11 dk.
15 Ağustos 2025
Kur'an ve Hadislerin Kadınlara Yönelik Hitapları | Kadının Aklı Dini Eksiktir Hadisi | 2. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Kur'an ve Hadislerin Kadınlara Yönelik Hitapları | Kadının Aklı Dini Eksiktir Hadisi | 2. Kısım

Peki “Kadınların aklı ve dini eksiktir.” hadisini nasıl anlamalıyız? (1)

 

Önce şu ayrımı berraklaştıralım: “X haramdır.” cümlesiyle, “Efendimiz (sas) buyurdu ki: X haramdır.” ve “Y imamı, X’in haram olduğunu söylemiştir.” cümleleri görünüşte aynı şeyi ifade etse de hakikatte aynı şeyler değildir. Çünkü başka sahih rivayetlerde X’in helal olduğuna dair bir beyan bulunabilir veya ilgili imam bu rivayetten haberdar olmayabilir. Yahut Efendimiz (sas) belirli bir dönemde “X haramdır.” buyurmuş, daha sonraki bir dönemde “X helaldir.” demiş olabilir. Şartların değişmesiyle hüküm değişmiş olabilir. (2)

 

Bu sebeple herhangi bir meselede hükme varırken, konuyla ilgili ayet ve hadislere bir bütün olarak bakmak gerekir. Aksi hâlde mesela Efendimiz'in (sas) yalnızca ayakta su içmeyi yasaklayan hadisini görüp (3), ayakta su içtiğine dair rivayetleri (4) bilmezsek, “Ayakta su içmek haramdır.” gibi hatalı bir sonuca varabiliriz. Tek bir rivayete dayanarak genel hüküm bina etmek çoğu zaman yanlış sonuçlara yol açar.

 

Konunun bir diğer boyutu kadın ve erkek arasındaki yaratılış farklılıklarıdır.(5) Kadınların doğum yapmaları, hayız görmeleri, emzirmeleri; cinsî rollere bağlı olarak beden yapılarının ve örtünme alanlarının farklı oluşu gibi hususlar fıkhî hükümlere yansımıştır. Erkeklerin ise hayatın fiilî yüküyle bağlantılı olarak ortalama anlamda daha iri, uzun ve fiziksel olarak güçlü olmaları da ayrı bir vakıadır.

 

Bu farklılıkların uygulamadaki yansımalarından bazıları şunlardır: Tesettür hükümlerindeki farklılık, cihadın(6) ve cuma namazının erkeklere farz olup kadınlara farz olmaması(7), ailenin geçimini temin sorumluluğunun erkeğe yüklenmesi(8). Bu çerçevede—savaş yükümlülüğü ve kamusal sorumlulukların dağılımı dikkate alındığında—genel imamet ve otorite pozisyonlarının çoğu durumda erkeklere daha uygun düşmesi tarihi ve sosyolojik olarak anlaşılabilir. Ancak bu da istisnasız bir kural değildir. Bireysel kabiliyetlerin öne çıktığı yahut şartların gerektirdiği durumlarda bir kadının devlet başkanı, vali ya da hâkim olmasının haram olduğu söylenemez.(9)

 

Genel ve tabiî şartlarda, zorlayıcı durumlar yokken bu tür görevlerin çoğunu erkeklerin daha iyi icra ettiği görülür; özellikle otorite ve liderlik mevzularında tarihî ve sosyolojik tecrübe böyle bir eğilime işaret eder. Bu eğilimi ifade etmek bir değer hiyerarşisi kurmak ya da cinsiyetçilik yapmak değildir, ortalama eğilimlerin tespiti mahiyetindedir. Nitekim ölçümlerde kadın ve erkeklerin zekâ ve bilişsel beceri ortalamaları genellikle birbirine yakındır ancak dağılımın uç noktalarında erkeklerin daha sık temsil edildiğine dair bulgular rapor edilmiştir.(10) Öte yandan modern şehir hayatı da kadınlar ve erkekler arasında sosyolojik bakımdan farklı rol ve yükümlülükler üretmekte ve günlük sorumlulukları farklı biçimlerde dağıtmaktadır.

 

Bu farklılıkları göz ardı etmeden şu hususu da not etmek gerekir: Kur’ân ve Sünnet’in hitaplarında, öğüde muhtaç olup öğüt alma ihtimali bulunan kadınlara bazen daha sert, zahiren abartılı görülebilecek bir dil kullanıldığı olur. Bu tonun kullanımı tahkir maksatlı değildir; sarsıcı bir uyarı ve terbiye edici bir dikkati celp etme stratejisidir.

 

Örneğin Tahrîm Sûresi’nde anlatılan olayı hatırlayalım(11): "Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi. (Ey Peygamber eşleri!) Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve salih müminlerdir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır."

 

Ayetin iniş sebebi etrafındaki farklı rivayetleri bir kenara bırakırsak, Hz. Hafsa (r.anhâ) ile Hz. Âişe’nin (r.anhâ) aile içi bir mesele dolayısıyla aralarında küçük bir birliktelik kurdukları anlaşılır. Her iki annemiz de Allah’a ve Resûlüne yürekten iman etmiş saliha mü’minelerdir fakat aile mahremiyetine dair bir hususta, insânî bir refleksle “Bunu sana kim haber verdi?” diye sorabilmişlerdir.

 

Benzer şekilde, nakledildiğine göre Hz. Âişe (r.anhâ) ile Resûlullah (sas) arasında basit bir tartışma yaşanır ve hakemlik için Hz. Ebû Bekir (r.a.) çağrılır. Resûlullah (sas), “Önce sen mi konuşursun, ben mi?” diye sorunca Hz. Âişe, “Önce sen konuş; ama doğruyu söyle.” der. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (r.a.) kızına çıkışmak üzere elini kaldırır, Resûlullah (sas) müdahale ederek “Seni bunun için çağırmadık.” buyurur. Hz. Âişe (r.anhâ) ise babasının hışmından sakınmak için az önce tartıştığı eşinin arkasına sığınır.(12) Elbette Hz. Âişe (r.anhâ), Resûlullah’ın doğruluğundan asla şüphe etmez ancak aile içi duygusal dalgalanma anlarında böyle ifadeler ağızdan çıkabilmiştir.

 

Tahrîm 66/4’teki sert uyarı, işte bu insânî zaaf anlarında Peygamber’in konumunu ve aile mahremiyetinin ağırlığını korumaya dönük ilâhî bir mesaj olarak okunmalıdır: “Eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız, bilin ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrâil ve salih mü’minlerdir; melekler de ardından (ona) yardımcıdır.”

 

Şimdi, Resûlullah’a (sas) karşı birbirlerine arka çıkmaya yeltenen iki annemizin(Hz. Hafsa ve Hz. Âişe) karşısında olduğu ifade edilen “ordu”yu düşünelim: Allah Teâlâ, Cebrâil (as), melekler ve sâlih mü’minler… Manzaranın azameti gerçekten sarsıcıdır. Bir yanda kocasıyla aile içi bir mesele sebebiyle tartışan iki kadın; öbür yanda Allah, Cebrâil, melekler ve bütün sâlih mü’minler… O iki kadına (r. anhüma) karşı “Tevbe edin, Peygamberi üzdünüz.” gibi bir uyarı gelmiyor. “Eğer Peygambere karşı ikiniz yardımlaşırsanız Allah, Cebrail, melekler ve salih müminler peygamberin yardımcılarıdır.” gibi dehşetli bir cümle geliyor. 

 

Bununla birlikte ayetin zahirini, iki mü’min annemizi hedef alan fiilî bir “cephe alış” gibi anlamak doğru olmaz. Aksi hâlde—hâşâ—Hz. Âişe ve Hz. Hafsa validelerimizi Utbe’ler, Velîd’ler, Ebû Cehil’lerden daha ileri düzeyde bir karşıtlığın öznesi saymamız gerekir ki bu akla ve tarihî gerçekliğe aykırıdır. Müşrikler ve kafirler için de azametli tehdit ayetleri vardır ancak bu kadar toptan bir karşı duruş beyan edilmiş değildir. Zaten ayetin maksadı da elbete ki kişisel bir düşmanlık ilanı değildir.

 

Benzer bir üslup şu hadiste de görülür: “Bir erkek, karısını yatağına çağırır da (o) gelmez ve erkek ona dargın olarak gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet ederler.” (13) Bir meleğin bir insana üç dakika bile beddua etmesi yeterken, “sabaha kadar lanet etmek.” şeklinde bir beyanda bulunulmuştur. Buradaki “lanet”in Arapça’daki temel anlamı “rahmetten uzaklaşmak”tır, yani bu ifade hakaret değil ağır bir uyarıdır.(14)

 

Daha önceki yazılarımızda kadın-erkek arasındaki farklılıklara değinirken erkeklerin karşı cinse bakmaya ve zinaya daha meyilli olduklarını söylemiştik. Baştan çıkarma veya iğfal gibi durumlarda kadınların daha suçlu olduğunu düşünen geleneksel yorumlar olsa da Kur’an zina durumunda her iki cinse eşit ceza öngörmüştür. (15)

 

Bu bağlamda evlilik süreci ile bir kadın; bir erkeğin dünyasında beslenme, uyku, barınma kadar önemli olan cinsellik gibi bir hususu kendi tekeline almış olmaktadır. Evlilik bir akittir: Taraflar, birbirlerinin iffetini korumayı ve cinsî ihtiyaçlarını helal yolla karşılamayı taahhüt ederler. Fiiliyatta bu, tarafların bu ihtiyacı nikâh dışına taşımamasını ve birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamalarını ifade eder.

 

Bununla birlikte karı-koca arasındaki tartışma, bir süre devam edebilen soğukluk gibi durumlarda kadınlar ne kadar sinirli de olsalar yemek yapmaya yahut temizliğe çoğunlukla devam ederler. Halbuki bu iki ihtiyacı erkek kendisi de halledebilir. Dışarıda yemek yiyebilir, eve temizlikçi çağırabilir yahut yemeğini de temizliği de kendisi yapabilir. Fakat diğer durumda erkeğin cinselliğe dair konuyu kendi kendine halletmesi de dışarıda halletmeye çalışması da uygun değildir. Demek ki çiftlerin birbirlerinin cinsel ihtiyaçlarını karşılamaması ciddi bir meseledir ve önemsenmelidir. Peki, meleklerin bir kadına sabaha kadar lanet edeceği kadar da ciddi midir?

 

Buradan çıkarılacak asıl ders şudur: Bazı ayet ve hadislerde kullanılan söylemin ürpertici ve sarsıcı olabileceğini gözden kaçırmamalıyız. Burada önemli olan lafzın çıplak zahiri değil, üslubun bizzat kendisi ve hedeflediği maksattır. Bu sert ton çoğu zaman ihmali bertaraf etmek ve kalpte teyakkuz uyandırmak içindir. Konunun bu denli güçlü bir dille ele alınması, meselenin gerçekten çok önemli olduğuna işaret eder. Bizim bu konulardaki gevşeklik ve ilgisizliğimiz çoğu kez gafletten yahut öncelik sıralamamızın bozulmasından kaynaklanıyor olabilir. Allahu alem kadınları ilgilendiren başlıklarda bu üsluba nispeten daha sık başvurulmasının, kadınların yaratılışına dair psikolojik gerekçeleri olması da muhtemeldir.



Bir sonraki yazıda farklı örneklerle kaldığımız yerden devam edeceğiz inşallah.



Dipnotlar

 

(1) Bu hadis, Buhârî (Hayz, 6) ve Müslim (Îmân, 132) gibi temel hadis kaynaklarında geçmektedir. Hadisin tam metninde kadınların şahitliğinin erkeğin yarısı olması "akıllarının eksikliği", hayızlıyken namaz kılıp oruç tutamamaları ise "dinlerinin eksikliği" olarak ifade edilir. 

(2) Usûl-i fıkıh ilmi, nasslar (ayet ve hadisler) arasındaki bu tür görünür çelişkileri çözmek için çeşitli metodolojiler geliştirmiştir. Cem‘ ve te’lîf (uzlaştırma), tercih, nesih ve tevakkuf (hüküm belirtmekten kaçınma) bu metotlardan bazılarıdır. Metinde belirtilen durum farklı rivayetlerin birlikte değerlendirilerek genel bir hükme varılması gerektiğini gösteren klasik bir örnektir.

(3) Bkz. Müslim, Eşribe, 116. Bu rivayette Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber’in (sas) ayakta su içmeyi yasakladığını belirtir.

(4) Bkz. Buhârî, Eşribe, 16; Müslim, Eşribe, 117-119. Bu rivayetlerde ise İbn Abbâs, Hz. Peygamber’e (sas) Zemzem ikram ettiğini ve O’nun ayakta içtiğini nakleder. Âlimler bu rivayetleri birleştirerek ayakta içmenin haram olmadığını ancak oturarak içmenin daha faziletli (efdal) olduğunu belirtmişlerdir.

(5) Kur’an’da kadın ve erkeğin aynı nefisten yaratıldığı (en-Nisâ 4/1) ve Allah katında üstünlüğün ancak takva ile olduğu (el-Hucurât 49/13) vurgulanır. Bununla birlikte biyolojik ve fıtrî farklılıklar sosyal rollerde bazı farklılaşmalara yol açabilir.

(6) Cihadın kadınlara farz olmaması, onların savaşın zorluklarından ve tehlikelerinden muaf tutulması olarak yorumlanır. Ancak İslam tarihinde, özellikle savunma savaşlarında ve lojistik destek rollerinde kadınların da aktif olarak yer aldığına dair çok sayıda örnek mevcuttur.

(7) Cuma namazının kamusal bir ibadet olması ve erkeklerin kamusal alandaki sorumluluklarıyla daha yakından ilişkili görülmesi, bu hükmün temel gerekçesi olarak kabul edilir.

(8) “Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların bir kısmını diğerlerine üstün kılmıştır ve erkekler mallarından harcama yaparlar.” (en-Nisâ 4/34). Bu ayet, erkeğin aile geçimindeki sorumluluğunu belirtir.

(9) Tarihte ve günümüzde İslam toplumlarında kadınların liderlik pozisyonlarına gelip gelemeyeceği konusu fıkıhçılar arasında tartışılmıştır. Çoğunluk, devlet başkanlığı (imamet-i uzmâ) gibi en üst düzey görevlerin erkeklere ait olması gerektiğini savunsa da özellikle Hanefî mezhebi kadının hâkim (kadı) olabileceğini kabul etmiştir. Günümüzde birçok alim, şartlar ve liyakat gözetildiğinde kadınların yönetici olmasında dinî bir engel olmadığını savunmaktadır.

(10) “Erkeklerdeki daha büyük değişkenlik hipotezi” (greater male variability hypothesis) olarak bilinen bu teoriye göre, birçok psikolojik ve fizyolojik özellikte erkeklerin dağılımı kadınlara göre daha geniştir. Yani ortalama değerler benzer olsa da, dağılımın en alt ve en üst uçlarında (örneğin deha veya zihinsel yetersizlik gibi) erkeklerin sayısı oransal olarak daha fazla olma eğilimindedir.

(11) et-Tahrîm 66/1-5. 

(12) Bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 84. 

(13) Bkz. Buhârî, Bed’ü’l-halk 7, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 121, 122.

(14) Arapça’da “lanet” (لعنة) kelimesi, la'n (ل-ع-ن) kökünden gelir ve temel olarak “kovmak, uzaklaştırmak” anlamına gelir. Terim olarak ise “Allah’ın rahmetinden ve hayrından uzak kalma” manasında kullanılır. Dolayısıyla hadisteki ifade bir hakaretten ziyade, bu davranışın kişiyi ilahi rahmetten uzaklaştıran bir günah olduğuna dair sert bir uyarıdır.

(15) “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun.” (en-Nûr 24/2). Ayet, cezanın uygulanmasında cinsiyet ayrımı yapmamaktadır. Bu durum, fiilin ahlaki sorumluluğunun her iki taraf için de eşit olduğunu gösterir.