Hukuki Boyutu | Mürtedin Öldürülmesi | 2. Kısım
Soru: Dinden dönen insanın hak ve hakikati tam ve bütün haliyle, kâmil manasıyla tanıyıp benimsedikten sonra bunları reddettiği ve bu nedenle böyle bir insanın iç dünyasında hak ve hakikatle ilgili hiçbir şeyin kalmayacağı, bir şer kaynağı haline geleceği söyleniyor. Bu durum inanan insanlar için makul ve geçerli olabilir ancak hukuki cezalar somut suçlara verilir. Dinden dönen bir insanın iç dünyasının bir kamu suçuna konu edilmesi sorunlu bir yaklaşım değil midir?
Cevap: Bu düşünce, akıl yürütme silsilesinde bazı atlamalar yapılarak ulaşılmış bir düşüncedir. Şöyle ki:
Hukuki konular da dahil olmak üzere bazı meseleler vardır ki hukuku yazanlar da uygulayanlar da normal insanlar da o meselenin tüm yönlerini ve uçlarını göremeyebilirler. Örneğin, günümüzde idam cezası tamamen kaldırılmıştır. Özellikle iki noktada idam cezasının sorunlu bir ceza türü olduğu doğrudur. Birincisi; insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokratik ilkelerin tam manasıyla yerleşmediği bir ülkede idam cezası siyasi maksatlarla kullanılabilmektedir. Bu da baskıcı sistemlerin güçlerini artırmalarına yol açmaktadır. İkincisi, hukuk sistemi dünyanın hiçbir yerinde hatasız işleyen bir sistem değildir. Yine de bazı hukuki hataların telafisi sistem içinde mümkün olabilmektedir. Örneğin bir insan delillerin yanlış toplanması, iftiraya maruz kalması gibi nedenlerle suçsuz yere birkaç sene hapis yatmış olabilir. Masum olduğu anlaşılınca da kendisine maddi ve manevi tazminatlar ödenerek hata kısmen de olsa telafi edilebilir. Ancak suçsuz yere idam edilen bir insan için böyle bir telafi mümkün değildir.
Diğer yandan idam cezası tamamen haksız, vahşi ve akıl dışı bir ceza türü de değildir. Öyle suçlular vardır ki hiç acımadan, rahatlıkla insan öldürebilmektedir. Kitlesel ölümlere neden olan silahlı terör suçları, kadın ve çocuk cinayetleri, tecavüz ve işkence sonucu canavarca hislerle adam öldürmek gibi suçlara idam cezası veya her türlü aftan muaf tutulmak kaydıyla müebbet hapis cezası verilmesi kabul edilebilir bir durumdur.
Bu örneklerin konumuzla ilgisine gelince: Bir insanın rahatlıkla adam öldürebilmesi, tecavüz, pedofili, terör gibi suçları acımasızca işleyebilmesi diğer insanlara zarar verme potansiyeli yüksek suçlardır. Hatta bir insanın alkollü araç kullanırken veya ihmal sonucu oluşan bir iş kazası sonucu ölüme sebebiyet vermesi gibi suçlarda bu suçlulara verilecek ehliyete ve araca el koyma, hapis, görevden men edilme gibi suçlar makul ve vicdana uygun sayılmaktadır. Çünkü toplum o insanlardan korunmalıdır. Toplumu ilgilendiren ve toplumsal zarar potansiyeli büyük olan suçlara verilecek cezalar daha ağır olmaktadır.
Benzer şekilde bir mürtedin kalbinin hakikate tamamen kapanması salt metafizik bir olgu değildir. Mürtedin sadece iç dünyasını ilgilendiren psikolojik veya bilişsel bir tercih meselesinden de ibaret değildir. İyiliğin ve kötülüğün insanın hayat paradigmasını oluşturmada dini inançtan beslendiği, insanların iyilik-kötülük, hak-adalet gibi kavramları öğrenip benimsemede dini değerlerin önemli derecede etkin olduğu toplumlarda kamu hukukunun dinden dönenlere ceza vermesi gayet anlamlı ve mantıklıdır. Tabii ki böyle bir cezanın anlamlı olabilmesi için o toplumun söylem veya slogan düzeyinde değil, gerçek manada bir İslam toplumu olması gerekecektir.
Ancak günümüzde tecrübelerimiz ve konuyla ilgili yapılan araştırmalar açıkça göstermektedir ki; “din” kavramı tek başına bir kişi hakkında net bir bilgi vermemektedir. Yani bir insanın dindar olduğunu, İslam veya başka bir dine mensup olduğunu iddia etmesi o insanı tanıma adına tek başına yeterli bir veri değildir. Çünkü Müslüman olduğunu söyleyip zulüm, haksızlık üzere yaşayan milyonlar olduğu gibi Müslüman olmadığını söyleyip adil, iyi ve doğru yaşamaya çalışan insanların sayısı da az değildir. Dolayısıyla bir insanın “Ben Müslümanım.” demesi o insan hakkında domuz eti yemediği, sünnetli olduğu gibi istisnai birkaç bilgi verse de o insanın içki içip içmediği, yalan söyleyip söylemediği, insanlara adil ve şefkatli davranıp davranmadığı, sözünde durup durmadığı gibi konularda bir bilgi vermemektedir. Dolayısıyla “Ben Müslümanım.” beyanının toplumsal, hukuki ve bireysel açılardan bir bilgi kaynağı olduğu söylenemez. Bu nedenle kabul etmeliyiz ki, günümüzde “din” kavramı Müslümanlar da dahil insanların hayatlarını, onları hayır istikametinde her durumda değiştirecek kadar etkili bir kavram değildir. Böyle bir durumda dinin, kendi hayatına etkisi zaten çok az olan bir insanın dinden çıktığını iddia etmesi o insana mürted muamelesi yapılmasını gerektirmez. Çünkü bu insan kendi gözünde hak ve hakikati reddediyor değildir. Bilakis kendi çapında daha vicdanlı olduğunu düşündüğü için böyle bir beyanda bulunmuş da olabilir.
Her halükârda günümüzde iman etme ile etmemenin bu kadar birbirine karıştığı, insanların iyilik ve güzellikleri dinin dışındaki alanlarda da arayabildiği bir ortamda dinden çıkıp çıkmama kavramı da eskiden olduğuyla aynı manayı ifade etmemektedir. Dinin hakiki etkisinin pek az olduğu bir durumda da dinden dönmeye hukuki bir ceza verilmesinin pek anlamı kalmamıştır.
Diğer yandan kimin gerçekten dinden dönüp dönmediğinin veya mürted olup olmadığının belirlenmesindeki kriterlerin İslam Hukuk tarihinde net ve belirgin olmayışı sorunudur. Örneğin bir suçun oluşmasında “kasıt” kavramı önemli bir yere sahiptir. Dinden dönme suçunu işleyenin bu suça dair bir söz söylerken veya irtidat anlamına gelen bir fiili yaparken bunları suç kastıyla yapıp yapmaması kendisi hakkında verilecek hükümde de son derece etkilidir. Bu nedenle örneğin küfrü gerektirecek söz ve fiilleri işleyen birisinin bunları şaka maksadıyla yapması durumunda suçlu sayılıp sayılmayacağı dahi ihtilaflı bir konudur ve tartışmalıdır.
Bu ve benzeri durumlarda Peygamber hayattayken ve Allah’ın hükümlerini tam manasıyla bilirken, devletin ve yargının da başını temsil ederken irtidat suçuna verilecek cezanın anlamlı olacağına şüphe yoktur. Çünkü bir kimsenin gerçekten mürted olup olmadığını hiç kimse bir peygamber kadar net bilemeyecektir. Benzeri bir bilme durumu Peygamberle çok fazla vakit geçirmiş, vahyin ikliminde uzun süre yaşamış sahabe gibi insanlar için de geçerlidir. Ancak ortada bir peygamber yokken böyle bir suça verilecek ceza ise her zaman hatalı olma ihtimali taşımaktadır. Nitekim tarihte dinden çıkma ithamıyla suçlanıp da idam cezası verilen vakaların pek çoğu halen tartışmalıdır.
Günümüzde dinden çıkma suçuna karşılık idam cezası verilmesinin bir başka problemi de şudur: Dinden çıkma suçunun idam cezasıyla cezalandırılacağının bir yasa maddesi olarak açıkça yazılıp belirtilmesi durumunda dinden çıkanlar bu durumlarını elbette saklayacaklardır. Böyle bir cezayı yasalara koymuş olmak da din kurumunun mahiyeti gereği kendisiyle çelişmesi anlamına gelecektir. Çünkü hakikatte dinden çıkan ancak bunu ifade etmeyen veya fiile dökmeyen bir mürted asla bilinemeyecek ve böyle bir kişi de Müslüman toplum içinde bir münafık olarak yaşamaya devam edecektir. İmanın mahallinin kalp olması gerçeğinin de bu durum özelinde pek bir anlamı kalmayacaktır. Dolayısıyla günümüzde bir İslam toplumunda dinden dönme suçuna yasal bir ceza öngörmek toplumdaki münafık sayısını artıracaktır.