6 dk.
13 Temmuz 2023
"Onda Birini Yapan Kurtulur" Ne Demek?-gorsel
Youtube Banner

"Onda Birini Yapan Kurtulur" Ne Demek?

Soru: “Ahir zamanda kişi emredildiği şeylerin onda birini yaparsa kurtulur” deniliyor. Bu doğru mudur? Onda birini yapmak ne demektir?


Cevap: Tirmizi'de “Öyle bir kavim gelecek ki, imanın onda birini yapacaklar ve Allah onlardan razı olacaktır. Siz ise imanın onda birini terk ederseniz Allah sizi onunla hesaba çeker.”1 şeklinde bir hadis rivayet edilmektedir. Bu rivayetin farklı bir versiyonu da; “Siz öyle bir zamandasınız ki içinizden kim emredildiklerinin onda birini bırakırsa helak olur. Sonra öyle bir zaman gelecektir ki, o zamanda yaşayanlardan kim emrolunduğunun onda birini yaparsa kurtulacaktır.” şeklindedir.

 

Öncelikle belirtelim ki bu hadis sahih değil, zayıftır. Dolayısıyla Efendimiz’in (sas) böyle bir sözü olduğunu net bir biçimde söyleyemeyiz.

 

Diğer yandan bu sözü hadis olarak değil de örneğin Hicri ikinci asırdaki mübarek bir zatın sözü olarak ele alacak olursak içinde bazı hakikatler barındırdığını söyleyebiliriz.

 

Birincisi: Eğer mesele ibadetlerin ölçülebilir yönleri (namaz vakitleri, rekât sayıları, orucun tutulacağı günler gibi) açısından alınırsa Efendimiz’in (sas) böyle bir sözü söylemesi makul değildir denilebilir. Çünkü ibadetlerin ölçülebilir yönleri, namaz vakitleri ve rekât sayıları, oruç tutulması farz olan gün sayıları, zekât miktarları gibi hususlar bellidir ve bunlarda -tabiri caizse- bir indirime gidilmesi söz konusu olamaz.

 

İkincisi: İmtihan şartlarının zamana ve zemine göre ağırlaşıp hafifleşmesi söz konusu olabilmektedir. Zor zamanlar için zaten kişiye ve duruma özel ruhsatlar da tanınmıştır. Örneğin açlıktan ölecek veya sağlığı tehlikeye girecek birisinin haram olan şeyleri ölmeyecek miktarda yemesi, hayati risk durumlarında insanın imanını bile gizleyebilmesi veya imanının gerektirmediği sözleri söyleyebilmesi, seferilere namaz ve oruç hakkında tanınan kolaylıklar bu ruhsatlardandır. Ancak kişiye ve durumlara özel tanınan ruhsatlar dışında kimse imtihanın ağırlığını ve zamanın zorluğunu kendi günahlarına, zaaflarına, tembelliğine ve benzeri olumsuz eğilimlerine bir bahane olarak sunmamalıdır, kendisini de böyle vehimlerle kandırmamalıdır.
 

Üçüncüsü: İmtihan şartları zamana ve zemine göre değişebilir. Bu nedenle şartların zorluğu ve kolaylığı insanların kurtuluşlarına etki eden bir husus olabilir. Örneğin zor şartlarda üniversitede okuyan veya bir yerde çalışan tesettürlü bir kadının tam tesettürlü kalmaya gayret etmesi, belki o hâliyle namazlarını kılıp oruçlarını tutmaya çalışması ve bu esnada sarf ettiği gayretin çok azı bile yüzlerce sene öncesinin zahmetli hac yolculuklarından kıymetli olabilir. Yahut o derecedeki bir takvaya işaret ediyor denilebilir. Buradaki zor şartlar meselesini sadece siyasi veya hukuki zorluklar olarak değil, tesettürlü olmanın sosyal ve kültürel açıdan getirdiği zorluklarla ilgili de ele alabiliriz.

 

Örneğin bugün içinde yaşadığımız şartlar ve günlük hayatın yoğun rutini ibadetler konusunda insanları zorlamaktadır. Gerçi Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde her yerde camii veya mescit vardır, her yerde çeşmeler akmaktadır. Bu yönüyle abdest almak ve namaz kılmak fiziksel açıdan hiç bu kadar kolay olmamıştır. Ancak özellikle iş hayatı insanların günlük rutinini öylesine doldurmaktadır ki bilhassa büyük şehirlerdeki koşuşturmacalar arasında, her şeyi saati saatine işlemesi gereken bir günlük hayatın içinde aralara namazı sıkıştırmak çoğu insana, özellikle de çalışan kesime zor gelebilmektedir.

 

Bazen de dönemin şartları öyle bir hâle gelebilir ki sırf imanı kaybetmemek bile ciddi bir takva göstergesi olabilir. Örneğin Osmanlının son döneminde düşünce dünyasındaki karmaşa ortamında, okuyan insanlar arasında materyalizmin, pozitivizmin bir moda haline geldiği şartlarda, yahut sonradan okullarda dinsizliğin yoğun biçimde dikte edildiği bir dönemde okumuş bir insanın “Ben Allah’a, ahiret gününe ve meleklerine iman ediyorum, bu imanımı da koruyacağım.” deyip bunda sebat etmesi belki de insanı Bedir Ashabıyla birlikte haşrolmaya götürecek kadar kıymetli bir gayrettir.

 

Dördüncüsü: Efendimiz’in (sas) kıyamete yakın zaman dilimi hakkındaki söylediği alametler dışında herhangi bir meseleyi zamana bağlı olarak ifade ettiği sahih bir hadisi yoktur. Örneğin Efendimiz (sas) hiçbir zaman “Şu mesele bu zamanda haramdır ama öyle bir zaman gelecek ki serbest olacak, farz olan şu meseleyi de artık yapmanız gerekmeyecek.” tarzında bir şey dememiştir.

 

Beşincisi: “Onda bir” ibaresinin dinin kemiyet yönüyle, yani ölçülebilir, dışarıdan bakınca gözlemlenebilir yönüyle bir ilgisinin olmayacağı açıktır. Keyfiyet açısından ise “onda bir” ibaresinin ölçülebilir, matematiksel bir oranı ifade etmediği de açıktır. O hâlde onda bir ibaresi azlıktan kinayedir denilebilir. Bu durumda örneğin günde beş vakit farz namazın onda biri iki günde bir vakit namaz olacaktır. Ancak bu hadisin “İki günde bir vakit namaz kılan kurtulur.” anlamına gelmeyeceği de açıktır. O hâlde bu hadis dinin keyfiyet yönüyle ilgili ise örneğin namazın rekatları veya vakitleriyle ilgili değil, huşusu ile ilgilidir denilebilir.

 

Altıncısı: Geçmişte bu hadisin emr-i maruf ve nehy-i münkerle ilgili olduğunu söyleyen hadis yorumcuları olmuştur. Bu yorum da dikkate değer bir değerlendirmedir.

 

Emr-i maruf ve nehy-i münker, yani tebliğ, insanlara doğruyu anlatma, gösterme gayretleri ile kendisini ve başkalarını haramdan, kötülüklerden, yanlışlıklardan uzak tutma çabaları veya söz konusu çalışmaların içinde bulunma, bir ucundan tutma her Müslüman için farzdır.

 

Efendimiz (sas) zamanında İslam’ın kuvvet bulduğu, iman hakikatlerinin sahabe tarafından benimsenip hazmedildiği, kişilere ve topluma şekil veren ana unsurun iman ve Kur’an hakikatleri olduğu bir zamanda emr-i maruf ve nehy-i münkerde en ufak bir ihmalin ağır sonuçları olabilirdi. Yani emr-i maruf ve nehy-i münker eğer on parçadan oluşmuş bir bütünse o bütünün bir parçasının ihmali bile toplumu bozulmaya götürebilirdi.

 

Ancak yalanla doğrunun, hak ile bâtılın fazlasıyla birbirine karıştığı, insanların din adı altında pek çok hurafeye, bâtıla, bidate, harama rahatlıkla girebildiği, dinin sadece kültürel bir değer hâline geldiği, din adına söylenenlerin de hakikatte tesirinin olmadığı, dinin insanları hayır istikametinde değiştiren yönünün göz ardı edildiği zamanlarda insanlara doğruyu anlatmak, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkerde bulunmak, bu faaliyetlere destek olmak az da olsa çok kıymetlidir ve kişinin kurtuluşuna vesile olabilir.

 

Bu yönüyle de sahabe dönemindeki kadar mükemmel bir emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker yapılamasa bile en azından o yolda olmak ahir zaman Müslümanları için kurtuluş adına mükemmel bir fırsattır denilebilir.

 

Allah Teala’dan iman ve Kur’an hakikatlerinin anlatılmasında, Allah ve Rasulüne ait güzelliklerin tanıtılmasında bizleri de hissedar kılmasını diler ve dileniriz.
 


 

1 ) Tirmizi, Fiten, 79