15 dk.
06 Şubat 2025
Büyük Cevşen'in Önemi ve Fazileti | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Büyük Cevşen'in Önemi ve Fazileti | Tek Parça

Soru: Çok fazla ismini duyduğumuz, büyüklerin okunmasını tavsiye ettiği “Büyük Cevşen” ile ilgili doyurucu bilgiye ulaşmakta zorlanıyoruz. Acaba “Büyük Cevşen” hakkında bir bilgilendirme yapabilir misiniz? Bu duayı niçin okuyoruz, Büyük Cevşen okumanın faziletleri nelerdir?

 

Cevap: Büyük Cevşen, Bediüzzaman Hazretleri tarafından derlenen bir dua hizbidir. “Hizb” kelimesi, “kısım” ya da “parça” anlamına gelirken, çoğul biçimi “ahzâb” olarak kullanılmaktadır. Tarih boyunca farklı meşreplerden pek çok Müslüman, özel olarak derlenmiş dua veya evrad kitaplarını (hizbler) okumuşlardır.

 

Sahabe efendilerimiz Kur’an-ı Kerim’i genellikle hizblere, yani bölümlere ayırarak okumuşlardır. Daha sonraki dönemlerde ise, Kur’an ve sünnette yer alan duaların derlendiği çok sayıda müstakil eser kaleme alınmıştır. İmam Nesai’den İbn Hacer’e, Ebu Davud’dan İbn-i Ebi’d-Dünya’ya, Ebu Talib el-Mekkî’den İmam Gazali’ye, Şah-ı Nakşibend’den Ebul Hasan Şazeli’ye, Muhyiddin Arabi’den Abdülkadir Geylani hazretlerine kadar birçok alim ve maneviyat önderi, ya kendi telifleri olan müstakil dua kitaplarını oluşturmuş ya da eserlerinin bir bölümünü dua ve evrad (ezkara) konularına ayırmıştır.

Günümüze yaklaşıldığında Hâlidî-Nakşibendi şeyhlerinden Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi tarafından hazırlanan Mecmûatü’l Ahzâb adlı dua derlemesi dikkat çekicidir. İslam tarihinde, Kur’an’dan, hadislerden ve maneviyat büyüklerinin dualarından derlenmiş en kapsamlı dua kitabı olarak kabul edilen Mecmûatü’l Ahzâb, yaklaşık 2.000 sayfalık metniyle, İslam’ın dua birikimini yansıtan en geniş hacimli eserlerden biridir. Bu eserin orijinali elimizdedir ve günümüze ulaşması, bizlere önemli bir şans sunmaktadır. Bu şansın değerlendirilmesi önem arz etmektedir.

 

Bediüzzaman Hazretleri, bu şansı son derece verimli bir biçimde değerlendirmiştir. Yakın talebelerinin aktardığına göre, kendisi günlük yaşamında neredeyse 5-6 saatini dua ve evrad ile geçirmiş; Mecmûatü’l Ahzâb’ı 15 günde bir hatmetmiştir.1 Ayrıca talebelerine ve erişebildiği tüm Müslümanlara dua, istiğfar, salat ve selam, Allah’ı hamd ve tesbih gibi evrad ve ezkarları bolca okumaya dair sürekli yönlendirmelerde bulunmuş; her fırsatta bu hususlarda tavsiyeler vermiştir.

 

Bediüzzaman Hazretleri’nin bu yönlendirme ve tavsiyeleri yalnızca sözde kalmamıştır. O, kendisini sevenlerin bu engin dua ve zikir hazinesinden faydalanabilmeleri amacıyla, Mecmûatü’l Ahzâb’ın belirli kısımlarını alarak, çeşitli düzenlemelerle Hizbü’l Envari’l Hakaikı’n Nûriye yani Büyük Cevşen’i oluşturmuştur. Büyük Cevşen’in içeriğinde yer alan evradın bir kısmı Kur’an surelerinden oluşmaktadır; diğer bir kısmı, sahabe ve ehlibeyt aracılığıyla bize ulaşan münacatlar; bir kısmı ise maneviyat büyüklerinin virdleri olan dualardan meydana gelmektedir. Ayrıca, Bediüzzaman Hazretleri’nin bizzat düzenlediği kısımlar da mevcuttur.

 

Şimdi Büyük Cevşen’in içeriğinde bulunan dua ve münacatlara ayrıntılı olarak değineceğiz:

Büyük Cevşen, önemli bir tevbe ve istiğfar duasıyla başlar. Böylece önemli bir dua adabı yerine getirilmiş olur.

 

Ardından, Yasin, Fetih, Rahman, Mülk ve Nebe sureleri ile Bakara suresinin son iki ayeti (Amenerrasûlü ve Haşir suresinin son beş ayeti) okunarak Büyük Cevşen’e ilk adım atılmış olur. Bu sure ve ayetlerin ardından, hatim duasından bir bölüm yer almaktadır.

 

Yukarıda bahsedilen sure ve ayetlerle kısa duadan sonra, Büyük Cevşen’i oluşturan dualar ve münacatlar şu şekilde sıralanmaktadır:

 

1.Cevşen-i Kebîr

Cevşen duası, Kur’an’ın bir özeti olarak değerlendirilebilir. Efendimiz’in münacatı olduğu rivayet edilen bu dua, Allah Teala’nın mükemmel bir biçimde tasvir edildiği kıymetli bir münacattır. Cevşenle ilgili detaylı bilgiyi bir başka yazımızda vermeye çalışacağız. O yüzden bu kısmı o yazıya havale ederek ikinci bölüme geçiyoruz.

 

2. Evrad-ı Kudsiye

Evrad-ı Kudsiye’nin asıl adı Evrad-ı Bahaiyye’dir. İsmini, Muhammed Bahaüddin Nakşıbend (ks) hazretlerinden almıştır. Rivayetlere göre, Şah-ı Nakşıbend hazretleri bu duayı, manevi alemde bizzat Efendimiz’den (sas) öğrenmiş ve O’nun yanında ezberlemiştir.2 Evrad-ı Kudsiye’nin içeriği incelendiğinde, Efendimiz’in (sas) dualarının özel bir üslupla düzenlenmiş hâli olduğu açıkça görülmektedir. Bediüzzaman Hazretleri, bu son derece geniş, derin, güçlü ve mübarek duaya “Evrad-ı Kudsiye” yani “Kudsî Evrad” adını vererek onu Büyük Cevşen’e dahil etmiştir.

 

Bediüzzaman Hazretleri, Evrad-ı Kudsiye’yi okumadan önce Delâli’n-Nur’un yarısını okur, ardından Evrad-ı Kudsiye’yi bitirir ve en son Delâli’n-Nur’un kalan yarısını okurdu. Bu uygulamanın, iki salavat arasında yapılan duanın kabul edilmeye daha yakın olmasıyla bir ilgisi olsa gerektir. Bediüzzaman Said Nursi, birçok durumda Evrad-ı Kudsiye’yi Cevşen ile birlikte zikreder ve özellikle bu duanın imanı güçlendiren özelliğine dikkat çeker.
 

Tabii ki, her dua gibi Evrad-ı Kudsiye’den de tam istifade edilebilmesi için, okunurken anlamının kavranması, içselleştirilmesi ve hissedilmesi gerekliliği unutulmamalıdır.

 

3. Delâilü’n-Nûr

Delâilü’n-Nûr ifadesi, kelime anlamıyla “Nur’un delilleri” veya “işaretleri” anlamına gelmektedir. Delâilü’n-Nûr’un temel kaynağı, Delâilü’l Hayrât adı verilen bir salavat derlemesidir. Delâilü’l Hayrât, Şazelî tarikatı şeyhlerinden Muhammed bin Süleyman el-Cezuli Hazretleri tarafından 15. yüzyılda kaleme alınmıştır.3 Bu eser, o dönemde bilinen tüm salat ve selamların toplandığı bir derleme olarak kabul edilir. Delâilü’l Hayrât, zaman içerisinde tüm Müslümanlar tarafından benimsenmiş, her dönemde okunmuş ve ümmetin adeta ortak salavat kitabı haline gelmiştir.

 

Bediüzzaman Hazretleri, bu üstün salat ve selam derlemesinin bir kısmını, kendi tertibine göre düzenlediği birkaç salat ve selamı da ekleyerek Hizbü’l-Envar’a, yani Büyük Cevşen’e dahil etmiştir. Bu anlamda Delâilü’n-Nûr’u okuduğumuzda Abdülkadir Geylani, Seyyid Ahmed Bedevi, İbrahim Desuki, Cüneyd-i Bağdadi, Abdüsselam bin Meşiş, Muhammed Hanefi, İmam Remli, İmam Busayri gibi maneviyat büyüklerinin salavatlarını da okumuş olmaktayız. Böylece, bu büyük zatların oluşturduğu salavat zincirine bizler de katılmış sayılırız.

 

4. Sekîne Duası

Sekîne kavramı, Kur’an terminolojisinde "sakinlik", "sükûnet", "emniyet", "güven" ve "manevi huzur" anlamlarını ifade eder. Günlük kullanımda bu kavram çoğunlukla yalnızca sakinleşmek ya da can sıkıntısından kurtulmak anlamında anlaşılmaktadır ancak bazı ayetlerin işaret ettiği üzere, bu his aynı zamanda insanı takvaya yönlendirmek, taassup ve cahiliye duygularından uzaklaştırmak, iradeyi güçlendirmek ve cesaret sahibi olmak gibi manevi durumları da ifade etmektedir.

 

Sekîne duasının kaynağının Hz. Ali (ra) efendimizin "Ercûze Kasidesi"ne dayandığı ifade edilmektedir. Bu kaside, 19 harfli ayet veya ayetlerle oluşturulacak bir düzenlemeyi konu edinir. Düzenlemede Allah Teala’nın “Ferd”, “Hayy”, “Kayyûm”, “Hakem”, “Adl” ve “Kuddüs” isimlerine de değinilir. Aslında, İmam Gazali hazretlerinin düzenlediği Cünnetü’l Esmâ duası da Ercûze Kasidesi’nde sunulan tarifin ürünüdür. Bediüzzaman Hazretleri de benzer bir yaklaşımdan hareketle, 19 harfli ayetler ve söz konusu altı ilahi isim temelinde Sekîne duasını oluşturmuştur.

 

Sekîne duasının esas içeriği, Allah Teala’nın 6 ism-i Âzamı olan “Ferd”, “Hayy”, “Kayyûm”, “Hakem”, “Adl” ve “Kuddüs” isimleri ile 19 harf içeren 19 ayetten meydana gelmektedir. İnternet ortamında, Sekîne duası ve 19 sayısının önemiyle ilgili pek çok içerikle karşılaşılabilmektedir. Ancak bu noktada 19 sayısının hakiki mahiyetine dair kesin bilgiler ayet, hadis veya güvenilen kaynaklardan açıkça bildirilmediğinden, sayı üzerinden çeşitli şifreler, tılsımlar veya metafizik ölçekli hesaplamalara gidilmesinin her kesim için uygun olmayacağı kanaatindeyiz. 19 sayısının kendine has bir özelliği bulunduğu ifade edilebilir. Buna karşın, duanın ruhunun sayılar ya da şifrelerden ziyade teveccüh, şuur, his ve samimiyete dayandığını belirtmek önemlidir.
 

Sekîne duasını tam anlamıyla kavrayıp hissederek okumak isteyenlere, Bediüzzaman Hazretleri’nin "Lem’alar" adlı eserinin otuzuncu lem’asını okumaları tavsiye edilmektedir. Bu risalede, Sekîne duasğının temelini oluşturan “Ferd”, “Hayy”, “Kayyûm”, “Hakem”, “Adl” ve “Kuddüs” isimleri detaylı ve doyurucu bir biçimde izah edilmektedir.

Son olarak, Hz. Ali’nin (ra) Ercûze Kasidesi’nde de işaret edildiği üzere, Sekîne duası ahir zaman fitneleri karşısında manevi bir kalkan işlevi görmektedir. Sekîne duasını samimiyet, şuur ve ihlasla okuyup Allah’a sığınanların, ahir zaman fitnelerinden korunmaları ümidi taşınmaktadır.

5. Münâcât-ı Veysel Karânî

Veysel Karânî hazretlerine atfedilen bu münâcâtın, insanın “kul olma” şuuruna önemli ölçüde katkı sağladığı söylenebilir. Ancak bu katkının gerçekleşebilmesi için, münâcâtın anlamının kavranarak ve hissedilerek okunması gerekmektedir. Bu şekilde okuyanlar, metnin kul olma şuuruna sağladığı katkıyı idrak edebilecektir.

 

Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur külliyatının çeşitli bölümlerinde bu münâcâtın hakikatlerini doğrudan veya dolaylı olarak izah etmiştir. Örneğin, Kelime-i Tevhid’in tefsiri niteliğindeki 20. Mektubun 2. Makamı’nda, “Sekizinci Kelime” olarak zikredilen “VE HÜVE HAYYÜN LÂ YEMÛT” ifadesinin tefsirinde, Bediüzzaman Hazretleri, Veysel Karânî hazretlerine ait bu münâcâta geniş bir meal yazmıştır. İlgilenenler, 20. Mektubun ilgili bölümüne başvurarak, “Yâ İlahenâ! Rabb’imiz sensin! Çünkü biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden sensin.” ifadeleriyle başlayan münâcâta ulaşabilirler.

 

Bu münâcât, dua eğitiminde de büyük önem arz etmektedir. Duayı veya evrâd-ı ezkârı hayatına ciddi biçimde dahil etmek isteyen bireylere, bu yolculuğa genellikle Veysel Karânî hazretlerine ait münâcâtla başlanması tavsiye edilir. Bunun nedeni, münâcâtın hem kısa ve sade olması hem de dokunaklı, zengin bir içeriğe sahip olmasıdır. Münâcât, süslemeye ihtiyaç duymayan doğal bir güzellik ile kendini kanıtlama gereksinimi hissetmeyen bir büyüklük ve derinlik sergilemektedir.
 

6. Dua‑i Tercüman‑ı İsm‑i Âzam

Bu dua, “Sübhâneke yâ Allah teale yâ Rahmân ecirna minnâr bi afvike yâ Rahmân” şeklinde başlayan ve Cenab-ı Hakk’ın yaklaşık 80’e yakın isminden şefaat talep edilerek ateşten sığınma ve af dileme maksadı güden bir duadır. Bediüzzaman Hazretleri, özellikle sabah ve ikindi namazlarının ardından Büyük Cevşen ile birlikte namaz tesbihatı içerisinde bu duaya yer vermiştir.

 

7. Dua‑i İsm‑i Âzam

Bu dua, “Yâ Cemîlü yâ Allah yâ Garîbu yâ Allah” ile başlayan ve Cenab-ı Hakk’ın isimleriyle zikretmeyi amaçlayan bir duadır. Bediüzzaman Hazretleri bu duayı da öğlen, akşam ve yatsı namazlarının ardından okunmak üzere hem Büyük Cevşen’e hem de namaz tesbihatına dahil etmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi, namaz sonrasında okunan Dua‑i Tercüman‑ı İsm‑i Âzam ve Dua‑i İsm‑i Âzam hakkında şunları ifade eder:

“Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediye’dir (asm), yani Efendimiz’in yoludur. Efendimiz’in velayet yönünün bir evradıdır. Bu nedenle önemi büyüktür. Velayet-i Ahmediye yani Efendimiz’in velayeti nasıl ki bütün velayetlerin üstündedir, o velayetin özel evradı olan tesbihat da diğer tarikatların ve evradların üstündedir.”4

 

8. Münâcâtü’l Kur’ân

Hz. Osman (ra) efendimizin, Kur’ân ayetlerini temel alarak düzenlediği rivayet edilen bu münâcât, son derece kıymetli ve yüksek makama sahiptir. Ayetlerin açık lafızları esas alınarak hazırlanan bu münâcâtta, örneğin, Fatiha suresinin ilk ayeti olan “Elhamdü lillâhi rabbil âlemin” ifadesinden yola çıkarak Hz. Osman ayeti “Yâ Allah yâ Rabbel Âlemin” münâcâtına dönüştürmüştür.

 

Bu nedenle, Münâcâtü’l Kur’ân’ı okuyan ve bu bakış açısıyla değerlendirenler, Kur’ân’ın ne denli zengin bir münâcât ve dua kaynağı olduğunu, ayetlerin nasıl dua cümleleri şeklinde kullanılabileceğini kavrayacaklardır. Bediüzzaman Hazretleri, Münâcâtü’l Kur’ân hakkında; "Bu münâcât, Cevşen ve Celcelutiye gibi kutsal bir nitelik taşımakta olup, ayetlerin sarih lafızlarını esas alması bakımından onlardan daha yücedir."5 şeklinde bir değerlendirmede bulunmuştur.

 

9. Tahmîdiyye

Tahmîdiyye kelimesi, “hamdetmeye dair” anlamına gelir. Tahmîdiyye, Bediüzzaman Hazretleri’nin Sekîne duasından ilham alarak düzenlediği bir duadır. Bu dua, Allah’ın 6 İsm-i Âzamı (Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddüs) temelinde ve 19 defa okunacak şekilde yapılandırılmıştır. Sekîne duasından farklı olarak, her tekrarda kısa fakat kapsamlı bir dua yer almaktadır. Tahmîdiyye duasının sonunda yer alan dua ise yalnızca Tahmîdiyye’nin tamamlanması sonrasında değil, her zaman ve her vesile ile okunabilecek niteliktedir.
 

Tahmîdiyye duasının başına, Bediüzzaman Hazretleri bazı açıklayıcı notlar yazmıştır. Bu notlardan anlaşıldığı kadarıyla:

 

  • Tahmîdiyye duası, şükür ve hamd konularında son derece önemlidir.
  • Maddi ve manevi hastalıklara şifa niyetiyle okunabilir.
  • İsm‑i Âzam ile birlikte dokuz büyük ayeti de içermekte olup, 19 defa şükür ve hamd azami bir tarzda ifade edilmektedir.
  • Dua okunurken, kainattaki varlıkların lisan-ı hâlleriyle ettikleri hamd ve senayı niyet etmek; böylece o varlıklarla birlikte aynı koroda Allah’a hamdetmek düşüncesi benimsenmelidir.6

 

10. Hulâsatü’l Hulâsa

“Hulâsatü’l Hulâsa”, kelime anlamıyla “özetin özeti” demektir. Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesine göre, Ayetü’l Kübra Risalesi, Risale-i Nur külliyatının temel metinlerinden biri olarak özetlenebilir niteliktedir. Hulâsatü’l Hulâsa ise, Ayetü’l Kübra Risalesi’nin bir tür özetini teşkil eder.

 

Bediüzzaman Hazretleri, Hulâsatü’l Hulâsa’nın ara sıra, tefekkür ederek okunduğunda güzelleşen ve imana kuvvet veren bir eser olduğunu belirtir.7 Ayetü’l Kübra Risalesi’nde, kâinattan yaratıcısına dair bir seyyahın gözlemleri ve müşahedeleri yer alırken, Hulâsatü’l Hulâsa okunduğunda bu hakikatler, okuyucunun zihninde öyle etkileyici biçimde canlandırılır ki, koca kâinat adeta bir zikir halkası olarak algılanır. Bu nedenle, Hulâsatü’l Hulâsa’dan tam istifade edebilmek için, Ayetü’l Kübra Risalesi’nin anlaşılması ve tefekkür edilerek okunması büyük önem arz etmektedir.

 

11. Tazarru ve Niyâz

“Tazarru” adeta kıvranarak yakarmak anlamına gelirken; “Niyâz” gönülden dilemek anlamını ifade eder.

 

Büyük Cevşen’in bazı baskılarında son bölümlerde üç bazı baskılarındaysa dört adet Tazarru ve Niyâz yer almaktadır. Bunlardan ilki şu şekildedir:

 

اِلٰهِي اَلذُّنُوبِ اَخْرَسْتَنِي

(“İlahi, günahlarım beni dilsiz etti”) ifadesiyle başlayan bu Tazarru ve Niyâz Bediüzzaman’ın; Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin sabahları okuduğu virdi olan ve “Benim gözümün aydınlığı ve canımın kokusudur.” dediği Vird-i Subh’u manevi bir basamak yaparak yazdığı ve okuduğu bir münacattır. Bu münâcâtı okuduğumuzda, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin makbul ve ilahi alemlerin kapıcısı yanında tanınan sesiyle, mağfiret kapısında durarak Allah’a seslenmiş gibi oluruz.

 

İkinci, üçüncü ve dördüncü Tazarru ve Niyâzlar ise bizzat Bediüzzaman Hazretleri’nin zihninin ve gönül dünyasının ifadesi niteliğindedir. Bu münâcâtları anlayarak ve içselleştirerek okudukça, kendi hissiyatımızla özdeşleştirdikçe büyük bir manevi kazanç elde etmiş, kapıları aralamış oluruz.
 

Diğer yandan, Tazarru ve Niyâz duaları, Bediüzzaman Hazretleri’nin “Eski Said”den “Yeni Said” dönemine geçişi esnasında kaleme aldığı münâcatlardır.8 Bu yönüyle, bu dualar kısmen mahrem ve kişiye özgüdür; zira bir kulun iç dünyasında yaşadıklarını Rabbine arz etmesinin ifadesi niteliği taşır. Bediüzzaman Hazretleri, bu münâcâtların gizli kalması gerektiğini düşünse de, onları kaleme alarak Büyük Cevşen’in son bölümüne dahil etmiş ve bizim de bu duaları okumamızı istemiştir. Kendi açıklamasına göre, vefat ettikten sonra bile bu ifadelerle dua edilmesini arzu etmektedir.

 

Sonuç olarak, Tazarru ve Niyâz dualarını okudukça, Bediüzzaman Hazretleri’nin ruhaniyetine bir hediye göndermiş oluyoruz. Ayrıca o niyazları kendi hissiyatımız hâline getirdikçe Bediüzzaman’ın ruhaniyetiyle ayrı bir bağ kurmamız da mümkündür.
 

Son Bölüm ve Kısa Bir Açıklama

 

Hizbü’l Envâri’l Hakâikı’n-Nûriye, yani Büyük Cevşen’in içeriğindeki dualar ve münâcâtlar bu şekilde özetlenebilir. Son dönemlerde, Büyük Cevşen’in yeni baskılarında Celcelutiye’nin de eklendiğini gözlemlemekteyiz. Celcelutiye’nin nasıl bir dua ve münâcât olduğu, daha önce hazırlamış olduğumuz bir yazıda detaylandırılmıştı. O yazıya buradan erişebilirsiniz.

 

Efendimiz’i (sas) ve sahabe-i kiramı adım adım takip eden maneviyat büyükleri, duaları ve evrâd-ı ezkârı hayatlarının merkezine koymuşlardır. Bu özellik, onları manevi iklimin sultanları hâline getiren unsurlar arasında sayılabilir. Bahsedilen büyük zatların duaları; kulluk şuurlarının, imanlarının, teslimiyetlerinin ve tevekküllerinin bir ürünüdür ve adeta ruhani hayatlarının resmini, tablosunu yansıtmaktadır. Bir Allah dostunun neden bu unvana layık görüldüğünü anlamak için onun dualarındaki derinliği görmek yeterli olacaktır.

 

Bu zatların duaları, onların marifet ufuklarını, Allah Teâlâ’yı nasıl tanıyıp O’nun huzurunda nasıl durduklarını, nasıl bir kulluk şuuruna sahip olduklarını göstermede büyük önem arz etmektedir. Onların dualarını ve virdlerini okuyup kavradıkça, kalp ve ruh hayatlarına dair içsel bir tanıma gerçekleştirmiş oluruz. Hatta, bu dualara aşina oldukça, "Demek kul olmak böyle bir şeymiş." gibi hisler yaşayabiliriz. Bu durum Allah’ı tanımanın, imanın, teslimiyetin, tevekkülün, kulluk şuurunun, günahlar karşısındaki pişmanlığın, Kur’ân ve Peygamber aşkının ne demek olduğuna dair önemli fikirler sunmaktadır. Dahası, bu dualar dikkatlice ve içtenlikle okunduğunda, o büyük zatların hislerinin bizlere de bir nebze aktarılması söz konusu olmaktadır.

 

Allah Teâlâ’dan bize de bu büyük zatlara nasip ettiği dua hakikatinden ve hazinesinden kendi ölçümüzde bir parça nasip etmesini; dua kapılarını bizler için de açmasını; kendisine yönelip dua ve münâcâtta bulunmayı bizim için yemekten, içmekten ve dünyevi zevklerden daha sevimli bir meşgale hâline getirmesini temenni ederiz.

 


 

1 Mustafa Sungur’dan aktaran Niyazi Beki, Kişisel Röportaj

2 El-hakâiku Hizb-ü Envâri’n-Nûriye, s. 76

3 TDV DİA, Delailü’l Hayrat maddesi

4 Kastamonu Lahikası, 70. Mektup

5 Hizbü’l Envari’l- Hakaikı’n- Nuriye, s. 347

6 Kastamonu Lâhikası, s. 271

7 Hizbü’l Envari’l- Hakaikı’n- Nuriye, s. 507

8 Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye, Tazarru ve Niyaz, s. 112