7 dk.
30 Kasım 2022
Şüphe ve vesvese | 1.Kısım-gorsel
Youtube Banner

Şüphe ve vesvese | 1.Kısım

Soru: Şüphe ve vesvesenin farkı nedir? Bunların sebepleri ve sonuçları hakkında bilgi verir misiniz? Şüphe ve vesveseden korunmak için ne yapmamız gerekir?
 

Cevap: Şüphe kelimesi Arapça “şbh” kökünden türemiştir. Bu da benzerlik, benzemek ve benzemesi nedeniyle kendisine benzeyen şeyle karışmak anlamlarına gelir. Bir açıdan “misil-mesel” kelimelerine benzer. Bir şeyin bir başka şeyin misli, misali olması da aralarındaki benzerlik nedeniyledir. Bazı Kur’an ayetleriyle ilgili olarak “müteşabih” kavramı da bu kökten gelir. Müteşabih ayetler de birden fazla manaya benzediği için aralarında tam seçim yapamamak, anlamları birbirine karıştırmak manasında kullanılır.

 

Sonuçta benzerlik yüzünden birbirine karıştırma nedeniyle iki şey arasında tam karar verememe, seçememe ve net bir şekilde bilememe durumu “şüphe” kavramıyla ifade edilir.

 

Dini açıdan şüphe kelimesini iki farklı durum için kullanırız. Birincisi, herhangi bir şeyin haram mı helal mi olduğunun tam net olmadığı durumlardaki emin olamama hâlini ifade eder. İkincisi de imani meselelerle ilgili; yani görmeden, diğer maddi şeyler gibi birebir deneyini yapmadan, kontrol edemeden inanmamız istenilen hususlar için kullanılır. Gerçi gayba iman konusunu içeren şeyleri dolaylı olarak kontrol edebiliriz, deneyleyebiliriz, basiret gözüyle görebiliriz ancak herhangi somut bir olgu ve nesneyi gözlemler gibi gözlemleyemeyiz, kontrol edemeyiz, olgusal bir bilgi sahibi olamayız. Bu açıdan “Acaba hakikaten ahiret var mı? Allah Teala hakikaten var mı, adil mi? Yaptığımız şeyler gerçekten anlamlı mı? Namaz, oruç gibi ibadetler gerçekten faydalı mı?” gibi dini meselelerin varlığı ve meşruiyetiyle ilgili her türlü soru bir şüphe eseri olduğu gibi “Bu durum Kur’an ve sünnette hakikaten böyle mi?” gibi sorular da şüphe eseridir. 

 

İtikadi konulardaki şüphenin kendi içinde dereceleri vardır. 

 

İtikadi konulardaki şüphelerin en hafif derecesi tam emin olamama gibi bir hâlden başlar. Örneğin kişi büyük ölçüde ahiretin varlığına inanıyordur ancak kendisinin bir noktada soru işareti vardır. Veya Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna büyük oranda inanıyordur ancak bazı ayetleri veya meallerini okuyunca, ayetlerle ilgili bazı eleştirileri duyunca bu imanı sarsılıyor ve içten içe “Acaba?” diyordur.

 

İtikadi konulardaki şüphelerin en ağır derecesi ise insana dinini terk ettirebilecek yoğunluktadır. Yukarıdaki örnekten gidecek olursak, ayetler veya meallerle ilgili şüpheler öyle bir hâle gelir ki kişi artık Kur’an’ı Efendimiz’in (sav) yazdığına dair az da olsa bir kanaat sahibi olmaya başlar. Bu kanaat henüz tam oturmamış, bir inanç halini almamıştır ancak Kur’an’ın Allah kelamı olmayabileceğine dair şüpheler, olabileceğine dair düşüncelerden daha baskındır. Böylece bu insan artık Kur’an’a ve Efendimiz’e (sav) de saygı gösteremez bir hâle düşer. 

 

Her iki derece arasındaki farklı durumlara da şüphe denilebilir.

 

Gelelim vesvese konusuna.

 

Vesvese kelimesi kök anlamıyla ve sözlüklerde fısıltıyla konuşmak, gizlice, belirsiz bir şekilde fısıldamak, kimin söylediği belli olmayacak kadar hafif bir şekilde konuşmak anlamlarına gelir. Örneğin bir kalabalıkta veya karanlıkta birisinin fısıltı ile konuşması, bir şeyler söylemesi ancak kimin söylediğinin anlaşılmaması nedeniyle şüphe duyulması vesveseye düşmek demektir. Bu manasıyla Nas suresinde de geçen kelime insanın kendi iç sesi veya iç dünyasında kendi kendine konuşması, içine doğan bazı düşünceler anlamında da kullanılmıştır.1

 

İnsanın İç Dünyasındaki Alıcılar ve Üreteçler

 

İnsan olarak hepimizin içinde birkaç temel alıcı ve üreteç bulunmaktadır. Temel alıcılar dört tanedir. 

 

Birincisi şeytani fikirleri, vesveseleri, fısıltıları almaya açıktır. 

 

İkincisi melekî veya rahmani ilhamları, fikirleri almaya açıktır. Yani her iki nitelikteki şeyleri de alırız. 

 

Üçüncüsü de fizyolojik yapımızın mesajlarını bize karışık bir hâlde bildirir. Uyuduğumuz yerin soğuk olması nedeniyle uykuda iken karışık rüyalar veya kabuslar görmemiz; ağır, yağlı ve baharatlı yiyecekler yediğimizde farklı rüyalar görebilmemiz fizyolojik durumumuzun rüyalara yansımasıdır. Örnekteki iki farklı durum sadece rüyalarımızı değil uyanıkken yaşadığımız dünyamızı da etkiler. Yani fizyolojimizden doğan bazı durumlar bize farklı şekillerde aksettirilir, yansıtılır. Örneğin çok tuzlu veya baharatlı yemek bizi daha öfkeli yapabilir. 

 

İnsanlarda dördüncü bir alıcı daha vardır. Şuurumuzun farkında olmadığı ancak çevremizde ilgimizi çeken şeylere dair bize bilgi veren bir alıcıdır bu. Yani o an farkında değilizdir ama bir koku duymuşuzdur ve o bize bir şey hatırlatmıştır. 

 

Genellikle erkeklerde karşılaşılan bir durum şudur: Farklı bir şeye örneğin bir kitaba dalmışken bir an ne olduğunu görmeden başınızı çevirirsiniz ve orada bir kadının geçtiğini görürsünüz. Başınızı çevirmeden önce orada o kadını görüyor değilsinizdir ancak bir koku, ses, silüet gibi şuuraltındaki bir şeyler başınızı o yöne çevirmenize neden olmuştur.

 

Diğer yandan mizaç da bir alıcı veya üreteç olarak görülebilir. 

 

Bazı mizaçlarda bir merkez durmadan şüphe ve kararsızlık üretir. Bazı mizaçlarda sürekli utanç, bazılarında korku ve kaygı üretir. Kimi mizaçlarda ayıplama, kusur bulma ve kınama duygusu, bazılarında güç tutkusu üretir. 

 

Bu gibi olumsuz sayılabilecek duygu ve eğilimlerin iç dünyamızda üretilmesi genellikle irademiz haricinde olur ve bu üretimin asıl nedeni mizacımızdır. Bunu bilmenin şu faydası vardır: Örneğin saman nezlesi olduğunuzda gözleriniz ister istemez yaşarır. Ancak bu göz yaşarması bir şeye üzüldüğünüz için ağladığınız anlamına gelmez. Aynı şekilde bir insan da “Benim içimde şu anda üretilen korku, utanma, çekinme, ayıplama, kınama, kaygı, öfke, muhatabımın bana söylediğini hakaret gibi algılama hissi aslında gerçek değildir. Benim içimdeki merkez bu hisleri üretip durmaktadır. Allah da beni imtihan etmek için bu merkezle yaratmıştır. Herkesin içinde kendine göre böyle bir merkez ve dolayısıyla böyle bir imtihanı vardır.” diye düşünebilirse kişisel manevi terakkisi adına çok önemli bir farkındalık yakalamış olacaktır.

 

İnsanın iç dünyasındaki bir başka önemli üreteç de geçmişteki olayları birbirine rast gele bağlayarak zihninin önüne atar. Bazılarına geçmişteki günahlarını hiç durmadan hatırlatır. Bazılarına başarısızlıklarını, bazılarına da hayal kırıklıklarını her fırsatta hatırlatır. Böylece insanın ümidini kırmaya çalışır.

 

Bu merkezler hakkında yapılabilecek en iyi şey şudur: Kale almamak.

 

Televizyonda bazı kanallar vardır. Hem maddi hem manevi açıdan sürekli zararlı yayınlar yapmaktadır. O kanalın yerini bilirsiniz ama bir türlü TV’den silemezsiniz. Bu durumda o kanaldaki programları kale almazsınız. Kumandayla kanallar arasında gezinirken o kanalı direkt geçersiniz.

 

İnsan da kendi içinden gelen vesveselere karşı böyle davranmalıdır. Bunların ne olduklarını bilip bunlara bir isim koymalı, daha sonra nasıl davranacağını bilmelidir. Yani kale almamalıdır.

 

Bir insan, kendisinde oluşan bir duygunun esas kaynağının kendi içinde bir yerlerden geldiğini görüp anladığı vakit veya o vesveseyi sürekli üreten merkezi görüp hissettiği, varlığından haberdar olduğu ve nasıl çalıştığını tespit ettiği vakit artık bu durumun adını daha doğru koyacaktır. “Bu gözyaşlarının nedeni hüzün değil, saman nezlesi.” dediği gibi “Bende oluşan bu öfkenin nedeni karşı tarafın sözleri veya hareketlerinden çok benim onları algılama tarzım.” diye tarif edebilecektir.

 


 

1 )Nas, 1-6