11 dk.
17 Temmuz 2024
Ölüme Yakın Deneyimler | Tek Parça -gorsel
Youtube Banner

Ölüme Yakın Deneyimler | Tek Parça

Soru: Uzun süredir Youtube'da Almanca olarak ölüme yakın deneyim videoları izledim. Birkaç kanal var sırf ölüm ötesini araştırıyorlar. Bu deneyimi yaşayan insanlarla röportajlar yapıyorlar ve hala yenileri de yapılıyor. Bu videolarda insanların büyük çoğunluğu bir ışık gördüklerini, sorgusuz sualsiz yargılamadan yoğun sevgi içinde kabullenildiklerini, ölmüş yakınlarını gördüklerini, “Senin dünyada bir vazifen var geri dön.” gibi şeyler duyduklarını anlatıyorlar. Bu videoların çoğunu seyrettim. İnsanların tepkilerini gördüm. Şimdi Kur'an'da geçen haşir, sorgu, sual, iman etmeyenlerin cehennemlik oluşu gibi kavramlarla bu mesele nasıl örtüşüyor? Hatta Hristiyan olanların yoğun bir nur içinde Hz. İsa'yı gördüklerini kaç farklı videoda izledim. Bunu bir türlü anlamıyorum. Bu konuda açıklama getirirseniz sevinirim. Kafam karışık. Saygılarımla.

 

Cevap: Bu konuda asıl hata insan mizacını, insanın özelliklerini bilmemekten kaynaklanmaktadır. Konumuzla ilgili olarak insana dair bilinmesi gereken şudur ki; insanlar genellikle neyi hayal ederlerse onu görürler.

 

Eskiden Diyanet yurtlarından birinde kalan bir kız öğrencinin rüyasında Efendimiz’i (sas) gördüğüne dair bazı olaylar anlatılırdı. Efendimiz o öğrenciye tesettüre dikkat etmelerini söylemiş ve bunu bir kâğıda yazdırmıştır. O öğrenci de uyanınca rüyasındaki kâğıdı başucunda bulmuştur.

 

Yahut bir kadın denizde seyahat ederken birden boyut değiştirdiğini, denizde yüzen yunusların kendisine “Çevreye çok zarar verdiniz. Çevreyi ve sağlığınızı koruyun, insanlara iyi davranın.” dediğini anlatmıştır.

 

Yine bazıları uzaylılar tarafından kaçırıldıklarını, uzaylıların kendilerine bazı mesajlar verdiğini söylerler.

 

İnsanların belli bir kısmında bu tarz halüsinasyon görme ve aynı zamanda hayallerini gerçek zannetme durumu oldukça yaygındır. Bu tür vizyonları bazıları “Rüyamda Peygamber Efendimizi gördüm.” veya “Abdülkadir Geylani hazretlerini gördüm, bana şunları yazdırdı.” şeklinde de aktarabilirler.

 

Yine Mihr Vakfı olarak bilinen topluluğun da insanlara şu yönde telkinleri olmuştu: “Bizim şeyhimizin hak olduğunu öğrenmek için “Allah’ım! Bana şeyhimi göster!” diye dua ederek rüyaya yatın. Bir gün olmazsa üç gün, olmazsa beş gün veya bir hafta devam edin. Sonunda size şeyhiniz gösterilecektir.” Bunu uygulayanların hemen hepsi İskender Evrenesoğlu’nu rüyalarında gördüklerini söylemişlerdir. Hatta bu nedenle tarikatını değiştiren insanlar da olmuştur.

 

Son örnek hariç, uzaylılar tarafından kaçırıldığını, denizde yunus balıklarıyla konuştuğunu, rüyasında Efendimiz’i (sas) ve Abdülkadir Geylani hazretlerini gördüğünü söyleyenlerin o vizyonlarda kendilerine verilen mesajların hepsi zaten bilinen şeylerdir. Çevreye ve diğer insanlara karşı saygılı olmak, tesettüre riayet etmek gibi hususlar yeni bilgiler değildir. Ne uzaylılar uzayın henüz çözülemeyen sırlarına ait yeni bilgiler aktarmıştır ne de yunus balıkları okyanuslar hakkında farklı bir şey söylemişlerdir. Çünkü bunların neredeyse hepsi o vizyonları gördüklerini söyleyen insanların kendi sözleri, kendi görüşleri, sonuç olarak kendi uydurmalarıdır.

 

Ölüme yakın deneyimlerde de benzer bir durum söz konusudur. Bu tip deneyimleri yaşadıklarını söyleyenlerin hiçbirisi ölüm ötesi alemlere ait henüz hiç bilinmeyen, hiçbir kültürün, hiçbir dinin, hiçbir kutsal kitabın söylemediği yeni bilgiler vermemektedir.

 

Meselenin bir diğer noktası, bu kadar çok insanın bu kadar yoğun şekilde yalan söylemelerine ihtimal verip vermemekle ilgilidir. Burada ise mesele şudur: Ölüme yakın deneyimlerle ilgili kendi yaşadıklarını anlatanların sayısı ne kadar çok olursa olsun meselenin mahiyeti değişmeyecektir. Bugün elinize bir mikrofon bir kamera alıp sokağa çıksanız binlerce, on binlerce insanın benzer yalanlara inandıklarını görebilirsiniz.

 

Diğer yandan, insanların çoğu telkine fazlasıyla açıktır. Geçmiş yıllarda Amerika’da bazı radikal feminist gruplar aile içi tacize dikkat çekmek için şöyle bir uygulamaya imza attılar: Bazı genç kızlara giderek “Baban küçükken seni hiç öptü mü? Sana hiç senden izinsiz dokundu mu?” gibi sorular sordular. Öpmenin ve dokunmanın bir taciz göstergesi olduğundan hareketle o genç kızları da babaları tarafından taciz edildiğine inandırdılar. Sonuçta o kızlar babaları tarafından taciz edildiğine inanır oldular. Bu nedenle bazı adlî süreçler de yaşandı ancak meselenin aslı anlaşıldı. Kendilerine soru sorulan ve yönlendirilen genç kızlar bir süreliğine de olsa aslında hiç olmayan aile içi tacize maruz kaldıklarını iddia edebilecek hâle geldiler. Bu örnek de bize insanlara bir şey telkin edilince o telkinin sonucunun gerçekleştiğini varsayacak hâle gelebildiklerini göstermektedir.

 

Bir başka örnek halk arasında “Cinlerin kına yakması” olarak bilinen olgudur. Bazı insanlar sabah kalktıklarında el ve ayaklarında yahut parmaklarında kınaya benzer bazı izler görürler. Bunu da geceleyin uykudayken cinler tarafından düğüne götürülmek, metafizik varlıklar tarafından işaretlenmek gibi nedenlerle açıklarlar. Ancak aslında bu durum basit bir tıbbi olaydır. Bu izler aslında tinea nigra isimli bir küf mantarıdır. Rahatsızlığın adı da fayohipomikoz olarak bilinir. Bu rahatsızlık bağışıklık sistemi zayıf olanlarda daha sık görülür. Bu mantarlar doğrudan temasla bulaşabildiği gibi dolaylı temaslarla da bulaşabilir. Ancak bu lekelerin şeytan veya melek lekesi olduğuna, metafizik varlıklar tarafından işaretlendiğine inanan insanlar bu olayın aslında tıbbi bir vaka olduğuna inanmak istemezler. İnansalar bile meselenin tıbbi yönünün ayrı metafizik yönünün ayrı olduğu gibi açıklamalar getirmeye çalışırlar.

 

Ayrıca rüyasında veya uyanıkken cinleri gördüğünü düşünen insanlara da rastlamak mümkündür. Hatta bunlar gördüklerini iddia ettikleri varlıkları ayrıntılarıyla tasvir ederler. Ancak gerek bu insanların manevi keyfiyet durumları gerekse o alemin doğası düşünülünce bu insanların o aleme girmediklerini söylemek mümkündür. Yani o insanlar o aleme girmiş olamazlar. Ayrıca o aleme girince bunun insan üzerindeki etkisi çok başka olur. Gerçekten de cinleri görmek yahut onlarla irtibatlı olmak mümkündür ancak bu çok farklı ve istisnai bir durumdur. Cin gördüğünü iddia edenlerin çoğunun söylediklerinin gerçek olmadığını düşünebiliriz. 

 

İnsanların çoğu hayal görür ve hayallerini gerçek zanneder. Bunların sayıları çok olabilir. Bu konuda sayı çokluğu hiçbir mana ifade etmez.

 

Yaklaşım

 

Ölüme yakın deneyimler ve benzeri söylentilerin Kur’an ve sünnete uygunluğu meselesinden önce bir bilginin nasıl doğrulanacağı üzerinde durulmalıdır. İnsan duyduğu şeylerin doğrulamasını yahut bir nevi sağlamasını yapmak, bu konuda oldukça dikkatli olmak zorundadır. Aksi hâlde hiç olmayacak şeylere inanmış olabilir.

 

Bilginin doğrulanmasını önemsemeliyiz. Bu doğrulama işlemi bir hadisin sahih olup olmamasını araştırmada, bir fetvanın uygulanmasında, günlük hayatta karşılaşılacak herhangi bir meselede her zaman dikkate alınmalıdır. Böyle yapınca bir insan herhangi bir şeye inanma konusunda oldukça rasyonel davranmış olacaktır.

 

Örneğin kehribar kolyenin özellikle çocuklarda guatr, astım gibi hastalıklara iyi geldiği, bağışıklığı güçlendirdiği, kan akışının düzenlenmesine yardımcı olduğu, nazardan koruduğu, en çok da diş çıkarma sırasında çocukların ağız salyalarının akmasına engel olduğu gibi yanlış inanışlar vardır. Ancak bunların hiçbirinin doğru olmadığına dair bilimsel deliller de vardır.
 

Diğer yandan insanda dört tane temel eğilim vardır:

 

Birincisi, neye dikkat ettiğidir.

İkincisi, yaptığı şeyin bir işe yaraması gerektiğidir.

Üçüncüsü, bir gruba katılma eğilimidir.

Dördüncüsü ise bir şeye en yoğun anında müdahalede bulunmaktır.

 

Dördüncü eğilimle ilgili şöyle bir gerçek vardır: İnsanlar dizleri az ağrıdığı zaman genellikle doktora veya bir halk hekimine (bir şifacı yahut üfürükçü gibi) gitmezler. Dizlerinin ağrısı arttığı zaman giderler. Romatizmal ağrılar şiddetlendikten kısa süre sonra azalan ağrılardır. Bir halk hekimine gidildiğinde de bu romatizma ağrılarının geçtiği görülür. Ancak ağrıların hafiflemesinin nedeni gidilen halk hekimi değil romatizma ağrılarının genel karakteristiğidir. Fakat insanlar dizlerinin ağrısını o halk hekiminin geçirdiğini düşünür.

 

Bu nedenle tıpta bir ilacın etkisi değerlendirilirken şöyle bir kural uygulanır: İlacı veren doktorla ilacın etkisini değerlendiren uzman farklı kişiler olmalıdır. Çünkü doktorlar ilacı verdikleri hastanın daha iyi olduğunu yorumlama eğilimine daha fazla kapılmaktadırlar.

 

Benzer şekilde çocuğunun diş çıkarma sürecinde salyalarının azalmasını veya hiç akmamasını isteyen bir anne bu amaçla bir kehribar kolye alıp çocuğuna taktığında çocuğunda salya akmasının azaldığını görme eğiliminde olacaktır. Çünkü insanın en temel eğilimlerinden birincisi olan dikkat etme eğilimi devreye girecektir ve o anne çocuğunun salyasının o kehribardan bağımsız bir şekilde azaldığı anlara daha fazla dikkat edecektir. Sonuçta kehribardan önce salyaların azaldığı anları hatırlamayacak ancak kehribar kolyeden sonra azaldığı anlara daha çok dikkat ederek kehribar kolyenin gerçekten işe yaradığını zannedecektir. Halbuki bu meselenin kontrolü böyle yapılmamalıdır. Kehribar kolyeyi takan ile kehribarın işe yarayıp yaramadığını ölçen ve gözlemleyen kişiler farklı olmalıdır. Bunu ölçen farklı kişi de kolyeyi takmadan önceki salya miktarı ile taktıktan sonraki miktarlarını tam ölçüp nesnel bir karşılaştırma yapmalıdır. Diğer değişkenleri de hesapladıktan sonra bir sonuca ulaşmalıdır ki kehribar kolyenin işe yarayıp yaramadığı tam anlamıyla gözlemlenmiş ve ölçülmüş olsun. Aksi hâlde “Kehribar kolye gerçekten işe yarıyor.” demek anlamsız olacaktır.

 

Benzer şekilde bugün iş arayan yüz tane insana özel bir taş verseniz ve onlara “Bu taşı yanınızda taşırsanız daha kolay iş bulacaksınız ve geliriniz artacak.” deseniz içlerinden mutlaka bir kısmı o taşın işe yaradığını, iş bulmalarını kolaylaştırdığını, gelirlerinin arttığını söyleyecektir. Ancak o taşla ilgisi olmayan birileri bu yüz kişinin iş arama süreçlerini yakından takip etse, iş bulanların iş bulma nedenlerinin o taşlarla ilgisi olmadığını söyleyeceklerdir.

 

Aldanmamanın Yolu ve Metodoloji 

 

İnsan çok rahat aldanır. İnsan aldanabilecek olduğunu bilmelidir. Aldanmamanın yolu dikkatli olmak değildir. Aldanmamanın yolu metodolojik olmak ve insanın sıradan biri olduğunu bilmesidir.

 

Kesin deneylerle kanıtlanmış ve doğruluğu sabit olmuş bir bilgiyi kabul etmemek güzel ahlak değildir ve kibir göstergesidir. Bu nedenle bir insan bazı konuları bilmediğini kabul edebilmelidir.

 

Bu gerçeklerden yola çıkarak ölüm ötesi deneyimler ve benzeri vakalarla ilgili çokça video izlemiş, araştırmalar yapmış bir insan konuya metodolojik yaklaşmalıdır. Bu bağlamda öncelikle izlediği videolarda anlatılanların doğruluğunu test etmelidir. Mesela konuyla ilgili yapılmış bilimsel çalışmalar olup olmadığını, aksini iddia eden videoların var olup olmadığını araştırmalıdır.

 

Örneğin “Ölüme Yakın Deneyimler” veya “Ölüm Eşiği Deneyimleri” psikolojide "Transpersonel (Ben Ötesi)" psikoloji yaklaşımı içinde incelenir. Bu çerçevede “Ölüme Yakın Deneyimler” olgusunu açıklamak için psikolojik, spiritüel ve biyolojik olmak üzere üç farklı teori geliştirilmiştir.

 

Birincisi: Psikolojik teoridir. Bu teoriye göre insanlar yaşamlarını tehdit eden bir durumla karşılaştıkları zaman bu acı realiteden uzaklaşmak için kendilerini duygusal bir felce sokarlar. "Ölüme Yakın Deneyimler" ile ilgili görülen hayaller ve anlatılar da ölüm tehlikesine karşı bir savunma mekanizmasıdır. Bir başka ifadeyle bu tip anlatılar ölüm riskine karşı bir koruma görevi yapar ve bir çeşit depersonalizasyon durumudur.

 

İkincisi: Spiritüel teoridir. Bu teoriye göre “Ölüme Yakın Deneyimler” insan zihninin fiziksel bedeninden ayrılabildiğinin kanıtıdır. Ancak bu görüş klinik psikoloji açısından pek ciddiye alınmamaktadır.

 

Üçüncüsü: Biyolojik teoridir. Bu teoriye göre de "Ölüme Yakın Deneyimler" olgusu nörokimyasal bir temele sahiptir. Beklentiler, temporal lob uyarımları ve endorfinler, ilaçlar, anoksi veya karbondioksit retansiyonu kavramları ile bu deneyimler rahatlıkla açıklanabilmektedir.

 

Diğer yandan konuyla ilgili yapılan araştırmalarda “Ölüme Yakın Deneyimler” daha çok tıbbi aciliyeti olmadığı hâlde ölmekte olduklarını düşünen insanların yaşadığını iddia ettikleri deneyimlerdir. Dolayısıyla "Ölüme Yakın Deneyimler" sadece ölüme yakın hastalarda değil sağlıklı insanlarda da görülebilmektedir.

 

Yine tıbbi olarak ölüme yakın olanlarla olmayanlar arasındaki deneyim örnekleri karşılaştırılmış ve benzerliklerin farklılıklardan daha fazla olduğu görülmüştür. Bu deneyim iddialarının ayrıntıları da ait olunan kültüre göre farklılık gösterebilmektedir. Örneğin Hristiyanlar yoğun ışıklar altında Hz. İsa’yı (as) gördüklerini iddia ederlerken Hindular ölüm tanrısı Yamraj’ın elçilerini gördüklerini iddia ederler.

 

Özellikle "Ölüme Yakın Deneyim" yaşadığını iddia edenlerin kültürel aidiyet veya inanç farklılıkları nedeniyle inandıkları dine daha uygun şeyler gördüklerini söylemeleri bu meselenin objektif değil kişilere fazlasıyla bağlı ve onların hayal dünyalarından kaynaklanan vizyonlar olduğunu göstermektedir.

 

O hâlde bu ve benzeri spiritüel konularda asıl olan anlatılan şeylerin Kur’an’a ve hadislere uygunluğundan ziyade gerçekten doğru olup olmadıklarını tespit etmeye çalışmaktır.

 

Metodolojik bir yaklaşımla baktığımız zaman bu konuda anlatılan şeylerin genellikle hayal ürünü oldukları anlaşılmaktadır.

 

Bu konularda asıl yapılması gereken de metodolojik bir yaklaşıma sahip olmak, anlatılan şeylerin doğruluğunu o yaklaşıma göre değerlendirip test etmektir. Gerisi zaten daha kolay hallolacaktır.

 

Allah Teala’dan bizlere verdiği akıl nimetini hakkıyla kullanmamızı nasip etmesini diler ve dileniriz.