Yeryüzünün varisi inananlar olacaksa Müslümanlar niçin bu halde? | 3. Kısım
Not: Bu yazı, “Yeryüzünün varisi inananlar olacaksa Müslümanlar niçin bu hâlde?” başlıklı yazı dizisinin üçüncü yazısıdır. Serinin ikinci yazısına buradan erişebilirsiniz.
Müslümanlar ve Salahat: Her Müslüman Salih Kul mudur?
İnsanlar genellikle anne babalarından gördüğü hâliyle “La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah” cümlesini söyledikten sonra kendiliklerinden salih ve ahlaklı insanlar olduklarını var saymaktadırlar. Ancak bu varsayım doğru değildir.
Türkiye, Mısır, Pakistan gibi ülkelerin adli istatistikleri ile gayrimüslim ülkelerden örneğin Danimarka veya Almanya’nın adli istatistikleri karşılaştırılsa; karşılıksız çek yazma, dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma, bedelsiz senet yazma, irtikap, hırsızlık gibi suçların Müslüman ülkelerde daha fazla işlendiği anlaşılacaktır. Diğer yandan hukuki ve ticari işlemlerde sözleşme hazırlamak gibi toplumsal düzen açısından olmazsa olmaz hususlara da gayrimüslim ülkelerde daha fazla riayet edildiği bilinmektedir.
Bu durum önemlidir çünkü Kur’an’ın en uzun ayeti olan ve “Ey İnananlar! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız.”1 diye başlayan ayeti, insanlar arasındaki hukuki işlemlerin mutlaka bir sözleşmeye veya yazılı bir metne bağlanmasını emretmektedir. Buna ister noterlik kurumu ister yazılı kültür diyebilirsiniz ancak ne denilirse denilsin toplumsal güvenin sağlanması adına kişiler arasında hukuki bir sonuç doğuracak işlemlerin yazıyla belirlenmesi, sözleşme ve imza altına alınması son derece önemlidir. Dolayısıyla hem insanlığın yararına olması hem de Kur’an’da özellikle emredilmesi itibariyle bu salih bir ameldir. Bu ameli işleyenler ister Müslüman ister gayrimüslim olsun salih bir amel işlemiş olmaktadırlar. Yazılı sözleşmelere ve karşılıklı anlaşmaların yazıya dökülmesine ihtiyaç duymayan, bunu ihmal eden, “Bizim sözümüz senettir.”, “Garantisi benim.”, “Üç-beş günden bir şey olmaz.” gibi kalıplarla ticaret ahlakını alt üst eden söylemler ve işlemler ise elbette salih değil fasit amellerdir ve böyle davrananlar da Müslüman olsalar dahi fasit bir amel işlemiş olmaktadırlar.
Sonuç olarak bizler Müslüman olma iddiasına sığınarak ve İslam’ın bazı emirlerini yerine getirmekle; ilgili ayetteki “Salih kullar” ibaresini üzerimize alma, o ibarenin bizi kastettiğini söyleme hakkına sahip değiliz. “La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah” demek salahatin, salih olmanın bir parçasıdır. Ahiret noktasında insanın Rabbiyle sahih bir şekilde irtibatını sağlamak adına en önemli parçasıdır. Ancak dünya noktasında salahatin, salih olmanın başka parçaları ve noktaları da bulunmaktadır. Dünyalık işleri kendi kıymetine uygun, sağlam, doğru ve tam yapmak dünya açısından salahatin, salih olmanın belki en önemli parçasıdır denilebilir.
İslam Dünyasının En Önemli Sorunu
İslam dünyasının veya Müslümanların en önemli sorunlarından biri “Müslüman olma” iddiasının kendi başına her şeye yeteceğini, her sorunun üstesinden geleceğini, bu iddianın beraberinde ahlaklı ve salih bir insan olmayı da beraberinde getireceğini zannetmektir denilebilir.
Bunun nedeni şudur: Sigara tiryakisi bir insan sigaranın zararlı olduğunu biliyorsa sigarayı azaltmanın veya bırakmanın yollarını arayabilir ve o zararlardan bir şekilde kurtulabilir. Ancak sigaranın zararlarına inanmayan, onun zararlı olduğunu kabul etmeyen bir insanın sigaradan kurtulma şansı ve olanağı yoktur. Yanlış bir şey yapan iki kişiden birisi yaptığı yanlışı kabul ediyor diğeri kabul etmiyorsa kabul etmeyenin durumu daha kötüdür. Bu durum dünyevi meselelerde de uhrevi meselelerde de geçerlidir.
Bu durum Müslümanların kendi iç dünyaları ve özellikle ibadetleri için de geçerlidir. Örneğin her oruç tutan Müslümanın hakikaten oruç tuttuğunu, Kur’an ve sünnetin istediği tarzdaki oruç ibadetini hakkıyla yerine getirdiğini söylemek zordur. Evet, oruç tuttuğunu düşünen insan imsaktan iftara kadar aç ve susuz kalmaktadır ancak diğer yandan yalan da söyleyebilmekte, gıybet de yapababilmektedir ve insanlara açlık stresiyle kaba davranabilmektedir. Sadece zenginlerin veya kendisi gibi olanların davet edildiği iftar sofralarını gösterişli şölenlere dönüştürebilmektedir. Böylece Ramazan’ın kutsiyetine gölge düşmektedir. Yahut kurban bayramları et bayramı hâline getirilmekte, kesilen hayvanın etinin bir kısmı yakınlarına verilmekte ancak gerçekten ihtiyacı olanlar hiç düşünülmeyebilmektedir. Kısacası formel olarak yerine getirilmekle hakkı verildiği düşünülen ibadetler için de durum böyledir ve örnekte olduğu şekliyle sadece imsaktan iftara kadar aç ve susuz kalmak orucun salahati için yeterli olmadığı gibi sadece uygun bir hayvanı boğazlamak da kurbanın salahati için yeterli değildir. Dolayısıyla Müslümanların kendi ibadetlerinde yahut ibadet saydıkları amellerde bile tam bir salahatin olduğunu söylemek her zaman mümkün değildir.
Bu nedenle “Yeryüzü salih kullarıma miras kalacaktır!” ayetine bakıldığında yeryüzünün neden müminlere kalmadığı soruluyorsa “Demek ki mümin veya Müslüman olduğu iddiasındaki insanlar salih kullar değillermiş.” demek daha doğru bir cevap olacaktır.
Kültürümüzde Salahat & Hakikatte Salahat
Efendimiz (sas) bir hadislerinde; “İman yetmiş küsur şubedir (mertebedir veya özelliktir.) En yükseği, “La ilahe illallah” demek, en aşağısı ise eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür.”2 buyurur.
Hadisteki insanlara eziyet veren şeyleri yoldan bizzat kendi elleriyle kaldırmak kastedilmiştir. Yere çöp atmamak, atanı uyarmak veya yerdeki bir çöpü yahut taş parçasını görüp de “Ne pis insanlar var, bunları yollara atıyorlar.” diye kınamak değil ancak o şeyi bizzat elleriyle kaldırıp atmak…
Bu durumun konumuzla ilgisine gelince: Bizim kültürümüzde salahat veya salih amel deyince meseleye kendinden başlama anlayışı pek yoktur. İnsanlar, özellikle de toplumu ıslah vazifesiyle resmi veya gayri resmi görevli olanlar ve kendilerini bu konuyla görevli hissedenler kendilerinden önce başkalarını düzeltmeye çalışırlar. Böyle bir kültürde salahat deyince başkalarını uyarmak, onları düzeltmeye çalışmak, insanların dini konulardaki eksikliklerinden şikâyet etmek anlaşılır.
Efendimiz’in (sas) bu konuya getirdiği bakış açısı ise başkalarındaki eksiklikleri giderme noktasında şikâyet, kınama gibi durumlara girmeden o eksiklikleri bizzat kendi elleriyle tamamlamaya çalışmak, başkalarının yıktıklarını kendi elleriyle yapmaya çalışmak yahut herkesin kendi etrafını temizlemesidir. Çünkü salih bir kul olmak başkası üzerinden tanımlanacak, başkalarına kıyasla anlaşılacak bir kavram olmaktan çok öncelikle ve bizzat kendi üzerinde çalışmak, kendi eksikliklerine odaklanıp onları tamamlamak için çabalamaktır.
Sonuç: Mesele aslında varis olmaktan çok imtihan ile ilgilidir ve yeryüzüne mirasçı olma meselesi de imtihanın bir parçasıdır.
Diğer yandan günümüzde Müslümanlar tam manasıyla salih kullar değillerdir ki yeryüzü onlara miras kalsın!
Bu durumda Müslümanlar veya müminler imanlarının ve bir iddia düzeyinde kalan teslimiyetlerinin (İslamlarının) yanında salih bir kul olduklarında, yani ahiretle ilgili meselelerde olduğu kadar dünyayla ilgili meselelerde de salih davrandıklarında, işlerini tam, doğru ve sağlam yaptıklarında ancak böyle bir mirasçılık bekleyebilirler.
1 ) Bakara, 282
2 ) Buhari, İman, 3; Müslim, İman, 58