


Büyük Cevşen'in Önemi ve Fazileti | 2. Kısım
6. Dua‑i Tercüman‑ı İsm‑i Âzam
Bu dua, “Sübhâneke yâ Allah teale yâ Rahmân ecirna minnâr bi afvike yâ Rahmân” şeklinde başlayan ve Cenab-ı Hakk’ın yaklaşık 80’e yakın isminden şefaat talep edilerek ateşten sığınma ve af dileme maksadı güden bir duadır. Bediüzzaman Hazretleri, özellikle sabah ve ikindi namazlarının ardından Büyük Cevşen ile birlikte namaz tesbihatı içerisinde bu duaya yer vermiştir.
7. Dua‑i İsm‑i Âzam
Bu dua, “Yâ Cemîlü yâ Allah yâ Garîbu yâ Allah” ile başlayan ve Cenab-ı Hakk’ın isimleriyle zikretmeyi amaçlayan bir duadır. Bediüzzaman Hazretleri bu duayı da öğlen, akşam ve yatsı namazlarının ardından okunmak üzere hem Büyük Cevşen’e hem de namaz tesbihatına dahil etmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi, namaz sonrasında okunan Dua‑i Tercüman‑ı İsm‑i Âzam ve Dua‑i İsm‑i Âzam hakkında şunları ifade eder:
“Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediye’dir (asm), yani Efendimiz’in yoludur. Efendimiz’in velayet yönünün bir evradıdır. Bu nedenle önemi büyüktür. Velayet-i Ahmediye yani Efendimiz’in velayeti nasıl ki bütün velayetlerin üstündedir, o velayetin özel evradı olan tesbihat da diğer tarikatların ve evradların üstündedir.”(1)
8. Münâcâtü’l Kur’ân
Hz. Osman (ra) efendimizin, Kur’ân ayetlerini temel alarak düzenlediği rivayet edilen bu münâcât, son derece kıymetli ve yüksek makama sahiptir. Ayetlerin açık lafızları esas alınarak hazırlanan bu münâcâtta, örneğin, Fatiha suresinin ilk ayeti olan “Elhamdü lillâhi rabbil âlemin” ifadesinden yola çıkarak Hz. Osman ayeti “Yâ Allah yâ Rabbel Âlemin” münâcâtına dönüştürmüştür.
Bu nedenle, Münâcâtü’l Kur’ân’ı okuyan ve bu bakış açısıyla değerlendirenler, Kur’ân’ın ne denli zengin bir münâcât ve dua kaynağı olduğunu, ayetlerin nasıl dua cümleleri şeklinde kullanılabileceğini kavrayacaklardır. Bediüzzaman Hazretleri, Münâcâtü’l Kur’ân hakkında; “Bu münâcât, Cevşen ve Celcelutiye gibi kutsal bir nitelik taşımakta olup, ayetlerin sarih lafızlarını esas alması bakımından onlardan daha yücedir.”(2) şeklinde bir değerlendirmede bulunmuştur.
9. Tahmîdiyye
Tahmîdiyye kelimesi, “hamdetmeye dair” anlamına gelir. Tahmîdiyye, Bediüzzaman Hazretleri’nin Sekîne duasından ilham alarak düzenlediği bir duadır. Bu dua, Allah’ın 6 İsm-i Âzamı (Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddüs) temelinde ve 19 defa okunacak şekilde yapılandırılmıştır. Sekîne duasından farklı olarak, her tekrarda kısa fakat kapsamlı bir dua yer almaktadır. Tahmîdiyye duasının sonunda yer alan dua ise yalnızca Tahmîdiyye’nin tamamlanması sonrasında değil, her zaman ve her vesile ile okunabilecek niteliktedir.
Tahmîdiyye duasının başına, Bediüzzaman Hazretleri bazı açıklayıcı notlar yazmıştır. Bu notlardan anlaşıldığı kadarıyla:
- Tahmîdiyye duası, şükür ve hamd konularında son derece önemlidir.
- Maddi ve manevi hastalıklara şifa niyetiyle okunabilir.
- İsm‑i Âzam ile birlikte dokuz büyük ayeti de içermekte olup, 19 defa şükür ve hamd azami bir tarzda ifade edilmektedir.
- Dua okunurken, kainattaki varlıkların lisan-ı hâlleriyle ettikleri hamd ve senayı niyet etmek; böylece o varlıklarla birlikte aynı koroda Allah’a hamdetmek düşüncesi benimsenmelidir.(3)
10. Hulâsatü’l Hulâsa
“Hulâsatü’l Hulâsa”, kelime anlamıyla “özetin özeti” demektir. Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesine göre, Ayetü’l Kübra Risalesi, Risale-i Nur külliyatının temel metinlerinden biri olarak özetlenebilir niteliktedir. Hulâsatü’l Hulâsa ise, Ayetü’l Kübra Risalesi’nin bir tür özetini teşkil eder.
Bediüzzaman Hazretleri, Hulâsatü’l Hulâsa’nın ara sıra, tefekkür ederek okunduğunda güzelleşen ve imana kuvvet veren bir eser olduğunu belirtir.(4) Ayetü’l Kübra Risalesi’nde, kâinattan yaratıcısına dair bir seyyahın gözlemleri ve müşahedeleri yer alırken, Hulâsatü’l Hulâsa okunduğunda bu hakikatler, okuyucunun zihninde öyle etkileyici biçimde canlandırılır ki, koca kâinat adeta bir zikir halkası olarak algılanır. Bu nedenle, Hulâsatü’l Hulâsa’dan tam istifade edebilmek için, Ayetü’l Kübra Risalesi’nin anlaşılması ve tefekkür edilerek okunması büyük önem arz etmektedir.
11. Tazarru ve Niyâz
“Tazarru” adeta kıvranarak yakarmak anlamına gelirken; “Niyâz” gönülden dilemek anlamını ifade eder.
Büyük Cevşen’in bazı baskılarında son bölümlerde üç bazı baskılarındaysa dört adet Tazarru ve Niyâz yer almaktadır. Bunlardan ilki şu şekildedir:
اِلٰهِي اَلذُّنُوبِ اَخْرَسْتَنِي
(“İlahi, günahlarım beni dilsiz etti”) ifadesiyle başlayan bu Tazarru ve Niyâz Bediüzzaman’ın; Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin sabahları okuduğu virdi olan ve “Benim gözümün aydınlığı ve canımın kokusudur.” dediği Vird-i Subh’u manevi bir basamak yaparak yazdığı ve okuduğu bir münacattır. Bu münâcâtı okuduğumuzda, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin makbul ve ilahi alemlerin kapıcısı yanında tanınan sesiyle, mağfiret kapısında durarak Allah’a seslenmiş gibi oluruz.
İkinci, üçüncü ve dördüncü Tazarru ve Niyâzlar ise bizzat Bediüzzaman Hazretleri’nin zihninin ve gönül dünyasının ifadesi niteliğindedir. Bu münâcâtları anlayarak ve içselleştirerek okudukça, kendi hissiyatımızla özdeşleştirdikçe büyük bir manevi kazanç elde etmiş, kapıları aralamış oluruz.
Diğer yandan, Tazarru ve Niyâz duaları, Bediüzzaman Hazretleri’nin “Eski Said”den “Yeni Said” dönemine geçişi esnasında kaleme aldığı münâcatlardır.(5) Bu yönüyle, bu dualar kısmen mahrem ve kişiye özgüdür; zira bir kulun iç dünyasında yaşadıklarını Rabbine arz etmesinin ifadesi niteliği taşır. Bediüzzaman Hazretleri, bu münâcâtların gizli kalması gerektiğini düşünse de, onları kaleme alarak Büyük Cevşen’in son bölümüne dahil etmiş ve bizim de bu duaları okumamızı istemiştir. Kendi açıklamasına göre, vefat ettikten sonra bile bu ifadelerle dua edilmesini arzu etmektedir.
Sonuç olarak, Tazarru ve Niyâz dualarını okudukça, Bediüzzaman Hazretleri’nin ruhaniyetine bir hediye göndermiş oluyoruz. Ayrıca o niyazları kendi hissiyatımız hâline getirdikçe Bediüzzaman’ın ruhaniyetiyle ayrı bir bağ kurmamız da mümkündür.
Son Bölüm ve Kısa Bir Açıklama
Hizbü’l Envâri’l Hakâikı’n-Nûriye, yani Büyük Cevşen’in içeriğindeki dualar ve münâcâtlar bu şekilde özetlenebilir. Son dönemlerde, Büyük Cevşen’in yeni baskılarında Celcelutiye’nin de eklendiğini gözlemlemekteyiz. Celcelutiye’nin nasıl bir dua ve münâcât olduğu, daha önce hazırlamış olduğumuz bir yazıda detaylandırılmıştı. O yazıya buradan erişebilirsiniz.
Efendimiz’i (sas) ve sahabe-i kiramı adım adım takip eden maneviyat büyükleri, duaları ve evrâd-ı ezkârı hayatlarının merkezine koymuşlardır. Bu özellik, onları manevi iklimin sultanları hâline getiren unsurlar arasında sayılabilir. Bahsedilen büyük zatların duaları; kulluk şuurlarının, imanlarının, teslimiyetlerinin ve tevekküllerinin bir ürünüdür ve adeta ruhani hayatlarının resmini, tablosunu yansıtmaktadır. Bir Allah dostunun neden bu unvana layık görüldüğünü anlamak için onun dualarındaki derinliği görmek yeterli olacaktır.
Bu zatların duaları, onların marifet ufuklarını, Allah Teâlâ’yı nasıl tanıyıp O’nun huzurunda nasıl durduklarını, nasıl bir kulluk şuuruna sahip olduklarını göstermede büyük önem arz etmektedir. Onların dualarını ve virdlerini okuyup kavradıkça, kalp ve ruh hayatlarına dair içsel bir tanıma gerçekleştirmiş oluruz. Hatta, bu dualara aşina oldukça, "Demek kul olmak böyle bir şeymiş." gibi hisler yaşayabiliriz. Bu durum Allah’ı tanımanın, imanın, teslimiyetin, tevekkülün, kulluk şuurunun, günahlar karşısındaki pişmanlığın, Kur’ân ve Peygamber aşkının ne demek olduğuna dair önemli fikirler sunmaktadır. Dahası, bu dualar dikkatlice ve içtenlikle okunduğunda, o büyük zatların hislerinin bizlere de bir nebze aktarılması söz konusu olmaktadır.
Allah Teâlâ’dan bize de bu büyük zatlara nasip ettiği dua hakikatinden ve hazinesinden kendi ölçümüzde bir parça nasip etmesini; dua kapılarını bizler için de açmasını; kendisine yönelip dua ve münâcâtta bulunmayı bizim için yemekten, içmekten ve dünyevi zevklerden daha sevimli bir meşgale hâline getirmesini temenni ederiz.
1 Kastamonu Lahikası, 70. Mektup
2 Hizbü’l Envari’l- Hakaikı’n- Nuriye, s. 347
3 Kastamonu Lâhikası, s. 271
4 Hizbü’l Envari’l- Hakaikı’n- Nuriye, s. 507
5 Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye, Tazarru ve Niyaz, s. 112