22 dk.
16 Aralık 2022
Yurtdışında gayrimüslimlere tebliğ | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Yurtdışında gayrimüslimlere tebliğ | Tek Parça

SORU: 
 

a) Yurtdışında gayrimüslimlerle olan ilişkilerimizde tebliğ ve irşadın yeri nasıl olmalıdır? Özellikle bir şeyler anlatma gayreti içinde olunmalı mıdır? Yoksa ilişkimiz fıtri muhabbetler çerçevesinde ve eğer onlar sorarlarsa bir şeyler anlatma şeklinde mi olmalıdır? 
 

b) Bir şeyler anlatma gayreti içinde olup da kendimizi yapmacık ya da garip hissetmemiz bizim imanımızdaki olgunlaşma eksikliğinden mi kaynaklanıyordur? Neyin işaretidir? İnsanlarla samimiyetimizi artırmak için ilk başta atacağımız adımlarda kendimizi samimi hissetmemek normal midir? Yoksa kendi samimiyetsizliğimizden mi kaynaklanmaktadır?
 

Kısa Cevap: 

 

Gayrimüslimlerle ilişkilerde iletişimimiz belli bir aşamaya gelmedikçe tebliğ ve irşad konularına direkt girmemeliyiz.

 

Bir gayrimüslimin zihninde olumlu bir Müslüman imajı oluşturmak ilk hedefimiz olmalıdır. Bunun da beşeri hayat pratiklerinden ahlaki davranışlara kadar pek çok yolu vardır.

 

Tebliğ ve irşad niyetiyle yapılan anlatımlarda kendini yapmacık veya garip hissetmek aslında doğal ve normaldir. Her insan çoğu şeyi içinden gelmediği hâlde kendini zorlayarak yapar. Bir şeyi iradi olarak yapmak, kendini zorlayarak yapmak demektir. Bu durum spor yapmak, bir kursa gitmek gibi pratikler için geçerli olduğu gibi, namaz kılmak, dua etmek, Kur’an veya tefsir okumak, tebliğ ve irşadda bulunmak gibi konular için de geçerlidir. Ancak iradi olarak yani kendini zorlayarak yapılan işler zamanla içinden gelerek yapılan işler hâline gelebilir.

 

Gayrimüslimlere bir şeyler anlatmada üç unsur çok önemlidir. Bunlar bir iletişimin tarafları olan “anlatan” ile “anlatılan” ve “insibağ” unsurlarıdır. Bu unsurların iyi bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi faydalı olacaktır.

 

Ayrıntılı Cevap:

 

Sorunun birkaç farklı noktası olduğu için aşamalar hâlinde cevap verilecektir.

 

Faaliyet ve Mizaç Uyumu

Öncelikle şu genel kaideyi ve kaidenin iki farklı kısmını belirtmeliyiz:

 

Birincisi: İnsanın yapmaya çalıştığı şeylerle kendi kişisel mizacı arasındaki uyum çok önemlidir. Yani örneğin dışa dönük insanların diğer insanlarla iletişim kurma biçimi daha farklı olacaktır; içe dönük insanların o iletişimi, samimiyeti kurma tarzı, üslubu daha farklı olacaktır. 

 

Aslında her insanın mizacı için belirli bir konuşma, görüşme, iletişim kurma ve samimi olma imkanı vardır. Sadece o konuda daha başarılı olan birilerinin, bizden daha farklı bir mizaca sahip olmasını düşünmeden onun yaptığı şeyleri aynen yapmaya çalışmak bizde sakil, kaba, yapmacık, üzerimize olmayan aşırı dar veya aşırı bol bir elbisenin tuhaf durması gibi durabilir. Bu doğrudur. Yani her insan her ortamda, her şart altında, her şekilde başkalarıyla başarılı bir iletişim kuramayabilir. Böyle bir şey kendisi için uygun da olmayabilir. 

 

İnsanın iradi olarak yaptığı, yapacağı her şeyde kendisini yapmacık hissetmesi de davranışlarının kısmen yapmacık olması da normaldir, doğaldır. Bir davranışın “iradi” olması demek zaten o davranışı içinden gelmeden, kendini bir şekilde zorlayarak yapmak demektir. İnsan bir şeyi yaparken onu ya içten gelerek yapar, yani doğal olarak o davranış akar gider yahut içinden gelmeden ama iradesini kullanarak yapar. Ancak iradesini kullanarak yaptığı işleri zamanla içinden gelerek yapmaya başlayabilir. Bununla birlikte temelde bir şeyi irade kullanarak yapmak, içten tam olarak gelmediği hâlde yapmak demektir. İrade kullanılarak yapılan işler arasında ders çalışmak, spor yapmak ve diyet yapmak olduğu gibi dua etmek, namaz kılmak, Kur’an okumak ve tebliğde bulunmak da olabilir. İster kendi başına yapılan ders çalışmak, dua etmek gibi işler olsun, ister başka insanların yanındayken yapabileceği camiye gitmek, spor yapmak gibi işler olsun, insan yaptığı bu işler için az çok irade kullandıkça o yapmacıklığı ve kendini garip hissetmeyi ilk başlarda yaşayacaktır. Ama iradesini kullanmaya devam ederse o işler kendisine daha doğal gelecektir. Böylece kendini garip ve yapmacık hissetmeler de azalacaktır.

 

Kendini Gözlemlemede Rasyonalite ve Duygusallık

 

İkincisi: İnsan bir açıdan kendisini gözlemlemelidir ama kendisini iç arzularının gözlüğüyle gözlemlemesi onun için iyi değildir. Örneğin bir grup öğrenci veya şirket çalışanı karşısında sunum yapmanız gerektiğini düşünün. Sunum yapmak sizin sık yaptığınız bir şey değilse başlangıçta kendinizi bir parça tuhaf hissedersiniz. Mizacınıza göre bu his yoğun veya hafif yaşanabilir. Sunum esnasında “Anlatmak istediklerimi tam anlatabiliyor muyum? Bir şey unuttum mu?” gibi kontrollerin kendi başlarına bir zararı yoktur. Fakat diğer taraftan siz kendinizi arzularınız ve hisleriniz hesabına gözlemlerseniz, gözlemlerinizi sadece arzularınız ve hisleriniz açısından yaparsanız, örneğin “Tam şu anda insanlara rezil oluyor muyum acaba? Eyvah, şu kelimeyi karıştırdım, şimdi herkes bana gülecek!” gibi rasyonel olmayan telaşlara kapılırsanız sadece kendinize ve yapacağınız işe zarar verirsiniz. Burada birinci gözlem cümleleri rasyoneldir ve bazen gereklidir. İkincisi ise yine kendisini gözlemlemektedir ancak kendi hareketlerine dışarıdan sadece duygusal açıdan, arzularının ve hislerinin gözlüğüyle bakmaktadır. Böyle bir gözlemin faydası yoktur ve zararı çoktur. İnsan bunu yaptığını fark ettiği zaman zihnini bu durumdan koparmaya çalışmalıdır.

 

Evet, insan yeni birileriyle tanıştığında, özellikle de yeni bir dilde, yeni bir ortamda, yeni bir kültürde bunu ilk defa yapıyorsa kendisini bir parça yapmacık hissetmesi doğaldır. Çünkü bu iradi bir şeydir ve iradi demek, kısmen yapmacık da demektir. Geçmiş ulemanın “İhlas dairesine riya kapısından girilir.” demelerinin bir hikmeti de budur. 

 

Fakat diğer taraftan, “Acaba ben samimi miyim, becerebiliyor muyum, beni sevecekler, bana kıymet verecekler mi?” gibi içsel duygulara odaklanmak, o duyguları öne çıkarmak da o iletişime zarar verecek, insanı hedeflerine ulaşmakta daha fazla zorlayacak ve o insan için uzun vadeli bir dert kaynağı haline gelecektir.

 

Bazı mizaçlar böylesi duygusal odaklanmalara, verimsiz içsel gözlemlere daha yatkındır. Söylediklerinin ve yaptıklarının karşı taraftaki etkisine pek dikkat etmez. Sözleri ve davranışları sadece kendi açısından değerlendirir. Bazı hatalarını da fark etmeyebilir. 

 

Bu durumda insan kendisini dengeli bir şekilde gözlemlemelidir. Kendi benliğini, duygularını, arzu ve hayallerini öne alan yaklaşımdan, kendini böyle gözlemlemekten kaçınmalıdır. Dolayısıyla bir insan, kendisiyle ilgili “yapmacıklık, samimiyetsizlik” gibi hisleri en azından bir davranışın veya iletişimin başlangıç aşamasında normal ve doğal görmelidir. Bu hislere kapılarak olumlu bir davranışı, salih bir ameli tamamen terk etmemeli, iradi yani bir parça zoraki yapılan davranışların zamanla doğal hâle gelebileceğini bilmelidir.

 

Gayrimüslimlerle İlişkilerde Tebliğ ve İrşadın Yeri

 

Meselenin tebliğ kısmına gelince: Tebliğ ve irşad meselesinin temelde ve insani ilişkiler açısından bir “iletişim” meselesi olduğu bilinmelidir.

 

Bilhassa yetişkin insanlar arasındaki ilişkilerde bir insan iletişimin daha başlangıcında direkt tebliğ yapmaya başlamamalıdır. Böyle bir davranış çok sakil, kaba ve verimsiz kalır ve olumlu sonuç pek alınmaz. 

 

Her iletişim karşılıklı bir aktarmadır. İletişim hâlindeki kişiler karşılıklı olarak birbirlerine mesaj aktarmaktadırlar. Bir iletişimde doğru bir aktarım ve verimli bir sonuç için birkaç önemli kural vardır. 

 

Bu kurallardan birincisi; bir mesajı aktarmaya, anlatmaya çalışan kişiyle ilgilidir. Buna kısaca anlatan veya aktaran diyebilirsiniz.

 

İkincisi; mesajın aktarılacağı kişi, muhatap ile ilgilidir. Buna da anlatılan veya aktarılan diyebilirsiniz.

 

Üçüncüsü de iletişim esnasında kurulan bağlarla veya insibağ diye bildiğimiz kavramla ilgilidir. Bu da yazımızda kısaca “İnsibağ” kavramıyla ifade edilecektir.

 

Anlatan

 

Anlatacak kişi, anlatmak veya aktarmak istediği konuları bilmeli, onları doğru ifade edebilme becerisine sahip olmalıdır. Özellikle dini konularda bir mezhebin, bir alimin veya şeyhin görüşleri yerine aslen Kur’an ve hadislerin ne dediğini bilmek önemlidir. Kur’an ve hadisleri temel, diğer anlatımları yani alimlerin, mezheplerin görüşlerini de şerh, yorum gibi ele alarak değerlendirmelidir ki gelebilecek sorulara daha tutarlı cevaplar verilebilsin.

 

Bunun yanında anlatılacak konuların tesirinin kendi üzerinde de görünüyor olmasını sağlamak önemlidir. Bu görünürlük her zaman kesin bir şart değildir ancak bazı açılardan büyük faydası olacaktır.

 

Örneğin bir doktor, kalp ve solunum rahatsızlığı şikayetiyle gelen hastasına tahlil, EKG, solunum testi sonuçlarını gösterir ve “Sigarayı bırak!” derse ancak doktorun kendisi de sigara içiyor olsa o hasta doktora “Sen kendine bak!” diyemez. Hastanın sigara içmemesi gerekmektedir ve bu durumun doktorun sigara kullanmasıyla ilgisi yoktur. Veya girişimcilik dersleri veren, girişimcilik konularında akademik düzeyde uzman olan birisi bu konuda ders verirken dinleyenlerin “Madem bu kadar biliyorsun kendin neden bir şirket kurmadın?” demeleri anlamsız olur. Girişimcilik dersleri veren kişinin kendisinin bir şirket kurmaması, o konuda başarısız olması, o konuları bilmesiyle ve ders olarak aktarma becerisine sahip olmasıyla ilgili değildir. Çünkü bir konuyu bilmek ve iyi bir şekilde anlatabilmek başka bir beceridir.

 

Ancak ahlaka dair davranışlarda ve iletişimlerde pek çok meselede anlatılan şeylerin en azından bir kısmının anlatan kişide görünmesi beklenilir. 

 

Anlatılan

 

Karşı tarafın mevcut bilgisi, anlayış düzeyi açısından bir meselenin nasıl aktarılabileceği iyi düşünülmelidir. Türkiye şartlarında dine en uzak duran insanlar bile gerek zorunlu din derslerinden gerekse kültürel etkilenmeden dolayı İslam hakkında az çok bilgi sahibidir. Ancak başka bir kültürdeki yabancı bir gayri müslim bunları bilemeyebilir. Bu durumda muhataba bir şeyler anlatılacaksa meselelerin o yabancı kültürdeki paralel örnekleri, benzerleri veya karşılıkları üzerinden anlatılabilmesi iyi olacaktır. Örneğin bizdeki evliya kavramına paralel olarak Hristiyan kültürlerde aziz kavramı, evliya menkıbelerine karşılık azizlerin gösterdiği olağanüstülükler ve bu hikayelerdeki temel mesajların bilinmesi faydalı olacaktır. Bunun yanında Kur’an ve İncil ile Tevrat arasındaki ortak konular, genel meselelere yaklaşımlar gibi en azından temel ortak konuların bilinmesi de önemlidir.

 

Farklı bir nokta olarak, bir şey anlatmak istenilen kişide mesajı aktarabilmek için gereken bir arayış veya değişime hazır olma hâlinin bulunması önemlidir.

 

Bu konuda çocuklar ve gençler açısından bir avantaj vardır çünkü onlar çocuklukları ve gençlikleri itibariyle daha boş, herhangi bir şeyle doldurulmaya ve işlenmeye daha uygun ve açıktırlar. Yeni şeyleri denemeye veya benimsemeye kendiliğinden hazır bir hâldedirler. Bu kişilerle aile, akrabalık, öğretmenlik, komşuluk, arkadaşlık gibi bağlarınız var ise onların değişime veya yeni şeyleri almaya hazır olmaları nedeniyle kendileri bizzat talep etmeseler bile sizin anlattıklarınız, aktardıklarınız, yönlendirmeleriniz onlarda olumlu bir karşılık bulabilir, onlar tarafından kabul edilebilir.

 

Ancak bir insan yetişkinlikte ilerledikçe, kendi içinde bizzat bir arayış hâli de bulunmadıkça (istisnalar olmakla birlikte) genellikle o insana pek bir şey anlatamadığınızı, onun pek bir şey dinlemediğini ve benimsemeyeceğini önceden görebilirsiniz.

 

Burada şu noktayı da eklemek zorundayız: Bir insan yaşı ne kadar ilerlerse ilerlesin, ne kadar yetişkin olursa olsun, az çok bir entelektüel merak sahibi ise veya sıradan bir iletişim halinde iken konu bir şekilde tebliğ konusu olabilecek konulara gelmişse o insana bir şeyler aktarılabilir. Veya bazı hassas durumlarda da böyle olumlu bir aktarım gerçekleşebilir. Örneğin yetişkin bir gayri müslimin bir yakınının ağır veya normal hasta olması durumunda o kişi Allah’a ve ahirete iman, kanaat, sabır, şükür, musibetlerin ahirette bir karşılığının olması gibi konuları dinleyebilecek hale gelebilir. Veya uluslararası gündemi de meşgul eden bir mesele konuşulurken bir şekilde o konuyu samimi bir şekilde merak eden kişiye aktarma şansı olabilir. Böylesi imkanlar da değerlendirilebilir.

İnsibağ

 

Bu kelime kavramsal olarak “boyanma” anlamına gelir ve kültürümüzde daha çok bir sohbet atmosferindeki kişilerin o manevi atmosferden etkilenmeleri anlamında kullanılır. 

 

Elbette bu etkilenme sadece manevi bir atmosferin oluştuğu ortamlar için geçerli değildir. Her insan birbirinden etkilenir. Herkes iletişimde ve ilişkide olduğu kişinin rengiyle az çok boyanır. “Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.”, “Kişi arkadaşının dini üzeredir.”, “Kömürcünün yanında durursanız is kokarsınız, misk dükkanında durursanız misk kokarsınız.” gibi sözler ortamın insan üzerindeki etkisini belirtir. Hatta “Yazık bana. Keşke filancayı dost edinmeseydim.”1 ayeti de bir yönüyle bu hakikati ifade eder. 

 

İnsanın insandan etkilenmesi çok önemli bir hakikattir ve önceden tahmin edilemeyecek güzelliklere neden olabilir. Örneğin üniversite gençliğinin lakaytlığı içinde kendi aralarında rahatlıkla küfürlü konuşabilen bir arkadaş grubu vardır ancak o gruptan bir tanesi hiç küfür etmeyen, her zaman temiz konuşan birisidir. Küfürlü konuşan arkadaşlar o arkadaşlarının yanında onun böyle bir talebi ve açık mesajı olmamasına rağmen küfürlü konuşmamaya dikkat etmektedirler. Bunun gibi pek çok örnek sıralanabilir. Bu nedenle parantez olarak belirtelim ki; bireysel olarak maneviyatınıza zarar verecek iş, okul gibi ortamlarda mecburen bulunuyorsanız yalnız kaldığınız zamanlarda istiğfar ve dua ile o olumsuz insibağın etkilerini üzerinizden silmeye çalışmalısınız.

 

Diğer yandan insibağ, arada sırada görüşülen kişiler ve gruplar için çok da geçerli olmayabilir. Bir insibağın oluşması için belli bir süre ve belli bir mesafe yakınlık gerekir. 

 

Sonuçta muhataplarınızın bir konuda aktif arayışları olmasa hatta bilinçli olarak manevi bir mesaja veya aktarıma direnseler bile ahlaklı ve temiz davranışlardan, güzel sözlerden az çok etkilenmeleri kaçınılmazdır.

 

İnsibağda Ara Faktörler

 

Bu insibağ meselesinin de kendi içinde birkaç farklı boyutuna, ara faktörlere temas etmeliyiz.

 

Bu ara faktörlerden en önemlisi samimiyettir. Yani insanlar arası ilişkilerdeki sıcaklık, dostluk, arkadaşlık ve ülfet manalarındaki samimiyettir. Muhatapla aranızda bir samimiyetin, en azından resmiyeti az da olsa aşmış bir arkadaşlığın bulunması önemlidir.

 

İkinci bir ara faktör kredibilite de diyebileceğimiz güven veya kale alınma, önemsenme meselesidir.

 

Bir başka ara faktör de belirli iletişim ve bir şeyleri anlatabilme ve gözlem becerileridir. Yani konuşan kişinin muhatabın durumundan haberdar olması, onun seviyesini, karakterini bilmesi ve mizacını tanımasıdır.

 

Bu konuda eskiden çocuk kitaplarında anlatılan bir hikaye vardır. Duyma yetisi çok zayıf birisi hasta bir arkadaşını ziyarete giderken arkadaşının söylediklerini duyamayacağını bildiğinden kafasında şöyle bir olay kurgular: “Ben ona “Nasılsın?” diye sorarım, o da “İyiyim” der, ben de “Oh ne güzel, çok sevindim.” derim. Daha sonra “Sana hangi doktor bakıyor?” diye sorarım, o da bir doktor ismi verir, ben de “O çok tecrübeli bir doktordur, işinde çok maharetlidir, ona devam et.” derim.” diye düşünür. Hasta olan arkadaşının yanına girdiğinde “Nasılsın?” diye sorar ancak arkadaşı “Çok kötüyüm, perişanım.” der. Bunun üzerine kahramanımız “Oh ne iyi, çok sevindim.” der. Tekrar “Sana hangi doktor bakıyor?” diye sorunca arkadaşı “Doktorluk işim kalmadı, artık bize Azrail bakıyor.” deyince “O çok tecrübelidir, işinde çok maharetlidir, onunla devam et” der.

 

Bu basit gibi görünen hikaye aslında yaygın ve dramatik bir realiteyi ifade etmektedir ki o da şudur: İnsanların çoğu bir iletişim esnasında aslında sadece kendi zihnindekileri söyleme derdindedirler. Bu söyledikleri karşı tarafta nasıl bir etki oluşturur, nasıl bir sonuç alınır, bu yönlere pek dikkat etmezler. Özellikle tebliğ konusunda böyle bir durum çok ciddi bir iletişim hatasıdır.

 

Ayrıca örneğin bazı ebeveynler pek ders çalışmaya şevki olmayan çocukları üzerinde bir baskı oluşturmaya çalışırlar. Ancak çocukta başarısızlık korkusu vardır. Ebeveynler bu konuda ödül ve cezayı artırmayı tercih ederler ancak ödül ve ceza arttıkça çocuktaki başarısızlık korkusu daha da artmaktadır. Böylesi iletişim faciaları tebliğ konusunda da yaşanabilmektedir. Örneğin tesettür veya namaz konularında muhataba öyle şeyler anlatılır ki bu anlatılanların karşı tarafta olumlu bir etki uyandırması, dinleyen kişinin anlatılanlardan rahatsız olmaması mümkün değildir. Bu nedenle muhatapla empati yapabilme, karşı tarafın anlatılanlardan ne anladığını ve nasıl-ne derece etkilendiğini gözlemleyebilme önemlidir.

 

Bu konunun insanların mizaçlarıyla da yakın ilgisi vardır. Örneğin zaten sıcakkanlı, neşeli, dışa dönük, her ortama uyum sağlayabilen kimseler tebliğ noktasında mizacen avantajlıdırlar. Yurtdışında iş arkadaşlarıyla dışarı çıkıp onlarla vakit geçirebilen ancak kendini arkadaşlarıyla beraber içki içmek zorunda hissetmeyen, arkadaşları içki içerken kendisi örneğin soda içebilen ve bundan da hiçbir kompleks duymayan, o ortama uyum sağlayabilen, muhabbete katılabilen insanlar vardır. Bu tip insanların bir şeyler anlatması daha farklı etkiler doğurabilir.

 

O ortamlara giremeyen, biraz daha içe dönük, ciddi duran ancak işinde oldukça başarılı ve bu başarı çerçevesinde başka insanlarla bir iletişim kurmuş bir Müslümanın anlatış tarzı ve anlattıkları da kendine göre daha farklı ve olumlu etkiler uyandırabilir.

 

İletişimin İlk Aşamasında Tebliğ Yapmamaya Dair

 

Yabancı bir ortamda veya gayrimüslim bir ülkede insan, iletişimin başlangıcında tebliğ yapmaya çalışmamalıdır. 

 

Örneğin büyükşehirde yaşayıp da ancak bayramlarda memleketine giden bir üniversite öğrencisi memleketindeki yakınlarıyla bir sohbet ortamındayken dini konularla ilgili bir tartışma yaşansa o genç oradaki yakınlarına pek bir şey anlatamayacaktır. Çünkü insanın yılda 1-2 kez görüştüğü ve özellikle de kendisinden yaşça büyük insanlar karşısında pek bir kredibilitesi olmayacaktır. 

 

Bir insanın karşısındakini etkilemesi, bir konuda ikna etmesi veya sözlerinin muhatabı tarafından kabul edilebilir bulunmasında kredibilite sahibi olması oldukça önemlidir.

 

Diğer yandan bu kredi farklı yollarla da tesis edilebilir. Örneğin yukarıda verilen örnekte hastasına “Sigarayı bırak!” diyen doktor kendiliğinden böyle bir krediye sahiptir. İşinde veya eğitim hayatında başarılı olmak da ilişkili olduğunuz insanlar arasında bir kredinizin oluşmasını sağlayacaktır. Yaşayışınızla, oturup kalkışınızla, tavırlarınızla, nezaketinizle, insanların sizde kontrol ettikleri yönlerinizin olumlu olmasıyla, mesela kanunlara saygılı olmanızla, komşularınıza iyi davranmanızla da o insanlar arasında belli bir krediye ulaşmış olursunuz. Siz fark etseniz de etmeseniz de insanlar sizi farklı açılardan gözlemlerler, kontrol ederler, sizin hakkınızda yorum ve değerlendirmelerde bulunurlar. Özellikle yabancı kültürlerde böylesi kontrollere daha sık rastlanır. Apartmana yeni taşınan bir kiracı bile o apartmanda daha önce oturanlar tarafından belirli bir süre gözlemlenir, değerlendirilir ve o kiracıyla ilişkiler buna göre devam ettirilir. Bu durum dünyanın her yerinde geçerlidir.

 

Bazen de insanlar arasında herhangi bir konuda bilgili olduğunuz bilinmiyorsa, karşı taraf bu tip konuların konuşulmasına açık değilse, arada bir samimiyet de kurulmamışsa, kendinizi anlatmaya çalışmak yerine başka birileriyle iletişim kurmaya çalışmak gerekir. Çünkü böyle bir durumda anlatılacak konuyu onların nezdinde kırık dökük bir hâle getirebilirsiniz. Özellikle imani meselelerin iletişim ve anlatım esnasında kolunun kanadının kırılmaması önemlidir. Çünkü karşı tarafta oluşturulacak olumsuz bir izlenim muhatabınızı o konulara daha da dirençli hâle getirebilir.

 

Bazı kredilerin tesis edilmesi zaman alacaktır. İşin doğrusu bu konuda realist davranmak gerekir. Yabancı bir ülkede, yabancı bir kültürdesiniz. Belki o ülkenin dilini rahat ve sakin konuşamıyorsunuzdur. Dil meselesi de şu yüzden önemlidir: Türkçeyi daha eğitimsiz, doğru kullanmayan veya şiveli konuşan birisinin söylediklerine ister istemez daha az itibar edilir. Yani yaşadığınız ülkenin dilini verimsiz, kötü bir telaffuzla ve çok az kelime bilerek konuşmaya çalışınca daha az kale alınmanız, daha az önemsenmeniz mümkündür. Bu da son derece doğaldır.

 

İnsanlarla kurduğunuz ilişkinin yakınlığı, samimiyeti ve sıcaklığı nispetinde de kredi limitiniz artmış olacaktır. Sonuçta insanlar yakın çevrelerine uzak çevrelerinden daha çok güvenirler. Tabii bunun da kendi içinde ölçüleri ve sınırları olacaktır. Örneğin yabancı arkadaşınızla golf, bilardo veya bilgisayar oyunu oynuyorsunuzdur. Oyun esnasında konuyu dine diyanete getirip bir şeyler anlatmaya çalışmanız bazen yersiz olabilir.

 

Müslüman İmajı Oluşturmak

 

Gayrimüslimlere dini tebliğ noktasında realist olmak çok önemlidir. Gayrimüslimlerin belki çoğunun zihninde var olan “genel Müslüman imajı” meselesini de ciddiye almak ve konuya bu açıdan bakmak faydalı olacaktır.

 

Siz yaşayışınızla, konuşmalarınızla, hareketlerinizle karşı tarafta olumlu bir imaj oluşturduğunuzda “Aslında Müslümanlar terörist ve genelde pis insanlar ama sen farklısın.” gibi tepkiler alırsınız. Bu tepkiler giderek hakkınızda “Senden terörist olmaz, pis bir insan da değilsin. Hatta neredeyse iyi bir Hristiyan sayılırsın.” düşüncelerine de dönüşebilir.

 

Gayrimüslimlere kendiniz hakkında böyle bir bakış açısı kazandırmak da bir tebliğ sayılır. Evet, bir gayrimüslimin “Müslümanların hepsi de terörist, pis, cahil insanlar değilmiş. İçlerinde bilgili, kültürlü, nezaketli, barışçıl insanlar da varmış.” demesi, mutlak küfre göre şüpheli küfrün daha iyi olması gibidir. Yani “Allah yok, Kur’an insan sözü, Müslümanların hepsi cahil ve terörist.” diyen, küfrünü bir dava olarak savunan bir kafirin “Allah belki de vardır, Kur’an Tanrı sözü de olabilir.” demesi nasıl ki kendisi açısından bir terakki ise bir gayrimüslimin zihnindeki mutlak kötü Müslüman imajını az da olsa olumluya çevirmek onun için bir terakki sayılacaktır. Bu terakki de kesinlikle küçümsenmemelidir.

 

Böyle bir terakki bir sonraki adımda “Kur’an’ın bazı konulara yaklaşımı güzelmiş.”, “İslam peygamberinin bazı sözleri aslında çok faydalıymış.” noktası olabilir, o ilk terakki adımı o insanı bu noktaya getirebilir.

 

Ayrıca Müslümanlarla veya dinini yaşayan Müslümanların belirli bir grubuyla temasa geçilebilir, iletişim kurulabilir. Akıllı, makul ve mantıklı insanlarla beraber projeler yapılabilir. Bu da olumlu bir imajın tesisinde faydalı olacaktır.

 

Bu arada “imaj oluşturmak” derken kastımız aslında var olmayan bir özelliğinizi karşı tarafa varmış gibi göstermek değildir. Var olan olumlu yönlerinizin karşı tarafça algılanmasını, fark edilmesini sağlayabilmektir.

 

İmaj oluşturmanın önemi o kadar büyüktür ki bunun bir tık üstü bir gayrimüslimin kelime-i şehadet getirmesidir denilebilir. Evet, bazı durumlarda bazı gayrimüslimlerin kelime-i şehadet getirerek İslam’a geçtiklerine ve dini güzelce yaşamaya çalıştıklarına rastlayabiliriz. Ancak bu her zaman olacak bir şey değildir. Şartlarımız, durumlarımız, dünyanın genel iklimi ve havası böyle bir şey için uygun değil.

 

Bu noktada herhangi bir nedenle yabancı bir ülkede yaşamak durumunda kalan insanların en büyük hedefi o ülkedeki gayrimüslimlere “Müslümanlar iyi insanlar.” dedirtebilmek olmalıdır. En azından “Bazı Müslümanlar iyi, bilgili, kültürlü, temiz, eğitimli, güvenilir insanlar. Onlarla iş yapabiliriz, komşuluk ilişkileri kurabiliriz.” dedirtmek son derece önemlidir. Gerisi insanların arayışlarına bakar. Evet, bazen karşınıza böyle insanlar çıkabilir. Yaşadığı bunalımlar, olumsuz hayat tecrübeleri olmuş insanlar vardır. Bu insanlar Allah Teala ile bağ kurma çabası içindedirler veya daha genel bir ifadeyle mistik bir arayış hâlindedirler. Zaten gayrimüslim ülkelerde İslam’a girişlerin önemli bir kısmının tasavvuf yoluyla veya Mevlana, İbn-i Arabi gibi isimler vesilesiyle olmasının bir nedeni de budur. Çünkü böyle insanlar Müslümanların gelişim düzeyleriyle, bilgi ve görgü seviyeleriyle pek ilgilenmezler. Yaşadıkları durum belirli bir kaynakta kendi kalbini tatmin edecek bir şeyler bulunmasını gerektirir.

 

Bir başka husus, organize bir şekilde tebliğde bulunma, bir şeyler anlatma çabası içindeki gruplarla ilgilidir. Oralarda bazı rolleri üstlenme, görev alma da kişinin bu konuda aktif bir gayret içinde olmasını sağlayabilir.

 

Kısacası: Öncelikle gayrimüslim bir coğrafyada var olma ve orada kabullenilme; güvenilir, verimli, temiz, aklı başında, sözü dinlenir bir insan olarak bilinmeye bağlıdır. Burada esas olan öyle olmadığı hâlde öyle bilinmek değildir, gerçekten öyle olup da öyle olduğunu aktarabilmektir. Bunun için de geniş, uzun vadeli ilişkiler, arkadaşlıklar, samimi bağlar kurmak için çaba sarf edilmelidir. 

 

Bu bağları kurmak da herkesin mizacı ölçüsünde olacaktır. Mizaç meselesi önemlidir. Çünkü insanların içe dönük veya dışa dönük olmaları, meseleleri teknik veya rahatsız etmeyecek bir şekilde aktarabilecek iletişim ve konuşma becerilerine sahip olmaları mizaçlarıyla yakından ilgilidir. Bir kişi için dikilen elbise bir başkasına tam uymayabilir. Herkes aynı beden ölçülerine sahip olmadığı gibi aynı düşünce, aynı konuşma, aynı anlayış tarzlarına da sahip değildir. Dolayısıyla her konunun, her yerde, her ortamda, herkese aynı şekilde aktarılması da doğru olmayacaktır. Mesela Ömer karakterli biri iseniz bir haksızlığı giderme adına biraz sert müdahalelerde bulunabilirsiniz ve karşılığında alacağınız tepkilere de, başınıza geleceklere de o karaktere sahip olduğunuz için dayanabilirsiniz. Bir başkası ise Ali mizacına sahiptir ve anlatacağı konulara hakim, içinde bulunduğu coğrafyanın dilini ve kültürünü de bilen, konuların tesirini kendi üzerinde de gösteren birisidir ve tatlı dili, hikmetli konuşmaları ile o coğrafyada zamanla bir sohbet halkası bile oluşturabilir.

 


1 ) Furkan, 28