18 dk.
03 Temmuz 2023
Mut'a Nikahı-gorsel
Youtube Banner

Mut'a Nikahı

Soru: 
 

a) Mut'a nikahının hükmü nedir? 

b) Hadis kitaplarında muta nikahına Peygamberimiz döneminde izin verildiği, sonradan Hz. Ömer döneminde kaldırıldığı yazıyor. 

c) Ayrıca ehli sünnetten olup muta nikahıyla birliktelik yaşayan insanlar var. 

d) Nisa suresi 24. ayette geçen “(e)stemta’tum” kelimesinin faydalanma anlamındaki muta kökünden gelmekte olduğu ve ayetin muta nikahına izin verdiği savunuluyor.
e) Ayrıca nikahla ilgili diğer ayetler Mekke dönemindeyken bu ayet Medine'de inmiş ve bu yüzden neshedilmesi söz konusu değildir düşüncesi hâkim.

Cevap: 
 

a) Mut’a nikahı, sahabenin önde gelenlerinin icmasıyla ve sahih hadislere göre kesin ve net biçimde haramdır.
 

b) Efendimiz’in (sas) bir dönem mut’a nikahına izin verdiği veya en azından bu nikahı açıkça yasaklamadığı doğrudur. Ancak aynı şey içki ve faiz için de geçerlidir. Yani Kur’an veya Efendimiz (sas) içkiyi de faizi de bir dönem için açıkça yasaklamamıştır.
 

Mut’anın daha önceden serbest olup da Hz. Ömer (ra) devrinde yasaklandığı ise tamamen yanlış bir bilgidir. Bu konudaki hadislerin tümünden anlaşılan husus, mut’a nikahının Efendimiz (sas) döneminde yasaklandığıdır.

 

Mut’anın Efendimiz (sas) döneminde yasaklandığı açık olsa da hadislerden Efendimiz’in (sas) hangi döneminde yasaklandığı net bir şekilde anlaşılamamaktadır. Örneğin Hz. Ali’nin (ra) rivayet ettiğine göre Efendimiz (sas) Hayber günü mut’ayı ve evcil eşeklerin etini yemeyi yasaklamış yani haram kılmıştır.1 Sebre bin Ma’bed’den nakledildiğine göre ise Efendimiz (sas) mut’a nikahını Mekke fethinde yasaklamıştır.2 Ayrıca mut’anın Huneyn savaşı3 veya Veda Haccı4 sırasında yasaklandığını bildiren rivayetler de vardır.

 

Bu rivayetlerden anlaşılan odur ki Efendimiz (sas) mut’a nikahını hayatta iken yasaklamıştır. Bunda şüphe yoktur. Yasaklamanın zamanı hakkında ise kesin ve net bir bilgi bize ulaşmış değildir. Buradan hareketle rivayetlerdeki farklılıklar, rivayeti nakleden sahabinin yasaklamadan kendi belirttiği vakitte haberinin olduğu anlamına gelebilir. Ancak bazıları daha sonradan “Mut’a birkaç defa serbest bırakıldı, sonra tekrar yasaklandı.” şeklinde anlamış da olabilirler. Fakat mut’anın Efendimiz (sas) döneminde serbest olup da Hz. Ömer (ra) döneminde yasaklandığına dair hiçbir sahih rivayet yoktur. Mut’a, kesin ve net bir şekilde Efendimiz (sas) hayattayken ve bizzat Efendimiz (sas) tarafından yasaklanmıştır.

 

Hz. Ömer’in (ra) Allah Rasulü (sas) hayatta iken serbest olan bir şeyi, özelde mut’a nikahını haram kılması veya yasaklaması düşünülemez. Böyle bir şey farz-ı muhal olsa bile sahabenin bu duruma sessiz kalması düşünülemez. Hz. Ömer (ra) müçtehit ve teşkilatçı bir sahabe, bir devlet adamıdır. Pek çok konuda içtihatlar yaptığı, bazı hükümlere belirli şartlar altında sınırlamalar getirdiği bilinmektedir. Örneğin bir gün minbere çıkarak insanlara hitaben mehirlerin 400 dirhemden fazla olmasını yasakladığını söyler. Kureyşli bir kadın Nisa suresinin 20. ayetini delil getirerek bunu yapamayacağını belirtir ve Hz. Ömer’e itiraz eder. Hz. Ömer de kadına hak vererek bu yasağı geri çeker.5 Örnekler çoğaltılabilir. Dolayısıyla Hz. Ömer (ra) gibi büyük bir sahabinin Allah Rasulü hayatta iken serbest bıraktığı bir fiili daha sonradan Allah Rasulü'ne (sas) muhalefet edecek şekilde yasaklaması düşünülemeyeceği gibi sahabeden böyle bir uygulamaya itiraz edilmemesi de düşünülemez. Bu tarz bir iddia Hz. Ömer’i ve sahabeyi hiç tanımamış olmak demektir.

 

Ancak Hz. Ömer’in (ra) bu konuda sert bir uyarısının olduğu doğrudur. Hz. Ömer’in şöyle dediği rivayet edilir: “Şüphesiz Allah, Rasulüne dilediği şeyi dilediği sebeplerle helal kılıyordu. Kur’an da yerli yerince nazil oldu. Hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Bunu da Allah’ın emrettiği şekilde yapın. Bu kadınlarla mut’a nikâhı yapmayı da kesin artık! Şayet bana bir kadınla mut’a yapan birisi getirilirse, and olsun onu recmederim.”6

 

Bu ifadeler mut’ayı ilk yasaklayan kişinin Hz. Ömer olduğunu göstermez.

 

Ayrıca bazı sahabilerin, Efendimiz’in (sas) mut’ayı kesin ve sürekli olarak yasakladığını duymamış olmaları da mümkündür. Hz. Ömer de insanların bazılarının haberdar olmadığı bir yasağı daha vurgulu bir şekilde hatırlatmak istemiş olabilir. Dolayısıyla Hz. Ömer’in bu uyarısı insanlara yasağa uyma çağrısından ibarettir, yeni bir yasak koymak değildir. Bu düşünce sadece ehl-i sünnet alimlerin yorumu da değildir. Muhammed Hüseyin Kâşifülgıta gibi şii alimler de bu düşünceyi benimsemektedirler.7

 

c) Ehl-i sünnetten olduğunu iddia edip de mut’a nikahıyla yaşayan insanların varlığı mut’a nikahının hükmünü değiştirmez. Ehl-i sünnetten olduğunu iddia edip namaz kılmayan, gıybet eden, yalan söyleyen, emanete ihanet eden, insanların arasını açmaya çalışan, hırsızlık yapanlar da vardır. Nikah konusunda da sünni olduğunu söyleyen Arabistan veya bazı körfez ülkelerinde yaygın olduğu söylenen misyar, misfar, misyaf nikahı gibi nikah türleri mevcuttur. Bu nikah türleri de nikahın ruhundaki doğruluk, dürüstlük ve sonsuzluk (süre belirlememek) şartlarına uygun olmadığı için sahih nikah olarak kabul edilemez.

 

d) Bir kelimenin sözlükteki kelime anlamı başka bir şeydir, terim anlamı başka bir şeydir. Mut’a kelimesinin kelime anlamı menfaat veya faydalanma demektir. Nisa suresi 24. ayetindeki “(e)stemta’tum” kelimesinin kökeni de mut’a kelimesinin kökeniyle aynıdır. Dolayısıyla o kelime de faydalanma demektir. Ancak kelime köklerinin aynı olması ayetteki kelimenin mut’a nikahına işaret ettiğini göstermez. Çünkü terim anlamı olarak mut’a nikahı, aralarında evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının önceden belirlenmiş bir süre için ve belirli bir mal-para karşılığında birlikte yaşamak üzere anlaşmaları demektir. Ayetin, haram olan bu nikah türünü kastettiği iddiası yanlıştır.

 

Örneğin zekât kelimesi Kur’an’da temizlik anlamında da kullanılmıştır8 çünkü kelime kökü olarak zekât aynı zamanda temizlik anlamına da gelir. Ancak onlarca ayette de terim anlamıyla kullanılmıştır. Dolayısıyla Nisa suresi 24. ayette geçen “(e)stemta’tum” kelimesinin kök anlamı ile mut’a kelimesinin kök anlamının aynı olması ayetteki kelimenin mut’a nikahını ifade ettiği anlamına gelmez.

e) Öncelikle nikah hakkındaki ayetlerin Mekke döneminde indirildiği bilgisi yanlıştır. Örneğin; “Zina eden erkek ancak zinakâr veya müşrik bir kadınla evlenir, zina eden kadınla da ancak zinakâr veya müşrik bir erkek evlenir. Bu müminlere haram kılınmıştır.”(9) ayeti veya “Ey iman edenler! Mü’min kadınlarla nikâh akdi yapıp, henüz cinsî münâsebete girmeden kendilerini boşarsanız, bu durumda bir başkasıyla evlenebilmeleri için onlardan süre beklemelerini istemeye hakkınız yoktur. Yalnız onları gönül alacak bir kısım hediye ve yardımlarla memnun edin ve güzellikle boşayın.”(10) gibi evlilik ve boşanma hakkındaki ayetler Medine’de indirilmiştir. Nikahın ahkam kısmıyla ilgili Mekke döneminde indirilmiş bir ayet yoktur. Dolayısıyla “Nisa suresi 24. ayet Medine’de indirilmiştir, nikahla ilgili diğer ayetler Mekke’de indirilmiştir, Nisa 24’ün nesh edilmesi imkansızdır.” yaklaşımı da yanlıştır.

Kur’an’da “mut’a nikahı” şeklinde bir kavram geçmemektedir. Mut’a kelimesinin geçtiği Nisa suresi 24. ayetteki kelime ise terim anlamıyla değil sözlük anlamıyla kullanılmıştır ve muta nikahıyla ilgili değildir.
 

Diğer yandan mut’a nikahı nikahın alt dallarından olan nikahın şartlarıyla ilgili bir husustur. Kur’an’da ise nikahın zamanı, süresi, sıhhat şartları gibi ayrıntılara zaten yer verilmemektedir. Nikahın çerçevesi, kiminle nikah kıyılıp kıyılamayacağı gibi genel hükümler ile boşanmaya dair bazı hükümler Kur’an’da vardır ancak nikahın sıhhat şartları, evlilik akdinin zamanla sınırlanıp sınırlanmayacağı, hangi hususların nikahı fasit veya batıl kılacağı gibi ayrıntılar Kur’an’da tek tek sayılmamıştır.

 

İbn-i Abbas’ın Mut’a Görüşü

 

İmamiye Şiasının bazı kaynaklarında Abdullah bin Abbas’ın (ra) mut’a nikahına cevaz verdiği şeklinde ifadeler vardır. Benzer ifadeler Sünnilerin itibar ettiği hadis kaynaklarında da geçmektedir.

 

Şiilerin iddiasına göre Hz. Abdullah bin Abbas (ra) mut’a nikahını savunmuş ve ömrünün sonuna kadar bu görüşünden geri dönmemiştir. Ancak sünnî kaynaklarda İbn-i Abbas’ın bir dönem için bu görüşü savunduğu fakat sonradan bu görüşünden rücu ettiği, vazgeçtiği belirtilmektedir. Nitekim Tirmizi’deki bir rivayette İbn-i Abbas şöyle der: “Geçici nikkah İslam’ın başlangıcında vardı. Bir erkek tanıdığı bulunmayan bir memlekete gidince orada kalacağı kadar bir süre içerisinde bir kadınla evlenirdi. O kadın da o erkeğin eşyalarını muhafaza eder ve gerekli hizmetlerini yapardı. Mü’minun suresi 6. ayeti olan “Ancak ailelerine ve elleri altındaki cariyelere…” ayeti nazil olunca bu tür nikah kaldırılmış oldu.”(11)

 

Bazı rivayetlerde de İbn-i Abbas’ın sadece zor durumda olanlar için mut’ayı caiz kabul ettiği belirtilir ki “o (mut’a) ölü eti yemek gibidir. Sadece muztar (zor durumda kalan) için caizdir.” dediği belirtilir.(12)

 

Yine bazı rivayetlere göre sahabe, Abdullah bin Abbas’ın (ra) mut’aya cevaz veren görüşünün şâz (kural dışı) ve sadece kendisine ait bir görüş olduğunu belirterek reddetmişlerdir.(13) Müslim’in bir rivayetinde mut’aya cevaz veren İbn-i Abbas’a (ra) Hz. Ali itiraz ederek “Ağır ol ey İbn-i Abbas! Çünkü Rasulullah (asm) Hayber günü hem mut’ayı hem de ehlî (evcil) eşek etini yemeyi yasaklamıştır.”(14) der. Abdullah bin Zübeyir de İbn-i Abbas’a bu konuda muhalefet eden büyük sahabilerdendir.

 

Yine Abdullah bin Ömer’e (ra) bir adam gelerek mut’a nikahının hükmünü sorar. İbn-i Ömer de “Haram” deyince soru sahibi İbn-i Abbas’ın caiz gördüğünü söyler. Bunun üzerine İbn-i Ömer “Allah’a yemin olsun, herkes bilir ki Rasulullah Hayber gazvesi sırasında onu haram etti. Biz artık zanilerden (zina edenlerden) değiliz.” der. Bir başka rivayette de “Sübhanallah! İbn-i Abbas’ın böyle bir fetva vereceğini zannetmiyorum.” deyince etrafındakiler İbn-i Abbas’ın cevaz verdiği konusunda ısrar ederler. Bunun üzerine İbn-i Ömer “Rasulullah hayatta iken İbn-i Abbas küçük bir çocuktu. Rasulullah onu (mut’ayı) bize yasakladı. Biz artık zanilerden değiliz.”(15) der.

 

Rivayetlerin bütününden anlaşıldığı kadarıyla İbn-i Abbas’ın mut’aya cevaz veren görüşünden döndüğü anlaşılmaktadır ancak İbn-i Abbas’ın (ra) bu görüşünden dönmemiş olduğu varsayılsa bile bu konuda Hz. Ali (ra), Hz. Abdullah bin Ömer (ra), Hz. Abdullah bin Zübeyr (ra) gibi sahabilerin karşısında yalnız kaldığı görülmektedir. Bu durumda İbn-i Abbas’ın görüşünü delil kabul edip o görüşle amel etmek doğru olmayacaktır.

 

Diğer yandan örneğin Abdullah bin Mesud (ra) alim bir sahabidir. Efendimiz (sas) Kur’an’ı kendisinden öğrenilmesi gereken kişiler arasında Abdullah bin Mesud’un ismini de zikretmiş,(16) Kur’an’ı ilk indirildiği hâliyle okumak isteyenin Abdullah bin Mesud’un okuyuşuyla okumasını tavsiye buyurmuştur.(17) Ancak aynı İbn-i Mesud, Felak ve Nas surelerini Kur’an’dan saymamış, kendi mushafına almamış, onları Efendimiz’in (sas) öğrettiği dualardan birer dua olarak değerlendirmiştir. Ancak sahabenin de icmasıyla Felak ve Nas surelerinin Kur’an’dan birer sure olduğu bilinmektedir ki bu nedenle Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında toplanan Kur’an mushafında Felak ve Nas sureleri de yer almaktadır. Demek ki sahabi de olsa, alim de olsa bir insanın bir veya birkaç konuda yanlış düşünmesi, hatalı bir görüşe sahip olması mümkündür. Dolayısıyla mut’a nikahının haram olduğuna dair elimizde çok net ve açık bilgiler var iken sadece Hz. Abdullah bin Abbas’ın (ra) caiz görmesi (ki onun caiz görüp görmediği de tartışmalıdır) meselenin hükmünü değiştirecek bir delil oluşturmamaktadır.

 

Şia’nın Konuya Bakışı 

 

Şia’nın İmamiye kolu veya Caferi mezhebinin konuya bakışında açıkçası bazı çelişkiler vardır. Örneğin İmamiye Şiası mut’a nikahı ve evcil eşek etinin haram kılındığı Hayber hadisini sahih kabul eder ve bu hadise kendi hadis kaynaklarında da yer verir.(18) Hatta mut’anın haram olduğuna dair Hz. Ali’nin (ra) bizzat kendi beyanları da Şia kaynaklarında yer almaktadır.(19) Ancak bu hadisleri ve beyanları eserlerine alan Şii müellif Ebu Cafer et-Tusi “Bu rivayeti takiyyeye hamlederiz.” diyerek Hz. Ali’nin takiyye yaptığını iddia eder, hadisi de şâz (kural dışı) olarak görür.

 

Yine İmamiye Şiasının bazı fetvalarında “Mut’a, onu bilene helal, bilmeyene haramdır.”(20) şeklinde beyanlara rastlamak mümkündür. Nitekim son dönem Caferi literatüründe de “Ehl-i Sünnet’in kafasında canlandırıp şiddetle reddettiği “müt’a nikâhı” ile İmâmiyye Şîası’nın cevaz verdiği “müt’a nikâhı” birçok açıdan birbirlerine yabancıdır. Aralarında derin farklar vardır.”(21) şeklinde bir ayrıma gidilmeye çalışıldığı görülmektedir. İddiaya göre ehl-i sünnetin anladığı mut’a nikahı; şehveti tatmin için başvurulan süreli bir haz aracıdır ve bu uygulamada talak ile miras yoktur. Çocuğun nesebinin sabit olmaması, süre bittiğinde kadının iddet beklememesi ve yeni bir başka erkekle hemen bir araya gelip nikahlanabileceği bir uygulamadır. Ancak Caferi mezhebinin veya İmamiye Şia’sının da bu uygulamaya karşı çıktığı ve bunu haram saydığı iddia edilmektedir. İddiaya göre İmamiye Şia’sının mut’a anlayışında normal nikahtan farklı olarak birkaç unsur daha vardır. Onlar da mehirden ayrı bir ücret belirlenmesi, şahit şartı aranmaması, miras hükümlerinin oluşmaması, nikah süresinin belirlenmesidir. Bunların dışında yapılan uygulamanın nikaha benzer yanları Sünnilerdeki gibidir. Ayrıca tarafların mut’a ile ilgili bütün hükümleri ve hukuki düzenlemeleri bilmeleri gerektiği, aksi halde onlara mut’a izni verilmeyeceği de belirtilir.

 

Ancak bütün bunların hiçbirisi mut’ayı sahih bir nikah hâline getirmemektedir. Sonuçta mut’a nikahının normal nikah gibi nesil emniyetini, evlilerin izzet ve iffetlerini korumaktan, nikahın ruhuna uygun bir aile ortamını sağlamaktan uzak olduğu açıktır.

 

Bunun açık bir delili bazı Şii kaynaklarında ailesine utanç kaynağı olması sebebiyle bekar kızlar ile babalarının izni olmadan mut’a nikahı kıyılmasına cevaz verilmemesidir.(22) Ancak farklı Şia kaynaklarında ise buna izin verildiği görülmektedir.(23)

 

Yine Şia’nın en temel hadis kaynaklarından olan İstibsar’da Ebu Abdullah’a nispet edilen “Mümin kadınla mut’a yapma! Onu zelil eder, zillete düşürürsün!” şeklinde bir rivayet vardır. Eserin müellifi Tusî bu rivayeti “kadının asil bir aileden olması durumunda” diyerek tevil eder ve rivayeti mürsel görür.(24)

 

Son tahlilde Şii alimlerin bu konuda kendi aralarında bile ortalama bir tutarlılığa sahip olmadıkları görülmektedir. Bu tutarsızlık farklı görüşlere sahip olmaktaki masumiyet değildir. İnsanlar veya alimler bir konuda farklı düşünebilirler. Ancak burada söz konusu olan, kendi kaynaklarında dahi mut’anın açıkça haram ve insan onuruyla bağdaşmayan bir uygulama olduğuna dair rivayetler olmasına rağmen Şii müelliflerin bazılarının bu hakikati kendi yorumlarıyla perdelemeye çalışmalarıdır.

 

Ömer Buğzu

 

Bu durumun en önemli nedenlerinden birisinin Şia’nın Hz. Ömer’e (ra) ve pek çok sahabiye beslediği tarihsel kin olduğu söylenebilir. Şia’nın dört temel kaynağından birisi olan Küleyni’nin el-Kafi isimli eserindeki bir rivayet bu durumun tarihsel köklerini açığa çıkarmaktadır.

 

Rivayete göre Kureyşli bir erkek şöyle bir olay anlatır: “Amcamın kızının çok malı vardı. Bana (mut’a için) haber göndererek; “Bilirsin, benimle evlenmek isteyen çok erkek var. Ben onlarla evlenmedim. Ben sana erkeklere olan düşkünlüğüm için talip değilim. Ancak bana bir haber ulaştı ki mut’ayı Allah kitabında helal kılmış, Rasulü de sünnetinde beyan etmiştir. Fakat Züfer (Hz. Ömer (ra) kast ediliyor) mut’ayı haram etmiş. Ben de arşın üzerinde Aziz ve Celil olan Allah’a itaat etmek, Rasulüne itaat etmek, Züfer’e de isyan etmek istedim. Benimle mut’a nikahı yap!” dedi. Ben de “Ebu Cafer’e (İmam Muhammed Bâqır) gidip onunla istişare edeyim.” dedim. Sonra gidip Ebu Cafer’e haber verdim. Bana; “Yap! Allah ikinize de rahmet etsin!” dedi.(25)

 

Hz. Ömer’in (ra) oğlu Abdullah bin Ömer’den (ra) hadis alacak kadar ona güvenen, ehl-i sünnet ilim çevresinin de kendisini güvenilir bir ravi olarak gördüğü, ehl-i beyt içinde günahı şirk kabul eden, rec’ata (kıyametten önce ehl-i beyt imamlarının dirilip dünyaya döneceğine) inanan kimsenin bulunmadığını söyleyen, Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer’i (ra) sevdiğini söyleyip onları hidayet imamları olarak kabul eden, Hz. Hüseyin’in (ra) intikamını alma bahanesiyle başkaldıran Muhtar es-Sekafi’yi yalancılıkla itham eden(26) İmam Muhammed Bâkır (ra) Hazretlerinin Hz. Ömer’e (ra) böylesine abes bir muhalefette bulunmayacağı, hadislerde ve sahabe icmasıyla açıkça haram olduğu belirtilen mut’a nikahını caiz görmeyeceği açıktır. Dolayısıyla Küleyni’nin rivayetinin ciddiye alınır bir tarafı yoktur. Ancak bu rivayetin gösterdiği gerçek şudur ki: Bazı Şii müellifler Hz. Ömer’e (ra) ve sahabeye duydukları tarihsel kin ve mezhep taassubu ile ehl-i beytin yüce isimlerini de kullanmaktan çekinmemişlerdir.

 

Hatta bazı Şii alimler bu konuda ehl-i sünnete ve Hz. Ömer’e muhalefeti öyle bir noktaya taşımışlardır ki insan doğasına da ayet ve hadislere de aykırılığı apaçık ortada olan, Allah Rasulü’nün de (sas) hayatta iken bilfiil yasakladığı mut’a için “Mümin, mut’a yapmadıkça kemale ermez.”(27) diyecek kadar aşırıya varabilmişlerdir.

 

Sonuç

 

Mut’a nikahı esas itibariyle değişik kültürlerde farklı biçimlerde var olan ve geçici süreliğine yapılan bir evlilik türüdür. İslam’dan önce cahiliye Arap toplumunda da var olan bu evlilik türüne İslam’ın başlangıcında bir süreliğine izin verilmiş ancak Efendimiz (sas) hayatta iken kıyamete kadar yasaklanmış ve haram olduğu açıkça ifade edilmiştir.

 

Efendimiz’in bu yasağından haberdar olmayan bazı Müslümanların bu nikah türünü devam ettirmeleri üzerine Hz. Ömer (ra), Efendimiz’in (sas) koyduğu bu yasağı sert bir uyarıyla tekrar hatırlatmış ve mut’a uygulayanlara ceza verileceğini belirtmiştir. Hz. Ömer’in bu uyarısına da tek bir sahabi bile itiraz etmemiş, böylece mut’anın haram olduğu konusunda bir icma (görüş birliği) oluşmuştur.

 

Şia’dan bir grup ise Hz. Ömer’e (ra) olan muhalefetlerini aşırıya götürmeleri nedeniyle mut’aya helal kılıfı giydirmiş hatta daha da ileriye giderek mut’ayı bir ibadet gibi gösterebilmişlerdir.

 

Nikah denilen şey sözleşme esnasında süreyle kısıtlanamaz. Böyle bir kısıtlama varsa yapılan şeye nikah denilemez. Nitekim Hz. Ömer (ra) de böyle bir uygulamayı nikah değil zina olarak görmüştür ki mut’a yapanları recm edeceğini sert bir şekilde vurgulamıştır. Dolayısıyla Müslüman olup da daha en başta karşılıklı anlaşma safhasında belirli bir süre ile sınırlanmış bir anlaşmaya nikah demek mümkün değildir. Nikahın esası, sonsuz ufuklu olmasıdır. Evlenilen kişiyle sınırlı bir süre değil, en azından niyet olarak sürekli evli kalmayı düşünmektir. Bir insanın evlenirken “Bu evleneceğim kişi için çok geçimsiz, huysuz diyorlar ancak ben gene de evleneyim, çok huysuzluk ederse boşanırım.” gibi bir düşünceye sahip olması nikahı tek başına iptal etmez. Bu, insanın iç dünyasında sakladığı bir düşüncedir. Ancak karşılıklı sözleşme veya anlaşma esnasında “Dört kere huysuzluk çıkarırsan seninle boşanırım.” veya “Evlenmeyi kabul ediyorum ancak üst üste altı akşam eve geç gelirsen boşanırım.” şeklinde ifadelerle bir nikahın olmayacağı açıktır. 

 

İnsan genel iffet kavramı veya nesli koruma anlayışı içinde olması gereken bir nikaha süre tayin ederse bu şeye nikah deme şansı bulunmamaktadır.

 


 

1 ) Buhari, Nikah, 31; Müslim, Nikah, 29; İbn Mace, Nikah, 44

2 ) Müslim, Nikah, 19; İbn Mace, Nikah, 44

3 ) Müslim, Nikah, 3

4 ) İbn Mace, Nikah, 44

5 ) İbn Hacer, Metalibül-Aliyye, c. 2, s. 4

6 ) Müslim, Hac, 145; İbn Mace, Nikah, 44

7 ) TDV İslam Ansiklopedisi, Mut’a maddesi

8 ) Kehf, 81; Meryem, 13
9 ) Nur, 3

10 ) Ahzab, 49

11 ) Tirmizi, c. 1, 1122 nolu hadis

12 ) Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, c. 9, s. 56

13 ) Vehbe Zuhayli, a.g.e., c. 9, s. 56

14 ) Müslim, Nikah, 31

15 ) Mecmau’z-Zevaid, c. 7, s. 428

16 ) Buhari, FedailusSahabe, 27; Müslim, FedailusSahabe, 116

17 ) Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 211

18 ) et-Tehzib, c. 7, s. 251

19 ) Tusi, el-İstibsar, c. 3, s. 142

20 ) Şeyh Saduk el-Kummi, Men La Yahduruhu’l Fakih, c. 3, s. 292

21 ) Abdülkadir Çuhacıoğlu, Kitap ve Sünnet Işığında Müt’a Nikahı, Erişim adresi: https://www.caferilik.com/pdf/Muta%20Nikahi-www.caferilik.com.pdf

22 ) Kuleynî,Furû, c. 5, s. 393

23 ) Tusî,Istibsâr, c. 3, s. 145

24 ) Tusî, Istibsâr, c. 3, s. 143

25 ) Kuleynî, el-Kafi’nin Furû'mîne’l-Ahkâm kısmı, c. 5, s. 465.

26 ) İbn Sâd, Tabakat, c. 2, s. 20; Zehebi, Alamün-Nübela, c. 4, s. 401

27 ) Şeyh Saduk el-Kummi, MenlaYahdarahu'l-Fakîh, c. 3, s. 297