Zikir ve duaları belli sayılarda çekmek
Soru: Belli durumlar için belli sayılarda zikir çekmenin sebebi nedir? Mesela duaların kabulü için 180 es-Semi’ veya isteklerin olması için 206 Ya Cebbar zikri gibi tavsiyeler veriliyor. Bu tavsiyelerde kesin sayı verilmesinin sebebi nedir?
Cevap: Kur’an’da veya hadislerde herhangi bir esmanın belli sayıda zikredilmesine dair bir tavsiye geçmemektedir. Yanlış anlaşılmasın, Esma ül Hüsna ile dua edildiğine, edilebileceğine, edilmesi gerektiğine dair ayet ve hadisler vardır ancak bir kişinin kendi başına Esma ül Hüsna’dan birini belli bir sayıda tekrar etmesiyle ilgili hiçbir ayet ve sahih hadis yoktur.
Kur’an’da Esma ül Hüsna genellikle tek başına kullanılmaz. Bir ayetin içerisinde Allah Teala’nın (daha çok o ayette anlatılan konuyla ilgili isim ve sıfatların) bir vasfı, sıfatı veya ismi olarak geçer. Dolayısıyla Allah'ın belli bir isminin belli bir sayıyla zikri Kur’an’da yer almamaktadır.
Diğer yandan nasıl dua edileceğini, dualarımızın nasıl daha anlamlı, kıymetli ve bereketli olabileceğini kendisinden öğrendiğimiz Efendimiz’in (sas) hadislerinde bazı zikir ve tesbihlerin tekrar edilebileceğine dair işaretler ve tavsiyeler vardır.
Örnek olarak şu hadisleri verebiliriz:
-“Sizden önde gidenlere yetişebileceğiniz, sizden sonra gelenleri geçebileceğiniz, sizin yaptığınızı yapanlar dışında herkesten üstün olacağınız bir şeyi haber vereyim mi?” diye sordu.
“Evet, söyle yâ Resûlallah!” dediler.
“Her farz namazın peşinden otuz üçer defa Sübhânallah, Allâhü ekber, Elhamdülillah dersiniz.”1
“Kim her sabah ve her akşam üç defa bu duayı (Bismillâhillezi lâ yedurru ma’asmihi şey’ün fil erdı ve lâ fissemâi ve hüves-semi’ul alim.) okursa ona hiçbir şey zarar vermez.2
“Kim, ‘Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâşerîke leh, lehu’l mülkü ve lehu’l hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ duasını bir günde yüz kere söylerse, kendisine on köle âzad etmiş gibi sevab verilir, ayrıca lehine yüz sevab yazılır ve yüz günahı da silinir. Bu, ayrıca üç gün akşama kadar onu şeytana karşı muhafaza eder. Bundan daha fazlasını okumayan hiçbir kimse, o adamınkinden daha efdal bir amel de getiremez. Kim de bir günde yüz kere ‘Sübhânallahi ve bihamdihi’ derse hataları dökülür, hatta denizin köpüğü kadar (çok) olsa bile.”3
"Sabah namazını kıldığında hiç kimseyle konuşmadan önce yedi defa 'Allahümme ecirnî minennar’ de. Eğer o gün ölürsen, Allah senin için cehennem ateşinden koruyucu bir berat yazar. Akşam namazını kıldığında hiç kimseyle konuşmadan önce yedi defa 'Allahümme ecirnî minennar’ de. Eğer o gece ölürsen Allah senin için Cehennem ateşinden koruyucu bir berat yazar.”4
Bu hadislere de dikkat edildiğinde görülecektir ki, tavsiye edilen dualar veya zikirler tam bir cümle, tam bir ibaredir. Yani bu ve benzeri hadislerde de tek başına Esma ül Hüsna’dan herhangi birisinin belirli bir sayıyla zikri yoktur.
Yahut örneğin Kur’an’da geçen Hz. Süleyman’ın (as) “Rabbigfir lî veheb lî mulken lâ yenbagî li ehadin min ba’dî, inneke entel vehhâb.” (Rabbim! Beni mağfiret eyle, bağışla. Bana, benden sonra kimseye müyesser olmayacak bir mülk, bir saltanat bahşet. Şüphesiz sen Vehhabsın, çok bahşedensin.”5 duasının sonu Esma ül Hüsna’dan Vehhab ism-i şerifiyle bitmektedir. Ancak bu duada da Hz. Süleyman (as) bir yere oturup eline tesbihi alıp el-Vehhab ismini ebced değeri olan 14 kere tekrarlamamıştır. Başı sonu belli bir ibarenin sonunu el-Vehhab ism-i şerifiyle güzel bir şekilde bağlayıp tamamlamıştır.
Kur’an’da özellikle peygamber dualarında sonu “İnneke ente’l Azizül Hakim, İnneke ente’t TevvabürRahim, ente HayrurRâhimîn” gibi Esma ül Hüsna’dan biri veya birkaçıyla biten duaların her biri başı sonu belli dua cümleleridir, belirli ibarelerdir. Hiçbirisi Esma ül Hüsna’dan herhangi bir ismin tek başına alınıp herhangi bir sayıda tekrarı değildir.
Yine örneğin Efendimiz’in (sas) uygulamalarında şifa duası şu şekildedir: “Allahümme Rabbe’n-Nâs! Ezhibi’l be’se, veşfihi, ve ente’ş-Şâfî. Lâ şifâe illa şifâuke. Şifaen la yüğâdiru sekamâ.” (Ey İnsanları Rabbi olan Allah’ım! Bu ızdırabı gider. Şifa veren sensin. Senden başka Şafi, şifa veren yoktur. Sen hiç hastalık bırakmayacak bir şifa ver.)6
Bu örnekte de Efendimiz (sas) 391 defa Ya Şafi çekin gibi bir tavsiyede bulunmamış, bir dua cümlesinde Şâfi ismini duanın sebebi olarak saymıştır. Duanın sebebi olarak Şâfi isminin telaffuz edilmesi demek, şifayı verecek olanın Allah Teala olması demektir.
Sonuç olarak gerek Kur’an’da anlatıldığı şekilde peygamberlerin gerekse Efendimiz’in (sas) Allah Teala’nın güzel isimlerinden herhangi birisini belirli bir sayıda tekrar ederek dua ettiğine dair bir örneğe rastlamıyoruz. Sahabe efendilerimiz arasında böyle bir uygulama da kaynaklarda geçmemektedir.
Zaman içinde Esma ül Hüsna’dan herhangi bir ismin belirli bir sayıda tekrarı ile zikredilmesi ve zikrin sonunda bir dua yapılması veya o zikrin bir dua niyetiyle yapılması şeklinde bazı uygulamalar oluşmuştur.
Bu uygulamalara yüzde yüz yanlış veya bidat diyemeyiz. Ancak bunların Efendimiz’in (sas) ve ashabının uygulamalarına yüzde yüz uygun olduğunu da söyleyemeyiz. Diğer yandan Efendimiz’in (sas) Allah Teala’ya Esma ül Hüsna ile dua ettiği doğrudur, vakidir. Ancak Esma ül Hüsna’dan sadece bir tanesini belli bir sayı ile tekrar ederek, örneğin eş-Şâfî ismini 391 kere tekrar ederek Allah Teala’dan şifa istemesi gibi bir durum söz konusu değildir. İkisinin farkı iyi anlaşılmalıdır.
Bu arada “isim” kavramı da günümüzde olması gerektiğinden biraz farklı anlaşılabilmektedir. İsim, herhangi bir varlığın ne olduğunu anlatmak için kullandığımız kelimelerdir. İsim adını verdiğimiz kelimeler isim verilen varlığın belirli özelliklerine göndermede bulunurlar. Bu yönüyle isimler bazen sıfat olarak da kullanılabilmektedir. Örneğin bir insanın ismi Ahmet olsun. Bu Ahmet isimli insan hem zeki, hem bilgili, hem becerikli bir insan olsun. Diğer yandan hem doktor, hem iyi bir Tıp hocası, hem iyi bir matematikçi, hem iyi bir müzisyen olsun. Bu yönüyle Ahmet isimli insana hem tedavi olmak için gidilebilir hem kendisine tıp hakkında sorular sorulabilir hem onun matematik bilgisinden istifade edilebilir hem de onun ağzından güzel bir müzik dinlenilebilir. Şahıs aynıdır fakat özellikleri, nitelikleri birden fazladır. Bu noktada şahsın aynı olması ile isimlerin ve özelliklerin birden fazla olması ayrımı unutulmamalıdır.
Allah Teala da zatında birdir ve tektir. Allah Teala’nın Âlim, Rahman, Rahim, Melik, Kuddüs, Selâm, Mümin, Müheymin, Aziz, Cebbar, Mütekebbir, Hâlık, Bâri’, Musavvir, Azîz, Hakîm, Şâfî gibi isimleri ve sıfatları O'nun özelliklerinden ibarettir. Bu isim ve sıfatların kendilerine ait müstakil ve ayrı bir varlıkları yoktur.
Bu nedenle bir insan hasta bir arkadaşına “Allah sana Şâfî ismiyle şifa versin.” dediği zaman aslında anlam yanlış değildir. Burada aslında “Allah Teala sana şifa versin.” demek istenilmiştir. Şâfî isminin öne çıkarılması Allah Teala’nın bu isme de sahip olması, şifa verme özelliğinin bulunmasıdır. Bu bağlamda Allah Teala’nın örneğin Musavvir veya Rezzak olma özellikleriyle değil de şifa veren, Şâfî özelliğiyle şifa vermesi istenilmiştir. Bu da makuldür. Ancak unutulmamalıdır ki bu noktada şifa veren Allah Teala’nın bizzat kendi zatıdır. Onun Şâfi isminin zatından ayrı bir varlığı yoktur ki Şafi ismi şifa vermiş olsun. Bu ayrım ne kadar ince gibi görünse de dikkat edilmesi gereken bir noktadır.
Şu da bilinmelidir ki: Bir insan eğer Esma ül Hüsna’dan bir ismi belli bir sayıyla tekrar edecekse, örneğin es-Selâm ismini zikredecekse, “Yâ Selâm, sen Selâmsın (bütün selametlerin kaynağısın) bana selamet ver.” şeklinde dua etmesi veya zikrin sonuna bu duayı eklemesi, zikri çekerken de bu manayı unutmaması, sürekli aklında tutması, zikri bu manayla beraber çekmesi sünnete daha uygundur.
Ebced değerleri ise dinî bir kaynağı olmayan bir konudur. Ebced, Arap alfabesinde harflerin taşıdığı sayı değerlerine dayanan bir hesap sistemidir. Amacı Arap alfabesindeki harflerin kolay ezberlenebilmesidir. Eski çağlarda geliştirilmiş bu formül Babillilerin kullandığı Nabati dilinden Arami ve İbrani kültürüne, oradan da Arap kültürüne geçmiştir. Eski çağlarda Hint, Yunan, Mısır ve Mezopotamya kültürlerinde bu uygulamalara sıkça rastlanmaktadır. Dolayısıyla bu konu kültürel ve tarihsel bir mevzu olup dini bir mesele veya sadece sadece Müslümanlara mahsus değildir.
Hadislerde ebcedle ilgili tek bir rivayet vardır. Bu rivayete göre:
“Elif Lâm Mîm, Zâlike’l Kitâb…” ayeti nazil olduğunda bir grup Yahudi Allah Rasulü’ne (sas) gelerek; Kendisinden öce gelen bütün peygamberlere Allah Teala tarafından ümmetlerinin ömrünün bildirildiğini, dolayısıyla ümmet-i Muhammed'in ömrünün ne kadar olduğunu söylemesini istediler. Efendimiz (sas) cevap vermeden Yahudi grubun içindeki Huyey isimli birisi “Elif: 1 Lam: 30 Mim: 40 olmak üzere toplamı 71 eder. (Senin ümmetinin ve dininin ömrü bu kadardır.) 71 yıl sürecek bir dine girmeye değer mi?” dedi. Sonra “Ya Muhammed! Buna benzer başka harfler var mı?” diye sorunca Efendimiz “Evet! Alif, Lam, Mim Sad” harflerinden oluşan Araf suresinin 1. ayetini okudu. Huyey “Vallahi bu daha uzun bir süredir, toplam 161 yıl eder. Başka var mı?” deyince Efendimiz (sas) “Alif Lam Ra” olan Rad suresinin 1. ayetini okudu. Huyey “Bu daha uzundur. Toplamı 271 yıl eder” dedikten sonra “Ya Muhammed! Senin işin bize karışık geldi. Bize az mı çok mu söylediğini bilemiyoruz.” dedi ve Yahudi topluluğu o ortamdan ayrıldılar. Huyey'in kardeşi Ebu Yasir ve diğer hahamlar, "Ne biliyorsunuz, belki de bu rakamların tamamının toplamı 734 yıl eder ki Muhammed içindir. Onun işi bize karmaşık göründü.” dediler.7
Aslında bu vaka sahih hadis kaynaklarında bu hâliyle yer almamaktadır ancak siyer ve tarih kaynaklarında geçmektedir. Bu yönüyle doğruluğu tartışmaya açıktır. Bununla birlikte sahih kabul edilse bile burada ebced ve cifri Efendimiz’in (sas) kabul ederek kullandığı söylenemez. Olayın gidişatından açık bir şekilde görülmektedir ki Yahudiler, Efendimiz’e (sas) karşı bu konuda muaraza etmek istemişler Efendimiz (sas) de onlara karşılık vermiştir. Yahudiler arasında ebced ve cifir son derece önemlidir hatta bazı kaynaklarda Yahudi din adamlarının bazı dini hükümleri ebced ve cifirden yola çıkarak oluşturdukları söylenmiştir. Huruf-u Mukatta adı verilen harfler de Yahudilere ilginç gelmiş, bu harflerden ümmet-i Muhammed’in ömrünü hesap etmeye çalışmışlar, ilk hesaplamalarına göre kısa bir süre tespit etmişlerdir. Durumu Efendimiz’e (sas) söyleyince Efendimiz (sas) de adeta “Siz öyle hesaplıyorsunuz ama sizin mantığınıza göre şu şu harfler de var. Onları da hesaplayın bakalım.” deyince ümmetin ömrü daha uzun çıkmış, bu duruma tahammül edemeyen Yahudiler oradan ayrılmışlardır.
Buradan Efendimiz’in (sas) Yahudilerin hesap mantığını kabul ettiğine dair bir delil çıkmamaktadır. Çünkü bir muarazada veya münazarada bir tarafın karşı tarafın ilkesini kullanarak onu mağlup etmeye çalışması normal bir taktiktir.
Dolayısıyla Esma ül Hüsna’dan herhangi bir ismin ebced değerindeki karşılığı olan sayı kadar tekrar edilmesi şeklinde bir uygulama da Kur’an ve hadislerde yoktur. Ancak bazı salih insanların bu noktada belli tavsiyelerine rastlanmaktadır. Esma-ül Hüsna’nın o insanların verdikleri sayılar kadar okunması mutlak manada bidattir denilemez. Ancak o sayılar kadar okunması da şart değildir ve o sayıları yuvarlayarak okumak da mümkündür. Çünkü bazı insanlar da Fenikeliler, Aramiler veya İbraniler, Mısırlılar vb. antik uygarlıkların kendi alfabelerindeki harflere verdikleri sayı değerlerine adeta kutsal bir anlam izafe ederek bu sayıları Esma ül Hüsna’ya uyarlamayı saygısızlık addedebilirler. Ancak bu da mutlak bir hüküm olmayacaktır.
Diğer yandan Kur’an ve sünnetten öğrendiğimiz kadarıyla dua edecek kişinin duasında Allah Teala’ya kendi hâlini arz ettikten sonra Allah Teala’nın konuyla ilgili isim veya sıfatını zikrederek istemesi temel bir kaidedir veya duanın edebidir denilebilir. Mesela Hz. Yunus (as) balığın karnında iken yaptığı duasında bir talep cümlesi bile kurmamıştır. “La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin (Senden başka ilah yoktur, sen bütün noksanlıklardan münezzehsin, ben ise muhakkak ki zalimlerden oldum.)” demiştir. Hepsi bu kadardır. Bu bir arz-ı hâldir, kendi hâlini ve perişaniyetini Allah Teala’ya arz etmektir. Nitekim Hz. Eyyüb (as) de hastalığın en şiddetli zamanlarında “Rabbi innî messeniyeddurru ve ente Erhamürrahimin (Rabbim, muhakkak ki zarar bana artık ciddi anlamda dokundu, sen ise Erhamürrahiminsin, merhametlilerin en merhametlisisin.)” demiştir. Burada da bir talep cümlesi yoktur, bir arz-ı hâl vardır. Her iki duada yapılan arz-ı hâllerin içinde Allah Teala’nın isim ve sıfatları da sayılmıştır. Diğer peygamberlerin dualarında talep cümlelerine de rastlanmaktadır ki yukarıda örnekleri verilmiştir. Efendimiz’in (sas) kendi duaları ve ümmetine öğrettiği dualar da aynı mantıkta, aynı düzlemdedir. Buradan hareketle duada esas olanın kendi kusurunu fark etme ve itiraf etme, Allah Teala’ya durumunu arz etme, sonra isteyeceğini isteme ve istek konusuyla ilgili isim ve sıfatları dile getirme, Allah Teala’ya o isim ve sıfatlarla yalvarma olduğu söylenebilir. Ancak konuyla ilgili olan tek bir ismi alıp da onun belli bir sayıda tekrarlanması, tekrardan sonra hiçbir dua veya talepte bulunulmaması duanın özüyle bağdaşmamaktadır denilebilir. Hatta bazı şuur sahipleri bu durumu duanın edebine aykırı bile bulabileceklerdir.
O halde illa Esma ül Hüsna’dan belli isimler zikredilecekse;
-Bu isimlerin zikrinin belli bir sayıya mahsus olmadıkları bilinmeli ve kabul edilmelidir.
-Bu isimler sadece belli bir sayıda tekrar edildikten sonra bırakılmamalı, tekrardan sonra mutlaka duanın mantığına ve adabına uygun şekilde dua edilmelidir.
-Herhangi bir durum için geçerli olduğu düşünülen bir ismin başka durumlar için geçerli olmadığı kesinlikle düşünülmemelidir. Örneğin Rezzak isminin sadece rızık verme, mal ve mülk bahşetme, borçtan kurtarma gibi durumlar için geçerli olduğu ancak ilim bahşetme gibi durumlar için geçerli olmadığı şeklinde bir zanna kapılmamalı, böylesi ayrımlara girilmemelidir. Nitekim Hz. Eyyüb (as) hastalığı anında yaptığı duasında Şafi ismini zikretmemiştir bile. Sadece “Sen Erhamürrahiminsin” demiş, Allah Teala’nın merhametine olan itimadını dile getirmiştir.
1 ) Buhari, Ezan, 155; Müslim, Mesacid, 142
2 ) Ebu Davud, Edeb, 101; Tirmizi, Deavat, 13
3 ) Buhari, Deavat, 54; Müslim, Zikr 28
4 ) Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/234
5 ) Sâd, 35
6 ) Buhari, Tıp, 37
7 ) İbn Hişam, Sire, c. 2, s. 143-144, Buhari, Tarih-i Kebir