Büyü ve sihir neden şirktir?
Soru: Büyü veya sihir neden sadece günah değil de şirk kapsamında değerlendirilmiştir? İnsan, büyü ve sihrin etkisine inanması nedeniyle şirke düşmüş olur mu?
Cevap: Sihir veya büyünün şirk kapsamında değerlendirilmesinin nedeni manevi bir etkinin Allah Teala dışında herhangi bir şeye bağlanmasıdır. Manevi ve metafizik alan, Allah Teala’nın hükmünün araya sebepler girmeden görülüp bilinmesinin gerektiği bir alandır. O alanda zihnin herhangi bir biçimde kayması kısa zamanda insanı şirke düşürebilmektedir. Bu nedenle büyü veya sihir sıradan bir günah değildir.
Büyü ve sihir meselesindeki durumu bir misalle anlatmaya çalışalım: A kişisi ile B kişisi kavga etmiştir. A kişisi B kişisine kızmış, kendisinin haksızlığa uğradığını düşünmüştür. Bu durumda A kişisi B kişisine fiziksel zarar verecek bir davranışta bulunabilir veya mahkemeye başvurabilir, B kişisinden hakkını alması için Allah’a dua edebilir veya B kişisi için bin tane Tebbet suresi okuyabilir. Bir de bunların dışında B kişisinin zarar görmesi için sihir veya büyü yoluna başvurabilir.
Büyü yoluna başvurması durumunda A kişisi insanlar üzerinde manevi/metafizik etkileri kabul ediyor demektir ancak -tabiri caizse- Allah Teala’nın hükmünü by-pass etmeye çalışmakta, O’nun çizdiği sınırları ihlal ederek yasak bir alana girmektedir.
Büyüye başvurulmasının bir yönü de şudur: Büyünün mahiyetinin tam olarak ne olduğunu büyüye başvuranların neredeyse hiçbiri bilmemektedir. Ancak bu kişiler mahiyetini bilmedikleri tılsımlara, işaretlere, kelimelere, sözlere sığınmış olmakta, onlardan bir medet beklemektedirler. Halbuki asıl sığınma ve medet isteme makamı sadece Allah’tır. Bunun yolu da büyü veya sihir değil, duadır.
İnsan, bilinmeyene merak besler. Bu bilinmeyen özellikle de kendi hayatıyla ilgili ise ve bilindiği zaman kendi çıkarına olacağı düşünülünce o bilinmeyeni bir şekilde elde edip bilmek ve kullanmak eğilimi artar. Konuyla ilgili yapılan araştırmalarda varılan sonuçlara göre de büyü yaptıranlar en çok; bir konudaki belirsizliği giderme, geleceği bilme, özel yaşamlarındaki başarısızlıklara mazeret bulma, merak tatmini gibi nedenlerle büyüye başvurmaktadırlar. Bütün nedenlerin ortak noktası ise bir sorunun çözümü için umut dolu bir arayış içinde olmaktır. Bu arayışlar her zaman negatif şekillerde olmaz. İnsan kimi zaman reel hayatın içinde rasyonel yollara başvururken, kimi zaman dinin de izin verdiği dua ve istihare gibi ibadetlerle yön bulmaya çalışır. Ama bazı kimselerse hem aklın hem de dinin izin vermediği yollara başvurmaktadırlar. Bu yollar kendi içinde şans ve uğur getireceğine inanılan nesnelerle ilgilenmek gibi görece daha zararsız biçimlerden tutun, büyü ve sihir gibi hem dünya hem ahiret adına zararlı biçimlerde olabilmektedir.
Konuyla ilgili bir arkadaşımızın hatırasını nakledelim: Bu arkadaş ziyarete gittiği yerde el işi hediyelik eşya satan bir yere uğrar. Satıcı eline birkaç küçük taş parçası alarak bunları arkadaşa hediye etmek istediğini söyler. Arkadaş “Neden?” diye sorunca satıcı “Size şans getirir.” der. Arkadaş ani bir refleksle elini çeker. Satıcı elini neden bu kadar hızlı çektiğini sorunca arkadaş “İyiliğin ve kötülüğün Allah’tan geldiğini bildiğim hâlde şans gibi bir şeye inanmak hele de bu şansı bir taşın getireceğini beklemek istemem.” der. Bu sefer satıcı “O zaman benden bir hatıra olsun diye alın.” der. Arkadaş da bu sefer “Az önceki sözleri söylemeseydiniz alırdım ancak o cümleler geçtikten sonra bu taşları alamam.” deyip konuyu kapatır.
Tatilde tanışan iki kişiden birisinin ayrılırlarken diğerine şans ve uğur getirmesi için bir kolyesini hediye etmesi şeklinde farazî bir olay varsayalım. Bu olayda tek başına iyi dilek temennisi bir problem teşkil etmeyebilir. Ancak hakikaten bir kolyenin veya bir taş parçasının insanlara ekstra bir şans getirdiğini düşünmek, böyle hissetmek ve buna inanmakta şirkten bir dokunuş vardır. Mutlak manada o taşa tapınma yoktur ve bu yönüyle saf bir putperestlikten de söz edemeyiz. Ancak böyle bir inanışın tamamen saf ve masum olmadığını söyleyebiliriz.
Büyü ve Sebepler Dairesi
Büyü veya sihir uygulamalarının fiziksel sebepler dışında metafizik bir faaliyet olduğu malumdur. Aralarında niza bulunan iki kişiden birisi diğerini darp edebilir, onun aleyhine hukuk yoluna başvurabilir, ona beddua edebilir veya farklı şekillerde somut zararlar verebilir. Bunların hepsi fiziki alemde, sebepler dairesi içinde gerçekleşecektir. Bu nedenle hiçbirisine şirk denilemez. Ancak büyü gibi metafizik alanı ilgilendiren bir yola başvurmak şirke kapı açmak demektir.
Şirkin de kendi içinde dereceleri, gizli şirk ve açık şirk gibi türleri vardır. Büyü veya sihir uygulamalarında bahsedilen şirk ise bizzat bir putun karşısına geçip ona tapınmak türünden bir şirk değildir. Buradaki şirk unsuru şu şekilde oluşmaktadır: Manevi bir etkiye inanılmaktadır ancak bunu Allah’tan istemeyip başka yollardan talep etmek söz konusudur.
Allah Teala adeta metafizik alemi de fizik alem gibi belirli kanunlara bağlamıştır. Metafizik alem için geçerli kanunlara göre işleyen durumlarda, kendisine veya kişinin imanına taalluk etmeyen mevzularda da fizik alemdeki gibi bir imkân alanı bırakmıştır. Yani nasıl ki fiziki alemde haram olan bir fiil haramdır ancak insan o haram fiili işleyip işlememekte özgürdür. Metafizik alem açısından da büyü gibi bir fiil haram hatta şirki netice verecek bir fiildir ancak uygulanabilir bırakılmıştır.
Gayri Müslim bir insan eline bir tüfek alsa, bu tüfeği bir Müslümana çevirse ve hatta ateş ederken “Şeytanın adıyla” dese sonuçta o kurşun hedefteki Müslümana isabet edince yaralanmaya veya ölüme yol açacaktır. Böyle bir olayda Allah Teala’ya olumlu bir atıf olmasa bile sonuç böyle olacaktır. Çünkü dünyada, sebepler dairesinde kanunlar böyle işlemektedir. Sonuçta kanunlara riayet edilince bir sonuç alınmaktadır.
Veyahut dindar olmayan, ahlaksız davranışları da bulunan ancak yumuşak başlı, insanlara kibar davranan bir insan çevresinde daha çok sevilecektir. Bu da sosyal hayat için geçerli kanunlardandır.
Metafizik alemin de buna benzer kendine özgü kanunları vardır. Hatta bu kanunların bazıları fizik alemi de etkileyecek sonuçlar verebilmektedir. Örneğin bir insan Allah adına olmasa da belli bir yoğunlukta odaklanırsa orada istediği şeye bir ölçüde dahil olabilir. Hasetle yoğunlaşmanın fizik alemde “nazar değmesi” olarak yorumlanabilecek sonuçlar doğurması bu türdendir. Yani haset eden haset ettiği zaman bir şer doğmaktadır ki bundan da Allah’a sığınmak gerekmektedir. Yahut Felak suresinde geçtiği şekliyle birileri düğümlere üfleyince (ki bu tam olarak büyü yapmak demektir) bu uygulamanın bazı sonuçları olabilmektedir. Bu nedenle Felak suresinin de işaretiyle bundan Allah’a sığınmamız gerektiği belirtilmiştir.
Elbette herkesin her hasedinden illaki tam haset ettiği anda karşı tarafa (haset edilene) zarar verecek bir etki doğmayabilir. Burada bir dipnot düşmek gerekir: Felak suresinde “haset eden, haset ettiği zaman” ibaresi geçmektedir. Bu ibareden metafizik bir mana anlaşılmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yusuf’un (as) kardeşleri gibi bazı insanlar haset ettikleri için öldürmek, ıssız bir yere bırakmak, kuyuya atmak gibi somut planlar yapabilirler. Yani haset etmenin bu şekilde bizzat fiziksel, sebeplere başvurulan sonuçları da olabilmektedir. Ancak Felak suresindeki “Haset ettiği zaman” ibaresinden anlaşılan odur ki; haset edenin kendisi farkında olmasa hatta o şekilde niyet etmese bile çok güçlü, yoğunlaşmış bir şekilde gerçekleştirdiği hasedinin o anda oluşturduğu manevi/metafizik bir tesiri vardır. Haset eden haset ettiği esnada adeta manevi bir tabancayla ateş etmiş gibi olmaktadır. Allah Teala da hasetle yoğunlaşmanın sonucu olan göz değmesi veya nazardan Allah’a sığınmamızı emretmektedir. Çünkü nazar veya göz değmesi, hasedin bir yansımasıdır. Demek ki böylesi durumların bir hakikati vardır.
Allah Teala fizik alem için de metafizik alem için de kanunları öyle bir tarzda koymuştur ki, insanlar veya irade sahibi diğer sorumlu varlıklar o kanunlara bağlı olarak bazı işleri yaparlarken Allah Teala’ya iman veya bağlılık göstermek zorunda değillerdir. Günahkârlar da münafık, müşrik veya kafirler de o kanunlara bağlıdırlar ve hayatlarını o kanunlar çerçevesinde sürdürürler, o kanunların sonuçlarından faydalanırlar. Bir şehrin elektrik şebekesini işleten sistemin o elektriği kullanan hane halkları tarafından görünmemesi gibi bu kanunlar da görünmez ve gözlemlenmez.
Büyü ve sihirle uğraşanlar, daha doğrusu büyü ve sihir yapanlar bu kanunlara muttali olmuş olabilir. Meselenin bu kısmı bizi ilgilendirmemektedir. Bizi ilgilendiren, sihir veya büyü yaptırmanın mutlak bir surette haram olduğu, büyünün etkisiyle oluştuğu görülen durumlarda ise tesiri büyüye veya büyücülere vermenin, Allah Teala’nın ilim, irade ve kudretini aradan çıkarmanın şirk olduğudur. Şeytanlara, cinlere, yıldızlara, taşlara, boncuklara, çeşitli tılsımlara, sembollere veya işaretlere bir güç atfetmek; onların olağanüstü etkilere sahip olduklarını varsaymak, Allah Teala’nın isim ve sıfatlarında belirtilen hakikatleri onlara vermek zaten İslam’ın tevhid ve tevekkül anlayışına açık bir şekilde aykırıdır.