8 dk.
10 Kasım 2023
Namaz Kılmayan Evlada Karşı Tutum-gorsel
Youtube Banner

Namaz Kılmayan Evlada Karşı Tutum

Soru: Namaz kılmayan 18 yaşından büyük evlada karşı yaklaşım nasıl olmalıdır? Ebeveynler bu durumdan ne kadar sorumludur?

 

Cevap: Öncelikle 18 yaşını geçmiş bir çocuk namaz kılmıyorsa ve ebeveyn daha öncesinde çocuğun yetiştirilmesinde hatalar yapmış ise, bu hatalardan dolayı anne-baba vebale girmiş olabilirler. Bu ihtimale binaen istiğfar edilebilir ve edilmelidir. 

 

Diğer yandan, değil 18 yaştan sonra ebeveynin çocuklarından sorumlu olması, 12-15 yaşlarından itibaren bir çocuğun yaptığı şeylerden dahi anne baba genellikle sorumlu değildir. Ergenlikten sonraki hâlleri için neredeyse hiç sorumlu değildir. 

 

Her insan kendine özgü bir bireydir. Her insan bir anne babanın çocuğu olduğu gibi bir çocuğun da anne veya babası olabilir. Ancak bu insan yine kendine özgü karakteri, mizacı, aklı ve iradesi olan, kendine ait sorumlulukları bulunan bir bireydir. Arada akrabalık, aile veya kardeşlik bağları olsa da her insan farklı bir bireydir. Hatta tek yumurta ikizleri dahi pek çok açıdan birbirlerinden farklı insanlardır. Bu bağlamda bütün çocuklar bir gün ailelerinden bağımsız kalmak üzere yaratılmışlardır. Büyüdükçe kazandıkları her kabiliyet o bağımsızlık yönünde atılmış bir adımdır. Bu manada anne babanın kendi vazifelerini yaptıktan sonra ortaya çıkacak sonuç nedeniyle herhangi bir veballeri olmaz. Hz. Yakup’un (as) oğulları kardeşleri hakkında onu ölüme terk edecek kadar kötü düşünebilmişlerdir. Hz. Nuh’un (as) oğlu hiç iman etmemiştir. Bu örnekler Hz. Yakup (as) ve Hz. Nuh’un (as) ebeveynlik görevlerini kötü yaptıklarını göstermez. Dolayısıyla çocuklarının cinayet teşebbüslerinden de iman etmemelerinden de onlar sorumlu tutulmamışlardır.

 

Ancak burada özellikle de günümüz anne babalarının kendi üzerlerine düşen vazifeleri gerçekten yapıp yapmadıkları ayrı bir önem kazanmaktadır. 

 

Bizler yaşadığımız toplum ve gelenekler itibariyle çocuk eğitimi ve çocuk yetiştirme konusunda açıkçası fazlasıyla hatalı, bilgisiz ve şanssız insanlarız. İnsanımız küçük çocukları ve bebekleri gerçekten çok sever. Tanımadıkları insanların dahi çocuklarına, bebeklerine sevecen yaklaşırlar. Ancak bu duygusal yaklaşımlar pratikte tam bir faciaya dönüşür. Örneğin insanımızın sokakta ilk gördüğü çocuğa karşı yaklaşırken kurdukları takılma cümleleri genellikle “Elindeki şekeri bana ver benim olsun!” veya “Sen bize gel bizim çocuğumuz ol!” şeklindedir. Bununla güya o çocuğa karşı sevecen ve şefkatli yaklaştıklarını göstermek istemektedirler ancak bu sözlerin çocuğun üzerindeki olumsuz etkileri pek düşünülmez. Çocuk açısından bakılınca kendisinden çok büyük birisi gelmiş ve kendisini veya elindeki şekerini sahiplenmek istemektedir. O çocuklar bu tür yaklaşımları kendileri için bir tehdit olarak algılayabileceklerdir.

 

Yine oyun oynayan kendi hâlindeki çocuklara güçlü ve emredici ses tonlarıyla “Koşma düşersin!”, “Dondurma yeme üşütürsün!”, “Şeker yeme dişlerin çürür!” gibi sözler o çocuklarda hiçbir pozitif etki oluşturmayacaktır. Yani o çocuklar hiçbir zaman “Madem düşeceğim o zaman koşmayayım.” demeyecekleri gibi “Üşütürsem hastalanırım o zaman dondurma yemeyeyim, dişlerimin de sağlıklı kalması için şekeri bırakayım.” diye düşünmeyeceklerdir. O çocuklar için bu tür sözler sadece tehdit, tehlike ve bazen saldırı anlamı taşır. Başka da bir anlamı yoktur. Bu da çocuklar için sadece zarar demektir.

 

Çocukların çocukça davranışlarına karşı küçümseyici, alaycıl yaklaşımlar ve gülüşmeler de onlar üzerinde olumsuz etkiler bırakır. Örneğin bir kız çocuğu bir marketin oyuncak reyonunda gördüğü bir prenses tacını alıp ters taksa onun bu hareketine karşı gülmek çocuğun gururunu incitecektir. Evet, çocukların da bir kişiliği ve onuru vardır, o onur en az büyüklerinki kadar saygıdeğerdir ve korunmalıdır.

 

Bu örnekler ve onların ifade ettiği genel mantık bağlamında 18 yaşından büyük olduğu hâlde namaz kılmayan çocuğa karşı ebeveynnin yaklaşımı konusunda ilgili anne babalar kendilerine şu soruları sormalıdır:

 

  • O çocuğa iki, beş veya on yaşlarında iken namazı, imanı ve dini sevdirme-benimsetme adına gerekenler yapılmış mıdır? Yapılmışsa tam olarak neler yapılmıştır?

 

  • Yapılanların ne kadarı doğru ne kadarı yanlıştır? Örneğin çocuğun yaşı henüz çok küçükken cehennemle korkutulmuş mudur? “Allah yakar!” veya “Allah taş yapar?” gibi son derece yanlış cümleler sarf edilmiş midir?

 

  • Çocuğa dine dair bir şeyler anlatmaya çalışırken uygun yer ve zaman gözetilmiş midir? Örneğin çocuğun normal oyun oynaması kesilip dinle ilgili bir şeyler anlatılmaya çalışılmış mıdır? (Ki bu davranışlar çocuk için dinin şevksiz, eğlencesiz, coşkusuz, rahatsız edici bir problem olarak algılanmasına neden olacaktır.)

 

  • Dine dair meseleler çocuk için eğlenceli, heyecan uyandıracak bir tarzda aktarılmış mıdır?

 

  • Çocuğun seviyesine ve onun diline inilmiş midir? Örneğin bir Allah’ın varlığı, bir peygamberin geldiği, Allah’ın insanlara bir mesaj ilettiği çocuğa anlatılmış ise de çocuğun gerçekten anlayabileceği tarz ve seviyede mi anlatılmıştır yoksa sadece bu kavramlara inanmak gerektiği yüzeysel olarak mı belirtilmiştir?

 

Bu ve benzeri soruların tamamına gönül rahatlığıyla olumlu cevap verilebiliyorsa o ebeveynin çocuğun yetiştirilmesinde üzerlerine düşeni yaptıkları söylenebilir. Aksi halde anne babalar her şeyden önce çocuk yetiştirmede bazı önemli hatalar yaptıklarını kabul etmeli, sonra ciddi bir istiğfar ile mümkünse meselenin olduğu kadarıyla telafisine çalışmalıdırlar.

 

İki Temel Hata
 

Dindar ailelerin çocuk yetiştirmede iki temel hataları olmaktadır.

 

Birincisi: Kendilerinin zaten dindar olduğu, bu nedenle çocuğun da büyüdükçe dindar olacağı yanılgısıdır. Bu düşünce kesinlikle yanlıştır. Çünkü genel olarak eğitim özel olarak da dini eğitim şuurlu olarak aktarılması ve kazanılması gereken bir şeydir. Hiçbir eğitim kendiliğinden verilip alınamayacağı gibi dindarlık gibi bir olgu da sadece dindar bir çevrede büyümekle kazanılabilecek bir şey değildir. Dini anlayış ve yaşam şuurlu olarak anlatılması, aktarılması gereken bir olgudur. 

 

İkincisi: Dini konuları çocuğa boca etme hatasıdır. Çocuğun o konuları anlayıp anlayamayacağı, kaldırıp kaldıramayacağı hiç düşünülmeden dini konuların tamamını yerli yersiz çocuğa aktarmaya çalışmak ciddi bir yanlıştır.

 

Anne baba belirli davranışları kendi hayatlarında da sabitlemişler ise, ortamı çocuğun öğrenmesine uygun bir şekilde hazırlamışlar ve çocuğu da şefkatle, mülayemetle ve acele etmeden yönlendiriyorlar ise çocuğun o aileden kendi kendine pek çok şey öğrenmesi mümkündür. Örneğin genellikle anne babalar çocukların bir şarkı söylerken yanlış söylemelerinden rahatsız olmaz ancak mesela Subhaneke duasını öğrenirken yanlışlık yapması karşısında çocuğun ileride günaha girebileceğinden korkarlar. Bu da son derece yersiz bir korkudur ve bu korkuyla hareket etmek yanlış davranışlara neden olacaktır. Bu bağlamda anne babalar hem kendi psikolojilerini hem çocuklarının iç dünyasını ayarladıktan sonra negatif duygu ve düşüncelere de kapılmadan çocuklarına bir şeyleri direkt veya dolaylı olarak anlatabilirler. Ayrıca kendi davranışlarıyla da bir rol model oluşturabilirler. Böyle bir ortamda çocuk kendisine anlatılmasa bile namaz kılmanın, oruç tutmanın, abdest almanın, Kur’an okumanın, dua etmenin güzel bir şey olduğunu anlar ve öğrenmiş olur. Bu nedenle uygun ortamın hazırlanması, çocuklara şefkatli yaklaşılması, negatif duygulara yer verilmemesi, negatif davranışlardan tamamen kaçınılması, acele edilmemesi gibi hususlar son derece önemlidir.

 

Ne Yapmalı Meselesi

 

Peki 18 veya daha ileri yaşlara gelmesine rağmen çocuk namaz kılmıyorsa ne yapılabilir?

 

Meselenin bu kısmı biraz çetrefillidir çünkü öncelikle anne babaların hem dini ilimleri hem insan psikolojisini, en azından çocuğunun psikolojisini biliyor olması gerekmektedir.

 

İkincisi, anne babalar kendi duygu durumlarını da kontrol edebilir olmalıdır. Yani çocuğun namaz kılmamak gibi istenmeyen davranışlarına karşı öfkelenmeyecek, aşırı üzülmeyecek ve sakin kalabilecek bir hâlde olmalıdırlar.

 

Üçüncü olarak, anne babalar bu ve benzeri durumlar karşısında çocuklarına karşı laf atmak, gereksiz negatif cümleler kurmak, çocukla alay etmek gibi dini ahlaka da uymayan davranışları (var ise) bırakmalıdırlar. Böylesi durumlarda çocuklarına karşı şefkatle yaklaşmalı, onlara zaman tanımalı, doğrudan müdahale etmemelidirler. 

 

Anne babalar bu üç noktada başarılı olabilirlerse çocuklarına hala bir şeyler aktarabilirler, tebliğde bulunabilirler. Zamanla, Allah Teala’nın da hikmeti izin verirse çocuk böyle bir ortamdan etkilenecektir. Ancak tartışmak, zorlamaya çalışmak gibi hususlar çocukta ters etki yapacaktır. Hatta çocuğun karakterine ve yaşam tarzına saldırı olarak nitelenebilecek “Sen ne biçim Müslümansın?”, “Namazını kılmazsan hakkımı helal etmem!”, “Arkadaşların yüzünden namaz kılmıyorsun, arkadaşlarını değiştir!” gibi konuşmalar çocuğun yalan söylemesine ve hem ebeveyninden hem ibadetlerden duygusal olarak uzaklaşmasına yol açabilecektir. Ancak ebeveynin şefkatli, sakin ve aceleci olmayan yaklaşımları neticesinde anne babalar kendi ömürlerinde görmeseler bile çocuğun ilerleyen yaşlarında namazı tatlı ve hoş bir hatıra olarak anmasını sağlayacak, belki de ileri yaşlarda namaza başlamasına vesile olabileceklerdir.