7 dk.
22 Ağustos 2024
Zülkarneyn ve Ye'cûc-Me'cûc | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Zülkarneyn ve Ye'cûc-Me'cûc | 1. Kısım

Soru: Zülkarneyn’in Gog ve Magog halkını bir yere hapsettiği iddiası İslam kaynaklarında geçiyor. Ancak dünyanın her tarafını gezmiş bilim insanları öyle bir halk bulamıyorlar. Bu meseleye nasıl yaklaşmamız lazım?

 

Cevap: Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi adına öncelikle Kur’an’da Zülkarneyn kıssasının nasıl ele alındığına bir bakalım.

 

Kur’an’da Zülkarneyn kıssası Kehf suresi 83-97 ayetlerinde anlatılmaktadır. Bu on beş ayetteki ifadeler oldukça veciz, beliğ ve tarihsel açıdan müphemdir. Dolayısıyla Kur'an'da Zülkarneyn kıssaasından bilimsel manada tarihi bir veri çıkarmak neredeyse imkânsızdır. Bu ayetleri kısaca özetleyecek olursak: Zülkarneyn (as), Allah Teala tarafından kendisine verilen güç ve imkânlar ile önce batıya sonra doğuya (güneşin battığı ve doğduğu yerlere) seferler düzenlemiş, batı istikametinde karşılaştığı halka tebliğde bulunmuş, doğu istikametindeki halka ise Ye'cûc ve Me'cûc (Gog ve Magog) olarak anılan bozguncu, saldırgan bir kavme karşı yardım etmiştir. Bu yardım da o kavim ile yardımcı olduğu halk arasında bir set yapmaktır. Demir kütleler ve erimiş bakır gibi madenlerin kullanıldığı ve Ye'cûc-Me'cûc kavminin aşamadığı belirtilen bu seddin yapımı bitince Zülkarneyn (as) insanlara “Bu, Rabbimin bir rahmeti ve lütfudur. Şu kadar ki Rabbimin tayin buyurduğu zaman gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi haktır ve mutlaka gerçekleşir.” demiştir.1

 

Kehf suresinde bir de Hz. Musa (as) ile Hızır (as) ismiyle meşhur olmuş bir zatın yolculuklarından bahsedilir. Bu çerçevede Zülkarneyn (as) kıssasına Hz. Musa (as) ve Hz. Hızır (as) kıssasına yaklaştığımız gibi yaklaşmamız gerekir.

 

Bu noktada Hz. Musa (as) ve Hz. Hızır (as) kıssasını özet hâliyle hatırlayalım:

 

Hz. Musa (as) kendisine “İnsanların en alimi kimdir?” diye sorulunca “Benim!” şeklinde cevap vermiştir. Bunun üzerine kendisinden daha alim bir zatın bulunduğu ona vahyen bildirilmiştir. Hz. Musa da bu zat ile görüşmek için dua etmiş, kendisine bazı işaretler ve yönler gösterilerek bu buluşma gerçekleşmiştir. Hz. Musa, Hz. Hızır’ın ilminden öğrenmek için Hz. Hızır'a beraber yolculuk yapmayı teklif eder. Hz. Hızır ise “Doğrusu sen benim beraberimde asla sabredemezsin. İçyüzünü bilemeyeceğin şeyler yapıyorum. Ben Allah’ın bana öğrettiği senin bilmediğin ilme sahibim.” der. Hz. Musa kendisinin sabırlı olacağını söyleyince beraber yolculuğa çıkarlar. Deniz kıyısından bir gemiye gemicilerin Hz. Hızır’ı tanımaları nedeniyle ücretsiz binerler. Yolculuğun bir yerinde Hz. Hızır eline bir balta alarak gemi tahtalarından birini söker ve gemiye zarar verir. Gemi hasarlı bir hâle gelmiştir. Hz. Musa bu durumu kınayarak konuşunca Hz. Hızır “Sen beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?” der. Hz. Musa unuttuğunu söyleyerek özür diler ve yolculuk devam eder. Karaya çıktıklarında Hz. Hızır kendi aralarında oyun oynayan çocuklardan birini öldürür. Hz. Musa buna da itiraz edince Hz. Hızır tekrar “Ben sana beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?” karşılığını verir ancak yolculuk yine devam eder. Bir beldeye varırlar ve belde ahalisinden yemek isterler ancak kimse onları misafir etmez. Daha sonra o beldede Hz. Hızır yıkılmak üzere olan bir duvarı tamir eder. Hz. Musa “Bunlar bizlere yemek yedirmeyen bir kavimdir. Sen ise onların yıkılmaya yüz tutmuş olan duvarını doğrulttun. İstesen bu işe karşı bir ücret alırdın.” der. Hz. Hızır “Bu üçüncü itirazındır. İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır. Sana üzerinde sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.” der ve yaptıklarının sebebini anlatır. Gemiyi hasarlı hâle getirmesinin nedenini şöyle açıklar: “O gemi geçimlerini denizden sağlayan bazı fakirlere aittir. İstedim ki o gemide bir kusur meydana getireyim. Çünkü önlerinde her sağlam gemiyi gasp eden zalim bir kral vardı. Öldürdüğüm gence gelince: O çocuğun ebeveyni mümin idi fakat o çocuğun ileride onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk. Bu nedenle onlara bu çocuğa bedel daha hayırlı, merhametli ve itaatkar bir çocuk vermesini diledik. Duvar ise o beldedeki iki yetim çocuğa aitti. Altında da o çocuklara ait bir hazine vardı. Babaları ise salih bir zattı. Rabbin diledi ki çocuklar büyüyünce Rabbinden bir nimet olarak kendilerine ait o hazineyi çıkarsınlar. Ben yaptıklarımı kendi görüşümle yapmadım. İşte tahammül edemediğin meselelerin iç yüzü budur!”2

 

Kehf Suresindeki Kıssaların Sembolik Yönleri

 

Kehf suresinde anlatılan kıssalarda ve diğer hakikatlerde sembolik özellikler daha fazla öne çıkmaktadır. Bu özellik, surede anlatılan kıssaların realiteleri yoktur anlamına gelmez. Ancak Kur’an’ın belagatinin ve özellikle de Kehf suresindeki anlatımların en önemli esaslarından biri de anlatılanların sembolik üslubudur. Bu üslubu görmezden gelerek bütün manayı ifadelerin zahirinde aramak bizi kuru bir şekilciliğe ve literalizme götürür. Ancak karşı uçta da zahiri manayı göz ardı ederek her şeyi sembollere ve gizemlere havale etmek yersiz manalara kapı açabilecektir. Bu nedenle Kur’an’ı dengeli okumaya, dengeli anlamaya ve dengeli düşünmeye her zaman dikkat edilmelidir. Bu bağlamda Kur’an’daki kıssalar içinde sembolik özelliği en baskın olan kıssa Zülkarneyn kıssasıdır diyebiliriz.

 

Bu nedenle Kehf suresinde mistik veya manevi diyebileceğimiz işaretlere bol miktarda rastlayabiliriz. Dolayısıyla bu suredeki her ifadenin reel, somut, nesnel, tarihsel veya fiziksel karşılığını içinde yaşadığımız dünyada bire bir aramaya çalışmak doğru olmayacaktır.

 

Örneğin Zülkarneyn’in “Doğunun en doğusuna/güneşin doğduğu yere gitti.” veya “Batının en batısına/güneşin battığı yere gitti.” şeklindeki ifadeler “Acaba buralar nerelerdir? Afrika'da olabilir mi, yoksa Asya’daki şu bölge midir?” diye düşünmemiz için inmemiştir. 

 

Benzer bir duruma Yasin Suresi’nde de rastlarız. O mübarek surede bir beldeye Allah’ın elçiler gönderdiği anlatılır ve o elçilerin belde halkıyla yaşadığı diyaloglar, olaylar bize aktarılır.3 Burada da asıl mesele o beldenin Antakya mı yoksa başka bir yer mi olduğunu düşünüp tartışmak değildir. Kur’an’ın dikkat çekmek istediği konu, aktarmak istediği ana mesaj çok başkadır. Dolayısıyla o beldenin ismi önemsizdir ki Kur’an o beldenin adını vermemiştir.

 

Benzer şekilde Zülkarneyn’in kim olduğu, gittiği yerlerin nereler olduğu, inşa ettiği setin nerede bulunduğu gibi konularda insanların zihinlerini tatmin edecek, kesin, net, somut bir açıklama yoktur ve olmayacaktır. İnsanlık binlerce yıl daha yaşasa yine de bu konuda bir ilerleme sağlanamayacaktır. Çünkü Kur’an’ın ve Zülkarneyn kıssasının asıl amacı tarihsel bilgi vermek değildir.

 

Zülkarneyn’in Tarihsel Kişiliği: Zülkarneyn Büyük İskender mi?

 

Kur’an’ın asıl amacı olmasa da Zülkarneyn’in gerçekte kim olduğu tarih boyunca farklı kesimlerce tartışılmıştır. Bazı Müslüman alimler de Zülkarneyn’in tarihsel kimliği üzerinde durmuşlar ve bu minvalde pek çok isim öne sürmüşlerdir. Üzerinde en çok tartışılan isim ise Makedonya Kralı Büyük İskender olmuştur.

 

Tefsir tarihine bakıldığında klasik tefsirlerimizin çoğunda Zülkarneyn’in Büyük İskender olduğunda ısrar edilmektedir. Bunun en önemli nedenlerinden birisi Vehb bin Münebbih gibi tabiin döneminin önemli bir isminin konuyla ilgili rivayetidir. Bu rivayet bir hadis değil, Vehb’in kendi anlatımıdır. Tefsirlerde bu tip rivayetlerin kontrolüne yeterince önem verilmediğinden Zülkarneyn’in Büyük İskender olduğu yönündeki kanaat tefsirlerimize kadar girebilmiştir. İbn Kesir, İbn Teymiye, İbn Cevzi, Bediüzzaman gibi bazı isimler bu fikre karşı çıksalar da çoğunluğun kanaati Zülkarneyn’in Büyük İskender olduğu şeklindedir. Bazı alimler de Büyük İskender’in müşrik/putperest olduğundan bahisle Zülkarneyn’in Makedonyalı Büyük İskender değil Yemenli bir hükümdar olduğunu, bu hükümdarın da Zülkarneyn lakabıyla anıldığını iddia etmişlerdir. Ancak ister Makedonya Kralı Büyük İskender olsun ister Yemen hükümdarı bir başka İskender olsun bu iki zatın da Zülkarneyn (as) olduğuna dair elimizde iddialardan başka hiçbir delil yoktur.

 

Diğer yandan Pers kralı Darius veya Büyük Koreş’in (Kirus) de Zülkarneyn olabileceği iddia edilmiştir. Ancak bu iddiayı da güçlendirecek hiçbir delil yoktur.

 

Gelecek yazıda bu konudaki temel ilkelere, düşünce yanlışlarına ve bu yanlışların nedenlerine temas edeceğiz.
 


 

1 Kehf, 83-97

2 Kehf, 60-82; Buhari, Tefsir (Kehf), 4

3 Yasin, 13-30