Yeryüzünün varisi inananlar olacaksa Müslümanlar niçin bu halde? | 1. Kısım
Soru: Kur'an-ı Kerim'de yeryüzü mirasının inanan mümin kullara bırakılacağı söyleniyor. Fakat günümüzde baktığımız zaman özellikle birkaç asırdır müminler çok geri durumdalar ve dünyayı yöneten süper güçler Müslüman değiller. Bu durumda yeryüzü mirasının süper güçlere kaldığını, dolayısıyla onların Kur'an-ı Kerim'de Allah’ın vadettiği zümreye dahil olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa farklı bir yorum mu yapmamız gerekir?
Cevap: Ayet-i kerimede “Andolsun Zikir'den (Tevrat’tan) sonra Zebur'da da: “Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır.” diye yazmıştık.”1 buyrulmaktadır. Dolayısıyla anahtar kavramlar “miras” ve “salih kul” kavramları olmalıdır. O hâlde öncelikle “miras” ve “salihler” kavramları üzerinde durulması gerekmektedir.
Birincisi: Gerçek Miras ve Hayırlı Murisler
Yeryüzünün miras kalması meselesi klasik tefsirlerimizde genellikle dünyaya hâkim olma, dünyanın genel yönetimini elinde bulundurma şeklinde anlaşılmıştır. Ancak konunun hakimiyet meselesine indirgenmesi, sadece dünyayı yönetmekten ibaret olarak ele alınması pek makul değildir. Üstelik miras kelimesi “kök” ve “temel” anlamlarına geldiği gibi “birinin diğerinden devraldığı eski durum” anlamına da gelir ki burada mirasın veya mirasçının hiç değişmemesi söz konusu değildir.
Örneğin bir anne baba çocuklarına ciddi bir maddi birikim miras bırakır ancak muris olan çocuk veya çocuklar o mirası har vurup harman savurabilir. Yahut kendisine miras kalan tarlayı ekip biçmez, çorak bir arazi hâlinde bırakabilir. Bu durumda o çocukların iyi birer varis olamadıkları anlaşılır. Yahut salih ve saliha bir anne babanın çocuğu günahkar, facir bir insan olabilir ve bu durumda da anne babasının dindar mirasını zayi etmiş olur. Veya kaliteli, ilim ve hikmet dolu ve iman hakikatlerini anlatan güzel kitaplar onları anlamayacak, hayata geçiremeyecek, onların üzerine bir sistem inşa edemeyecek kişilerin elinde kalsa yine o güzellikler, miras alanların elinde heder oldu diye bakılır.
İnsanlar veya milletler de bir şekilde dünya hakimiyetini kazanıp sonra tabiatı mahvedebilirler, insanlara zulmedebilirler, sömürge sistemleri kurup başka ülkeleri sömürebilirler, “yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için”2 çalışabilirler. Bunların Müslüman veya gayrimüslim olup olmamaları da önemli değildir. Bunlar için de “Yeryüzü onlara miras kaldı.” demek tam doğru olmayacaktır. Çünkü mirasın hakkını vermek yerine onu ziyan etmektedirler.
İkincisi: İmtihan Süreçlerini Veraset Kazanımı Olarak Düşünmemek
Allah Teala bizi her hâlimizle imtihan edecektir. Servet ve güç gibi hoşumuza giden şeylerle de fakirlik ve hastalık gibi hoşumuza gitmeyen şeylerle de imtihan edecektir. Her farklı durum yeni bir imtihan demektir. Her imtihan için de olması gereken doğru davranışlar kümesi vardır. Örneğin fakirlikte sabretmek ve dilenmemek ama gerçek ihtiyaç varsa yardımı kabul etmek; zenginlikte ise zekatını veya sadakasını vermek ve serveti doğru yerlere kullanmak gerekir.
Bu durum bireyler için böyle olduğu gibi toplumlar, devletler, ülkeler ve imparatorluklar için de böyledir. Her seviyenin, her durumun kendine göre imtihanı vardır. Bu manada Allah Teala’nın imtihan olarak birilerine güç vermesi birilerini de zayıf bırakması durumlarına bakarak “Her şey bitti.” denilemez.
Zaten ayette de “Eğer size bir yara dokundu ise o kavme de benzeri bir yara dokunmuştur. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz. Ta ki Allah iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şehitler/şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.”3 buyrulur.
Ayrıca Hz. Enes’in (ra) naklettiği şu hadise de konumuz açısından manidardır: Efendimiz’in (sas) Adbâ adlı devesi bazen yarışlara katılır ve genellikle birinci gelirdi. Bir gün binek devesine binip gelen bir bedevi yarışta Adbâ’yı geçince bu durum Müslümanların hoşuna gitmedi. Efendimiz (sas) bu durumu fark edince ashabına “Dünyada yükselen bir şeyi alçaltmak Allah’ın değişmez kanunudur.”4 buyurdu.
Bu bağlamda Hz. Musa’nın (as) “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında zinet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri), insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici cezayı görünceye kadar iman etmesinler diye mi (verdin)?”5 şeklindeki beyanı da güzel bir örnektir. Demek ki Allah Teala müminlerin hoşuna gitse de gitmese de salih olmayan kullarına da dünyevi iktidar, güç ve servet verebilmektedir. Zaten Firavun’a verilen bu imkanlar Hz. Musa (as) ve Ona inananlar açısından her şeyin bittiğini, Firavun’un yeryüzüne vâris olduğunu göstermemektedir.
Efendimiz (sas) döneminde de müminlerin Mekke’deki hâllerine bakarak “Bunlar yeryüzüne varis olacak değillerdir.” denilemeyeceği gibi o insanların Uhud, Hendek veya Huneyn’de yaşadığı muvakkat bozgunların ilk anlarına bakılarak da “Allah böyle vaat etmişti ama şimdi müminler yeniliyor, müşrikler arza varis oluyorlar.” denilemez.
Tabii bu noktada “muvakkat” kavramının insanlar tarafından farklı anlaşılmaya müsait olduğu da unutulmamalıdır. İnsanlar “muvakkat” veya “geçici” gibi kavramları genellikle kısa süre olarak düşünmektedirler ancak “muvakkat” denilince bu 6 aylık bir süreç de olabilir 6 yıllık 60 yıllık veya 100 yıllık bir süre de olabilir. “İnsan pek acelecidir…”6 ancak zamanın Rabbi de Allah’tır ve insanın aceleciliği meselelerin hakikatini belirleyecek bir özellik değildir.
Üçüncüsü: Batı Dünyası, Müslüman Ülkeler ve Yeryüzü Mirasçılığı
Batı Dünyasının özellikle sanayi devriminden bu yana bütün dünya üzerindeki yaklaşık 300 yıllık bir hakimiyetinden söz edilebilir. Tabii bu zaman dilimleri meseleyi nerede başlattığınıza göre değişebilecektir. Ancak en az 300 yıllık bir Batı üstünlüğünden bahsetmemiz mümkündür. Bu üstünlük de ekonomik, askeri ve bilimsel üstünlükle başlamış zamanla kültürel üstünlüğe yani baskın kültürün de Batı kültürü olmasına kadar evrilmiştir. Ancak bütün bunlara rağmen yeryüzüne Allah’ın salih kullarının değil Batılıların sahip olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü bu durum yukarıda açıklanan birinci madde kapsamında veraset ile açıklanamayacağı gibi ikinci madde kapsamında düşünülünce de meselenin bittiğini göstermemektedir.
Diğer yandan halklarının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde onlarca yıldır totaliter yönetimlerin işbaşında oldukları görülmektedir. Ancak bu süreçlere de o ülkelere diktatörlerin varis olduğu şeklinde değil o ülke insanlarının imtihanı olarak bakılmalıdır. Allah Teala bazen bazı kullarını başka kullarına imtihan için musallat edebilir. Bu durum aynen mikropların insanlara musallat olmaları gibidir.
Özetleyecek olursak;
- Ayette yeryüzü kendilerine miras bırakılacak kişiler salih kullar olarak adlandırılmıştır. Ellerine geçen güç ve imkanları salih ameller istikametinde kullanmayanlara mirasçı denilemez.
- İmtihan süreçleri biten, sonlanan süreçler değildir. Salih kullar bazen baskı ve zulüm altında kalabilir. Bu durum zalimlerin ve baskıcıların mirasçılar olduğu anlamına gelmeyeceği gibi zulüm altındakilerin hiçbir zaman yeryüzüne veya lokal bir şekilde mirasçı olamayacakları anlamına da gelmemektedir.
- Batı dünyasının birkaç yüz yıllık üstünlüğüne veya Müslüman ülkelerdeki İslam’la bağdaşmayan totaliter yönetimlere bakarak da salih kulların kendi ülkelerine veya yeryüzüne mirasçı olamayacakları söylenemez.
Bu üç madde şimdilik giriş maddeleri olarak değerlendirilmelidir. Gelecek yazıda meselenin asıl noktalarına temas edilecektir.
1 ) Enbiya, 105
2 ) Bakara, 205
3 ) Âl-i İmran, 140
4 ) Buhari, Cihad, 59; Ebu Davud, Edeb, 8; Nesai, Hayl, 14
5 ) Yunus, 88
6 ) İsrâ, 11