8 dk.
15 Aralık 2023
Niçin Kur'an'ın iki kapak arasına alınmasına dair bir ayet indirilmemiştir?-gorsel
Youtube Banner

Niçin Kur'an'ın iki kapak arasına alınmasına dair bir ayet indirilmemiştir?

Soru: Cenab-ı Hakk'ın, "Kur'an'ı iki kapak arasına almak" konusunda bir ayet indirmemesi nasıl açıklanabilir?

 

Cevap: Bu soruda aslında yanlış varsayımlar söz konusudur.

 

Bu varsayımlardan birincisi: Allah Teala’nın kâinatın, dünyanın ve insanlar topluluğunun işleyişine doğrudan hatta mübaşeret ile müdahale edeceği varsayımıdır.

 

İkincisi: Bir hususun Kur’an’da zahiren geçmemesinin anlam olarak da geçmediği varsayımıdır.

 

Birincisinden başlayalım. Kur’an’da tevhidin maksimum seviyede ortaya konulması nedeniyle pek çok fiil doğrudan ve bizzat Allah Teala’ya atfedilir. Örneğin, geceyle gündüzün birbirini takip etmesinin yanında denizlerde yüzüp giden gemiler ile bulutların yönlendirilmesi de,1 Hz. Musa’nın (as) kavminden bir kesimin kalplerine buzağı sevgisi doldurulması da,2 eşler arasındaki muhabbet ve merhamet hisleri de 3 pek çok benzeri şeyle birlikte Allah Teala’ya atfedilir. Fakat bu atıflar Allah Teala’nın ilah olması ile alakalı atıflardır. Yani her şey yaratılma itibariyle Allah Teala’nın emir ve iradesine bağlıdır. Ancak bu Allah Teala’nın olayların akışına, insanların duygu ve düşünceleri ile davranışlarının oluşmasına bir annenin çocuğuna bizzat müdahale ettiği gibi müdahalede bulunması anlamına gelmez. Teşbihte hata olmasın, Allah Teala’nın kullarının fiilleriyle ilgisi, bir yönetmenin film çekerken oyuncularının rolleriyle ilgisi gibidir. Bir oyuncu filmde aç kaldığı için yönetmen koltuğundan kalkıp o oyuncuya yemek yedirmez yahut bir oyuncu silahla vurulduğunda yönetmen vurulan oyuncuya acil tıbbi müdahalede bulunmaz. Bununla elbette Allah Teala’nın kullarına hiç müdahale etmediğini söylüyor değiliz. Çünkü “O, her an yeni bir iştedir, her an yeni tecellilerle iş başındadır.”4 Kastettiğimiz şey, Allah Teala’nın müdahalesinin bizim anladığımız manada bir müdahale olmadığıdır.

 

Halk arasında kullanılan “Allah’ın sopası yok!” tabiri buna güzel bir örnektir. Zahiren bu söz Allah Teala’ya bir eksiklik atfetmektedir çünkü bütün sopalar Allah’ındır. Ancak bütün sopaların Allah’a ait olduğunu ifade etmek bile yersiz ve saçma olacaktır çünkü bu sözden kastedilen mana o değildir. Kasıt, Allah Teala’nın bir kuluna dünyada ceza vermeyi gerektiren bir fiili karşılığında bizzat kendi Zatıyla tecelli buyurup o kulunu kendi eline aldığı bir sopayla cezalandırması şeklinde bir adetinin olmaması ancak cezaları olaylar eliyle vermesidir.

 

Yine Hz. Ömer (ra) herhangi bir iş yapmadan oturan bir grup insanla karşılaştığında onlara kim olduklarını sormuş ve karşılığında “Biz tevekkül ehliyiz.” cevabını almıştır. Bu cevap üzerine Hz. Ömer; “Hayır, aksine siz hazır yiyicilersiniz. Benim nazarımda tevekkül ehli, tohumunu tarlaya ektikten sonra tevekkül eden kimsedir.” demişti. Burada Hz. Ömer’in (ra) Allah Teala’nın Rezzak isminin kâinatta nasıl tecelli ettiğine, Allah Teala’nın insanların rızıklanmasıyla ilgili olaylara nasıl müdahale ettiğine dair önemli bir dersini görmek mümkündür. Çünkü Allah kullarıyla ilgili tasarruflarını, müdahalelerini istisnai durumlar haricinde sebepler eliyle yapmaktadır.

 

İkinci yanlış varsayım ise sosyal realitenin gücüne fazla masumane bakılmasından kaynaklanmaktadır. Dinin emir ve yasakları bir tarafta, sosyal realite ise bir taraftadır. Bu ikisi arasında bazen uçurumlar kadar bir mesafe olabileceği gibi, ikisi birbiri içine girecek kadar mesafesiz bir durum da olabilir. Asr-ı Saadette, özellikle raşit halifeler dönemine kadar (bu mesafenin giderek açılması kaydıyla) ikinci durumun söz konusu olduğu söylenebilir. Ancak bu durum insanların ve sahabe toplumunun kendi sosyal realitesiyle ilgilidir. O sahabe toplumunun oluşturduğu nurani atmosfer ortadan kalkınca aslında sosyolojik nedenlerle açıklanabilecek konular imani konular haline getirilebilmektedir. Örneğin, Hz. Ebu Bekir’in (ra), ardından Hz. Ömer’in (ra), daha sonra da Hz. Osman (ra) ve Hz. Ali’nin (ra) halife olmaları dini bir mesele olmaktan çok sosyolojik bir konudur ve sosyal hayatın akışı içerisinde gerçekleşmiş hadiselerdir. Ancak raşit halifelerin fazilet sıralamasına göre halife oldukları, dolayısıyla halife sıralamasının Allah Teala’nın takdiri ve müdahalesiyle olduğu gibi örtük, dile getirilmeyen bir varsayımdan söz edilebilir.

 

Şimdi bu iki varsayımı ve soruyla ilgisini açıklayalım.

 

İnsanların yaşadığı hayatın gerçekliği düz bir şekilde akıp gider. Bu realite içerisinde Efendimiz’in (sas) de sadece bir emir vermekle herhangi bir şeyi toplumsal olarak hâkim kılma veya toplumdan tamamen silip yok etme gibi bir şansı yoktur. Zaten Allah Teala da tek bir tasarrufu ile toplumları ıslah etme, dinini hâkim kılma gibi bir müdahalede bulunmamaktadır.

 

Bu durumda “Zikri biz indirdik. Onu koruyacak olan da biziz!”5 ayetini, Kur’an’ı Allah Teala’nın bizzat ve doğrudan müdahalesi ile koruyacağı şeklinde anlamak pek doğru olmayacaktır. Yani Allah Teala nasıl ki insanlara rızıklarını verme meselesini sebeplere bağlamıştır. Kur’an’ı muhafaza etme, koruma meselesini de sebeplere bağlamıştır. Kur’an’da insanların cennete girmeleri veya cehenneme sürüklenmeleri Allah Teala’nın bir icraatı olarak anlatılmıştır. Ancak bu durum insanların iradelerini iptal etmemekte, onların cenneti kazanmak ve cehennemden korunmak için çalışmaları gerektiği gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Aynı şekilde Allah Teala’nın “Kur’an’ı biz indirdik ve onu biz koruyacağız.” buyurması da sahabe efendilerimizin bu konuda bir çaba göstermeleri gerektiği gerçeğini iptal etmemektedir.

 

Ayrıca Kur’an’da her meselenin Allah Teala’ya izafe edilmesi genel bir anlatım tarzıdır. Çünkü Kur’an tevhidi, yani her şeyi ama her şeyi Allah’a bağlamayı maksimum seviyede ele almakta ve öyle anlatmaktadır. Kur’an’ın bir kitap olarak derlenip toplanması, bir mushaf haline getirilmesi, sonra çoğaltılması da hakikatte Allah Teala’nın yaratması iledir. Dolayısıyla bu kitaplaştırma işlemi de yaratma itibariyle Allah Teala’ya atfedilmelidir.

 

Sonuçta bir anlatım tarzı olarak Kur’an’dan “Size indirdiğimiz Kur’an ayetlerini kağıtlara, taşlara, tahta parçalarına güzelce yazın. Sakın yanlışlık yapmayın. Sonra vahiy kesilince onları toplayıp iki kapak arasında bir araya getirin.” şeklinde bir ayet beklenmemelidir.

 

Sahabenin Anlayışı ve Liyakati

 

Bu çerçevede İncil’in veya Tevrat’ın korunamamış ancak Kur’an’ın korunmuş olmasının nedeni sebepler planında Kur’an’a ilk muhatap olan müminler cemaatinin, yani sahabe efendilerimizin genel bilgisi, becerisi ve anlayışının Kur’an’ı korumaya yetecek bir seviyede olmasıdır. Kur’an bu nedenle korunmuştur. İncil veya Tevrat’ın korunamamasının sebebi de yine sebepler planında İncil ve Tevrat’a muhatap olan ilk cemaatin sahabe efendilerimiz kadar bilgili, anlayışlı ve becerikli olmamalarıdır denilebilir.

 

Bunda elbette yazı teknolojisinin sahabe döneminde daha gelişmiş olması da bir faktör olarak öne sürülebilir. Ancak İncil ve Tevrat’ın nazil olduğu dönemde de yazı teknolojisi pek gelişmemiş olsa da mevcuttur. Dolayısıyla bu faktör mutlak değildir.

 

Bu noktada sahabenin Kur’an’ı anlama keyfiyetiyle ilgili önemli bir örnek de ortaya çıkmış olmaktadır. Çünkü “Zikri biz indirdik ve onu biz koruyacağız.” ayeti zahiren “Siz korumak için uğraşsanız da uğraşmasanız da biz o Kur’an’ı koruruz.” anlamına gelebilir veya insanlar bu şekilde anlayabilir. Ancak Hz. Ebu Bekir (ra), Hz. Ömer (ra), Hz. Zeyd (ra) gibi isimler aynen tevekkül anlayışında olduğu gibi bu meseleyi de sebepler planında üzerlerine düşeni yapmaları gereken bir mesele olarak anlamışlar ve o planda kendi üzerlerine düşeni yapmışlardır.

 

Onlar Kur’an’ın sadece lafzını muhafaza etmekle kalmamışlar, manasını ve hakikatini de hem sözlerinde hem davranışlarında yaşayarak muhafaza etmişlerdir. Çünkü her muhafaza aslında muhafaza değildir. Bugün Müslümanların, Kur’an’ın lafzı korunmuş olduğu hâlde manalarını aynı hassasiyetle koruyamadıkları açık bir realitedir. Sadece lafzı korumak Kur'an'ı tamamen korumak anlamına gelmemektedir. Çünkü örneğin o lafzın anlaşılması için hiçbir şey yapmamak ancak lafzı korumak da bir çeşit koruma sayılır ancak manayı gizlemek anlamına geleceği için gerçek bir koruma sayılmaz. Mesela Cuma hutbelerinin Arapça olmasında diretmek lafzı korumaktır. Ancak ortalamanın altında bilgi ve anlayışa sahip Müslümanların pek çoğu dine ait bilgi ve hisleri Cuma hutbeleriyle kazanabilirler. Bu nedenle onların da anlayacağı dilde hutbe verilmesi lafzı korumak olmasa da manayı korumak ve aktarmak olacağı için burada hutbenin lafzını korumanın gerçek bir koruma olmayacağı da düşünülmelidir.

 

O hâlde sahabe efendilerimizin Kur’an’da, Kur’an’ı iki kapak arasına almak konusunda açık bir emir beklemeden, ancak “Kur’an’ı biz indirdik, biz koruyacağız.” ayetini de doğru ve tam anlayarak Kur’an’ın muhafazası konusunda üzerlerine düşeni sebepler planında başarıyla yerine getirdiklerini söylememiz yanlış olmayacaktır.

 

Çünkü onlar, Allah Teala’nın kainat ve kulları üzerinde tasarrufunu doğru görmüşler, Kur’an’ın muhafazası konusunda kendi üzerlerine düşen bir şeyler olduğunu da anlamışlar ve öyle davranmışlardır.

 

Allah Teala’dan kendi tasarruflarını ve kitabını doğru anlamamızı nasip etmesini diler ve dileniriz.

 


 

1 ) Bakara, 164

2 ) Bakara, 93

3 ) Rum, 21

4 ) Rahman, 29

5 ) Hicr, 9