bir insan Sefiller’i okusa ve bir başkası ona okuduğundan ne anladığını sorsa, okuyan kişi de “Sefillik işte, 19. yüzyılda Fransa’da yaşayan bazı insanların sefilliğini ve acılarını anlatıyor.” dese o insanın ne kadar çiğ ve sığ bir okuma yaptığı anlaşılır. Bu tip basit özetlemeler o dünya edebiyatının başyapıtları olan eserlerin güzelliğine de gölge düşürmektedir. Aynı şekilde Kur’an’ın çok geniş ve derin olan anlam evreni sadece meallere hapsedilince Kur’an verimli bir biçimde okunmuş olmayacaktır. Dolayısıyla mealler asla kendi başlarına yeterli değildir. Muhakkak ekstra bilgiler ve açıklamalar ile ek okumalara ihtiyaç vardır.
Dolayısıyla bu meselenin denge noktası Kur’an’ın aslî metnini bir ibadet şevki ve neşesiyle, o metnin Allah Teala’nın kelamı, Allah’tan kullarına ulaşmış ve bozulmadan kalmış tek metin olduğu şuuruyla okumak, diğer yandan o metnin bir manası olduğunu, o manayı da anlamak gerektiğini, bunun için de çalışmanın, gayret göstermenin gerekli olduğunu düşünerek okumaktır.
Hatta bir insan Kur’an’ı okurken duygusal zekasını da işin içine katmalıdır. Örneğin, “Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının.”1 ayetini okurken ayetin hem Arapça lafzını hem manasını okumalı, üçüncü olarak da gerçekten sevdiği bir arkadaşının öldüğünü, sonra onun cesedini parçaladığını ve parçalanan etlerden bir kısmını ağzına atarak çiğnediğini, yutmaya çalıştığını düşünmelidir. Gıybetin ne kadar iğrenç bir davranış olduğunu buradan anlamaya çalışmalıdır. Kur’an’da bazen iğrenilecek bir mesele biz iğrenelim de ondan uzak duralım diye anlatılır. Bazen de cennet nimetleri biz o nimetlere karşı şevk duyalım diye anlatılır. Dolayısıyla Kur’an duygularımızı harekete geçirir. Bu nedenle de Kur'an okunup geçilecek bir kitap değildir. İnsan, Kur’an okurken zihnini olduğu kadar duygularını da ona açmalıdır. Daha sonra gıybetin iğrençliğini anlatan ayeti okuyunca gıybeti hayatından çıkarmak için egzersizler yapmalı, gıybetin rahatlıkla yapıldığı ortamlardan uzak durmalı, sözünün geçtiği yerlerde yanında gıybet yapılmasına izin vermemeli, böylece Kur’an okumayı sadece zihinsel ve duygusal bir ibadetle sınırlandırmayıp aynı zamanda onu hayatına da yansıtmış olmalıdır.
Sonuç olarak mesele bir denge meselesidir. Kur’an’ı Arapçasından okumakla mealinden okumak birbirinin zıddı, birbirinin alternatifi değildir. İkisinden biri tercih edilmek zorunda da değildir. Mesele, iki seçenekli bir test gibi de değildir ki birinden birini tercih etmek zorunda olalım. Kur’an Allah’ın kelamıdır. Allah Teala’dan Hz. Cebrail’e (as), ondan da Efendimiz’e (sas) vahyedilmiş, Efendimiz tarafından da bizlere aktarılmıştır. Bugüne kadar da lafzı bozulmadan gelmiştir. Kur'an bütün insanlığın son şansıdır. Bu nedenle Kur’an’ın hem lafzına saygı gösterilmeli, o lafzın Allah’tan geldiğine inanılmalı hem de o lafızların bir manası olduğu, o mananın anlaşılması gerektiği düşünülmeli, manayı anlamak için kendi şartlarımıza, imkanlarımıza göre elden gelen her şey yapılmalıdır. Anlamak ise sadece meal okumaktan ibaret sayılmamalıdır. Gerektiğinde tefsirlere veya ayetin konusu hakkında farklı ek okumalara başvurulmalıdır. Diğer yandan deftere veya bir blog sayfasına anladıklarımızı yazmak yahut başkalarına anlatmak da anlamanın, mananın zihinde yer etmesini sağlamanın çok önemli bir vesilesidir. Anladıktan sonra da anlaşılanların hayatımıza yerleşmesini sağlamak için gerekli alıştırmalar ve egzersizler yapılmalı, Kur’an’ı hayatımıza hayat kılmanın yolları aranmalıdır. Böylece Kur’an’ı öğrenen ve öğreten hayırlı bir insan olma ufkuna daha çok yaklaşılacaktır.
Allah Teala’dan Kur’an’ı hem orijinal metniyle bir ibadet şevki içinde okumamızı, hem o metni anlamak için çalışmalar yapmamızı sağlamasını, anladıklarımızı yaşamaya ve anlatmaya bizleri muvaffak kılmasını diler ve dileniriz.
1 ) Hucurat, 12