


Namazı Anlayarak Kılmak | Tek Parça
Soru: Her gün namaz kılıyoruz ancak namaz esnasında gerçekleştirdiğimiz hareketlerin ve okuduğumuz duaların manasını tam olarak bilemiyoruz. Bu konuda bizleri bilgilendirebilir misiniz? Hangi hareketler hangi anlamları taşır ve okuduğumuz tesbihler-dualar neyi ifade eder?
Cevap: Namazın hakkıyla eda edilmesinin en temel unsurlarından biri, ibadet esnasında telaffuz edilen her kelimenin anlamını kavrayarak bilinçli bir şekilde namaz kılmaktır. Zira bilinçli bir ibadet şekilden öte bir anlam derinliği kazanır ve mümin için bir miraç mesabesine ulaşabilir. Bu yükseliş yalnızca sözlerin tekrarıyla değil, bu sözlerin içsel olarak idrak edilmesiyle mümkündür.
Bu çerçevede namaz esnasında telaffuz edilen ifadelerin anlamlarını ve gerçekleştirilen hareketlerin manalarını birlikte inceleyelim:
İftitah Tekbiri: Namaza Açılan Kapı
"İftitah" kelimesi bir şeye başlama ve kapıyı açıp girmek anlamlarına gelir. "Tekbir" ise yüceliğini ve büyüklüğünü görüp bunu ifade etmektir. Dolayısıyla iftitah tekbiri, Allah’ın mutlak büyüklüğünü tasdik ederek namazın kapısını açma ve ilahi huzura giriş yapma anlamına gelir.
İftitah tekbiri, bilindiği üzere "Allahu Ekber" diyerek alınır.
"Allahu Ekber" ifadesi dilbilgisi açısından "Allah en büyüktür." anlamına gelir. Ancak semantik açıdan değerlendirildiğinde "Büyük olan yalnızca Allah’tır." anlamına gelir. Çünkü Allah’tan başka ilah olmadığı gibi, hakiki manada büyük olan da yalnızca O’dur.
Kutsallaştırılan, kendilerine boyun eğilen, büyük görülen güçlerin ve sorgusuz sualsiz itaat edilen liderlerin ortak özelliği onların kibri, büyüklük ve üstünlük duygularıdır. Aynı durum bireysel düzeyde de geçerlidir. İnsan nefsi, kendisini başkalarından üstün görmeye ve büyüklük vehmetmeye eğilimlidir. Namaza "Allahu Ekber" diyerek başlayan bir mümin, bu ifadeyle yalnızca Allah’ın mutlak büyüklüğünü tasdik etmekle kalmaz, aynı zamanda kendi nefsini ve benliğini de ilahi huzurda boğazlayıp kurban eder. Bu bilinçle kılınan bir namaz, insanı sahte büyüklük iddialarından arındırarak hakikate yönlendirir ve kulluk bilincini derinleştirir.
İftitah tekbirinin alınmasıyla birlikte kişi dünyevi meşguliyetlerden sıyrılarak bambaşka bir manevi atmosfere giriş yapar. Artık dünya hayatına dair unsurlar geride kalmış, namazla birlikte ilahi huzura adım atılmıştır. Bu noktada normal şartlarda caiz olan bazı fiiller de artık haramdır. Dolayısıyla bu tekbire "Tahrim Tekbiri" (haram kılma tekbiri) adı da verilmiştir.
İftitah tekbiri Allah’tan başka her şeyi zihnen ve kalben terk ederek, sadece O’na yönelmeyi ifade eder. Bu yöneliş dünyevi meseleleri bir kenara bırakıp tam bir teslimiyetle Kâinatın Sultanı'na yönelme iradesinin ortaya konulmasıdır. Namazın başlangıcında alınan bu tekbir aynı zamanda bir nevi ahittir. Çünkü kişi bu tekbirle Allah’ın huzurunda bulunduğunu bilerek O’ndan gayrısını aklından ve kalbinden uzaklaştırmaya söz vermektedir.
Namaza giriş esnasında "Allahu Ekber" ifadesini telaffuz ederken aynı zamanda bu sözün derin manasını da idrak etmek gerekir. Mümin kendisinin mahşerde Allah Teâlâ’nın huzurunda hesap verecek bir kul olduğunu hatırlamalı ve bu bilinçle hareket etmelidir. İftitah tekbirini alan bir kul aslında şöyle demektedir:
"Allah’tan başka büyük yoktur. Diğer tüm büyüklük iddiaları aslında hiç hükmündedir. Ne kendi nefsimin büyüklüğüne kapılmalıyım ne de dünyevi otoritelerin büyük olduğunun vehmine düşmeliyim. Hamd sadece O'na ait olduğu gibi gerçek azamet, kibriya ve yücelik de yalnızca Allah’a aittir." İşte bu idrak namazın ruhunu anlamanın temelini oluşturur.
Sübhaneke: Allah'ı Her Türlü Noksanlıktan Tenzih Etmek
İftitah tekbirinden sonra namazda Sübhaneke duası okunur. Hanefi ve Hanbeli mezheplerine göre namazda bu duayı okumak sünnettir.
"Sübhaneke Allahümme" ifadesi "Allah’ım! Sen sübhansın, her türlü eksiklik ve noksanlıktan uzaksın." anlamına gelir.
"Sübhaneke Allahümme" ve "Sübhanallah" gibi ifadeler, tesbih sözleridir. Tesbih etmek; Allah Teâlâ’nın hiçbir kusuru olmadığını, eksikliklerden münezzeh olduğunu tasdik etmek ve bu hakikati söz ve davranışlarla ortaya koymaktır.
Kur’an-ı Kerim’de göklerde ve yerde var olan her şeyin, meleklerin, gök gürültüsünün, dağların, kuşların, hayvanların ve yıldızların Allah’ı tesbih ettiği bildirilmiştir. Demek ki kâinat bir zikir korosu hâlinde Rabbini tesbih etmektedir. Namaz esnasında okunan Sübhaneke Duası işte bu büyük zikre katılım anlamına gelir. Mümin bu dua ile "Allah'ım! Senin zatında, isimlerinde, sıfatlarında, yaratışında ve icraatında hiçbir eksiklik yoktur. Sen tüm kusurlardan münezzehsin ve her türlü noksandan uzaksın." diyerek, Allah’ın mutlak kemalini kabul ettiğini beyan eder.
Aynı zamanda bu tesbih ifadeleri Allah’ı maddi ya da manevi anlamda herhangi bir varlığa benzetme, O'nu yaratılmışlarla kıyaslama gibi hatalara düşmekten korunmayı sağlar.
Son olarak belirtmek gerekir ki, "Sübbûh" ve "Sübhaneke" şeklinde yapılan zikir meleklerin en temel ibadetlerinden biridir. Melekler Allah Teâlâ’nın ilim, irade, kudret ve hikmetini doğrudan müşahede ettiklerinden, O’nu sürekli tesbih etmekte ve bu hakikati dile getirmektedirler. Namazda okunan tesbih sözleriyle, müminler de bu ilahi zikre katılmakta ve adeta meleklerin safına dâhil olmaktadır.
"Ve bi hamdik" ifadesi, "Hamd – yani her türlü övgü, yücelik ve şükür – yalnızca Sana aittir; sadece Sen buna layıksın" anlamına gelir. İnsanların birbirini övmesi, bazı şeyleri takdir etmesi mümkündür ancak her övgü özünde Allah’ın lütfu, izni ve inayetiyle gerçekleşir. Bu yüzden gerçek ve mutlak hamd yalnız Allah’a mahsustur.
Ve tebarekesmük: "Senin ismin mübarektir, bereket kaynağıdır." Allah’ın adının anıldığı yere rahmet iner, huzur gelir.
Ve teâlâ ceddük: "Senin şanın yücedir, varlığın her şeyden üstündür." Allah Teâlâ'nın zatı, kudreti, hükmü ve azameti her şeyin üzerindedir. O'nun büyüklüğü, yaratılmışların kavrayış sınırlarını aşan yüce bir hakikattir.
"Ve lâ ilâhe ğayrük": "Senden başka hiçbir ilah, ibadet edilecek hiç kimse ve hiçibr şey yoktur." Ne ibadete layık bir başka varlık vardır, ne de kulluk edilecek başka bir güç. Kalpler yalnızca O’na bağlanmalı, secdeler yalnız O’nun için olmalıdır.
Sübhaneke duası, namazda tekrar eden üç temel meseleyi; tesbih, hamd ve tekbir hakikatlerini bir araya getirir. Bu duayı anlamını kavrayarak ve hissederek okuduğumuzda bu hakikatleri daha iyi hissetmemiz mümkün olur. Böylece ibadet kuru bir tekrar değil; şuur dolu bir yönelişe dönüşür.
Euzü ve Besmele: Şeytandan Korunma ve Kelamullah’a Giriş
Sübhaneke duasından sonra, namazın bir diğer önemli aşaması olan Euzü Besmele gelir.
“Eûzü billahi mineşşeytânirracîm” yani; "Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım, O’na iltica eder, yalnız O’na dayanırım."
Şeytanın özellikle namaz kılanlarla uğraştığı bilinen bir hakikattir. Peygamber Efendimiz (sas) bir hadis-i şeriflerinde şeytanın ezan ve kamet esnasında uzaklaştığını ancak bu sesler kesildiğinde geri döndüğünü; insanla kalbi arasına girerek, "Şunu hatırla, bunu hatırla" diyerek vesvese verdiğini bildirmiştir. İşte bu nedenle Eûzü Besmele sadece bir söz değil, şeytani etkileri savuşturan güçlü bir dua ve sığınmadır.
Kıraate başlamadan önce Euzü çekmek Kur’an’ın manevî iklimine giriş için bir hazırlıktır. Kur’an Allah’ın kelamıdır. İnsanın söz, duygu ve düşüncelerini bu ilahî hitabı dinlemeye hazır hâle getirmesi gerekir. Bu hazırlık da ancak şeytanın vesveselerinden ve kirli etkilerinden temizlenmekle mümkün olur.
"Bismillâhirrahmânirrahîm" ise "Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla" demektir.
Besmele her hayrın başıdır. Namaza başlarken bu ifadeyi kullanmak, Allah’ın sonsuz rahmetine sığınarak O’nun adıyla kıraate başlamak anlamına gelir. Aynı zamanda besmele ibadetin kim adına ve ne maksatla yapıldığını, kulluğumuzun kime ait olduğunu, hangi sıfatla Rabbin huzurunda durduğumuzu bize tekrar hatırlatır.
Besmele kulun boynundaki kulluk nişanesi, secdeye eğilen alnındaki tevazu mührüdür. Namaz da mühürle başlar, rahmetin kapısı besmeleyle aralanır.
Namazın Olmazsa Olmazı: Fâtiha Sûresi
Namaz kılarken Eûzü Besmelenin hemen ardından Fâtiha Sûresi gelir. Fâtiha Kur’ân’ın adeta bir özeti, bir giriş kapısı, bir haritası gibidir. Bu yüzden onu okumak sadece kelimeleri telaffuz etmekten ibaret olmamalı; anlamını bilmek, derinliğini kavramaya çalışmak ve hissetmek de bu yolculuğun vazgeçilmez bir parçası olmalıdır. Bunun için açıklamalı meallerden ve tefsirlerden faydalanmak gerekir. Biz burada kısa ve temel bir anlam çerçevesinde Fâtiha’nın ne anlattığını ifade etmeye çalışacağız..
اَلْـحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”
Hamd; övgünün, şükrün ve minnetin en saf, en gerçek halidir. Ve bu mutlak hamd sadece Allah’a aittir. Çünkü güzellik, kemâl, iyilik ve ikram adına ne varsa hepsinin kaynağı O’dur. Başkalarına yönelttiğimiz her türlü övgü ancak Allah’ın yaratıp verdiği güzelliklerin bir yansımasıdır. Gerçekte o övgüler de yine Allah’a dönmektedir.
İşte bu âyetle insan şöyle demiş olur:
“Rabbim! Bana bir ömür, bir hayat sermayesi verdin. Trilyonlarca hücreyi bir araya getirip bana bir beden lütfettin. Organlarımı, duygu ve düşüncelerimi yarattın. Şimdi o uzuvlarımın ve hislerimin her biri ayrı ayrı sana kulluk etmeye çalışıyorlar. Ben de onların kulluğuna sözlerimle tercüman olmaya çalışıyorum ve bana ikram ettiği nimetler için Sana minnet, hamd ve şükranlarımı arz ediyorum. Lütfen kabul buyur.”
الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
“O Rahmân ve Rahîm olan Allah’tır.”
Rahmân; Allah’ın bütün mahlûkâtına şefkat ve merhametle muamele eden, her canlıyı yaratıp ihtiyaçlarını gözeten yönünü ifade eder. Kâinatı kuran, ona işleyen kanunlar koyan, canlı-cansız her varlığı besleyen ve ayakta tutan O’dur.
Rahîm ise, Allah’ın özellikle iman eden kullarına dünyada ve ahirette lütfettiği özel merhametini anlatır. İnsanın Rabbine yönelişi, kulluk ve teslimiyet çabası, Rahîm isminin tecellisine vesile olur.
Bu iki isim, insan Rabbini tanırken kulağına şunları fısıldar:
"Rabbim! Benim kulluğuma, aczime binaen yarattığın ve şenlendirdiğin şu kainatı büyük bir kitap gibi gözlerimin önüne serdin, o kitabı okuyup anlama ve marifete dönüştürme iradesini bana bahşettin.
Rabbim! Rahmansın. Kainatı yaratıp işlemesi için kanunlar koyan, tüm varlıkların maddi-manevi rızıklarını karşılayan, yarattıklarını o kanunlarla idare eden sensin. Beni de sen idera ediyorsun, sen besliyor ve sen yaşatıyorsun. Rahimsin! Merhametin sonsuzdur. Sana inanan, Senden razı olan ve Sana itaat etmeye çalışan kullarına özel lütuflarda bulunursun."
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
“Din Gününün, Hesap Gününün Sahibi Olan Allah…”
Mülkün ve hükmün sadece Allah’a ait olduğu o büyük gün… Herkesin Rabbini tanıyacağı, her şeyin hakikatiyle ortaya çıkacağı, itiraz ve inkârın anlamını yitireceği o büyük mahşer günü… Sözün bittiği, güç ve kudretin yalnızca Allah’a ait olduğu, mutlak hâkimiyetin tecelli ettiği gün…
Bu âyet kula şunu hatırlatır:
“Ey insan! Bu dünyada istediğin kadar kaç, gizlen, bahane üret. Lakin bir gün gelecek; o gün her şeyin sahibinin Allah olduğunu bizzat görecek, bilecek, kabul edeceksin. O gün, başka hiçbir güç, seni kurtarmaya yetmeyecek. Hüküm ve karar sadece O’na ait olacak.”
اِيَّاكَ نَعْبُدُ
“Yalnızca Sana kulluk ederiz.”
Kulluk, bir bağlılık ve teslimiyet ilanıdır. Buradaki "biz" sadece bireyin kendisini değil, bedenini, ruhunu, kalbini, aklını, bütün duygu ve hislerini; hatta bütün Müslümanları, bütün müminleri içine alan bir bağlılığı ifade eder.
Burada kul, Rabbine şunu söyler:
“Yalnızca Sana boyun eğerim. Sadece Senin emirlerine teslim olurum. Bedenimle, aklımla, kalbimle, sözümle ve fiilimle yalnız Sana kulluk ederim.”
وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“Ve yalnızca Senden yardım dileriz.”
İstemek acziyetin, kul oluşun ve samimi teslimiyetin göstergesidir. İnsan ister çünkü elinde tutmaya güç yetiremediği nice şeye muhtaçtır. Ve bilir ki, gerçek manada yardım ancak Allah’tan gelir. Buradaki vurgu şudur:
“Diğer istemelerimiz sadece mecazdır. İstenecek hakiki Zat sadece Sensin. İstemek kulluğun göstergesidir ve bizler kul olarak da sadece Sen'den isteriz.”
اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
“Bizi dosdoğru yola ilet.”
Kulluk ilanından ve yardım talebinden sonra, kulun Rabbinden istediği en büyük şey vardır sırada: Hidayet. Burada kulun en yakıcı, en samimi duası saklıdır:
“Bizi Senin razı olduğun o yola, dosdoğru yola ulaştır. Ayağımızı kaydırma, kalbimizi şaşırtma, istikametten ayırma.”
صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
“O yol ki, kendilerine nimet verdiklerinin yoludur.”
Kimdir onlar? Nebîlerdir, sıddıklar, salihler ve Allah’ın sevgisine, rızasına mazhar olmuş kullardır.
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ
“Gazaba uğrayanların yoluna değil...”
Kendilerine verilen nimetleri inkâr edenlerin, hakikatten yüz çevirenlerin, inat ve kibirle azgınlaşanların yoluna değil…
وَلَا الضَّالِّينَ
“Ve dalalete düşenlerin, yoldan sapanların yoluna da değil.”
Bilgisizlik, gaflet veya heva ile sırat-ı müstakimden uzaklaşanlardan, sapkın yolların yolcusu olmaktan Sana sığınırım Rabbim.
Kudsi Hadisin Gölgesinde Fâtiha
Bir kudsi hadiste Allah Teâlâ buyurur ki:
“Ben kıraati kulumla aramda ikiye böldüm. Yarısı Bana, yarısı kuluma aittir. Ve kulum ne isterse ona verilecektir.”
Kul Fâtiha’yı okudukça;
Elhamdülillahi Rabbil Alemin dediğinde:
“Kulum Bana hamdetti.”
Er-Rahmanir-Rahim dediğinde:
“Kulum Bana sena etti.”
Mâliki Yevmiddîn dediğinde:
“Kulum Beni yüceltti.”
İyyake na’budu ve iyyake nesta’in dediğinde:
“Bu Benimle kulum arasında bir ahittir. Kuluma istediğini verdim.”
İhdinassırat’el müstakim… diye devam ettiğinde:
“Bu da kulumundur, istediğini ona verdim.” buyurur. (1)
Âmin
Ve en sonunda, bütün bu yakarışların ardından kul ellerini açar, kalbini sonsuz merhamet sahibine çevirir ve der ki:
“Âmin.”
Yani; “Allah’ım! Bu dualarımı kabul eyle, istediğim gibi, umduğum gibi neticelendir.”
Efendimiz (sas) de Fâtiha’nın ardından Amin demeyi sünnet olarak bize bırakmıştır.
Örnek Sûre: İhlas Sûresi
Namazların ilk iki rek'atında Fâtiha'dan sonra Kur'ân'dan bir miktar daha okumak (zamm-ı sûre) vaciptir. Namazın içinde sıkça okunan, Efendimiz’in (sas) özellikle sabah ve akşam namazlarının sünnetlerinde tercih ettiği; Tevhid inancının özünü ve ruhunu barındıran bir sûrenin mealini örnek olarak bu bölümde ele alacağız: İhlâs Sûresi. (3)
Kur’ân’ın özeti mahiyetinde kabul edilen bu kısa sûre, Allah inancının en saf ve en berrak ifadesidir. Efendimiz (sas) bu sûrenin taşıdığı derin hakikatlerin Kur’ân’ın üçte birine denk olduğunu haber vermiştir. (4) Şimdi kendisi küçük olduğu hâlde kıymeti çok büyük olan bu kıymetli hazinenin manasına birlikte bakalım.
قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ
“De ki: O Allah, Ehaddir, birdir, tektir.”
Ey Rabbim! Sen mutlak birsin. Varlığında, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir ortağın, benzerin, dengin yoktur. İkinci bir güç, ikinci bir ilah yoktur.
اللّٰهُ الصَّمَدُ
“Allah Samed’dir.”
Samed, hiçbir şeye muhtaç olmayan ama her şeyin ve herkesin kendisine muhtaç olduğu yegâne varlık demektir.
Ey Allah’ım! Sen hiçbir şeye ihtiyaç duymazsın. Oysa ben, varlığımın her anında Sana muhtacım. Aldığım nefes, attığım adım, çarpan kalbim… Hepsi Senin lütfunla. Benim Sana olan ihtiyacım sonsuz ama Senin benim ibadetlerime, dualarıma, namazlarıma da zerre kadar ihtiyacın yok. Ama benim onlara ihtiyacım çok.
لَمْ يَلِدْ
“Doğurmamıştır.”
وَلَمْ يُولَدْ
“Ve doğurulmamıştır.”
Ey Rabbim! Yaratılmış olan her şey, bir sebep-sonuç zincirine bağlı olarak var olur. Canlılar doğar, çoğalır; cansız varlıklar da bir başka unsurun etkisiyle meydana gelir. Ama Sen, hiçbir sebebin, hiçbir başlangıcın eseri değilsin. Sen doğurmadın, doğurulmadın. Sen başlangıcı ve sonu olmayan ezelî ve ebedî Rabb’sin.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ
“Ve O’nun hiçbir dengi, benzeri yoktur.”
Ey Allah’ım! Varlıklar âleminde neye bakarsam bakayım hep çiftler, benzerler, eşler ve dengeler görüyorum. Ama Senin benzerin yok! Seninle kıyas edilebilecek hiçbir güç, hiçbir kudret yok! Teksin, benzersizsin, eşsizsin!
Kısa olmasına rağmen barındırdığı hakikatlerle Kur’an’ın üçte birine denk geldiğini Efendimiz’in (sas) haber verdiği bu sureyi geniş meallerden, tefsirlerden daha iyi anlamaya ve tefekkür etmeye çalışmak ufkumuzu açacak, ulaştığımız o ufukla namazlarımızda bu sureyi okuyunca önceki namazlarımızla aradaki farkı daha iyi anlayabileceğiz.
RÜKÛ: AZAMET KARŞISINDA EĞİLMENİN ADI
Rükû, kelime anlamı olarak "eğilmek" demektir. Ancak bu eğiliş, sıradan bir hareket değil; kulun Rabbi karşısındaki aczini, fakrını, hiçliğini ilan ettiği bir teslimiyettir.
İnsanın sonsuz kudret sahibi Rabbi karşısında eğilmesi, O’nun azametine iman ettiğinin bir işaretidir. Rükû namazın farzlarındandır. Ve rükû Allah’ın büyüklüğünü tazim etmek, yani yüceltmek demektir.
Zira bir şeyi tazim etmek onu büyük görmekten, ona saygı duymaktan kaynaklanır. Bizler de rükûda Allah’ın azametini ikrar eder, O’nun büyüklüğü karşısında eğiliriz.
Rükûda Okunan Tesbih
سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظِيمِ
“Sübhâne Rabbiye’l-Azîm”
“Azamet sahibi Rabbimi her türlü eksik ve noksan sıfatlardan tenzih ederim.”
Rükûda bu tesbihi üç kez söylemek sünnettir. Bu sözle Allah’ın azametini, büyüklüğünü ve kudretini dilimizle ilan eder; kalbimizle tasdik ederiz.
Efendimiz’in Rükûda Okuduğu Başka Dualar
Peygamber Efendimiz (sas) rükûda başka dua ve tesbihler de okumuştur. Bunlardan biri de şudur:
سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّ الْمَلَائِكَةِ وَالرُّوحِ
“Subbûhun, Quddûsun, Rabbü’l-Melâiketi ve’r-Rûh”
“Ey her türlü noksanlıktan uzak, eksiklikten münezzeh olan! Ey kutsal ve temiz olan! Ey meleklerin ve Rûh’un Rabbi! Seni tesbih ederim.”
Bu iki ismin manalarını birlikte inceleyelim:
Sübbûh: Allah Teâlâ’nın bir ismidir. O’nun her türlü kusur ve eksiklikten uzak olduğunu ifade eder. Varlık âlemindeki bütün sebepler sadece birer perdedir; asıl fail, asıl tesir sahibi yalnızca Allah’tır. Bu isim kainatta görünen güzelliklerin ve düzenin, O’ndan başka hiçbir güce ait olmadığını ilan eder.
Kuddûs: Yine Allah’ın bir ismidir. “Mukaddes” demektir. Tüm güzelliklerin, tüm iyiliklerin, tüm faziletlerin kaynağının yalnızca Allah olduğunu anlatır. Bütün temizliğin, kemâlin ve güzelliğin yegâne sahibi Allah’tır.
Rükûdan Kalkarken Okunan Zikir
Rükûdan doğrulan kul şu ifadeleri söyler:
سَمِعَ اللّٰهُ لِمَنْ حَمِدَهُ
“Semi’allahu limen hamideh”
“Allah, kendisine hamd eden kulunu işitir.”
Bu cümle ile kul Allah’ın hamd eden kullarını gördüğünü, bildiğini ve onların dualarını işittiğini ifade eder. Böylece Rabbi'nin kendisini her daim takipte olduğunun bilincinde olarak namaz kılma keyfiyetine ulaşabilir.
Rükûdan Doğrulunca Okunan Zikir
رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ
“Rabbena lekel hamd”
“Rabbimiz! Hamd yalnızca Sanadır, tüm övgüler Sana mahsustur.”
Bu ifade kulun Rabbi karşısındaki minnetini, şükrünü ve teslimiyetini ilan ettiği bir cümledir.
SECDE: KULLUĞUN EN DERİN HÂLİ
Secde namazın kalbi, ruhu ve zirvesidir. Çünkü secde, insanın Allah karşısında varabileceği en ileri nokta; teslimiyetin, tevazuun ve kulluğun en somut ifadesidir.
Rükû’da azamet karşısında eğilen kul, secdede artık yere kapanır. Varlığın gerçek sahibi olan Rabbine yüzünü sürer. Çünkü insan, Rabbine ne kadar yakın olmak istiyorsa, o kadar alçalır; o kadar küçülür; o kadar yokluğunu fark eder.
Secde Tesbihi
سُبْحَانَ رَبِّيَ الْأَعْلَى
“Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ”
“Yüceler yücesi Rabbimi her türlü eksiklik ve kusurdan tenzih ederim.”
Bu tesbihle kul, şöyle demiş olur:
“Ey Rabbim! Ben yerlerin en dibinde yüzüm toprağa sürülmüş hâldeyim. Ama Sen yüceler yücesisin. Ben ne kadar küçülürsem küçüleyim, Sen ne kadar yücesen o kadar yücesin. Ben noksanım, Sen kusursuzsun. Ben acizim, Sen sonsuz kudret sahibisin.”
Namaz bir yolculuktur.
- Kıyamda kul, Rabbinin huzurunda dimdik ayakta durur.
- Kıraat ile Rabbinin kelamını okur, kalbini besler.
- Rükû ile O'nun azameti karşısında eğilir.
- Ve Secdede… Yolculuğun en zirve noktasına ulaşır.
Secde, sadece fiziksel bir hareket değil; insanın ruhunu Rabbinin huzurunda eritmesi, yok etmesi ve teslim etmesidir. Peygamber Efendimiz (sas) buyurmuştur ki:
“Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde anıdır.” (5)
İşte bu yüzden secde ederken kalbimizin de, zihnimizin de, hislerimizin de secdede olması gerekir. Yani secde sadece bedenle değil; ruhla, gönülle ve şuurla yapılmalıdır.
İki Secde Arasında Okunacak Dua
İki secde arasındaki kısa oturuşta ise Efendimiz’in (sas) bizlere öğrettiği bir başka dua vardır:
رَبِّ اغْفِرْ لِي، رَبِّ اغْفِرْ لِي
“Rabbig’fir lî, Rabbig’fir lî”
“Rabbim! Beni bağışla, beni affet.”
Bu dua;
- Efendimiz'in (sas) sünnetidir. Bu duayı okumakla çok fazla uygulanmayan, unutulmuş bir sünneti ihya edebiliriz.
- Namazın tadil-i erkânına (düzen ve ölçü içinde kılınmasına) katkı sağlar.
- Ve en önemlisi insanın Rabbine yönelerek istiğfar etmesini sağlar.
Çoğu zaman unutulan bu dua namaz içinde af ve mağfiret talebini dile getiren çok kıymetli bir niyazdır. Bu duayı alışkanlıklarımız arasına dahil edebilmek bizler için çok kazançlı olacaktır.
TAHİYYÂT: ALLAH'A TÂZİM, RESULÜ'NE SELAM
Namazda oturduğumuz o özel an vardır ya… İşte o an Rabbimize en derin bir kulluk şuuruyla kulluğumuzu gösterip, O'nun ululuğunu tasdik ederken Resulü'ne (sas) de selamlarımızı iletiriz.
Tahiyyât duası, o oturuş esnasında okuduğumuz çok değerli bir duadır. Efendimiz (sas), ashabına bu duayı tıpkı Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi kelime kelime ezberletmiştir.
“Tahiyyât” kelimesi, “tahiyye” kelimesinin çoğuludur. Tahiyye selamlaşmak, iyi dilekte bulunmak, gibi anlamlara gelir.
Tahiyyât Duasıyla Ne Diyoruz?
اَلتَّحِيَّاتُ ِللهِ
“Bütün tahiyyatlar, bütün selamlar, bütün hürmet ve tazimler yalnızca Allah içindir.”
Burada kul şöyle demiş olur:
“Ey Rabbim! Sözle yapılan bütün ibadetler, hayatıyla Sana yönelen bütün varlıkların senaları ve Seni zikretmesi; kısacası canlı-cansız her şeyin Sana sunduğu fıtrî hediyeler yalnızca Sanadır.”
وَالصَّلَوَاتُ
“Ve bütün salatlar…”
Yani;
“Şuur sahibi olan bütün varlıkların kendilerine özgü ibadetlerini de kendi ibadetlerimiz ile Senin dergahına arz ediyorum."
وَالطَّيِّبَاتُ
“Ve bütün tayyibeler…”
Yani;
“Sahip olduğum bütün mali ibadetlerim de ancak Senin içindir. Ayrıca bütün kâmil insanların ve Sana en yakın meleklerin Tayyibatı yani en nurani ve yüksek dereceli ibadetleri de ancak Senin içindir, Sanadır.”
Özetle;
"Ettahiyyâtü lillahi vessalavâtü vettayyibât" şu anlama gelir:
“Sözle yapılan ibadetler (tahiyyât), bedenle yapılan ibadetler (salavât) ve mal ile yapılan ibadetler (tayyibât) —hepsi ama hepsi— yalnızca Allah içindir. O’nun rızası için, O’nun huzuruna sunulur.”
اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِيُّ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ
“Selam olsun sana ey Nebî! Allah’ın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun.”
Burada kul, Allah’ın huzurunda Efendimiz’e (sas) selam verir. Çünkü:
- Biz O’nun (sas) izindeyiz.
- Biz O’nun (sas) ümmetiyiz.
- Ve Allah’a nasıl kulluk edeceğimizi O’ndan öğrendik.
İşte bu yüzden namazda Allah’a arz ettiğimiz bütün manevi servetimizi, O’nun arkasında saf bağlamış ümmetin bir ferdi olarak takdim ederiz. Adeta şunu deriz:
“Ey Rabbim! Sana olan kulluğumu ve sevgimi, Senin Habibin olan Peygamber’in rehberliğinde, O’nun ümmeti olma şerefiyle arz ediyorum.”
وَالسَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلٰى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِحِينَ
“Selâm bizim üzerimize ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun.”
Burada kul sadece kendi selametini değil; samimiyetle Allah’a yönelen, doğru yolda yürüyen tüm kulların selametini diler. Bu dua insanın yalnızca kendi kurtuluşunu değil tüm müminlerin kurtuluşunu arzu etmesinin göstergesidir.
أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
“Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki Muhammed (sas) O’nun kulu ve elçisidir.”
Bu cümle namazda söylenen sözlerin tacıdır. Çünkü burada kul en temel iman esasını hem diliyle söyler, hem kalbiyle tasdikler. Bu bir bilgi değil; bir bağlılık, bir kanaat, bir teslimiyet beyanıdır.
Tahiyyat duası aynı zamanda bize Miracı hatırlatır. Allah Rasulü’nün (sas) açtığı yolda gücümüz yettiğince gitmekle kendi namazımızı çapımıza göre şahsî miracımız haline getirmemiz mümkündür. Tahiyyatta bu miraç yolunu kendi kulluğuyla bize açan Efendimiz’e (sas) salat ü selamda bulunmamızın bir hikmeti de budur.
SALLÎ-BÂRİK DUALARI: SALÂT VE BEREKET DİLEĞİ
Tahiyyat duasının ardından ümmetin dilinden hiç düşmeyen, Resûlullah’a (sas) salât ve bereket duaları gelir. Bu dualar Efendimiz’e (sas) en faziletli salât ü selam biçimleri arasındadır.
اللَّهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰى إِبْرَاهِيمَ وَعَلٰى آلِ إِبْرَاهِيمَ، إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
“Allah’ım! Muhammed’e ve ailesine (ehl-i beytine) salât eyle. Tıpkı İbrahim’e ve ailesine salât ettiğin gibi. Şüphesiz Sen Hamîd’sin, Mecîd’sin.”
“Sallî”: Rahmet eyle, yücelt, şanını artır.
“Âl-i Muhammed”: Efendimiz’in ailesi, ehl-i beyti ve onun yolunu izleyenler.
“Hamîd”: Övülmeye en layık olan.
“Mecîd”: Asil, şerefli, cömert olan.
Bu dua ile kul Allah Rasulü’ne hem bireysel bir sevgi gösterir hem de ümmet bilinciyle bağlılığını ifade eder.
اللَّهُمَّ بَارِكْ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا بَارَكْتَ عَلٰى إِبْرَاهِيمَ وَعَلٰى آلِ إِبْرَاهِيمَ، إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
“Allah’ım! Muhammed’e ve ailesine bereket ver. Tıpkı İbrahim’e ve İbrahim’in ailesine bereket verdiğin gibi. Şüphesiz Sen Hamîd’sin, Mecîd’sin.”
“Bârik”: Hayırla artır, kalıcı ve derin etkilerle bereketlendir.
“Bereket”: Az gibi görünen şeyin çok hayır ve güzellik üretmesi, yayılması, sürüp gitmesi.
Bu dua ile sadece Efendimiz’e değil, onun yolunu sürdürenlere de hayır ve bereket dilenir. Böylece salât ile başlayan yüceltme bereket duasıyla tamamlanır.
RABBENÂ DUALARI
Namazın sonunda tahiyyat ve salli-barikten sonra Rabbenâ dualarını okuruz. Bu dualar hem dünya hem de ahiret saadetini isteyen kapsayıcı yakarışlardır.
1. رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Ve bizi ateşin azabından koru.”
Bu dua sadece geçici hayatı değil, sonsuz olanı da talep eder. Kul hem bu fani dünyada hayırlı bir ömür; hem de ebedi yurtta kurtuluş ister. Ve cehennem azabından korunmayı Rabbinden diler.
2. رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ
“Rabbim! Beni ve soyumdan gelenleri namazı hakkıyla ve devamlı kılan kullarından eyle. Duamı kabul buyur.”
Bu dua Hz. İbrahim’in duasıdır. Mümin namaz gibi büyük bir ibadeti sadece kendi hayatında değil neslinde de yaşatmak ister. Bu dua ile hem kendisi için hem evlatları için kulluk duasında bulunur. Ve bütün samimiyetiyle Rabbinden kabul niyaz eder.
3. رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
“Rabbimiz! Hesap gününde beni, anne-babamı ve bütün müminleri bağışla.”
Bu dua ise şahsî bir isteğin ötesinde bir duadır. İnsan sadece kendini değil, anne-babasını ve tüm müminleri af dileğiyle duaya dahil eder. Böylece bağışlanma duası bireysellikten çıkar, rahmetin kapsayıcılığına başvurur.
NAMAZIN SONU: SELAM VE VEDA
Namaz bir yönüyle Rabbin huzurunda çıkılmış bir yolculuktur. Ve her yolculuğun bir dönüşü, her huzurun bir vedası vardır. Namazın vedası selam ile gerçekleşir.
السَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ
“Allah’ın selamı ve rahmeti sizin üzerinize olsun.”
Mümin, bu selamı önce sağa sonra sola vererek namazı nihayetlendirir. Bu selam:
- Yanımızdaki mümin kardeşlerimize,
- Namazda bize eşlik eden melek ve ruhani varlıklara,
- Allah’ın huzurundaki manevi cemaate yöneltilmiş bir selamdır.
Efendimiz (sas), bu selamı “Sağındaki ve solundaki kardeşlerine selam vermek” şeklinde tanımlamıştır. Pek çok alim bu kardeşliğin insanla sınırlı olmadığını, melekleri de kapsadığını vurgulamıştır.
Bu selamla birlikte, kul Rabbin huzurundan izinli şekilde ayrılır. Ama dilinde ve gönlünde hâlâ o huzurun izleri vardır.
SELAMDAN SONRA: İSTİĞFAR VE TESBİH
Selamla birlikte namaz sona erse de hemen ardından gelen zikirler o manevi atmosferin devamını sağlar.
Üç defa:
اَسْتَغْفِرُ اللهَ
“Allah’ım! Affını diliyorum.”
Bu istiğfar;
- Kıldığımız namazdaki eksiklikler için bir af dileğidir.
- Namazı her yönüyle mükemmel eda edememiş olmanın hüznünü taşır.
- Aynı zamanda bir sünnettir, Efendimiz (sas) her namaz sonrası bu istiğfarı yapmıştır.
Ardından:
اللَّهُمَّ أَنْتَ السَّلَامُ وَمِنْكَ السَّلَامُ، تَبَارَكْتَ يَا ذَا الْجَلَالِ وَالإِكْرَامِ
“Allah’ım! Sen es-Selâm’sın. Selamet ancak Sendendir. Ey celâl ve ikram sahibi! Sen mübareksin, bereketin kaynağısın.”
Bu dua Rabbimizi selam ve huzurun kaynağı olarak yâd eder.
NAMAZ SONRASI TESBİHAT: KULLUĞUN ZİKİRLE TAÇLANMASI
Namazın sonunda selamla birlikte huzurdan ayrılır gibi görünsek de aslında o huzurun bereketi tesbihlerle devam eder. Bu tesbihler namazı manen mühürleyen, namazdaki güzelliklerin kalpte kök salmasını sağlayan zikirlerdir.
سُبْحَانَ اللهِ، وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ، وَلَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ، وَاللّٰهُ أَكْبَرُ، وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللّٰهِ الْعَلِيِّ الْعَظِيمِ
Sübhânallah: “Allah, her türlü eksiklikten, kusurdan münezzehtir.”
Velhamdülillah: “Hamd ve övgü yalnız Allah’a mahsustur.”
Ve lâ ilâhe illallah: “O’ndan başka ilah yoktur.”
Vallahu ekber: “Büyüklükte eşi olmayan yalnızca Allah’tır.”
Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm:
“Günahlardan kaçınmak (havl) ve iyilikleri yapabilmek (kuvvet), ancak Yüce ve Azamet sahibi Allah’ın yardımıyladır.”
Bu zikirle hem tevhide olan bağlılığımızı hem de acziyetimizi dile getiririz.
Namazlardan sonra dilimizle 33’er defa tekrar ettiğimiz üç temel tesbih, Efendimiz’in (sas) bizzat tavsiye ettiği zikirlerdir:
33 defa: Sübhânallah → Allah her türlü noksandan uzaktır.
33 defa: Elhamdülillah → Tüm övgü, hamd ve şükür Allah’a aittir.
33 defa: Allahu ekber → En büyük, en yüce, en kudretli olan yalnızca Allah’tır.
Bu üçlü tesbih dilde tekrar ettikçe kalpte tefekküre, ruhta huşuya dönüşür.
Namaz tesbihatının sonunda, tevhit inancının özünü taşıyan şu cümle söylenir:
لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir, ortağı yoktur. Mülk yalnız O’na aittir. Hamd O’nadır. Ve O her şeye kadirdir.”
Bu zikir imanın zirvesidir. Kul bu zikirle Rabbini tanır, tekliğini ilan eder, kudretine teslim olur. Sadece dilin değil, gönlün ve aklın da eşlik ettiği bir teslimiyet ifadesi bu zikirde mevcuttur.
NAMAZ SONRASI EDİLEN DUA
Tüm bu tesbih ve zikirlerin ardından mümin, ellerini açar. Arzularını Rabbi'ne sunar.
Namaz süreci; abdestle başlayan, niyetle derinleşen, kıyamla yükselen, secdeyle zirveye ulaşan bir yolculuktur. Bu yolculuğun sonunda kul Rabbine en yakın hâle gelmişken ellerini boş çevirmek, dua etmeksizin dünya işlerine dalmak ne büyük bir fırsatı kaçırmaktır…
Dileğimiz, niyazımız ve duamız şudur:
“Allah’ım! Bizi namazı geçiştirenlerden değil; hakkıyla, huşu içinde, vakarla, edeple, tadil-i erkâna riayet ederek kılanlardan eyle. Bizi namazı kılan değil, namazı ikame eden kullarından eyle.”
Namazı sadece bir görev gibi değil, bir vuslat gibi yaşamak… İşte asıl kazanç budur.
1-) Müslim, Salat 38; Muvatta, Salat 39
2-) Buhârî, Ezân, 113; Müslim, Salât, 76
3-) Müslim, Müsâfirîn 98, (726)
4-) Buhârî, Eymân, 3; Müslim, Müsâfirîn 261
5-) Müslim, Salât 215