11 dk.
06 Mayıs 2024
Namazın Önemi ve Namaz Kılanla Kılmayanın Farkı | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Namazın Önemi ve Namaz Kılanla Kılmayanın Farkı | 1. Kısım

Soru: “Namaz dinin direğidir.” deniliyor. İslam'da namazın bu kadar önemli bir yere sahip olmasının sebebi nedir? Namaz kılan bir insanla namaz kılmayan bir insan arasında neler fark edecektir?

 

Cevap: Meselenin çok boyutlu olması nedeniyle her boyut ayrı maddeler halinde beyan edilecektir.

 

Birincisi: Bir insanın yazar olması o insanın bir konu hakkında bir şeyler yazıyor olması demektir. Belli bir ceket, fular, gözlük, duruş, saç veya sakal gibi göstergeler yazarlar için görüntü açısından belli bir imaj oluştursa da bunlar tek başına bir kişinin yazar olması için yeterli değildir. Yazar olmanın esası yazmaktır.

 

Yazılımcı olmak program yazmak demektir. Yazılımcı olmak isteyen birisi konuyla ilgili onlarca eğitim videosu da izlese, defalarca kurslara da katılsa, pek çok kitap da bitirse bir program yazmadıkça, o programı kontrol etmedikçe, çalıştırıp denemedikçe, gerektiğinde programın bazı yerlerini değiştirip tekrar yazmadıkça yazılımcı olamayacaktır.

 

Tıpla ilgili ciddi bir eğitim alıp kütüphaneler dolusu kitap da bitirse hiç hasta bakmayan, tıp bilgisine dair insanlara hiçbir şey söylemeyen ve hastalar üzerinde o bilgisini uygulamayan bir insana doktor denilmesi abes olacaktır.

 

Aynı şekilde “kulluk” da kul olmak demektir. Bir kulun her şeyden önce kulluk etmesi gerekir. Namaz da o kulluktur. Oruçta da zekâtta da kulluk manası vardır. Ancak namaz o kulluğu tam ve tek olarak ortaya koyan en önemli husustur. Hayatında kulluk olmayan bir insana kul veya mümin dememiz de bir yönüyle abestir. Bu mana zuhurunun şiddetinden dolayı görünmeyebilir. Fazlasıyla açık ve temel bir mana olduğu için her zaman fark edilemeyebilir. Ancak meselenin temeli, esası budur.

 

İkincisi: Bazı meseleler doğrudan Allah'ın tercihlerine bağlıdır. “Niye insanın C vitaminine ihtiyacı var? Niye portakalda C vitamini bulunur?” gibi soruların cevapları ancak bu şekilde verilebilir. O cevap da “Çünkü Allah Teala bu durumu böyle takdir etmiştir.” şeklinde olabilir.

 

Benzer şekilde Allah Teala namaz için yukarıda saydığımız bereketleri takdir buyurmuştur.

 

Nasıl ki depresif durumlarda klinik psikolojide olmasa bile bazı psikologlar yeterince güneşlenmeyi, günde ortalama 25 dakika kadar spor yapmayı tavsiye ederler. Çünkü Allah Teala güneşe ve güneş ışığına, spor yapmaya pek çok hikmetlerinin yanında bu tür hikmetler de bağlamıştır. Yahut başımız ağrıdığı zaman parasetamol alırız. Çünkü sinir hücrelerimiz ile parasetamol arasında var olan bir ilişki ağrılara da iyi gelecek şekilde takdir edilmiştir. Aynı şekilde Cenab-ı Hak namazı da bir açıdan böyle takdir etmiş, namaza maddi ve manevi hayatımız için son derece önemli ve faydalı hikmetler bağlamıştır.

 

Bu yönüyle de kişiyi daha sağlam, ayakta, dik tutması nedeniyle namaz için “Dinin direğidir.” denilmiştir. Bu direği ister bir binanın taşıyıcı kolonları anlamında direk olarak, ister bir geminin yön kontrolü için kullanılan direk olarak anlayabilirsiniz. Ancak elektrik enerjisini merkezden evlere dağıtan elektrik direkleri gibi düşünmek de mümkündür. Bu da bize namazın merkezî veya hayatî bir öneme sahip olduğunu, bu nedenle de “direk” metaforuyla nitelendiğini gösterir.

 

Efendimiz (sas) namaz konusunda oldukça hassas olduğu gibi sahabe efendilerimiz de bu konuya çok ciddi önem vermişlerdir.

 

Efendimiz (sas) bir yerde “Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terk edilmesi vardır.”1 buyurur. Buradaki küfür ve şirk; dinden çıkma, artık Müslüman ve mümin olmama anlamında küfür değildir. Bahsedilen küfür bazı yorumculara göre nankörlük anlamındaki küfürdür. Sonuçta namaz kılmayan kafir değildir. Ancak zaten namazın terk edilmesi başka bir husus hiç kılınmaması ayrı bir husustur. Diğer yandan namazın tamamen terk edilmesi kişiyi küfre kadar götürecek bir kötülük yoluna sokacak kadar ciddi bir husustur. Sahabe efendilerimizden bazıları da namazı terk edenin Efendimiz (sas) ve getirdiği hakikatlerle bağının kesildiğini düşünür. Hz. Ömer’in (ra) “Namazı terk eden kimsenin İslam’dan nasibi yoktur!”2 gibi sözlerini de bu manasıyla anlamak gerekir. Yani Hz. Ömer (ra) gibi büyük sahabiler namazı terk edenin Efendimiz’in (sas) getirdiği hakikatlerle bağının kalmayacağını düşünmektedirler. Çünkü Efendimiz’in (sas) söylediklerine kulak verme, onları önemseme, o söylenenleri hayata geçirme, bu motivasyonu sürdürme ancak namazla mümkün olmaktadır. Aynen şarj veya internet kablosunun kesilmesiyle telefona elektrik ve internet gelmemesi gibi, namazı terk eden insanın kalbine de Efendimiz’in (sas) tebliğ buyurduğu iman hakikatlerinin nuru kesilecektir. Ancak bu dinden çıkmak, kafir olmak anlamına da gelmemektedir.

 

Bir insanın hayatında namaz olmayınca onun iç dünyasında din var olamıyor veya çok dar bir hâlde var olabiliyor. Dinin insanın iç dünyasında çok dar bir şekilde var olması ise şu demektir: İnsanlar genellikle kendilerini, belli durumlarla imtihan edilmedikçe başkalarından daha iyi zannederler. Bu nedenle bir insanda o konuda soyut veya gaybî kanunlara dayalı bilgi yoksa bir meseleyi hayatında niye tuttuğuna dair bir fikir insanda canlanmayabiliyor. Örneğin, pek çok trafik kazası istatistiğinden biliyoruz ki; emniyet kemeri trafik kazalarında ölme riskini yarıya yakın oranda düşürmektedir. Ciddi bir trafik kazası yaşamamış sürücülerden azımsanamayacak bir kısmı emniyet kemeri takmamaktadır. Bunun nedeni olarak da emniyet kemerinin sıkması gibi hususları gösterirler. Ancak az buçuk ciddi bir kaza yaşayan sürücüler emniyet kemeri takmanın önemini daha iyi anlamakta ve daha yüksek oranda o kemeri takmaya devam etmektedirler. Aynı şekilde namaz kılmayan insanlar da namaz için “İnsanı zorluyor. Her gün kılmak gerektiği için hiç bitmeyecek gibi geliyor. Açık bir faydası görünmüyor.” diyebilirler. Fakat dikkatli bir iç veya dış gözlemle anlaşılacaktır ki; mümin bir kişinin hayatındaki sarsıntı anlarında onun doğru, ahlaklı, iyi bir insan kalmasını sağlayacak şey o namazdır. Ancak çoğunlukla geleneksel dindarlığın görüldüğü yerlerde namaz, kalitesine pek dikkat edilmeden kılınmaktadır. Bu tür namaz namazın kendi aslî hâlini ifade etmez. Biz ise “namaz” derken kendi aslî hâlinden, belli bir kaliteye sahip namazdan bahsediyoruz. Gerçek bir namaz kişiyi pek çok manevi sarsıntı durumlarında koruyacak en önemli husustur.

 

Yine “…namaz insanı fuhşiyattan (her türlü aşırılıktan ve hayasızlıktan) ve münkerden (kötülükten) alıkoyar.”3 ayetini biliriz. Buradaki alıkoyma her seferinde tek bir defa gerçekleşecek mekanik bir engelleme gibi anlaşılmamalıdır. Dolayısıyla bir insan tek bir vakit namaz kılsa onun içindeki bütün kötülükler silinecek değildir. Ancak kaliteli, huşu ve ihlas içinde, iç kalitesine dikkat edilerek kılınan ve bu şekilde devam edilen namaz yavaş yavaş insanın iç dünyasını temizleyecek, güzel ahlak üzerinde sabitleyecek, netleştirecektir. Temeli derinlere inen her açıdan çok sağlam bir bina gibi namaz da insanın manevi dünyasında kök salacak, onun maneviyata daha sıkı tutunmasını sağlayacak, böylece onu kirlerinden adım adım arındıracaktır.

 

Zaten Kur’an’da namazın en çok “ikame” fiiliyle zikredilmesinin bir esprisi de budur. İkame etmek, düz manasıyla kaldırmak, dikmek, dik hâle getirmek demektir. Bir binayı dikerek yükseltmek o binayı ikame etmek olduğu gibi bir savaş esnasında bayrağı taşıyan kişinin şehit düşmesiyle yere düşen bayrağı kaldırmak da bayrağı ikame etmektir. Bu nedenle bir mümin namazı ikame ettikçe, yani tadil-i erkâna, huşu ve ihlasa dikkat ederek namaz kıldıkça ve namazına bu şekilde devam ettikçe namaz da o mümini ikame edecek, iç dünyası itibariyle ayağa kaldıracak ve yükseltecektir.

 

Üçüncüsü: Namaz var ve namaz var…

 

Maalesef insanda var olan gaflet nedeniyle hem fiziksel hem duygusal hem de zihinsel olarak tembelliğe güçlü temayülümüz var. Bazı eylemlerimiz nedeniyle genellikle yaptığımız şeyleri anlamını harcayarak yapabiliyoruz.

 

Örneğin bir öğrenci ders çalışırken not tutmanın faydalı olacağını, böylece çalıştığı konuları daha iyi anlayacağını düşünür ve çalışırken not tutmaya başlar. Not tutmak aslında mantıklı ve faydalı bir uygulamadır. Ancak pek çok öğrenci not tutarken çalıştığı konuyu tam anlamadan sadece kitaptaki yazılanların bir kısmını defterine aynen aktarır, bir an önce çalıştığı konunun bitmesi için not tutmakta acele eder. Konunun üzerinde gerçekten düşünmeye ihtiyaç duymaz. Ancak notların başlıklarını renkli kalemle, vurgulanması gereken yerleri ayrı renklerle yazmayı da ihmal etmez. Notların biçimine dikkat ederken anlam içeriği konusunda pek kafa yormaz.

 

Üniversiteye hazırlanan bir öğrenci eğitim koçunun tavsiyesi üzerine günde dört yüz soru çözmeye başlar. Bir sonraki aşamada altı yüz soru çözmeye başlar. Ancak çözdüğü sorular genellikle zaten bildiği ve artık iyice anladığı konulardır. Kendisine asıl fayda verecek, üzerinde düşünmesi ve zorlanması gereken konularla ilgili soru çözmekten ise kaçınır.

 

Yahut bir kitapsever okuduğu romanları baştan sona bitirmektedir ancak olay örgüsü, giriş, gelişme ve sonuç aşamaları, diyaloglardaki duygu ve düşünce bütünlüğü, anlatım tarzı gibi bir romanı asıl roman yapan unsurları hiç anlamadan romanı bitirmiş olabilir.

 

Bu örneklerdeki gibi, pek çok insan her nedense bir konuda asıl işe yarayacak meseleleri göz ardı etmeye, meselenin odak noktasını kaçırmaya, zihinsel, duygusal ve fiziksel tembelliğe eğilim göstermektedir. Sonuçta meselenin asıl anlamını, o meseleye anlam kazandıran temel noktayı kaybetmektedir.

 

Ek olarak, insanlar çoğunlukla asıl anlamı tam tersine çevirebilmektedir. Bu nedenle örneğin Ramazan ayı Allah Teala’ya yaklaşmakta, insanın kendini değiştirmesinde mükemmel bir fırsat iken kocaman bir yeme-içme şölenine dönüşebilir. Ramazan’ın esas noktalarından birisi açlık olduğu hâlde o ayda gıda ürünlerine talep de gıda fiyatları da artış gösterir.

 

Benzer şekilde insanların Kur’an’la ilişkileri genellikle sadece onu telaffuz etmek ve harflerini seslendirmek üzerine kuruludur. Şüphesiz bu da kıymetlidir. Ancak Kur’an’ın genel mesajları, ayetlerin anlamları ve birbirleriyle irtibatları, mana üzerine tefekkür etme, o mananın iç dünyaya nüfuz etmesi için gayret gösterme gibi çabalara çok az rastlanır.

 

Bu bağlamda namaz; çok büyük, çok önemli ve çok esaslı bir ibadettir. Fakat genel gafletimiz nedeniyle, üstelik o gafletin toplumun geneline mâl olması ve adeta bir kültür haline gelmesiyle o namaz nesillerin birbirine aktardığı bir ritüel hâline gelmiş olabilmektedir. Dolayısıyla namaz, maalesef pek çok namaz kılana da faydasını az gösteren, bazen hiç göstermeyen, bazen de hakiki potansiyelinin belki yüzde birini ancak yansıtan bir ibadet durumunda kalmıştır diyebiliriz.

 

1969 yılında Ay’a iniş yapan Apollo 11 uzay aracının bilgisayarı AGC olarak bilinmektedir. Bu bilgisayarın hafızası 80 kilobayttır ve saniyede sadece 40.000 işlem yapabilen bir işlemciye sahiptir. Bugünün bilgisayar teknolojisi ise bundan çok daha ileridir ve günümüzün en kötü cep telefonları bile çok daha geniş bir hafızaya ve işlem gücüne sahiptir.

 

Konuya bu açıdan da bakabiliriz: Namazda çok büyük bir güç vardır fakat bazı ihmaller nedeniyle o gücün bazen onda biri bazen yüzde biri ancak açığa çıkabilmekte, insana ancak o kadar fayda sağlayabilmektedir.

 

O hâlde diyebiliriz ki; namaza sadece namaz olarak bakıp da onun özelliklerinden, iç dinamiğinden, asıl manasından bahsetmeyince, bunlar üzerine düşünmeyince, derslere sadece katılan ama dersleri hiç dinlemeyen, yoklama kağıdına imza atıp çıkan bir öğrencinin durumuna düşmek ihtimali yüksektir. Bu tarz bir durumda namaz, kişinin hayatında hakiki anlamını büyük ölçüde kaybedecektir.

 

Ancak yanlış anlaşılmasın: Namazın hakiki anlamını kaybetmesi namazı tamamen terk etmek değildir. Namazlarını arada sırada kılan için de beş vakit hiç geçirmeden kılan için de bu anlam kaybı söz konusu olabilir.

 

Bu noktada bir dipnot daha düşelim: Derslere sadece devam zorunluluğu olduğu için katılan, yoklama kağıdına imza atmak için derse giren ancak dersi tam dinlemeyen bir öğrenci o derse hiç katılmayan, yoklama kağıdına dahi imza atmayan bir öğrenciden daha fazla aşina olacaktır. Kulağı dersin sonuna kadar öğretmende olmasa da dersi dinlemek için dikkatini derse vermese de hatta bir köşede başka şeylerle meşgul olsa da ders anlatılırken kulağına bir şeyler çalınacaktır.

 

Dolayısıyla namaza öyle veya böyle sırf şekil açısından dahi olsa devam eden bir insanın (harici olarak çok ciddi manevi arızaları yoksa) namazdan tamamen nasipsiz olacağını söylemek makul değildir.

 

Bununla birlikte gerçekçi olmamız gerekirse, namaz kılan pek çok insanın namazdan yeterli verimi alamadığını, namazdan yeterince faydalanamadığını kabul etmeliyiz. Eğer bunu görmez ve kabul etmezsek namazın bir formalite, çok da anlamlı olmayan bir ritüel ve sonuç getirmeyen bir uygulama olduğu zannedilebilir.

 


 

1 ) Müslim, İman, 243

2 ) Muvatta, Taharet, 51

3 ) Ankebut, 45