Latifelerin Ölmesi | Tek Parça
Soru: Önceden ibadetlerimi şimdiye kıyasla daha çok yapar, daha çok dikkat eder, daha heyecanlı ve istekli olurdum. Fakat zaman geçtikçe bu özelliklerimi ve alışkanlıklarımı kaybettim. Bunları yeniden alışkanlık hâline getirmeye gayret gösteriyorum. Ne zaman muvaffak olurum bilmiyorum ama bana gayret etmek düşer. Bunu biliyorum. Bu duruma düşmem günahlarımdan dolayı bazı latifelerimin ölmesi sonucunda gerçekleşmiş ise ne yapmam gerekir? Manevi olarak terakki kabiliyetim sınırlanmış olabilir mi?
Cevap: Bu konu hakkında net bir yargıda bulunmak kolay değildir. Bununla birlikte işlenen günahların olayla, insanın kişiliğiyle ilgisi çerçevesinde bazı latifeler, bazı alıcılar kirlenmiş, sislenmiş ve üzerleri tozlanmış olabilir. Hafif çatlamış yahut tamir ihtiyacı da olabilir. Söz konusu alıcılar tamamen tamiri mümkün olmayacak şekilde bozulmuş, o latifeler tamamen ölmüş de olabilir.
Latifelerin Ölümü ve Kalbin Mühürlenmesi
İnsanın latifelerinin veya manevi alıcılarının tamamen bozulma yahut ölme durumları için Kur’an “kalplerin mühürlenmesi” kavramından bahsetmektedir.1
“Kalp mühürlenmesi” kavramını insanlar genellikle kalbin tek bir seferde mühürlenmesi gibi anlamaktadır. Bu anlayış doğru değildir. Kalbin mühürlenmesi hem bir süreçtir hem de bu süreç boyunca farklı derecelerde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla kalbin mühürlenmesinin farklı seviyeleri vardır. Bu durumu bir başka ayet üzerinden örneklendirelim:
Kur’an’da “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü/şefkatli, kafirlere karşı ise onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda cihad/mücahede eder ve bu hususta kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın öyle bir lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah, ihsanı bol olan Vâsi ve her şeyi hakkıyla bilen Alîmdir.”2 buyrulur. Buradaki “dinden dönme” kavramı sadece İslam’ı terk edip eski dinlerine veya başka bir dine giren insanlar/gruplar yani fıkhî anlamıyla mürtedler için düşünülmemelidir. Aslında zahiren İslam dairesi içinde kalıp dini ibadet ve muamelat alanında yaşasa dahi cihat etmeyi yani İslam’ın hakikatlerini o hakikatlere yabancı kişilere ve yerlere götürmek için çağın şartlarına göre çaba göstermeyi, anlatmayı, bunun için medreseler yahut eğitim kurumları kurmayı ve benzeri hayırlı faaliyetleri bırakmak bile Kur’an’a göre bir cins irtidattır yani seviyeye göre dinden dönmektir.
Yine Efendimiz (sas) bir hadislerinde şöyle buyurur: “Allah Teâlâ kıyamet gününde üç kişiyle konuşmaz, onları temize çıkarmaz, suratlarına bile bakmaz; onlar için acıklı azap vardır: Bunlar zina eden ihtiyar, yalan söyleyen hükümdar, kibirlenen fakirdir.”3 Bu hadis-i şerif dikkatle okunduğunda anlaşılan şudur: Yaşlı bir insanın normal şartlar altında biyolojik olarak imkân kalmamışken zina etmesi beklenmez. Bu insan ancak özellikle çaba göstererek zina edebilir. Bu günahı işleyen yaşlı kişi şer adına özel çaba sarf etmiş demektir ve bu da kendisinin pek çok latifesini tuzla buz etmesi anlamına gelebilir.
Demek ki insan bazen yaptığı tek bir davranışla çok fazla sayıda manevi mekanizmasına zarar verebilmektedir.
Diğer taraftan insan ölmedikçe her günah için tevbe ihtimali vardır. Bugün yaşıyor olsalar Firavun da Ebu Cehil de tevbe edebilirdi. Kıyamet kopmadığı müddetçe şeytanın dahi tevbe ihtimali vardır. Son nefesten bir adım öncesine kadar, yani ölümün artık kesin bir şekilde geldiği anlaşılana kadar her insan tevbe edebilir ve etmelidir.
Bazen kişinin seviyesine göre latifelerin ölmesine günah değil bir nafileyi bırakmak veya kendinden Allah rızası için yapılması beklenen bir vazifeyi yapmamak da sebep olabilir. Alt başlık olarak şunu da ifade edelim ki kişinin yolu ne kadar sahihse, insan ne kadar doğru bir yolda yürüyorsa o kadar çabuk ve sert ceza görür. Tebük Savaşı'na katılmayanlardan sadece, Peygamberimiz (sas) seferden döner dönmez hatalarını ifade edip verilen cezayı çeken üç kişi kurtulmuştur. Kendilerine verilen elli günlük cezayı çekmişler ve sonuçta tevbelerinin kabul edildiği bildirilmiştir. Sefere diğer katılmayanlar ise böyle bir baskıya uğramamışlardır. Çünkü onlar o seviyenin insanı değillerdir. Ancak burada farklı türden bir imtihan söz konusudur. Onlar bu imtihanı yaşarken cezanın elli günden ibaret olduğunu bilmiyorlardı. Bu süre beş yüz gün de olabilirdi. Akıbetini bilmeksizin gün gün üstüne ekleniyordu. Bu da imtihanın şiddetini artıran bir unsurdu.
Ölen ve Ölmeyen Latifeler
İnsanın bazı latifeleri tamamen ölebilir ve bir daha asla canlanmaz. Ancak bunlar iman ve İslam adına hayati olan latifeler değildir.
Bu noktayı biraz daha açalım: İnsanın ölen latifeleri içinde tekrar canlanması mümkün olanlar da vardır asla canlanmayacak olanları da mevcuttur. Ancak hiç canlanmayacak olan latifeler insanın imanına esas teşkil edecek latifeler, duygular değildir. İmana esas olan duygular bazı günahlar veya ihmaller yüzünden kışın solan çiçekler gibi solar ancak baharda yeniden açılabilirler. Bununla birlikte tevbe etmemek, günahta ısrar etmek, istiğfarı ertelemek, düştükten sonra yeniden ayağa kalkmak için gayret etmemek, zamanla günahı önemsememek ve kendini tamamen günahlara salmak da mümkündür.
Bizi mümin ve Müslüman yapan latifelerimiz öldükten sonra tekrar canlanmayacak olsaydı tevbe ve istiğfara davet edilmemiz anlamsız olurdu. Eğer günahlarımız iman adına yaşamsal önemdeki latifelerimizi tamamen öldürseydi, küfür ve şirk gibi durumlar karşısında insanın hiçbir latifesinin tekrar dirilmemesi yani kafirlerin veya müşriklerin iman etmemeleri gerekirdi. Sahabe efendilerimizi düşünelim, küfür bir dönem için o insanların bütün latifelerini bir daha dirilmemek üzere öldürmüş olsaydı onlar hiçbir zaman “sahabe” olamayacaklardı.
O hâlde diyebiliriz ki: Bazı özel ekstra latifeler vardır ve bunların tamamı veya bir kısmı tamamen ölmüş olabilirler. Ancak bu özel latifeler insanın manevi terakkisi adına çok ileri aşamaları netice verebilecek latifelerdir. Ölümleriyle insanı imandan ve ibadetten alıkoyacak, Allah’tan tamamen uzaklaştıracak latifeler değildir. Bu latifelerin ölümüyle insan örneğin okuduğu duaların nuraniyetini artık göremeyebilir, gaybe aşina olma özelliğini yitirebilir, karşısındaki insanın hislerinden haberdar olabilme kabiliyetini kaybedebilir. Ancak bunlar zaten ikincil hususlardır, imanın ve İslam’ın esasına ait değillerdir. Bununla birlikte insanın imanını diri tutacak, kişiyi ibadete devam ettirecek latifeler hiçbir zaman tamamıyla ölmezler. Sadece solabilirler, sönebilirler, eskiyebilirler. Onların da yeniden açmaları, parlamaları, yenilenmeleri bazı şartlara bağlı olarak her zaman mümkündür. Bu şartları, yani latifeleri yeniden canlandırmanın çeşitli yolları vardır. Bu yollardan yazının ilerleyen bölümlerinde bahsedeceğiz.
İstikamet Ehlinin İlk Hataları
İstikamet üzere olan kimselerin, ilk defa yaptıkları hatalarda bir uyarı görme ihtimalleri yüksektir. Örneğin hep kurallara uyan biriyseniz, ilk defa arabanızla aceleniz olduğu bir anda kırmızı ışıkta geçtiğinizde, polisin size ceza yazma ihtimali normalden daha yüksektir. Bu kötü ve kişinin aleyhine olan bir şey değildir. Hata ve şer o kişide yerleşmesin, o kişi istikamet üzere devam edebilsin diye bu olumsuzluklar insanın başına gelebilir. Örneğin, harama bakma konusunda hassas bir kimse, bir anlık gaflete düşüp de harama nazar ettiğinde içindeki namaza karşı iştiyakının, namaz kılarken hissettiği huzurun alındığını hissedebilir. Bu durum telafisi imkânsız bir lanet gibi görülmemelidir. Aksine bu durum “Sen bize yakınsın ve bu hiç hata yapmaman için bir tokattır. Bundan sonra dikkat et!” mesajı olarak değerlendirilebilir. Bu tip hâller bazen elli gün, bazen beş gün sürer. Bu gibi hâllerde bulunan kimseler ümitsizliğe kapılmamalı, o hâlin devamlı süreceğini düşünmemelidir. Bu hâl samimi bir tevbeden sonra belki beş gün, belki on gün, belki elli gün sürecek ama sonunda kalkacaktır.
Tasavvuf ve tekke literatüründe bu manayı ifade etmek için kullanılan “Dövülen kovulmaz, kovulan veya kovulacak olan dövülmez.” şeklinde bir söz vardır. Yani şeyhin veya hocanın size bizzat ceza veriyor olması sizde hâlâ ümit olduğuna işarettir.
Meseleyi Kendinde Tespit Etme
Burada akıllara gelebilecek sorulardan bir tanesi de şudur: Latifelerin ne kadar kirlendiğini ve hangi günahın latifelerimizi kirlettiğini bilmiyorsak ne yapmalıyız?
Bu konuda öncelikle şöyle bir problem vardır: İnsanların çoğunun bilgileri karışıktır. Saf, rahat, düz ve net bilgi çok az kişide bulunur. Kendine karşı objektif bakabilme özelliği daha da nadir bulunur. Bu nedenle bir insanın ilmî ve objektif bir şekilde “Benim başıma şu musibet şu nedenle geldi.” şeklindeki yorumunun doğru olması epey zordur.
Fakat kabaca sıla-i rahimi kesme, ana babaya hürmetsizlik etme, onları kırma sonucunda kişinin maddi bir sıkıntıya düşmesi mümkündür ve kişi bu durumu net bir şekilde tespit edebilir. Yahut ne zaman harama baksa işinde bir sorun çıktığını anlayabilir. Bunun gibi net tespit edilebilen durumlarla ilgili günahların bırakılması verimli olacaktır. Tabii bu günahı bırakma istikametinde kararlı, kişisel iradenin hakkını verecek şekilde davranmanın da önemli olduğu belirtilmelidir.
Kalbi/Latifeleri Yeniden Canlandırmanın Yolları
İmam Gazali (ra) hazretleri bir insanın bir günahı işlemeye imkân bulması halinde o imkân içerisinde Allah’ı ve ahireti düşünerek o günahı işlememesi ve bunun on kere tekrar etmesi durumunda geçmiş günahlarının silineceğini söyler. Örneğin harama bakan bir insanı düşünelim. Bu insan Allah’ı hoşnut etmek, cehennemden korkmak veya iyi bir kul olmak gibi çeşitli motivasyonlarla imkânı olduğu halde harama bakmamaya karar verdiğinde ve bunu on defa tekrar ettiğinde o kişinin bu türden işlediği günahlarının bağışlanacağı ümit edilebilir. Ancak buradaki on sayısını mutlak düşünmemek gerekir. Kimileri için bu sayı üç, beş kimileri için de yirmi, elli vb. olabilir. Günahın yaygınlığına, çapına, etkisine göre değişebilir.
Bu noktanın konumuzla ilgisine gelince: Günah işlememe azmini fiili olarak tam bir şekilde ortaya koyma günahın affına yol açtığı gibi kalpteki kirin-pasın temizlenmesine, ölmüş ise ilgili latifenin yeniden canlanmasına da yol açabilecektir.
Bir günahı tam kesemediğimiz/bırakamadığımız durumlarda, o cinsten günahların en kötüsünü kesmeye başlamak da faydalı olabilir. Örneğin gözün harama bazen kayması ayrı bir şeydir. Bu günahın bizzat peşine düşmek, bu amaçla evden çıkıp bu günahı rahatlıkla işleyebilecek yerlere bu niyetle gitmek ayrı bir şeydir. Bu günahların seviyeleri de farklıdır. Bu noktada günahı tümden terk edemiyorsak, o günahı terk etmeye yaptığımız en kötü şeyi terk ederek başlamamız verimli olacaktır.
Bildiğimiz, farkında olduğumuz günahlarımız arasında büyük günahın kendisini bırakmak yahut o günaha yakın olanları terk etmenin latifelerimizin yeniden canlanması adına işe yarayacağını söyleyebiliriz.
İstiğfara Devam Etmek
Latifelerin kısmen de olsa sönmesi imanın sona ermesi demek değildir. Latifeler solabilir, sonra yine yeşerir, öldükten sonra dirilebilir. Ancak insanın iç dünyasında bir haramın öldürdüğü latife, örneğin bir yalan söylemekle ölen bir his, bir iftiranın bozduğu manevi bir duygu, bir harama bakmanın söndürdüğü ilahi bir mekanizma mümkün olan en kısa zamanda tevbe ve istiğfarla tamir edilmezse işin içinden çıkmak daha zor olacaktır. Mesela bir insan bir yalan söyler ve o insanın o gün bir kısım latifeleri ölebilir. O latifeyi yeniden canlandırmak için bazen bir gün bazen bir hafta gerekebilir. Bir harama bakmakla insan artık ibadet ve zikirlerinden eskisi gibi manevi zevk duymuyor olabilir. Bu arızayı da tamir etmek için bazen günler bazen haftalar bazen aylar hatta yıllar gerekebilir. Ancak sonunda o günah sanki hiç işlenmemiş gibi insanın latifesi yeniden parlak bir şekilde canlanabilir.
O hâlde hangi günahımızı biliyorsak veya farkındaysak onu önce bırakmamız gerekir. Bunu da yapamıyor ve ilgili günahları terk edemiyorsak istiğfara ısrarla devam etmemiz çok önemlidir.
Hem bir günaha hem de istiğfara devam etmek bir çelişki değil midir? Hayır! Değildir.
Burada istiğfarla ilgili az bilinen, ilk etapta garip gelebilecek bir noktayı ifade edelim: İstiğfar sadece günahı işledikten sonra edilmez. Günahı işleme esnasında dahi istiğfar edilebilir ve edilmelidir. Örneğin gıybet alışkanlığı olan ancak bu günahından rahatsız olan birisi “Allah’ım! Gıybet edip durduğum için beni ve gıybet ettiklerimi affet!” diyerek istiğfara devam etmelidir. Hatta bir muhabbet esnasında hoşlanmadığınız birinin lafı geçse ve o kişi hakkında gıybet ederek konuşacak olsanız konuşmadan önce içinizden veya dışınızdan “Allah’ım! Bana bu bırakamadığım gıybeti sen bıraktır!” diye dua edip konuşmaya öyle başlamak iyi olacaktır. Bu durum insanlara başlangıçta münafıklık yahut çelişki gibi gelebilir. Fakat bu davranış insanın iradesini destekleyecek bir davranıştır.
Bu noktada şu örneği hatırlayabiliriz:
Bir adam Efendimiz’e (sas) gelerek: “Ya Rasulallah! Ben Medine’nin uzak bir yerinde bir kadından yararlandım. Kendisine dokunmadan (onunla zina etmeden) ondan istifade ettim. İşte ben buradayım. Hakkımda dilediğin hükmü ver.” der. Orada bulunan Hz. Ömer (ra) o adama “Gerçekten Allah senin kusurunu örtmüş bulunuyor. Keşke sen de kendi kusurunu saklamış olsaydın.” der. Efendimiz (sas) o esnada bir cevap vermez. Adam kalkıp gidince de Efendimiz arkasından birisini gönderip adamı çağırtır ve kendisine “Gündüzün iki tarafında gecenin de birbirine yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl! Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, iyi düşünenler için bir öğüttür.”(4) ayetini okur. Orada bulunanlardan birisi “Ey Allah’ın Nebisi! Bu (iyiliklerin kötülükleri gidermesi) özel olarak sadece o adam için mi?” diye sorar. Efendimiz (sas) “Hayır. Bütün insanlar içindir.” buyurur.(5)
Görüleceği üzere Efendimiz (sas) kendisine günahını itiraf eden adamı ne azarlamış ne de ona bir ceza vermiştir. Ancak günahın arkasından namaz kılmasını hatırlatan ayeti okumuştur. “Utan ve Allah’ın huzuruna çıkma.” dememiş hatta önce istiğfar edip sonra namaz kılmasını da söylememiş, salih bir amel işlemesini ve böylece o işleyeceği salih amelin günahını temizleyeceğini hatırlatmıştır.
İstiğfarda, Allah'tan af dilenmede sınır yoktur, derinlik çoktur. İsteyen bir köşede oturup yetmiş defa “Estağfirullah” veya “Estağfirullah ve etübü ileyh” gibi kısa istiğfar zikirlerini çeker. İsteyen Hazreti Ali’den veya Şah-ı Nakşibend’den nakledilen, Büyük Cevşen veya Mecmüatül Ahzab gibi eserlerde geçen istiğfar manalı duaları okuyup o duaların iklimine girmeye çalışır. İsteyen kendi kendine, kendi kelimeleriyle “Allah'ım beni affet, günahlarımı bağışla, bana azap etme.” der, ila ahir... Bu istiğfarlar ve Allah'a sığınma hâlinde derinleşme zaman içinde kalbi yumuşatır ve bazı latifeleri canlandırıp yeniden parlatır.
Bir kudsi hadiste şöyle buyrulur: “Kul günah işleyince “Allah’ım! Günah işledim, mağfiret et.” der. Ben bunun üzerine şöyle buyururum: “Kulum günah işledi. Kendisini mağfiret edecek bir Rabbinin bulunduğunu yani Beni kabul etti. Ben de onu mağfiret ettim… Daha sonra bir daha günah işleyerek, “Ya Rabbi! Yine günah işledim.” der. Ben yine şöyle derim: “Kulum günah işledi. Kendini mağfiret edecek birisinin bulunduğunu kabul etti. Ey kulum! Sen dağlar kadar büyük günahlardan istiğfar edip benim karşıma gelirsen Ben seni yine mağfiret edeceğim.”(6)
Demek ki kul ne kadar günah işlerse işlesin istiğfara devam etmelidir. İstiğfar, Allah’a teveccühün önemli bir unvanıdır. Allah’a teveccüh etmek, her günahtan veya her yanlış yola sapmadan sonra yeniden O’na yönelmek kıymeti hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar değerli bir ameldir. Bu nedenle insan ne kadar düşerse düşsün, kaç günaha girip çıkarsa çıksın hemen istiğfar ile “Bismillah.” deyip kulluğuna kaldığı yerden devam etmelidir.
Tebliğ
Pörsümüş latifelerin canlanmasının yollarından biri de tebliğdir. Allah'ın dinine yardım istikametinde her türlü samimi çalışma ilk etapta kişideki latifelerin paslanmasının önüne geçer. İnsan bu yönde çalışmaya devam ettikçe, latifelerin üzerindeki buğular silinir, pörsüyen latifeler yeniden canlanır.
Bizzat tebliğ faaliyetinde bulunmak zor geliyorsa yahut imkânsız ise bu konuda samimi olduğunu düşündüğünüz kişilere de bu vazifelerinde yardımcı olmak tebliğ sevabından istifade etmenize vesile olacaktır.
Diğer yandan “Ey Rasul! Rabbinden sana indirilen emirleri tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini (elçilik vazifeni) yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Allah kâfirleri istediklerine eriştirmez.”(7) ayetinin de işaretiyle tebliğ vazifesini yerine getiren insanlar (ki bu vazife her müminin ve Müslümanın vazifesidir) Allah Teala’nın özel koruması altındadır. Buradaki “koruma” kavramı sadece maddi musibetler için değil, nefis ve şeytanın insanı bulaştırmak istediği günahlara karşı koruma olarak da anlaşılmalıdır.
Tebliğ konusunda “Ben daha namazlarımı istediğim gibi kılamıyorum. Hem terk edemediğim günahlarım var. İman ve İslam’ın hakikatlerini, güzelliklerini tebliğ etmek nerede ben nerede?” diye düşünmemeli, tebliğin (veya emr-i bil maruf nehy-i anil münkerin) insanın kendisini de ıslah etme özelliği olduğu unutulmamalıdır.
İhtiyaç Sahiplerine Yardım Etme
Latifelerin canlanması adına yapılabilecekler arasında bir diğer mesele olarak kişinin ihtiyaç sahibi kimselere yardım etmesi söylenebilir. Merhamet edilecek insanları bulma ve onlara yardımcı olmaya çalışma bu noktada bir parça işe yarar. Örneğin hasta çocukları, bakıma muhtaç yaşlıları, ciddi fakirlik çeken insanları tespit edip onlara maddi-manevi yardımcı olmaya çalışmak önemlidir. Gerçekten şefkate ihtiyacı olan insanlara o şefkati göstermek latifelerin canlanması adına faydalı olacaktır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Çok hazır değilseniz bu gibi durumlarla yoğun şekilde karşılaşmak kişiyi ağır bir depresyona sokabilir. İnsan manevi olarak hazır olmadığında üst üste bu tarz durumlarla karşılaşınca o kimselere şefkat etmek yerine hayattan nefret etme gibi bir psikolojiye bürünebilir. Bu yönde sinyaller alırsanız bu sinyalleri dikkate almalısınız. Bununla birlikte genelde şefkatin zirvede olacağı yerlerde hizmet etme veya bu tarz durumları görme kişinin kalbini yumuşatabilir. Deprem zamanından sonra insanların genel olarak gördükleri manzaralar karşısında kalplerinin yumuşadığına şahit olabiliriz. Yahut huzurevleri, yetimhaneler gibi yerlerde gönüllü olarak çalışmak da benzer neticeleri verebilmektedir.
Rabıta-i Mevt
Rabıta-i mevtin her türlüsü latifelerin canlanmasına yardımcı olur. Mezarlık ziyaretleri, kişinin kendi vefatını düşünmesi, vefat etmiş yakınlarını hatırlaması gibi hususlar rabıta-ı mevtin önemli vesileleridir. Bu bağlamda insana gerçekten ölümü hatırlatacak her şey rabıta-i mevt çatısı altında değerlendirilebilir ve rabıta-i mevt de insanın kalbinin paslanmasına mâni olur. Elbette burada kastedilen ölümü gerçek manasıyla hatırlama, bir gün kendisinin de öleceğini, toprağa gömüleceğini ve ilgili durumları tam manasıyla, hissederek hatırlamadır. Alışkanlık hâline gelen ve insanda manevi bir değişikliğe neden olmayan çabalar değil de insanı gerçekten ölüm düşüncesiyle karşı karşıya getiren, kişinin öteleri hatırlamasına vesile olacak eylemler latifelerin canlanmasına katkıda bulunacaktır.
Bu noktada şu hususu da belirtelim: Mezarlık ziyaretleri kültürümüz içinde bir âdet haline geldiğinden bir rabıta-i mevt vesilesi olmaktan çok bir geleneği yerine getirme ritüeline dönüşmüş olabilir. Dolayısıyla mezarlıkları ziyaret etme rabıta-i mevt noktasında bazılarımız için işe yaramayabilir. Bu durumda direkt ölüm değil, onun yakını olan hastalık olgusu kullanılabilir. Yani hastaneleri arada sırada ziyaret etmek, mümkünse yoğun bakım ünitelerinin önlerini yahut yatan hasta servislerini kısa süreli gezmek, dünya hayatının zevkli ve eğlenceli atmosferinden kurtulup insanın ağzının tadını bozacak bir vesile olabilir. Bu da günaha müptela, haz peşinde koşan ancak acıdan kaçan insan nefsini dünyevi yönüyle rahatsız edecek ancak kalp ve ruh dünyası adına farklı ve aydınlık bir kapı açabilecektir.
Özetlemek gerekirse: Latifelerimizin yeniden canlanması için bize lazım olan şey, doğru amele devam etmektir. Yani günah işliyorsak o günahı bırakacağız. Bırakamıyorsak bırakmaya çalışacağız. Her durumda istiğfara devam edeceğiz. Manevi bir zevk alsak da almasak da, içimizde kasvet ve huzursuzluk hissetsek de hissetmesek de namaza devam edeceğiz. Namazı daha güzel kılma adına ne biliyorsak uygulayacağız. Konsantrasyonu sağlamaya çalışacağız. Sünnetlerin edasına dikkat edeceğiz, nafileleri alışkanlık edinmeye gayret edeceğiz, namaz sonrası tesbihatlar yapacağız ila ahir... Yani namazımızı güzelleştirme adına bildiğimiz ne varsa onları yapmaya devam edeceğiz.
Bu noktada kendisi hissetmediği ve kendisini günahkâr bildiği hâlde doğru davranışa, pozitif amele devam etmek ve negatif ameli bırakmak, bırakmaya çalışmak ve o negatif ameller için istiğfar etmek yapmamız gerekenlerin özetidir. Kişinin kendisini başarısız ve verimsiz gördüğü hâlde bile, o kapıyı bırakmaması çok kıymetlidir. Hatta denebilir ki en kıymetli hâllerden biri odur. Çünkü zaten namazda derin bir huşu hissederken siz namazı o hissettiğiniz huşu için mi kılıyorsunuz, Allah için mi kılıyorsunuz tam belli olmayabilir. Veya namazı kıldığınız gün hemen işleriniz düzeliyor, bol bol bereket geliyorsa o namazı kılmaya devam etmek için ekstra bir iştiyak duymanız normaldir. Ama namaz kılınca hiçbir şey hissetmezken, hatta içiniz daralırken, kaçmak isterken, hala kapıdan gitmiyorsanız o ahiret adına da kalbin değişmesi adına da kişiye ciddi imkanlar sağlar.
Sabır
Bu noktada biraz sabretmek gerekebilir. Çünkü bir yere kadar yaklaşmışsak, sonra o seviyeden geri aşağı inmişsek, tekrar kapıyı çaldığımız vakit bizi kapı önünde biraz bekletebilirler. Mesela diyelim ki dua etme adına Cevşeninizi her gün okuyordunuz. Buna üç yıl devam ettiniz. Sonra bir şey oldu ve Cevşen okumayı tamamen bıraktınız. Akabinde tekrar okumaya karar verdiniz. İşte o zaman okurken biraz zorlanma hissedebilirsiniz. Ya çocuk ağlar ya araba bozulur ya da günlük hayatın içinde başka aksilikler çıkar. Bunun sebebi şudur: Size bir imkân, bir rahatlık verilmiştir. Daha içeride, daha özel bir daireye alınmışsınız ancak sonra onu bırakıp gitmişsinizdir. Ne kadar yakına gelmişseniz yiyeceğiniz tokat veya çekeceğiniz ıstırap o kadar büyük olur. Bu noktada yine Tebük Savaşı'na katılmayan o üç sahabeyi hatırlamalıyız. Onlar mukarrabin yani Allah ve Rasulüne çok yakın idiler. Allah ve Rasulünün katında kıymetli idiler. O eski makamlarını tekrar elde edebilmeleri için dünyanın kendilerine tamamen dar gelmesi gerekmişti ve öyle de oldu. Yeryüzü onları sıkıştırdıkça sıkıştırdı ancak onlar direndiler ve sonunda af müjdesine nail oldular.
Allah Teala’dan kalbimizi/latifelerimizi iman, İslam ve ihsan üzere yani dininde sabit kılmasını, günahlarımızdan dolayı bizi gözden çıkarmamasını, bozulan latifelerimizin canlanması için bize yardım etmesini diler ve dileniriz.
1 Bakara, 7; Münafikun, 3; Nisa, 155; A’raf, 100-101
2 Maide, 54
3 Müslim, İman, 172
4 Hud, 114
5 Müslim, Tevbe, 45
6 Buhari, Tevhid, 35; Müslim, Tevbe, 29
7 Maide, 67