13 dk.
19 Nisan 2023
Oruç ve yeme içme alışkanlıkları | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Oruç ve yeme içme alışkanlıkları | Tek Parça

Bir kudsi hadiste Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
 

Oruçlu kimse benim için yemesini, içmesini, cinsel arzusunu terk eder. Oruç, doğrudan benim uğruma yapılan bir ibadettir. Onun ecrini de doğrudan doğruya ben veririm. Halbuki diğer güzel amellerin karşılığı on mislidir.”1
 

Allah Teala bu kudsi hadiste oruç tutan kişiyi bu şekilde tasvir etmektedir. O kişi, oruç tutarak yemesini, içmesini ve şehvetini terk etmiştir.

 

GİRİŞ

 

Hayatın içinde bizi tamamen saran bir hâlde bulunduğu için pek fark etmediğimiz ancak bazı noktalarda doktorların veya psikologların uyarıları sonrası kısmen ucunu görebildiğimiz bir mevzu vardır: İnsanın üç büyük mekanik2 temayülü… 

 

Bu temayüller insanla beraber olan ve onu yönlendiren temayüllerdir. Bu temayüllerden;
 

Birincisi: İnsanın içsel, kendi kendine olan konuşmaları, düşünceleridir. Bununla bir insanın aklına her an, herhangi bir yerden gelebilecek çağrışımları, düşüncelerin başlangıç noktalarını ve ilk düşünceleri kast etmiyoruz. Onlar insan iradesi dışında gelirler. Fakat insanın kendi kendine konuşup durduğu, insanlarla, olaylarla, geçmişiyle, bugünüyle, geleceğe dair hayalleriyle, korkularıyla hesaplaştığı, onları evirip çevirdiği içsel düşüncelerini kast ediyoruz. İşte bunlar oldukça mekaniktir, şuurdan uzaktır. Hatta insanın ameli sayılabilecek, insanı etkileyecek şeyler arasında kontrolden en uzak, en mekanik olanlar bunlardır. Örneğin, bir insan tartıştığı hatta kavga ettiği birisine öfkelendiğini hatırlayınca -gerçek hayatta öyle bir şey yapamayacak olsa da- onunla ilgili bir hayal kurarken onun öldüğünü veya birisinin onu öldürdüğünü zihninde kurgulayabilecektir. Gerçek hayatta yapmayacağı pek çok şeyi hayalinde yapabilir, söyleyebilir, düşünebilir olacaktır. İç dünyası ve iç sesleri bu yönde çalışacaktır. 

 

Bilimsel olarak da insanın iç sesleri kontrol edilemez bir özelliğe sahiptir. Çünkü insanın dışarıya karşı söyledikleri o anda kendisini dinleyenlerle samimiyetine ve onların beklentilerine, yani toplumun genel kurallarına göre şekillenir. 

 

İkincisi: Dışsal, yani dille ifade edilen normal konuşmalardır. İnsanın neyi, ne zaman, nerede söylediği ile ilgilidir. Birinci mekanik temayülle bağlantılıdır. İnsan, bir yandan içsel konuşmaları devam ederken diğer yandan dışarıya karşı bir şeyler söylemeye hızlıca karar verir ve içindekileri söyler. Konuşmaların bir kısmı bu şekildedir. Konuştuklarımız hakkında daha önce onları ölçüp biçerek karar verdiğimizi her zaman fark etmek mümkün olmayabilir. Ancak insan olarak dışsal konuşmalarımız ve söylediklerimiz en mekanik özelliklerimizden birisini oluşturur.
 

Dışsal konuşmalardaki mekaniklik o kadar belirgindir ki bu konuşmalar esnasında içsel konuşmalara pek müdahale edilmez. Genellikle insanın aklına ilk gelen sözler dışa vurulur. Bazı ayet ve hadisler insanın konuşma alışkanlığına doğrudan müdahale eder ve böylece söz konusu mekaniklik kırılmaya çalışılır.

 

Örneğin;

Bir pislik olan putlardan kaçının, yalan söz söylemekten de kaçının.”3 ayetiyle yalan söylemek,

Ey iman edenler! Siz kendinize, kendinizi düzeltmeye, ıslah etmeye bakın.”4 ayetiyle başkalarını kınamak, 

Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın.”5 ayetiyle kaba ve yüksek sesle konuşmak,

Birbirinizin gıybetini yapmayın.”6 ayetiyle birisi hakkında onun hoşlanmayacağı sözler söylemek,

Allah'a ve âhiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun.”7 hadisiyle mümkün olduğunca malayaniyatın en yaygını olan boş konuşmak gibi alışkanlıklar kırılmaya çalışılmıştır.

 

Bu iki önemli mekanik eğilim konumuzla doğrudan ilgili değildir. Ramazan ve oruçla doğrudan ilgili olan mekanik özellik yeme içme konusundadır.

 

Üçüncüsü: Yeme ve içmedir. Bu noktada yeme ve içme kavramına sigara gibi tüketim maddeleri de dahil edilebilir.

 

İnsan genellikle “gıda” olarak tükettiği her şeyi (ki burada “gıda” kavramını yenilip içilebilen her şey anlamında kullanacağız) en ilkel hâliyle, pek düşünmeden ve belirli bir süreklilikle yer-içer. İnsanın uyanık olduğu zamanlar gıda alımı konusunda bu şekilde geçmektedir. Tabii ki insanlar öğlen veya akşam öğününde ne yediğini, hangi yemekleri tercih ettiğini, yemeklerin hazırlanışını, gün içinde ayak üstü atıştırmalarını, hangi yemeğin yanında neyi tercih ettiğini ve benzeri hususları hatırlayabilir, bunlarla ilgili anlık planlar yapabilir. Böylece gıdaların belirli bir bilinç ve farkındalık ile yenilip içildiği düşünülebilir. Ancak bu kadarcık bir farkın dışında kişinin yeme içme davranışının tam anlamıyla farkında olduğu söylenemez. 

 

Bu böyle olduğu gibi, insan ana öğün veya ara öğün olarak adlandırdığı yemekleri de çok katı bir diyetisyen veya doktor gözetiminde olmadıkça saymaz, ölçmez ve sınırlandırmaz. 

 

Ayrıca yediklerinin kendisine biyolojik ve psikolojik etkilerini de “Sabah kahve içmeden ayılamıyorum.” veya “Bu akşam bu projeyi yetiştirmem için uyumamam lazım o hâlde kahve veya enerji içeceği içeyim.” gibi spesifik bir iki durum dışında düşünmez.

 

Sonuçta insanlar, hayatlarının tamamını kapsayan yeme içme alışkanlığının pek farkında değillerdir. Üstelik hem fizyolojilerini hem psikolojilerini önemli ölçüde etkileyen ve sonra onlardan da etkilenen, böylece süreklilik arz eden yeme içme davranışının hayatlarını bütünüyle ve güçlü biçimde sarmasına rağmen bu durumun tam olarak farkında oldukları söylenemez.

 

Yeme içme davranışı hayatlarımızı çok güçlü biçimde sardığı için iradi olarak yeme içmeyi terk etmek bizlere gayet zor gelen ve üzerinde düşünüldüğünde ağırlığı hissedilen bir olgudur. Bu zorluğun en görünür hâlini hastalık veya fazla kilolar nedeniyle doktorlara ya da diyetisyenlere başvuranlarda görmek mümkündür. Sıradan bir diyet programını uygulamanın kolay olmadığı bilinen bir husustur. Doktorların ise, yemeyi içmeyi kesmek değil, örneğin şekeri veya tuzu, baharatları veya ekmeği azaltmak yönündeki tavsiyeleri bile o tavsiyelerin muhataplarında bir baskı oluşturur. Çünkü yeme içme alışkanlıklarını değiştirmek gerçekten zordur.

 

Yeme İçme Davranışlarının İki Modern Dayanağı

 

Yeme içme alışkanlıklarıyla doğrudan ilgili ve çağımız insanının hayatlarının üzerinde döndüğü iki önemli nokta vardır:

 

Birincisi: Yaşama arzusu, uzun ve sağlıklı yaşama tutkusudur. Bu arzu yirmili belki otuzlu yaşlardaki genç insanlarda fazla hissedilmez. Ancak insanlar genellikle kırklı yaşlarını geçtikten sonra hastalıkların yavaş yavaş baş göstermesiyle ek takviye gıdalara ve vitaminlere yönelmeye, sağlıklarını etkileyen yiyecek ve içecekler konusunda daha dikkatli davranmaya başlarlar. Sonuçta vücuda alınan kalori miktarı yaşam süresi üzerinde belirleyicidir. Kan şekerinin sürekli yüksek olmasının insan ömrünü kısalttığı da bilimsel bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır.

 

İkincisi: Beğenilme arzusudur. Çağımız insanı belki her çağdakinden daha fazla bir şekilde olduklarından daha güzel, daha yakışıklı görünmeyi, fit olmayı ileri derecede idealize etmiş durumdadır. Bunun için de yeme içme davranışının planlanması, diyet programları, sporlar ve estetik operasyonlar yaygın görülen davranış biçimleri olmuştur. Bu noktada da insanları en çok zorlayan unsurun yeme içme konusundaki kısıtlamalar olduğu söylenebilir.

 

Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki; (insanlar gaflet hâlinde yeme içme davranışını bir süreliğine bütünüyle terk etmeyi kolay zannedebilse de) insanın yeme içme konusunda basit ve sınırlı kısıtlamalarda bile zorlandığı bir realitedir.

İlk kısımdaki girişten sonra, başlıktaki kudsi hadiste belirtilen üç ibarenin izahına geçebiliriz. Bu üç ibare:

Min Ecli”,

es-Sıyâmu Lî”

Ve Ene Eczî Bihî” ibareleridir.

 

“Oruç Benden Dolayı, Benim Uğrumadır”
 

Kudsi hadisteki üç kelimeyi açalım:

 

Hadiste yemeyi, içmeyi ve eşine karşı şehveti terk etmenin nedeni olarak öncelikle “Min Ecli” ibaresi kullanılmıştır.

 

Min Ecli: “Benim nedenimle, benden dolayı” demektir. “Ecli” kelimesi aslında ecel kelimesi ile aynı kökten gelmektedir. Kelime zamanla “onun uğruna, onun hatırına, onun hasebiyle, o niyetle” gibi anlamlar kazanmıştır.

 

Bu bağlamda “Allah uğruna, Allah nedeniyle, Allah’tan dolayı” veya Allah Teala’nın “Benim uğruma, Benim nedenimle, Benden dolayı” buyurması bizim amellerimizde bir niyeti, kalbî bir yönelişi ifade etmektedir.

 

İnsan, Allah Teala’nın gerçekten kudretli olduğunu kabul edip o kudretin gazabından korkarak, böyle bir niyet ve yönelişle amel edebilir. Bu kıymetsiz bir şey değildir. Bu yönelmenin başka yönleri de olabilir.

 

İnsan, Allah Teala’ya ciddi bir hayranlık duyduğu için, onun ulvi ve yüce sıfatlarını bildiği için, o sıfatların sahibi olan Zata duyduğu hayranlıkla Onun emir ve tavsiyelerine uymayı kendiliğinden isteyebilir.

 

İnsan, Allah sevgisi motivasyonuyla ve buradan hareketle Allah Teala’nın kendisini seveceği bir hâlde bulunmak isteyebilir. Amellerini bu yönelişle, bu motivasyonla da yerine getirebilir.

 

Allah Teala’nın “Benim uğruma” şeklinde ifade buyurduğu ve bizim de “Allah uğruna” dediğimiz mana bu motivasyonların, yönelişlerin ve anlayışların hepsini birden içinde barındırabilir.

 

Sonuçta insan gün içinde çok basit bir biçimde çay, çekirdek, tatlı, çorba gibi gıda maddelerini tüketmekle mekanik biçimde ve çoğu zaman adını da koymadan ama sürekli hâlde bir yeme içme faaliyeti içindedir. Bu durum bozulduğunda da canı çok sıkılır. Örneğin kahvaltı yapma alışkanlığı olan insanlar kahvaltı yapmadan evden çıksalar bir daralma hissi yaşarlar. Kahvaltısını işyerinde çay-simit ile yapma alışkanlığı olan bir insan o rutini bozulduğunda aynı daralma hissini yaşar. Çayı veya kahveyi çok seven insanlar çay veya kahve içmek istedikleri zaman bulamadıklarında benzer daralma hislerini yaşarlar. İnsanların yeme içme davranışıyla ilgili mekanikleri çok güçlüdür. 

 

Bu noktada oruç bu mekanikliği kırmaya yarıyor gibidir. 

 

Bu işi yani yeme içme konusundaki rutini kendi iradesiyle bozmak ve bunu sırf Allah Teala istedi ve emretti diye yapmak son derece anlamlıdır. İnsanı Allah yaratmıştır, insanın mahiyetini en iyi Allah Teala bilmektedir ve bunun için insanın yeme içme konusunda yaşadığı zorluğu da bilmektedir. Bu nedenle “Min Ecli” ile bu konunun altını çizmektedir. Bu noktada Allah Teala adeta şöyle buyurmuş olmaktadır: “Ey kullarım! Yeme içmeyi terk etmenizin sizi zorladığını bilmekteyim. Ramazan’ın genel neşesi içinde de olsa, o ayı bir coşkuyla karşılamış olsanız da bu içine girdiğiniz çaba benim içindir. Bu çabanızı görüyorum, biliyorum ve fark etmekteyim!”

 

“Oruç Benim İçindir”
 

es-Sıyâmu Lî: “Oruç benim içindir” anlamına gelmektedir.

 

Bu noktada “Diğer ibadetler Allah Teala için değil mi?” sorusu akla gelebilir. Ancak oruç tutmanın diğer ibadetlerden ayırıcı bir özelliği vardır. Şöyle ki:

 

Örneğin sadaka vermek de Allah için olmalıdır. Bazen insanların topluca sadaka verdiği veya infakta bulunduğu bir topluluk içinde bir insan ayıplanmamak için gösteriş niyetiyle de sadaka verebilir. Bu mümkündür. 

 

Yahut bir insan başkalarının kendisini namaz kılarken görmelerini istediği için namaz kılabilir.

 

Yine bir insan, büyüklerinin kendisini Kur’an ve meal okurken görmesini ister ve bunun için Kur’an ve meal okuyabilir.

 

Diğer yandan bir insan sadaka verince sadaka verdiği muhtaç kişinin sevincini, maddi darlıktan kurtulmasını görür ve kendi içinde de bir neşe, bir ferahlık yaşayabilir.

 

Namaz kılan bir insan abdest alınca ve namazını bitirince fiziksel, ortopedik bir gevşeme ve ferahlık yaşayabilir.

 

Kur’an ve meal okuyan bir insan bu alandaki bilgi haznesine yeni bilgiler eklemiş olabilir.

 

Bu amellerin hepsinde ortaya müspet, pozitif yani eylemsel olarak bir şeyler konulmuş olunur. 

 

Fakat oruç ibadetinde asıl yapılan şey rutin olarak yapılan bir şeyi yapmamaktır. Oruçta, normalde günde birkaç defa tekrarlanan yemek yeme veya çok defa tekrarlanan bir şeyler içme eylemi terk edilmektedir. Dolayısıyla oruçta aslolan, bir şeyi yapmamaktır.

 

Namaz veya sadaka için de ayet ve hadislerde oruç ibadetine benzer teşvikler ve yönlendirmeler bulunmaktadır. Dolayısıyla aslında her ibadet Allah için, Allah Teala’nın emri olduğu için olmalı ve yerine getirilmelidir. Ancak orucun ekstradan bir kıymeti vardır.

 

Dışarıdan düz ve yüzeysel bir bakış açısıyla bakıldığında ehl-i dünya için oruç ibadeti anlamsız gelebilir. Gerçi diyet yapma, sağlıklı beslenme gibi konularda bir süreliğine yemek yememe, günün belli vakitlerinde belli oranlarda yiyip içme hatta aralıklı oruç gibi kavramlara ehl-i dünya insanlar da yabancı değildir. 

 

Ancak gün içinde yeme içmeyi tamamen terk etme ve bunun insanların günlük rutinlerinin ve genel alışkanlıklarının tersine olacak şekilde olması insanların mekaniğini kıran bir davranıştır. Üstelik bir şey de içmemek, hiç sıvı almamak bu mekaniğin daha güçlü bir şekilde kırılmasıyla sonuçlanmaktadır. 

 

Bazı insanlar bu mekaniğin kırılmasına zihinsel olarak direnç gösterebilirler. Örneğin “Tamam bir şey yiyip içmeyeyim ancak arada birkaç sigara içebilseydim iyi olurdu.” şeklinde düşüncelere kapılabilirler. Bazen “Günde bir bardak suya izin verilseydi keşke.” gibi düşünceler de oluşabilir.

 

Bu gibi düşüncelerin oluşması orucun insanın günlük mekanik hayatına ters olması nedeniyledir. Orucu asıl kıymetli yapan da Allahu A’lem budur.

 

Diğer ümmetlere de oruç farz kılınmıştır. Orucun insanın günlük yeme içme mekaniğine tamamen ters oluşu ve o mekaniği güçlü biçimde kırması nedeniyle diğer ümmetlerin bu ibadeti sadece hayvani gıdaları yememe veya sadece su içmeme ama diğer sıvıları alabilme gibi formatlara soktukları da görülmektedir. 

 

Evet! Oruç ibadeti insanın normal hayatının dışındadır ve insanı normal hayatının dışına çıkartan bir özelliğe sahiptir. Bazen insanlar günlük hayat akışının dışında örneğin bir Ortaçağ mimarisi eseri ziyaret ederler yahut Mevlana, Eyüp Sultan gibi manevi atmosfere sahip mekanlara giderler. Bazen deniz kenarına veya yüksek yaylalara çıkarlar. Bu durumların hepsinde insanlar rutin dünyalarının dışına çıkmış, sıradan akışın tersine bir atmosfere girmiş olurlar. Oruç da bu yönüyle dünya rutininin dışında, insanın bu dünyanın çeperlerini kırarak ortaya koymuş olduğu bir ameldir ancak aslında bir şey yapmadan yapmış olduğu bir ameldir. Bu nedenle Allah Teala “Oruç benim içindir.” buyurmuştur.

 

Orucun Ecri Bana Aittir”

 

Ve Ene Eczî Bihî: “Onun karşılığını, mükafatını doğrudan ben veririm-vereceğim.” demektir. 

 

Bu ifade bizim günlük konuşma kültürümüzdeki “O iş bende!” tabirine benzetilebilir. 

 

Bu vurguda Allah Teala’nın kendisi için olan bir şeyin mükafatını yine kendi ölçüsünde ve kendi kudreti, zenginliği ve cömertliği ölçüsünde vereceği anlaşılmaktadır.

 

Hadisin devamında “Zaten hasenelerin karşılığı on mislidir.” şeklinde son bir ibare daha vardır. Yani hasen, salih, doğru ve güzel bir amelin şartları yerine getirilmek, doğru ortaya konulmak kaydıyla en alt derece karşılığının on kat olduğu belirtilmiştir. Bu karşılığın yedi yüz kata kadar olabileceğine dair ayetin işareti de vardır.(8) Sonuçta hasenelerin karşılıklarına kesin bir üst sınır belirtilmemiştir. Çünkü Allah Teala’nın kudret ve cömertliğinin bir sınırı yoktur.

 


1 ) Buhari, Savm, 4

2 ) Burada “mekanik” kavramı “şuurdan uzaklık” anlamında kullanılmıştır.

3 ) Hac, 30

4 ) Maide, 105

5 ) Hucurat, 2

6 ) Hucurat, 12

7 ) Buhari, Edep, 31, Rikak, 23
8 ) Bakara, 261