25 dk.
26 Haziran 2024
Yanlış mı Dua Ediyorum? | Tek Parça -gorsel
Youtube Banner

Yanlış mı Dua Ediyorum? | Tek Parça

Soru: Selamun Aleyküm. Ben hayırlı bir evlilik için dua ediyorum sürekli. Ama bu yıl şunu fark ettim ki; yanlış dua etmişim ve bu şekilde kabul olunmuş dualarım var. Okuduğum üniversite bölümünde tek dediğim “Allah'ım ahiretim için hayırlı olanı ver!” Allah verdi ama şu an çok severek yapmıyorum bu işi ve “ahiretim için hayırlı olan buymuş” diyerek teselli arayarak yapıyorum. İkincisi de; görev yerim içinse Allah’tan küçük, sakin ve altını çizerek “soğuk havası olan bir yer” istedim. Allah aynen öyle bir yer verdi bana. Ben bu küçük yere 3-4 araç değiştirerek geliyorum ve yine “ahiretim için hayırlı olan buymuş” diye yapıyorum mesleğimi... Kendimi böyle teselli ediyorum. Soğuk diye istediğim yerde soğuktan ötürü evimi bir yılda 3 kez kömür dumanı bastı ve bir kere olsun evimde bile ısınamadım. Maddi olarak hiçbir eksiklik bırakmamama rağmen. Önceleri çok şikayet ediyordum ancak bu son Ramazan ayında aklıma birden geldi ki; ben meğer duamı yaşıyormuşum. 

 

Hocam bunları duası kabul olunmuş, duasının hayırlı olmadığını gören biri olarak yazdım ve şunu sormak istiyorum şimdi. Hayırlı bir evlilik için Allah'tan istemeye korkuyorum. Ne istesem ne istemesem ne desem nasıl desem diye düşünüyorum. Sebepler belirtsem de olumsuzluk yaşarsam, pişman olursam bu durum dönüşü olmaması münasebetiyle beni korkutuyor. Nasıl istesem? Çünkü son zamanlarda “iyi bir insan” cümlesinde ısrar ettim. İyi bir insan çıktı, istiyor fakat iyi olması dışında aradığım hiçbir özellik de kendisinde bulunmuyor. Demek ki ben yanlış dua ediyorum ve istiyorum. İstememeli miyim yoksa nasıl istemeliyim?

 

Cevap: Samimane sorulmuş bir soruya yine samimi bir şekilde cevap vermeye çalışacağız. Verdiğimiz cevapta bazı noktalar can yakıcı olabilir. Bunları da hoş görmenizi istiyoruz. Ayrıca soru her ne kadar şahsi bir mesele gibi görünse de bu sorunun pek çoğumuzu ilgilendiren yönleri var. Bunun için cevaptaki genel kaidelere dikkat edilmesini istirham ederiz.

 

Dengesiz Gelişim

 

Öncelikle soruda dengesiz bir gelişimin emareleri göze çarpıyor. Dengesiz gelişimden kastımız şudur: Duanın kabulüne dair bazı meselelerde insan önemli bir aşama kaydetmiş olabilir. Örneğin Cevşen, Evrad-ı Kudsiye, Celcelutiye gibi dualarla yahut Hz. Yunus’un (as) münacatı, Kur’an’da geçen bazı diğer dualar, Esma-ül Hüsna’yla birlikte edilen dualar, Efendimiz’in (sas) pek çok duaları, Hz. Ali (ra), Hz. Zeynelabidin (ra), Hz. İmam Cafer-i Sadık (ra), Hz. Abdülkadir Geylani (ra) gibi zatların duaları ile ciddi bir şekilde ilgilenince ve bunlarla dua edilince bir insanın duaları çok daha rahat kabul edilir hâle gelebilir. Hatta o insanın istedikleri kelimesi kelimesine kabul edilebilir.

 

Bu insanın bazı günahları yahut devam ettirdiği kusurları olsa da duaların kabul edilmesi durumu devam edebilir.

 

Örneğin bir insanın dini eğitimi vardır, çocukluk çağından itibaren o insan dini bir şuura sahiptir. Duaya da inanmaktadır. Bununla birlikte diyelim ki karşı cinse zaafı vardır. Yahut çeşitli kötü alışkanlıkları olabilir. Dini inancı olduğu hâlde günahlara batmış bir kişinin de duaları hızlı kabul edilen birisi olması mümkündür. 

 

Çünkü dua duadır ve dua kendi çerçevesinde insanın diğer hâllerinden ayrı bir işlem görmektedir.

 

Başka bir örnekle devam edelim. Bir insan kendine aşırı güvenen birisi olabilir. Bu aşırı özgüven nedeniyle başkalarını kınamak gibi hatalara da sahip olabilir. Bu bağlamda “Ne olacak ki? Ben yaparım, hallederim, gideceğim yer varsın soğuk olsun, isterse Sibirya olsun, bana bir şey olmaz.” gibi düşüncelere kapılmış veya böyle sözler söylemiş olabilir. Büyük konuşmuş olabilir ve bu söylediklerinin zahmetini çekiyor olabilir.

 

Başkalarını kınama konusunda “İnsanlar neden tayin olacakları yerlerde karşılaşabilecekleri zahmetten kaçıyorlar? İslam’ı tebliğ veya insanlara faydalı olma adına insan gerekirse bir dağ köyünde iki kişiye bile faydası olacaksa sabretmelidir.” demiş olabilir. 

 

Yahut farkında olarak veya olmayarak bir maneviyat büyüğünün bir talebesini kınamış olabilir. Bir hatırat yahut biyografi okurken Allah nezdinde kıymetli olan bir insanın bir davranışını yahut bir sözünü görüp ona karşı kınama hissi duymuş olabilir. Bu hatasının manevi tokadını yemiş yahut hâlen yiyor olabilir.

 

Bu örneklerin hepsi veya daha fazlası mümkündür. Sonuçta burada görülen durum şudur: Soruyu soran arkadaşın bahsettiği kadarıyla duaları kabul edilmiştir ancak bu kabulle beraber kendisine manevi bir tokat da atılmıştır.

 

Duaların Salih Bir Hâlde Kabulü

 

Duaların kabulü daha salih veya daha zararsız bir hâlde şöyle gerçekleşir: Kul Allah’tan soğuk bir yere tayin edilmesini ister. Allah Teala da bunu kabul eder. Ancak o kul orada bir ay kadar vakit geçirir. Sonra tayini daha ılıman bir yere çıkar. Bu durumda Allah Teala hadiselerin diliyle kuluna şu mesajı vermiş demektir: “Ey kulum! Sen soğuğa dayanıklı olduğunu düşünüyorsun ancak soğuğun sadece ısı derecesinden başka zahmetleri de vardır. Sen buna dayanamazsın. Soğuğa dayanacağını düşünmekle ve bu şekilde dua etmekle sen biraz düşüncesizlik etmiş oldun. Kendini ve şartları tam tanımadan büyük konuşmuş oldun. Senin başkalarını kınamaman, kibirli olmaman gibi bazı salih özelliklerin nedeniyle Biz sana ettiğin duanın verimli olmayacağını göstereceğiz.”

 

Duanın Kabulünde Farklı Yönler

 

“Biz sana ettiğin duanın verimli olmayacağını göstereceğiz.” kısmını biraz daha açalım: Bir insan imanın, İslam'ın getirdiği diğer güzel ahlaklara sahipse, duası kabul edilince o afiyet de kendiliğinden eklenmiş olur. Ama kişi mevcut durumundaki bazı olumsuzluklar, örneğin başkalarını kınaması gibi günahları nedeniyle bazı manevi tokatları hak edecek hâle gelmiş de olabilir. Böyle bir durum mümkündür ve durum böyleyse dua yine kabul edilir ancak o tokatlar da arada görünür.

 

Bir duanın kabul edilmesiyle birlikte bazı manevi tokatların da görünmesi, bu iki durumun iç içe olması mutlak manada hayırsız bir durum değildir. Çünkü böyle bir durumda günahın cezası hafifletilmiş veya ceza ahirete bırakılmayıp dünyada verilmiş demektir.

 

Duanın Sonucu Her Zaman Hayırdır ve Hayırlıdır

 

Allah Teala bütün dualara icabet eder. O’nun icabeti kulları açısından hiçbir zaman şer olmaz. Ancak bazen meseleler iç içe girdiğinden dua eden insan duanın sonuçlarındaki bu iç içe meseleleri birbirinden ayırt edemeyebilir.

 

Bu bağlamda, soruyu soran yahut benzer durumlarla karşılaşan insanlar “Dua ettim ve duam kabul edildi ancak sonuçları kötü oldu.” diye düşünmemelidir. Duanın sonuçları içinde görünen ve insanlara olumsuz gibi gelen hususlar duanın doğrudan sonuçları değil dua eden kişinin dua etmesiyle beraber kendisinde var olan ve güzel ahlakla bağdaşmayacak diğer özellikleri nedeniyledir.

 

Benzer bir durum şu şekilde meydana gelebilir: Bazen insanlar istedikleri şeylerin iyi olup olmadığını bilemezler. “İstediğimiz şeyle ilgili dua edelim mi etmeyelim mi?” diye bir tereddüde kapılmış olabilirler. Bu noktada şu ayrımı yapmak önemlidir: Bir şeyi istiyor olmak başka bir şeydir, dua etmek başka bir şeydir. 

 

Bir insan gerçekten de kendisi için zararlı bir şey istiyor olabilir. İstediği şey hakkında bir araştırma veya istişare yapmamış olabilir. O konuda burnunun dikine gitmeye meyilli de olabilir. “Ben bilirim, ben yaparım.” düşüncesine sahip olmasının yanında başkalarını kınıyor da olabilir. Bu durumda başkasını kınamak örneğin, “Ben bu problemi hallederim, rahatlıkla çözebilirim. Falanca kişi nasıl yapamamış, niye becerememiş?” şeklinde bir kınama olabilir. 

 

Bu durumda böyle bir insan dua etse elbette duasına icabet edilecektir ve icabet edilmesi onun için hayırlı olacaktır. Kişi duanın hayrını mutlaka görecektir. Ancak başkasını kınamanın ve kendi bildiğini yapma meyli ile beraber aşırı özgüvenin cezasını da çekecektir.

 

Bu çekilen ceza ahirette görülecek cezadan daha hayırlı, daha avantajlıdır. Elbette ki Allah Teala’nın affetmesi daha güzeldir. Ancak kişi illa bir cezayla karşılaşacak ise bu cezanın dünya ölçeğine göre verilmesi ahirete bırakılmasından daha avantajlıdır.

Duanın Sonuçlarını Sabit Kabul Etmek ve Duaların Eğitici Yönü
 

Ettiğimiz bir duanın aynen kabul olması hâlinde o duanın sonuçlarını ebediyen sabit kabul etmemiz gerekmez.

 

Sorudaki şekliyle örneklendirecek olursak: Bir insan üniversiteyi bitirdikten sonra tayin edilmek istediği yer için “Allah’ım! Benim tayinimin küçük, sakin ve havası soğuk olan bir yere çıkmasını nasip eyle!” diye dua etse, duası da aynen istediği gibi kabul edilse, sonra bu insan yanlış dua ettiğini düşünse bu durum artık o konuda bir daha farklı bir dua edemeyeceği, o duasının sonuçlarını ölene kadar değişmeden sabit tutması gerektiği anlamına gelmez.

 

Bu durumdaki bir kişi bu sefer şöyle dua edebilir: “Allah’ım! Ben o zaman öyle düşünmüştüm. Düşüncesizlik etmişim, hâlâ düşüncesizim. Bildiğim ve bilemediğim düşüncesizliklerim var. O zaman ben insanlardan uzakta, sessiz, sakin ve havası soğuk bir yer istemiştim. Ancak kendimi ve şartların-sonuçların tamamını, bütün yönlerini bilmiyordum. Şimdi de böyle bir hâle düştüm. Allah’ım! Duamı kabul ettiğin için Sana şükür ve hamdederim. Fakat ben bu durumu kaldıramadığımı gördüm. Bana daha az soğuk bir yer nasip eyle. Yahut Sen beni benden daha iyi bilirsin. Ben Senin kulunum. Beni Sen yarattın. Ben aciz ve düşüncesiz, zor şartları kaldıramayan bir kulunum. Benim zorlanmayacağım bir yere tayin olmamı nasip eyle!”

 

Duayı bu şekilde yapmakta bir problem yoktur. Hatta bu güzel bir ameldir. Çünkü dua etmemiz ve duamızın kabulü aynı zamanda bir eğitim sürecidir.

 

Bizler bu dünyaya zaten yaşadıklarımızdan bir şeyler öğrenmek, anlamak ve olduğumuzdan daha farklı bir hâle dönüşmek için gelmiş bulunuyoruz. Terakki bu demektir. 

 

Efendimiz’in (sas) buyurduğu “Nefsim elinde olana yemin ederim ki eğer günah işlemeseydiniz Allah sizi yok eder ve günah işleyen sonra Allah’tan mağfiret diledikleri için kendilerine mağfiret ettiği bir kavim getirirdi.”1 hadisinin manası da budur. Bu hadiste kastedilen insanın bir şeyler deneyip, hata yapıp, doğru sonuç olduğu durumda devam edip yanlış sonuç aldığı şeyleri değiştirip ilerlemesidir. Bu durum bilim dallarında böyle olduğu gibi manevi alanda da böyledir. 

 

İnsan bazen gıybete takılır ve onun zararını görür. Bazen gözlerini haramdan koruyamaz, onun da zararını görür. Derken bu günahları bırakınca terakki eder. Bazen kendisi için hayırlı olacağını düşündüğü bir işe girişir. Sonra o işin sonuçlarının zannettiği kadar hayırlı olmadığını görür ve vazgeçer.

 

Benzer durum dua için de geçerlidir. İnsan dua eder, ettiği duanın sonuçları kendisi için olumsuz olabilir. Bu durumda “Madem bir defa dua ettim, artık bunun sonuçlarına katlanmalıyım.” dememelidir. Ettiği her duanın sonucunun Allah Teala’nın kendisi hakkındaki mutlak ve değişmez, kesin hükmü olduğunu da düşünmemelidir. “Allah’ım! O zaman o şekilde dua ettim. Sana hamd ediyorum aynısını verdin. Fakat ben kendimi ve şartları tanımıyormuşum. Mesela soğuk ne demek bilmiyormuşum. Uzak yer ne demek bilmiyormuşum. Öyle bir laf etmişim. Hem benim günahımı bağışla hem bana afiyet içinde bir yer ver!” demelidir.

 

Terakkide Hataları Fark Etmenin Önemi

 

Soruda geçtiği hâliyle “Önceleri çok şikâyet ediyordum ancak bu son Ramazan ayında aklıma birden geldi ki; ben meğer duamı yaşıyormuşum.” kısmı oldukça önemlidir. Bu anlayış veya farkındalık, kişinin manevi terakkisi adına harikulade bir şeydir.

 

Gerek “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.”2 ayetinin, gerekse Efendimiz’in (sas); “İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki?”3 hadisinin işaretiyle insanın kınamaları, gıybetleri, büyük konuşmaları hatta dile getirmese de bu şekildeki düşünceleri başına gelenlerde büyük bir paya sahiptir.

 

İnsanın bir konuda yanlış yaptığını veya yanlış düşündüğünü anlaması, başkalarını suçlamadan, gereksiz şeylerden şikâyet etmeden sorunu kendinde görmesi, az daha ileri bir seviye olarak “Kendi hak ettiğimi Allah’ın takdiri ile yaşıyormuşum. Benim işlerim hep Allah iledir. Görünüşte falancanın eliyle veya hadiselerin o şekilde gelişmesiyle bana bir zarar ulaşmış gibi görünse de o kişinin veya olayların-şartların bana verdiği zarar aslında benim bir yerde sadakayı ihmal etmem yahut birine bir haksızlık yapmam yahut bir günaha eğilim göstermem nedeniyle olmuştur.” diye düşünmesi çok önemlidir. 
 

Uhud savaşından bahseden bir ayette Allah Teala şöyle buyurur: “Allah size (sonraki öncekini unutturacak) keder üstüne keder verdi ki artık (dünya adına) elinizden gidene de başınıza gelene de üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”4 Ayette dünyevi açıdan musibet olarak görülebilecek şeylere karşı çok önemli bir psikoloji ortaya konmaktadır. Buna göre insanın başına arka arkaya gelen musibetlerden sonraki gelenlerin önceki gelenleri unutturacak şekilde şiddetli olması mümkündür. İnsan bu şekilde hem başına gelen olumsuz şeylere karşı bir tür bağışıklık kazanır hem de dünya hayatının mahiyetini tanır. Böylece dünya adına kazandıklarına çok sevinmemesi kaybettiklerine de gereğinden fazla üzülmemesi gerektiğini kavrar. Üstelik bu kavrayış, başına musibet gelmeyenlere göre çok daha derin bir kavrayıştır. O hâlde musibetler müminlerin başına onların günahları veya hataları sonucu gelmiş olsa bile hem onların affına hem direnç kazanmalarına hem dünyayı daha iyi anlamalarına vesile olmaktadır. Bunlar basit kazanımlar değildir ve bu kazanımlar aslında bir mükafat da sayılır. Önemli olan musibetin ilk vurduğu anda sabredebilmek, tevekkül ve iman adına bir gerileme yaşamamak, bunlar için de musibetlerin nedenleri içinde kendi hatalarını fark edebilmektir. O hâlde kul başına musibet geldiğinde “Bu ayette belirtilen eğitimi almam gerekiyormuş. Demek bu musibetler ya terakki edebilmem için birer şarttı veya günahım, hatam, yanlış tercihlerim nedeniyle başıma geldi. Başıma gelenlerden benden başka kimse sorumlu değildir. Allah da bana karşı her zaman Rahman ve Rahim’dir. Diğer insanlar, şartlar, dünyevi olaylar ise sadece birer konu mankenidir. Onların birer araç olmaktan öte fonksiyonları yoktur. Hava durumu da olayların akışı da ekonomik sıkıntılar da böyledir. Ben de hiçbir zaman başıma gelenler için başkalarını sorumlu tutmayacağım. Sadece kendimi sorumlu tutacağım. Olaylara sakince bakıp meseleleri hep Allah ile benim aramda özel bir muamele olarak göreceğim.” diyebilmelidir.

 

Bu anlayışa ulaşıp bu sözleri söyleyebilme seviyesi eğer kaybedilmezse iman ve terakki noktasında çok büyük bir adım atılmış olacaktır.

 

Bir insanın bu anlayışa ulaşma karşılığında birkaç yıl soğuk havanın ve benzeri olumsuzlukların zahmetini çekmesi çok ucuz bir bedel sayılabilir. Allah Teala’dan her zaman afiyet isteriz. Hiçbir zahmeti, hiç kimsenin uğradığı en küçük bir musibeti bile küçümsemeye hakkımız yoktur. Üstelik bu konuda “iddia” sahibi olmak da riskli olacaktır. Yukarıda “Ucuz bir bedel sayılabilir.” dememizin nedeni de büyük konuşarak bir iddiaya girmek istemememizdir. “Ucuz bir bedeldir!” denilse karşılığında bize “Madem öyle hükmettin, o zaman senin terakkin için birkaç yıl soğuk ve benzeri zahmetlerin olduğu şartlar takdir edildi!” denilebilir. Çünkü insan üzerinde hükmettiğiyle hükmedilir. Yani insan neye hükmetmişse onun üzerinde de o hüküm icra edilir. Ancak işin hakikati budur. Dolayısıyla “Ucuz bir bedel sayılabilir.” demek bir yönüyle “Cennet o kadar büyük bir nimettir ki her türlü azap onun yanında küçük kalır.” demek gibidir. Bunu da derken Allah’tan her zaman afiyet istediğimizi özellikle belirtiyoruz. Çünkü insan özellikle de bir din görevlisi ise bazen konuşurken kendini unutarak konuşur ve konuştuğu meseleler ona kendisinden bağımsızmış gibi gelir. Bu nedenle konuşurken kendisini de işin içine katmak önemlidir.

Bir Dua Konusu Olarak Evlilik

 

Evlilik konusunda gerçekçi olmakta her zaman fayda vardır. Hatta bu konuda dini literatür içine girmiş bazı düşünceler görmezden gelinse daha iyi olacaktır. Çünkü belli meselelerin yanlış anlaşıldığı görülmektedir.

 

Efendimiz’in (sas) evlilik hakkındaki; “Kadın dört şeyi için nikâhlanılır; malı, soyu, güzelliği ve dini... Sen dindar olanını seç (öne al) ki elin bereket bulsun”(5) hadisi herkesin malumudur. Bu hadisteki “din” ve dindar kelimeleri “ahlak” ve “ahlaklı” şeklinde anlaşılmalıdır.(6) Çünkü Efendimiz (sas) döneminde ahlak kavramı teorik bir mesele değil, din ile eşanlamlı sayılabilecek pratik bir realitedir.

 

Diğer yandan bazı yorumlarda bu hadiste yer alan dindarlık dışındaki diğer üç özellik, yani mal sahibi olmak, güzellik ve soy meselelerinin tamamen görmezden gelinmesi gerektiği söylenebilmiştir. Ancak bu doğal değildir, hayatın realitesine de aykırıdır.

 

Evlenilecek kişide güzellik, mal veya soy (genetik veya toplumsal-ahlâkî asalet) gibi özelliklerin göz ardı edilmesi gerektiği anlayışı konuyla ilgili başka hadislere de aykırıdır. Örneğin Efendimiz (sas) kendisine gelerek Ensar’dan bir kadınla evlenmek istediğini beyan eden Muğire bin Şube (ra) isimli bir sahabiye o kadını görüp görmediğini sormuş, Muğire görmediğini söyleyince de Efendimiz (sas) “Git onu gör. Zira bu ileride birbirinize ısınabilmeniz için daha iyidir.”(7) demiştir.

 

Yine bir başka hadiste evleneceğini söyleyen bir sahabiye Efendimiz (sas) evleneceği kadını görüp görmediğini sormuş, sahabi görmediğini söyleyince Efendimiz “Git ve ona bak. Zira ensar kadınlarının gözlerinde bir şey var.”(8) buyurmuştur. Bazı hadis şârihleri (yorumcuları) bu hadiste belirtilen “bir şey (var)” ibaresinde kastedilen şeyin gözlerin küçüklüğü yahut bir çeşit mavilik-morluk olduğunu söylemişlerdir.(9)

 

Hadisteki ilgili ibareden kasıt ne olursa olsun konumuz itibariyle burada önemli olan Efendimiz’in (sas) dış görünüş gibi bir meseleyi boş vermediği, insanların da boş vermesini istemediği anlaşılmaktadır. Çünkü insanların tercihlerine, karakterlerine, eğilimlerine, mizaçlarına göre dış görünüş de önemlidir.

 

Dolayısıyla bir hadisi değerlendirme noktasında her zaman söylediğimiz şu ilkeyi tekrar hatırlatalım: Bir konuda hüküm çıkarmak veya bir sonuca ulaşmak için konuyla ilgili bütün hadisler bir araya getirilmeli ve o konudaki hadislere bütüncül bakılmalıdır. O hâlde “Kadın dört şey için nikahlanılır...” hadisinde Efendimiz (sas) evlenilecek kadının dindarlığını yani ahlakını öne almamızı söylemiştir ancak diğer mal, asalet yahut güzellik gibi özelliklerin tamamen göz ardı edilmesini, boş verilmesini tavsiye etmemiştir.

 

Ne İstediğini Bilmek

 

Diğer yandan bir insan evlilikle ilgili dua ederken evlilik veya karşı cins konusunda neyi istediğini tam olarak bilmelidir. Örneğin, güzelliğe veya dış görünüşe ciddi manada önem veren ve bu nedenle evlilik tercihinde evleneceği kişinin güzel/yakışıklı biri olmasını isteyen birisi “güzellik” meselesini kafasında tam netleştirmelidir. Güzellik onun için ne ifade etmektedir? Güzellik algılarımız çevresel, kültürel ve popüler etkilere fazlaca bağlı olarak şekillendiği için insanların bu konuda kendilerini ve ne istediklerini bilmeleri önemlidir. Örneğin bir insanın aklına evleneceği kişinin yeşil gözlü olması gibi bir husus takılıp kalmış ise ve kişi bu özellik olmadan rahat edemeyecekse dua ederken yeşil gözlü birisiyle evlenmeyi duasında talep edebilir. Ancak böyle bir takıntısı yahut ciddi meyli yoksa kendi güzellik anlayışını dua esnasında tek tek açıklamasına gerek yoktur, böyle bir şey abes olacaktır. Burada mevzu insanın kendi içinde tam olarak ne olup bittiğini anlaması, bunun farkında olmasıdır.

 

Diğer yandan insanlar bir şey söylerken aslında başka bir şey kastediyor olabilir. Örneğin bir erkek güzel bir zevce isterken aslında karşılıklı olarak birbirlerini beğenecekleri, yani karşı tarafın da kendisini fiziksel olarak beğeneceği bir insanı istiyor olabilir. Bu gibi durumlarda da dua ederken “uzun boylu olsun, saçı sarı olsun” gibi detaylara girmek abes olacaktır.

 

Bununla birlikte “Fark etmez. Ahlaklı olsun, iffetli olsun yeter. Ben her şeye katlanırım.” gibi cümleler kurmak da doğru değildir. Çünkü böylesi iddialar neredeyse herkes için insanın beşerî, biyolojik ve estetik realitelerle ilgili yönlerini görmezden gelmek demektir. Elbette beşeriyetin biyolojik sınırlarını aşmış, kalp ve ruhun hayat derecelerinde yaşamaya başlamış bazı istisna insanlar vardır. Bu insanlar için din veya ahlak dışında dış görünüş, boy, pos, endam, konuşma tarzı hatta dünyaya bakış açısı gibi hususlar önemsiz olabilir. Ancak gerçekçi olmak gerekirse insanların % 99,9’u böyle değildir. Kendimizi de o kategoriye dahil etmek için görünür bir neden yoktur.

İbarelere Dikkat!

 

İnsan konuştuğu sözlere, ibarelere dikkat etmelidir. Örneğin bir hanımefendi küçüklüğünde babasını çok az görmüştür. Çünkü babası para kazanmak için çok çalışmak zorundadır ve eve çok az uğramaktadır. Dolayısıyla bu kadın baba sevgisinden bir parça mahrum olarak büyümek zorunda kalmıştır. Evlenince veya evleneceği zaman gerek dua ederken gerekse dua dışında “Eşim yanımızda olsun, gerekirse fakir kalalım.” gibi bir cümle kurmamalıdır. Çünkü eşinin yanında olmasını istemesi gayet makul bir talep veya güzel bir dua iken buna “gerekirse fakir kalmak” gibi abes bir değişken eklemek doğru ve mantıklı değildir. Bu sözü söylediği zaman onunla imtihan edilmesi gibi bir durumla da karşılaşabilecektir. 

 

Hem bir insanın para kazanmak için uzun yol şoförlüğü gibi zorunlu meslekler dışında evine çok az uğraması istenilen bir durum değildir. Ancak bunun zıddı da yani sürekli evinde vakit geçirmesi, evden çalışma gibi durumlar dışında başka işlerde çalışabilecekken bile evden ayrılmaması ayrı bir uç noktadır. Bu ifrat ve tefrit arasında bir denge noktası olmalıdır. İnsan da duasında bu denge noktayı isteyip ifade etmelidir.

 

“Bu meselenin denge noktası nasıl kurulabilir?” denilirse Sad bin Ebi Vakkas’ın (ra) Efendimiz’e (sas) sorusu ve aldığı cevap buna en güzel örnektir.

 

Sad bin Ebi Vakkas (ra) bir gün ağır hastalanır ve Efendimiz (sas) Sad’ı ziyarete gelir. Hz. Sad bir ara Efendimiz’e “Ya Rasulallah! Benim çok malım var. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini tasadduk edeyim mi?” diye sorunca Efendimiz “Hayır!” cevabını verir. “Peki yarısını?” diye sorunca Efendimiz yine “Hayır!” der. “Üçte birini?” diye sorunca Efendimiz “O üçte biri de çok. Şüphesiz evladını zengin hâlde bırakman, onları insanlara el açar vaziyette muhtaç bırakmandan daha hayırlıdır. Hiç şüphesiz bıraktığın her bir nafakanın karşılığı olan sevabı, hatta hanımının ağzına koyduğun bir lokmanın sevabını dahi elde edersin.” buyurur.(10)

 

Efendimiz (sas) burada çok önemli bir denge noktasını işaret etmektedir ki bu noktada insanların “sadaka, tasadduk, infak, sevap” gibi kavramları da doğru anlamaları sağlanmıştır. Kendisinden sevap umulan sadaka veya tasadduk sadece başkalarına yapılan yardımlar değil en yakınlarına yapılan yardımları da kapsamaktadır. Diğer yandan pratik hayatın realitelerinin gözetilmesi tavsiye edilmiş, bu realiteler içinde de sevap kazanılabileceği gösterilmiştir.

 

Bir insanın varislerini, çocuklarını, torunlarını düşünmesi son derece doğaldır. Ancak bu hesaplara dalıp ahireti unutması ve hesap yokmuş gibi davranması kötü bir şeydir. Diğer yandan dünya hayatının realitesini yok sayması, kendisinin ve ailesinin geleceğini hiç düşünmemesi, “Yeter ki beraberlik olsun, ben beş parasız da yaşarım, bir lokma bir hırka ile de yaşarım.” gibi cümleler sarf etmesi hem yanlış hem gerçekçi olmamak hem kendini tanımamak hem de büyük konuşmak olacaktır. Oysa Kur’an’ın ve Efendimiz’in (sas) öğrettiği en güzel dualardan birisi “Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil-âhirati haseneten ve qınâ azêben-nâr...”(11) “Rabbimiz! Bize dünyada güzellikler ve ahirette de güzellikler ihsan eyle ve bizi ateşten koru!” şeklindedir. Dolayısıyla insan dünya için de daima afiyet ve güzellik istemelidir.

 

Efendimiz (sas) hastalığın şiddetinden epey zayıflamış bir hastayı ziyaret eder ve hastaya “Allah’a bir şey için dua ediyor muydun veya O’ndan bir şey istiyor muydun?” diye sorar. Hasta cevaben; “Evet! ‘Allah’ım! Bana ahirette vereceğin cezayı bu dünyada hemen peşin olarak ver’ diye dua ederdim.” deyince Efendimiz (sas) “Sübhanallah! Senin buna gücün yetmez. Şöyle dua etseydin olmaz mıydı? “Allah’ım! Bize dünyada da iyilik ver ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!” Bunun üzerine hasta bu duayı yaptı ve şifa buldu.(12)

 

Makul Bir Evlilik Duası

 

Bu ayet ve hadislerden yola çıkarak insan evlilik konusunda Allah Teala’ya karşı gayet samimi ve içten olacak tarzda şu şekilde dua edebilir: “Allah’ım! Ben geçmişte de şimdi de görüyorum ki kendimi tam bilmiyorum, tanımıyorum, olayları da tam doğru değerlendiremiyorum. Neyi yapıp yapamayacağımı, neyi kaldırıp kaldıramayacağımı da bilemiyorum. Ama sen her şeyi bildiğin gibi beni de (bize göre) geleceği de biliyorsun. Benim fark etmediğim en derin zaaflarımı ve meyillerimi de biliyorsun. Benim yaşım geldi, harama da girmek istemiyorum. Bana dünyada beraber mutlu olacağımız ve beraber cennete gideceğimiz, hiç huzursuzluk yaşamayacağımız, kurretu’l ayn’ım - göz aydınlığım(13) olacak bir eş ve nesiller ihsan et!”
 

Duada “Ben bilmiyorum.” diyebilmek veya öyle düşünebilmek önemlidir. Bu konudaki en önemli hatalardan biri de Allah Teala’ya bir şey öğretiyormuş gibi davranmaktır. Örneğin “Mutlu olmam için şu lazım, bana bunu ver ki mutlu olayım.” tutumudur. Halbuki insan o şeyle mutlu olacağını bilmemekte ama zannetmektedir. 

 

Aç bir insan dünyanın en iyi aşçılarından birinin işlettiği çok lüks bir lokantaya gitse ve o aşçı bizzat gelip “Ne arzu edersiniz?” diye sorsa bu insan aşçıya en sevdiği yemeğin tarifini vermez. En makul talep “Ben açım.” veya “Masayı donatın.” gibi bir talep olacaktır. O aşçıya ve mekana saygının gereği budur. 

 

Benzer şekilde, evlilik konusunda da yapılabilecek en güzel talep veya dualardan biri “Allah’ım! Ben mutlu olabileceğim, göz aydınlığım olacak, dünyada ve ahirette fayda bulacağım bir eş ve evlilik istiyorum.” şeklindeki duadır diyebiliriz.

 

Bu konuda son bir not ilave edelim. Evlilik konusunu çok fazla düşünen arkadaşlar dua ederlerken şu hususu yerine getirebilirler:

 

Rahman suresinde cennet nimetlerinden bahsedilirken bir yandan “Onların da içinde iyi huylu, güzel hanımlar.”(14) buyrulurken diğer yandan defalarca; “O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlayabilirsiniz?”(15) buyrulur. Bunun gibi Kur’an’da kadınların ve erkeklerin birbirleri için aslında ilahi bir nimet olduklarına dair ayetler çıkarılıp dua niyetiyle virt şeklinde okunabilir. Bunlar okunurken “Allah’ım! Bunlar cennet nimetidir ancak ben bu nimetlerin numunesini dünyada da istiyorum.” düşüncesi olmalıdır. Ayrıca daha da önemlisi mesele huri veya gılman meselesi değildir. Mesele bunların cennet nimetleri olması meselesidir. Bu nedenle bu ayetler ve dualarla birlikte Allah Teala’nın konuyla ilgili isim ve sıfatlarının zikredilmesi ve O’na karşı şükran ve minnet hisleri içinde olunması önemlidir. Örneğin Tûr suresinde cennet nimetleri ve tabloları anlatılırken konu “İnnehu huve-lberru-rrahîm”(16) (Şüphesiz O, hayırların kaynağı ve Rahîmdir, merhameti bol olandır) ibaresi ile bitirilir. Dua ederken bizzat Kur’an’dan olan bu ibareler de eklenmelidir. Bu uygulamanın da uygulayanın imanı ve teveccühü ölçüsünde oldukça pozitif sonuçları görülebilecektir. Tabii ki bu uygulama sadece erkeklere özel değildir, kadınlar da bunu yapabilir. Çünkü “huri” gibi kavramları sadece erkekler için düşünmek doğru olmayabilir. Sonuçta onlar cennet nimetidir ve cennet erkeklere özgü değildir.

 

Allah Teala’dan bizleri nefsimizle, şüphe ve kuruntularımızla baş başa bırakmamasını, duygu ve düşüncelerimize hidayet ve sırat-ı müstakim nasip etmesini diler ve dileniriz.

 


 

1 Müslim, Tevbe, 9

2 Şûrâ, 30

3 Müsned, V, 231; Tirmizi, İman, 8

4 Âl-i İmran, 153
5 Buhari, Nikah, 15; Müslim, Nikah, 28

6 İmam Nevevi, Minhac, Müslim Şerhi, c. 6, s. 619

7 Müslim, Nikah, 74; Tirmizi, Nikah, 5

8 Müslim, Nikah, 12

9 İmam Nevevi, Minhac, Müslim Şerhi, c. 6, s. 485
10 Buhari, Feraiz, 6; Müslim, Vasiyet, 5; Ebu Davud, Vesaya, 2; Tirmizi, Vesaya, 1; İbn Mace, Vesaya, 5

11 Bakara, 201

12 Müslim, Zikir, 23; Tirmizi, Deavat, 71

13 Furkan, 74

14 Rahman, 70

15 Rahman, 71

16 Tur, 28