Oruç Tutmanın Mükafatı | Tek Parça
Ramazan ve Ramazan orucunun insana kazandırdıkları hakkında Hz. Ebu Hureyre’nin (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (sas) şöyle buyurur:
مَنْ صَام رَمَضاَنَ إِيمَاناً وَاحْتِسَاباً غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ
“Men Sâme Ramazâne Îmânen ve’Htisâben, Ğufira Lehû mâ tegaddeme bin zenbihi…”
“Kim iman ederek ve hesap ederek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”1
Hadisteki “Men sâme Ramazâne” “Kim Ramazan orucunu tutarsa” ibaresinde oruç ve Ramazan kelimeleri birleşik kullanıldığından Ramazan’ın tamamında, yani başından ve sonundan birkaç gün yahut tamamından bir iki gün oruç tutmak değil de o mevsimin Ramazan ayının bütün günlerinde oruç tutmanın kastedildiği anlaşılmaktadır. Bundan tabii ki Allah Teala’nın izin verdiği yolculuk, hastalık gibi meşru durumlar hariçtir.
“Îmânen” kelimesi “İman ederek, inanarak, mümin olarak” demektir. Ramazan orucu İslam’ın şartlarındandır. “Ben Müslümanım.” diyen, “La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah” cümlesini söyledikten sonra Efendimiz’i (sas) peygamber, Allah’ı Rab, Kur’an’ı ilahi kitap kabul etmiş insanlar zaten namaz, oruç, hac ve zekât şartlarını yerine getirmeye çalışacaklardır. Gayrimüslim birisinin bireysel bir tecrübe olarak deneyimleme girişimleri dışında zaten inanarak Ramazan orucunu tutması düşünülemez.
Bir ayette; “Bedeviler “iman ettik” dediler. (Sen onlara) De ki: “İman etmediniz ancak “İslam olduk, teslim olduk, boyun eğdik!” deyiniz. Çünkü iman henüz kalplerinize girmiş, yerleşmiş değildir. Eğer Allah ve Resulüne itaat ederseniz sizin amellerinizden, emeklerinizden hiçbir şeyin mükafatı ziyan edilmez. Muhakkak ki Allah Ğafur ve Rahimdir.”2 buyrulur.
Ayetin işaretiyle iman etmek, mümin olmak sadece bir cümleyi, bir kelimeyi söylemekle hâllolacak bir iş değildir. Gayretle, gerekli amelleri yerine getirerek, iman hakikatlerini zihninde, kalbinde, ruhunda, hafızasında, aklında sürekli canlı tutarak, böylece o hakikatlerin iç dünyasına nüfuz etmesine izin vererek elde edilebilecek bir mazhariyet, bir hâldir.
İman hakikatlerinin sürekli akılda tutulmasından kasıt şudur: Türkçe konuşan ve yazan bir insan hiç durmadan 29 harfin hangileri olduğunu zihninden tekrar ederek konuşuyor veya yazıyor değildir. Harflerin bilgisi kendisinde zaten vardır. Okumak veya konuşmak ihtiyacı doğduğunda o bilgileri kullanarak okumakta veya konuşmaktadır. Ancak ana dili Türkçe olan ve İngilizceyi çok sonradan öğrenen bir insan örneğin “What is your name?” “My name is Ahmet.” gibi cümleleri kullanırken başlangıçta zorluk çekecektir. Buna karşın yine de İngilizce öğrenmek demek mükemmel bir şekilde ana dili İngilizce olan birisi gibi İngilizce konuşmak veya anlamak değil, gerektiği zaman, gerektiği yerde İngilizce bilgisini kullanabilmek demektir.
Dolayısıyla iman hakikatlerinin sürekli hatırda tutulmasından kastedilen yabancı bir dil öğrenmede olduğu gibi bir şeyleri hatırlamaya çalışma değil, o hakikatlerin insanın içine yerleşmiş bir hâlde bulunması ve gerektiği zaman gerektiği yerde ortaya çıkmasıdır.
Bu hadiste de Müslümanlar zaten Müslüman olmalarının bir gereği olarak Ramazan oruçlarını tutuyor oldukları hâlde üzerine bir de “iman ederek” ibaresinin eklenmiş olması önemlidir. Bu noktada ayette geçen ve “İman ettik” diyen bedevileri düşünelim. Onların muhtemelen ilk Ramazanları ve ilk oruçları hadisteki “iman ederek” şartını karşılamıyor olsa gerektir. Onlar putperestlikten, şirkten İslam’a girmişler, Efendimiz’in (sas) dava ettiği konuları kabul ettiklerini söylemişlerdi. Sonraki dönemlerde de günümüzde de tamamen gelenek olarak, çevresindekiler oruç tuttuğu için oruç tutan, Müslüman bir ülkede doğup büyüse ve belli bir yaşa gelmiş olsa da tuttuğu oruç ile imanı arasında bir bağ bulunmayan, orucu henüz gerekli olan imanı taşımayan, anne babadan görmekle Müslüman olma süreci içerisinde tefekkür ederek, yeni şeyler öğrenerek, üzerinde düşünerek iman hakikatlerini en azından zihinsel olarak kendine mâl etme meselesini eksik bırakan, Allah ve Resulünün emrettiği veya tavsiye ettiği amelleri “Evet, ben bu amelleri Allah için, ahiret için yapıyorum ve bu ameller bendeki bazı eksiklikleri giderecek, bazı kusurlarımı düzeltecek, bazı yanlışlıklarımı değiştirecek.” tarzında belli egzersizlerle yerine getirmeyen insanlar vardır
.
Elbette imanın ve İslam’ın öğrenilecek yönleri de vardır. Bu öğrenme bazen kitap okuyarak, bazen konuyla ilgili söylenenleri dinleyerek, bazen insanları ziyaret edip salih kimselerle aynı mekanı ve ortamı paylaşarak olur. Bazen de bu öğrenme daha pasif bir şekilde gerçekleşir. Örneğin kitap okunmaz, birileri özellikle dinlenilmez, belli ortamlara özellikle dahil olunmaz ancak çevredeki insanlar hayatlarını Müslümanca, mümince sürdürdükleri için herhangi bir didaktik öğrenme çabası olmadan da belli hakikatler kendi doğal ortamında doğal bir şekilde öğrenilmiş veya benimsenmiş olunur.
Bu tip öğrenme çabaları ve gerekli adımların atılmasıyla insanın kalbine iman yerleşmezse veya bir kişinin hareketlerinde imanın o tesiri hiç görünmezse hadiste geçen “iman ederek oruç tutan” ibaresine tam muvafık olunduğu da söylenemez.
Örneğin; “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mümin de halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.”3 hadis-i şerifi çerçevesinde imanın temelinde sadece Müslümanların değil bütün insanların kendisine karşı emniyet hisleri taşıdığı, kendisine güvendiği, “Bundan bana zarar gelmez.” dediği bir insan olmak vardır. Elbette bunun tam manasıyla, hiçbir kusur barındırmadan mükemmel bir şekilde gerçekleşmesini kimse için şart koşamayız ancak insanın kalbine imanın tam yerleşmesi adına belli noktalara belli açılardan bu özelliklerden de ulaşabiliriz. Dolayısıyla diyebiliriz ki insanların kendisinden uzak durduğu, kendisinden zarar gelmemesi için insanların ekstra gayretlere girdiği bir insanın orucu da hadiste ifadeyle tam manasıyla “iman ederek oruç tutan” kapsamına girmiş olmayacaktır.
Diğer yandan bu hadisi şerif “Kim iman ederek Ramazan orucunu tutarsa…” buyurmakla sadece geleneksel çağrışımlarla, kültürel motivasyonlarla, çevreye uyma amacıyla oruç tutanları meselenin dışında tutmaktadır.
“Kim iman ederek ve hesap ederek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”(4) hadisinin “hesap etmek” kısmıyla devam ediyoruz.
وَاحْتِسَاباً“ (Ve’Htisêben) kelimesindeki ibare “ihtisap” kelimesidir. Hesap kökünden türeyen bir mastar olarak "ihtisap" bir işi önünü arkasını düşünerek, sonucunu hesap ederek, akıllı ve basiretli bir şekilde, karşılığını, mükafatını veya sevabını umarak yapmak demektir.
Dolayısıyla hadiste geçen ibare “Kim Ramazan orucunu iman ederek ve neticesini, meyvelerini, sonucunu, önünü arkasını düşünerek, bu şekilde hesap ederek tutarsa” anlamına gelmektedir.
İman ve ihtisap kelimeleri mana olarak birbirlerine çok uzak değildir. Çünkü iman bir kalbe yerleştikçe o kişinin amellerine de davranışlarına da söz konusu hesap etme fiili yerleşmiş olacaktır. O insan davranışları nedeniyle Allah tarafından hesaba çekileceğine emin bir hâldedir. Bu nedenle yapıp ettiği işleri neticesini hesap ederek yapacaktır.
Buradaki hesap etme ile o hesabın dile getirilmesini kastetmiyoruz. Örneğin bir insan karnının doyması için yemek yer. Ancak bir mümin yemek yediği sırada o yemeğin helal mi haram mı olduğunu, yemeğe besmeleyle başlayıp başlamadığını, sünnete uygun yiyip yemediğini, sünnete aykırı bir şekilde hızlı ve oburca yediği, karnını hesapsızca tıka basa doyurduğu zaman zaman gaflete ve çeşitli haramlara düşebileceğini de hesap eder. Kendini gözlemleyen bir insan karnının tıka basa dolu olduğu zamanlarda haramlara veya boş işlere daha eğilimli olduğunu görebilecektir. Ancak bunun tersi de mümkündür. Çünkü insan karnı açken de bazı haramlara veya hoş olmayan davranışlara tevessül edebilecektir. Örneğin açken daha agresif davranabilir, kalp kırabilir, dengesiz konuşabilir. Bu durumda da fazla aç kalmamaya çalışacaktır.
İnsanlar yemekle ilgili hesapları bilerek veya bilmeyerek yapar. Kilo vermek isteyen yemeklerini belirli bir sistematik dahilinde seçer ve ona göre yer. Gastrit veya ülser hastası bir insan da yemeklerini hastalığını hesap ederek seçer ve yer.
Diğer yandan örneğin diyete yeni başlamış bir insan yeme içme konusunda yeterince dikkatli, hesaplı yemeyebilir. Zihni başka şeylerle çok meşgul yahut fazlasıyla acıkmış bir insan da yeme içme meselesine çok dikkat etmeyebilir. Ancak yemeklerini seçen, dikkatli ve hesaplı bir şekilde yemek yeme meselesi kendisinde yerleşmiş bir insan ani duygulara kapılmıyorsa yemek konusunda otomatik bir şekilde hesap kitap yaparak, dikkat ederek, konunun önünü ve arkasını düşünerek yemek yiyecektir.
Hadis-i şerife dönelim: “Ve’Htisêben” kelimesindeki hesap etme, ölçme biçme, dikkate alma meselesi yapılan ibadete şuur kazandırır.
Bizler Müslüman olarak ezandan önce abdest alabilir, ezan okunduktan bir müddet sonra namaza kalkabiliriz ve bunu alışkanlıkla, otomatik bir şekilde yapabiliriz. Ancak mümin olan yönümüzün bize yerleşik olduğu ölçüde namaz konusunda bazı şeyleri tekrar ve tekrar hesap eder, kıbleye sadece bedenimizle değil gönlümüzle de yönelir, Allah’ın huzuruna çıkacak olma şuurumuzu gözden geçirerek o konuda da kendimizi kontrol eder ve namaza öyle dururuz. Hatta namaza başladıktan sonra bir an kendimize bakıp Fatiha ve sureleri fazla hızlı okuduğumuzu, namaz kıraatini anlamadan, şuursuzca yaptığımızı fark eder ve namazı yenilemek de isteyebiliriz. Demek ki imanın yerleşik olması ölçüsünde söz konusu hesap kitap her zaman var olacaktır ve bu manada iman ve ihtisap adeta aynı şey gibidir.
İman bir insanda yerleştikçe söz konusu hesap meselesi adım adım kazanılacaktır. Örneğin bir alışverişe çıkılırken harama bakmış olmamak için akla ilk gelen mağaza yerine başka bir mağaza tercih edilebilecektir. Bir insana Kur’an okumayı öğretme veya iman hakikatlerini anlatma konusunda o insanla beşeri ilişkileri de sıcak tutma adına beraber yemek yeme, çay içme ve bunlar için uygun zaman ve zemin kollama gibi hesap kitaplar yapılabilecektir.
Bu noktada alt başlık olarak şöyle bir soru akıllara gelebilir: “Yapılan her amelde veya her davranışta o işin ahiretteki karşılığını düşünmek gerekir mi?”
Hayır gerekmez.
Bir insanda Müslüman ve mümin olarak salih amel işleme alışkanlığı oluşmuşsa bazı davranışlar şuurlu bir şekilde yerine getirilebildiği gibi mekanik biçimde, bir alışkanlık ürünü olarak da yerine getirilebilir. Yapılan işin kendisinin salih bir davranış olması bu konuda sonucu değiştirmez.
Örneğin iman kendisine yerleşmiş bir insan bir yerde yardıma muhtaç birisiyle karşılaşsa tam o anda hiç düşünmeden o kişiye maddi yardımda bulunabilir. Bunu yaparken de ahireti, sadakanın ateşten koruyucu olma özelliğini, konuyla ilgili ayet ve hadisleri aklına getirmeyebilir. Bu konuda o mümin sadaka verme alışkanlığının kendinde yerleşmiş olması nedeniyle o esnada mekanik bir davranış olarak sadaka vermiş, yardımda bulunmuş olabilir. Şüphesiz bu davranış da hayırdır ve güzeldir ancak daha güzeli bu davranışın belli bir şuur hâliyle yerine getirilmesidir.
Bir insan üzerinde hiç düşünmediği, hesap kitap ederek yapmadığı bir şeyi salih olarak yapmış olabilir. Bu ihtimal elbette her zaman vardır. Ancak yine bir insan bir şeyi mekanik olarak, sadece alışkanlık hâline gelmiş olarak, aslında kendinden tam bir şey katmamış olarak da yapabilir.
Bu manasıyla yapılan bir işin içine ihtisabın girmiş olması önemlidir. Herhangi bir ameli, bir davranışı yaparken o işin rotasını, istikametini, hedefini, menzilini bir defa daha hesaplayıp bir defa daha biat yenilemiş olmak mümkün olduğunca unutulmamalıdır. Çünkü sonuçta kelime-i şehadeti veya kelime-i tevhidi hayatımızda bir defa okuyup bırakmayız. Her namazımızda ve namazların ardındaki tesbihatlarımızda bu mübarek cümleleri defalarca tekrar ederiz. Bunların her birisi hedef tazelemek, biat yenilemektir. Zaten Efendimiz’e (sas) salat ü selam getirmenin en önemli manalarından birisi de Efendimiz’e biat yenilemiş olmaktır.
Biat yenileme veya Allah ve Resulüne verilen söze, ahde sadık kalmaya çalışma mümin için adeta olmazsa olmazdır. Efendimiz’in (sas) “istiğfarın en üstünü” diyerek tavsif ettiği ve Müslümanlar arasında Seyyidü’l İstiğfar, yani istiğfarların efendisi namıyla bilinen duanın mealinde “Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Senin kulunum.” dedikten sonra “Sana verdiğim sözümde/vaadimde gücüm yettiğince durmaktayım.” dememiz istenmektedir.(5) Dolayısıyla Müslüman ve mümin olmakla Allah ve Resulüne bir manada biat etmiş, söz vermiş, adeta sözleşmiş olan her insan bu şuuru kendi içinde mümkün olduğu kadar canlı tutabilmelidir.
Bu manada insan ister Ramazan orucuna başlarken, ister gün içinde, ister yatakta, zorlandığı zamanlar bu manayı hatırlamalı, Allah ve Rasulüne bir söz verdiğini, sözünde durmak için katlandığı her zorluğun muhakkak bir manası ve olumlu karşılığı olacağını düşünmelidir. Bu düşünce ve şuur katlanılan zorluğu imanın derinliği ölçüsünde hafifletecektir. Çünkü zorluk anlarında insan ister istemez zorlandığı mesele üzerine bir daha düşünür. Oruç tutarken en zorlanılan anda bu manaları düşünmek önemlidir.
Geçmiş Günahların Affedilmesi
“Kim iman ederek ve hesap ederek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”(6) hadisinin son kısmı geçmiş günahların bağışlanmasıdır.
Hadisin bu kısmında geçen ibare “Ğufira Lehû mâ tegaddeme bin zenbihi…” şeklindedir. Bu ibaredeki Ğûfira ifadesi “mağfiret olunur” demektir. Mağfiret, günahların Allah Teala tarafından bağışlanmasıdır. Kelimenin kökü Gufran kelimesidir ve Gufran, örtmek, birinin kusurunu ifşa etmeyip bağışlamak, gizlemek demektir. İstiğfar da aynı köktendir ve insanın kusurunun bağışlanmasını, mağfiret edilmesini Allah’tan dilemesi anlamına gelir.
Bu durumda Ramazan orucunu şer’î izinler dışında tam olarak, imanlı ve ihtisap şuuru içinde tutmuş olan insanın geçmiş günahları bağışlanacaktır. Bunu Efendimiz (sas) beyan etmektedir ve Efendimiz bir konuda bir şey söylemişse doğru söylemiştir. Efendimiz (haşa) abartmaz, bize gaz vermek için yalan söylemez, hakikati eksik tarif etmez. “Geçmiş günahları bağışlanır.” demişse bağışlanacaktır.
Fakat yine Kur’an ve diğer hadislerin bildirdiğine göre genel kaideler içerisinde kul hakkının doğrudan affedilmeyeceği de bilinmektedir. Kul hakkı, hak sahibi ile helalleşmeye veya hakkın tanzim edilmesine bağlıdır. Ancak diğer taraftan şunu da söyleyebiliriz: Demek ki Ramazan orucunda tam iman ve ihtisap olunca Allah Teala ahirette üzerinde kul hakkı bulunan kişiyle hak sahibini karşı karşıya getirecek, hak sahibine karşısındakine hakkını helal etmesi koşuluyla ekstra lütuflarda bulunacak, hak sahibi de hakkını helal edebilecektir. Zaten buna işaret eden hadisler de vardır. Ancak bu durum üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin Ramazan orucunu tutmakla mutlaka affedilecekleri anlamına gelmez. Bunu söylemek haddimize değildir çünkü o affetme yetkisi sadece Allah Teala’ya ve hak sahibine aittir. Ancak bir ihtimal olarak böyle bir af imkanının da var olduğunu söyleyebiliriz.
Bu durumda diyebiliriz ki; ferdî veya bireysel olarak işlediğimiz, başkalarının hakkını ihlal etmeyen ancak yine de günah olan suçlarımız Ramazan orucunu iman ve ihtisap ile tutmakla silinecektir, mağfiret olunacaktır.
Geçmiş Günahlardan Kasıt
İşlediğimiz hadis-i şerifte geçmiş tüm günahların affedileceği şeklinde anlamamıza müsait bir ibare kullanılmaktadır.
Diğer yandan Hz. Ebu Hureyre’nin (ra) rivayet ettiği bir hadiste Efendimiz (sas) “Beş vakit namaz, iki cuma namazı ve iki Ramazan, büyük günahlardan sakınıldığı takdirde aralarında işlenen küçük günahlara kefarettir.”(7) buyurmuştur.
Bu durumda af meselesinin veya affedilecek günahların hangileri veya ne kadarı olduğu konusu kendi içinde bir derecelendirmeye tabi tutulabilir. Her Ramazan orucunun bir önceki Ramazan ile o Ramazan’a kadarki günahları silme kapasitesi zaten mevcuttur. Ancak yine iman ve ihtisap ile tutulmuş bir Ramazan orucunun kendinden önceki bütün günahları silme kapasitesi de bulunmaktadır. Demek ki affedilme konusunda bir umut bekleyenler için böyle bir af kapısının açılma ihtimali her zaman vardır ve Ramazan orucunu iman ve ihtisapla tutan her mümin bu konuda ümitli olabilir.
Ramazan’ın İnsanı Değiştirme Gücü
Ramazan orucunda fiziksel olarak aç ve susuz kalan, iman ve ihtisap şuuruyla da gururunu, kibrini, kötü söz söylemeyi, insanlarla dalaşmayı bırakmış olan, hem oruçtan-açlıktan kaynaklı dengesizliklerini silmiş hem de normale göre fazladan dikkatli olarak tabiri caizse melek gibi bir hâle giren, ağzından çirkin söz çıkmayan, yalan söylemeyen, başkasının hakkını yemeyen, tartışmaya girmeyen, hiçbir çirkinlik üretmeyen, böylece iman ve ihtisap şuuru kendisinde yerleşen bir insan önceki hâlinden başka bir makama çıkacaktır. Böylece onun varlığı değişmiş olacaktır.
Bir insanın değişmesi ne demektir?
Eğitim seviyesi ortalamanın altında sıradan bir insan düşünün. Hiç kimse böyle bir insanın söylediklerine itibar edip bir hastalığın ilacı konusunda ondan tavsiye almaz, ona ameliyat olmaz. Ancak bu insan yoğun çabalarla üniversite sınavını kazanır, tıp fakültesine girer, yıllar süren yorucu bir eğitim süreci sonunda doktor olur, bir alanda uzman olarak öne çıkar. Bu insan kitap okuyarak, hocalardan ders dinleyerek, uzmanlarla beraber muayenelere ve ameliyatlara girerek belirli bir sürecin sonunda artık değişmiş, farklı bir insan haline gelmiştir. İşte bu değişmiş haliyle artık ilaç yazabilir, hasta bir insanı ameliyat edebilir, sağlık konusunda onu yönlendirebilir.
Ramazan’da da buna benzer bir şekilde Ramazan için geçerli fiziksel, sosyal, duygusal, zihinsel bir rotaya girip otuz günlük süreç başarıyla tamamlanınca artık o insan başka bir insan olabilir. Tabiri caizse o insanın amel defterine günahlar, yapışamaz, akıp gider. Bazı yağmurluklar vardır ki üzerinde hiç su tutmaz, yağmur suyunu geçirmez. Su o yağmurluğun üstünden akıp gider. Kalan izleri de kısa sürede kurur. İşte Ramazan’ı tam geçiren bir insanın da üzerine günahlar yapışmaz, silinip gider. O insan artık Ramazan’dan önceki insan değildir, farklı bir formata girmiş, başka bir kişi hâline gelmiştir. Zaten dünyadaki imtihanımız ve imtihandan beklenen terakkimiz bağlamında yapacağımız her amel kendine uygun şartlarda yerine getirildikçe bizi, hâllerimizi değiştirecek, başka bir insan hâline getirecektir.
Geçmiş günahların affedilmesinin bir manası da şudur ki: Bir insan Ramazan orucunu iman ve ihtisap gibi şartlara göre tutarsa o insanda artık pek çok günahı işleyecek meyil kalmamış olur. Bu nedenle zaten geçmiş günahlar silinmektedir. Ancak ciddi bir şuursuzluk, ağır negatif hâller, büyük şımarmalar, hayallere kendini kaptırma gibi durumlarla insan bu hâlini kaybetmedikçe zaten onun geçmiş günahlarının silineceği vaad edilmektedir. Bunun üzerine anlamamız gereken bir şey de o insanın gelecekteki günah işleme kapasitesinin törpülendiğidir.
Allah Teala’dan oruçlarımızı iman ve ihtisap ile tutmamızı, tuttuğumuz oruçların bizi olumlu manada değiştirmesini nasip etmesini dileriz.
1 ) Buhari, İman, 28, Savm, 6; Müslim, Sıyam, 203; Ebu Davud, Ramazan, 1; Tirmizi, Savm 1, Nesai, Sıyam, 39; İbn Mace, İkamet, 173
2 ) Hucurat, 14
3 ) Ahmed b. Hanbel, II, 379; Nesai, İman, 8; Tirmizi, İman 12
4 ) Buhari, İman, 28, Savm, 6; Müslim, Sıyam, 203; Ebu Davud, Ramazan, 1; Tirmizi, Savm 1, Nesai, Sıyam, 39; İbn Mace, İkamet, 173
5 ) Buhari, Deavat, 2, 16; Ebu Davud, Edeb, 100
6 ) Buhari, İman, 28, Savm, 6; Müslim, Sıyam, 203; Ebu Davud, Ramazan, 1; Tirmizi, Savm 1, Nesai, Sıyam, 39; İbn Mace, İkamet, 173
7 ) Müslim, Taharet, 16