Kur'an Müslümanlığı Üzerine
Soru: Son zamanlarda Kur'ancılık akımı özellikle gençler arasında çok yaygınlaştı. Bu akım hakkında biraz bilgi verebilir ve kendi bakış açınızı ifade edebilir misiniz?
Cevap: Bu konu hakkında ileride daha detaylı bir yazı yayımlamayı planlıyoruz. Şimdi kısa bir yanıt vereceğiz.
Mealcilik akımı 90’larda daha hareketli olmak üzere 80’lerde ortaya çıkmış bir akımdır. Aslında kökenlerini Mısır ve Hindistan’da görebiliriz bu akımın. Kur’aniyyun ya da Kur’ancılık olarak da adlandırılır. Hz. Ömer’e atfedilen “Bize Kur’an yeter.” sözünü kendilerine motto yapmışlardır. Bu akımın Hindistan’daki öncüsü Seyyid Ahmed Han ve arkadaşı Abdullah Çekralevi gibi zatlar olmuştur. Bu topluluğa göre Müslümanların geri kalmasının asıl nedeni geleneksel din anlayışı ve onu besleyen hadislerdir. Böyle düşündükleri için de hadisleri tamamen inkar ederek sadece Kur’an’ın yazılı metniyle yetinme yoluna girmişlerdir. Bu grup kendi içinde tek bir bütün değildir, kendi aralarında da pek çok konuda ayrışmışlardır. Kimisi 5 vakit namazı kabul ederken kimisi namazın 2 vakit olduğunu savunur.
Bazı kimseler Mısır’da M. Abduh ve İran’da Ali Şeriati’yi de bu akıma dahil etmek istemişlerse de bu pek mümkün değildir. Türkiye’de ise benzeri görüşlere yer yer rastlansa da bu grubun (aslında bunlar yekpare bir grup da değildir ancak anlaşılması için bu şekilde ifade ettik) daha makul (hadislerin tümden reddi gibi uç söylemler dışında) bir zeminde durdukları söylenebilir. Sonuçta bu yaklaşımı benimseyenler Kur’an’ı okuyup anlamanın belirli bir sınıfın-zümrenin tekeline bırakılamayacağını, herkesin Kur’an’ı anlayacak seviyede ve donanımda olduğunu da savunmaktadırlar ki bu görüşe karşı çıkmak anlamsızdır.
Bununla birlikte evet, Kur’an’ı anlamak belirli bir zümrenin tekeline bırakılamaz ancak bilenlerle bilmeyenlerin eşit olamayacağı hakikatinden hareketle bilenlerle bilmeyenler eninde sonunda ayrı iki zümre olarak ayrışırlar ve bu doğal bir realitedir. Önemli olan ulemanın bir zümre olarak bu konumunu istismar etmemesi, ihlas ve doğruluktan ayrılmamasıdır. Diğer taraftan, herkes Kur’an’ı anlayabilir ancak herkesin bilgisi, görgüsü, zekası, eğitimi, mizacı, yaşam deneyimi ve anlayışı aynı seviyede olamayacağı için herkes kendi bilgi, görgü, zeka, eğitim, mizaç seviyesine ve durumuna göre anlayabilecektir.
Bir ders kitabı ve o dersin hocası vardır. Dersin hocası ders kitabını baştan sona her derste ayrıntılarıyla anlattığı gibi dersin sınavıyla ilgili olarak da kitabın hangi bölümlerinin daha önemli olduğunu, nasıl çalışılması gerektiğini, sınavda nasıl davranılacağını öğrencilere teker teker açıklar. Elbette kitap asıldır ancak kitabın nasıl anlaşılacağı, nasıl öğrenileceği, hayata nasıl döküleceği konusunda ise asli kaynak dersin hocasıdır.
Bu bağlamda Kur’an’ın Kur’an olduğuna dair elimizdeki gözlemlenebilir tek somut veri yine Efendimiz’in (sav) sözleridir. Yani Kur’an bize harici bir kaynaktan gelmemiştir. Bizler veya sahabe efendilerimiz de Cebrail’i (as) bizzat Efendimiz’e (sav) vahiy getirirken gözlemlemiş değillerdir. Efendimiz (sav) gelmiş ve adeta buyurmuştur ki “Bakın! 'Elhamdulillahi Rabbil Alemin. Errahmanirrahim…' Bu cümleleri bana Allah vahyetmiştir.” Biz de Efendimiz’in (sav) bu sözlerine gönülden iman etmekle beraber Onun "ayet" dediği cümleleri alıp kullanmış, hayatımıza aksettirmeye çalışmışızdır. Dolayısıyla aynı zat “Allah sizin şöyle davranmanızı emrediyor. Size bunları emrediyor, şunları yasaklıyor.” dese ve bunları birer "ayet" formatı hâlinde değil de kendi sözleri formatında bildirse, yani bahsettiği emir ve yasaklar için bir ayet okumasa da yine kendisini dinlemeli, Ona itaat etmeli ve aynı şekilde davranmalıyız.
Ayetler genel ilkeyi verir, hadisler ise uygulamayı-pratiği gösterir. Yeterince hadis ve siyer okuyanlar sahabenin Efendimiz’e (sas) bazı ayetlerin ne manaya geldiğiyle ilgili sorular sorduğunu, bazen de Efendimiz’in (sas) bir soru sorulmadan sahabenin ayetlerle ilgili bazı yanlış anlamalarını düzelttiğini görmüşlerdir. Mesela Hz. Ebubekir (ra), Efendimiz’in (sav) yanında iken Efendimiz’e “Kim bir kötülük yaparsa cezasını görür ve Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilir.”(1) ayeti nazil olur. Efendimiz (sav) bu ayeti okuyunca Hz. Ebu Bekir ayetin ağırlığını hissederek “Sanki belimin kırılıp ayrıldığını hissettim ve öylece kasılıp kaldım.” der. Efendimiz bu durumu fark edince Hz. Ebu Bekir’e sebebini sorar o da “Ya Rasulallah! Hangimiz kötülük işlemez ki? Şimdi biz işlediklerimiz yüzünden muhakkak cezalandırılacak mıyız?” der. Efendimiz de (sav) şu açıklamayı yapar: “Ey Ebû Bekir! Sen ve müminler, hatalarınız sebebiyle dünyada (bazı sıkıntı ve meşakkatlerle) cezalandırılırsınız. Öyle ki Allah’a günahsız olarak kavuşursunuz. Diğerlerine gelince onların yaptıkları biriktirilir ve cezaları kıyamet gününe bırakılır.”(2) Görüldüğü üzere Efendimiz (sav) bu ayetin eksik anlaşılmasına karşı gerekli açıklamayı yapmış ve düşünceleri düzeltmiştir.
Ayrıca “İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”(3) ayetiyle ilgili sahabe efendilerimiz “Hangimiz nefsine zulmetmemiştir ki?” şeklinde endişelerini beyan edince Efendimiz (sav) “Buradaki zulüm Allah’a şirk koşmaktır.” buyurmuş ve ardından “Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.” ayetini okuyarak hatırlatmıştır.(4) Burada da Efendimiz’in (sav) ayette bahsedilen zulüm kelimesinin anlamını somutlaştırdığını, şirkle tefsir ettiği, umumi anlaşılan bir kavramın spesifik veya özel anlamını açıkladığını, ve sahabenin düşüncelerini düzelttiğini görüyoruz.
Sünneti dışlayan mealcilik anlayışının kendi içindeki önemli bir açmaza işaret edip bu noktadaki fikrimizi kısaca ifade edelim. Bu akımın Kur’an’ın her okuyanın her ihtiyacına cevap vereceği gibi bir önyargıdan hareketle Kur’an’ı mealinden okumayı önermesi önemli bir sorundur. Çünkü böyle bir okuma biçimi her şeyden önce yeni Kur’an’lar oluşturulmasına neden olacaktır. Bir kere bir metnin veya (Kur’an açısından) bir ayetin anlamı salt metnin veya ayetin içinde gizli değildir. Bizler bir metnin anlamını onun toplumsal bağlamından, tarihsel macerasından da çıkarırız. Örneğin, salt metin üzerinden yorumlanacak olursa “Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir.”(5) ayeti “Namaz kılarken Mescid-i Haram’a dönmek şart değil, bu ayet ‘yönünü Batıya çevirmek’ deyimindeki gibi bir çevirme eyleminden bahsetmektedir." şeklinde yorumlanabilir ki böyle bir yorumda bulunanlar gerçekten de olmuştur. Dolayısıyla Kur’an’ın salt metninin yeterli olduğunu iddia etmek aşırı yorumlara da meydan vermektedir. Bu sakıncalı ve çelişkili durumu sezen bazı mealci yazarlar ara sıra Kur’an’ın metni dışında İslam Tarihi, hadis ve geleneksel tefsirlerden de faydalanılabileceğini belirtirler.(6)
1 ) Nisa, 123
2 ) Müsned, I, 6 (Hadis otoriteleri bu hadisin isnadının zayıf olduğunu ancak hadisin aynı manaya gelen farklı versiyonlarıyla sahih olduğunu belirtmişlerdir)
3 ) En’am, 82
4 ) Buhari, Tefsir, 3; Müslim, İman, 137
5 ) Bakara, 144
6 ) Mealcilik ve Türkiye’deki serüveni üzerine bilgilendirici bir makale için bkz; http://isamveri.org/pdfdrg/D01910/2007_1/2007_1_OZTURKM.pdf