19 dk.
12 Eylül 2023
Cehennemde Kadınlar Çoğunlukta mı Olacaktır? | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Cehennemde Kadınlar Çoğunlukta mı Olacaktır? | Tek Parça

Soru: Cehennemliklerin çoğunun kadınları olduğunu söyleyen bir hadis gördüm. Peygamber Efendimiz gerçekten böyle bir söz söylemiş midir? Söylemişse bu sözü nasıl anlamalıyız?
 

Cevap: Sorunun içinde izah edilmesi gereken birkaç nokta var.
 

Birincisi: Dini meselelerde bir konuda karar verilirken veya bir husus kabul edilirken onu nazmıyla birlikte kabul etmek gerekir. Çünkü konuşan kişi o şekilde konuşmuş olur. Örneğin, “Bir kadınla erkeğin el ele tutuşması caiz değildir.” dedikten sonra el ele tutuşan evli bir çifti görünce “Hani kadınla erkeğin el ele tutuşması caiz değildi?” diye sormak abes olacaktır. El ele tutuşan kadınla erkeğin evli olduklarını kabul etmezseniz bu konudaki vereceğiniz hükümler de boşa çıkacaktır. Çünkü neredeyse bütün hükümler bazı şartlara göre değişkenlik göstermektedir. Örneğimizde de bir kadınla bir erkeğin evli olup olmamaları hükmü değiştirir.

 

Aynı şekilde örneğin (Allah hepimizi böyle bir imtihandan muhafaza buyursun) küçük yaştaki bir çocuk havuza düşüp boğularak ölse, bu duruma aşırı duyarlılıkla şahit olan birisi de “Ey Tanrı! Sen ne biçim Tanrısın? O çocuğu kurtarmaya gücün yeterdi. Neden kurtarmadın?” dese ne kadar tutarsız ve ahmakça bir tepki verdiği anlaşılır. Şöyle ki; bu insan bir taraftan bir tanrının varlığını ve her şeye gücünün yeteceğini kabul etmektedir. Ama diğer taraftan o Tanrı'nın hikmetini ve şefkatini kabul etmemektedir. Çünkü o çocuğun ölümü Allah Teala’nın sadece kudretiyle değil, aynı zamanda hikmetiyle, rahmetiyle, iradesi ve ilmiyle ve başkaca pek çok isim ve sıfatıyla da ilgili bir hadisedir. Dolayısıyla meselenin sadece kudret tarafına bakmak, diğer yönlerini görmemek ve kabul etmemek tutarsız düşüncelere ve sözlere neden olacaktır. Hatta bu çelişkiler insanı, kendisini haşa Allah'ı azarlayabileceği bir konumda görme ve Allah'a yanlış yaptığını söyleyip doğrusunu gösterme ahmaklığına ve küstahlığına kadar götürebilmektedir.

 

Yine benzer şekilde bir ateist gelip de “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”1 ayetini gösterip, “Tanrı neden bizlerden sabahtan akşama kadar aç kalmamızı istiyor?” şeklinde bir soru soramaz. Çünkü ayetin başında “Ey iman edenler!” denilmektedir ve hitap müminleredir. Yani Allah’ın varlığını, insanların içinden bir insanı seçerek peygamber kıldığını, bizlere o insan üzerinden mesajlar gönderdiğini kabul edenler içindir. Dolayısıyla o ateistin oruç tutması gerekmemektedir çünkü ayet onu ilgilendirmemektedir.

 

Giriş kısmını uzatmamızın nedeni bu tarzda mantık hatalarının çokça yapılmasıdır. Bu mantık hatasına düşmemek için Efendimiz’in (sas) sözlerini anlamaya çalışırken o sözü kimin söylediğini, kime karşı söylediğini ve hangi makamda söylediğini unutmamak gerekir.

 

İkincisi: Söz konusu hadisin sahih olup olmadığına bakalım. Soruda geçen sözler uzunca bir hadisin parçasıdır. Hadis; Buhari ve Müslim ile diğer hadis kitaplarında geçtiği şekliyle sahihtir çünkü senet açısından bir problem yoktur.

 

Şimdi hadisin tam metnine bakalım:

 

Buhari’de yer alan rivayet şu şekildedir:

 

Saîd b. Ebû Meryem, Muhammed b. Cafer, Zeyd b. Eslem, İyad b. Abdullah isnadıyla rivayet edildiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir: Rasulullah bir Kurban veya Ramazan Bayramında hutbe sırasında musallanın kadınlar kısmına geçerek; “Ey kadınlar topluluğu! Sadaka verin, zira bana cehennem ehlinin ekseriyetini kadınların teşkil ettiği gösterildi!” buyurdu. Kadınlar: “Niye ey Allah’ın Rasulü?” diye sordular. “Siz laneti fazla yapıyor, kocalarınıza nankörlük ediyorsunuz. Aklı ve dini eksik olup da aklı başında bir adamın aklını sizin kadar çelen birini görmedim.” buyurdu. Kadınlar: “Ey Allah’ın Rasulü dinimizin ve aklımızın noksanlığı nedir?” dediler. Hz. Peygamber: “Kadının şehadeti erkeğin şehadetinin yarısı değil mi?” dedi. Kadınlar: “Evet!” deyince: “İşte bu onun aklının noksanlığıdır. Hayız olduğu zaman namaz ve orucu terk etmiyor mu?” buyurdu. Kadınlar yine. “Evet!” dediler. “İşte bu da dinlerinin noksanlığıdır” buyurdular.2

 

Müslim’de geçen rivayet ise şu şekildedir;

 

Muhammed b. Rumh b. el-Muhacir el-Mısrî, Leys, İbnü’l-Hâd, Abdullah b. Dînâr isnadıyla rivayet edildiğine göre Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Rasûlullah şöyle buyurdu: “Ey kadınlar cemaati! Sadaka verin ve istiğfarı çokça yapın. Zira ben siz kadınların cehennemde çoğunluğu teşkil ettiğini gördüm” buyurdular. Dinleyenlerden akıllı bir kadın: “Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Çokça lanet ediyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı ve dini eksik olup da aklı başında birinin aklını sizin kadar çelen birini görmedim.” O kadın tekrar: “Ey Allah’ın Rasulü! Aklı ve dini eksik ne demek?” diye sorunca Hz. Peygamber açıkladı: “Aklın eksikliğine gelince, iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olması, aklın eksikliğidir. (Hayız dönemlerinde) günlerce namaz kılmaz, Ramazan ayında oruç tutmaz, bu da dinin eksikliğidir.”3

 

Hadisin Abdullah bin Mesud (ra) ve Ebu Hureyre (ra) kanalıyla gelen farklı versiyonları da mevcuttur ancak bütün versiyonlar mana itibariyle birbirinin neredeyse aynısıdır.

 

Diğer yandan hadisin senedinde bir sorun yoktur, senet zincirindeki isimler güvenilir isimlerdir. Bu nedenle hadis sahihtir.

 

Müslüman halkın çoğunluğu hadisleri kaynağından direkt okumaz. Ya hocaların, şeyhlerin, alimlerin sözlerinden veya yine onların yazdığı kitaplar aracılığıyla öğrenir. Dolayısıyla bu hadis-i şerif üzerine yorumlarda bulunan, şerhler yazan alimlerimizin bu hadisin insanlar tarafından anlaşılmasında aracı rolünde oldukları ve bu rolün de önemsenmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Meselenin bu noktasında ise bazı zahmetler ortaya çıkmaktadır.

 

Örneğin ünlü hadis alimlerinden İbn Hacer (rh.a) bu hadisi yorumlarken kadınların akıl bakımından noksanlıklarını “zabt” noksanlığı olarak anlamış ve o şekilde aktarmıştır. Zabt, hadis usulüne ait bir terimdir ve bir hadisi rivayet eden bir kişinin o hadisi ezbere veya yazarak zabtetmesi, koruması demektir. Dolayısıyla İbn Hacer kadınlardaki akıl noksanlığını zabt noksanlığı olarak değerlendirirken kadınlarda genel bir hafıza sorunu olduğunu düşünmüş, konuyu o şekilde yorumlamış ve öyle şerh etmiştir. Ancak diğer taraftan İbn Hacer’in hadis ilminde ders aldığı veya kendilerinden istifade ettiği en az 60 kadar kadın hocası olmuştur. Hatta İbn Hacer, kendi hocalarını anlattığı el-Mecme’u’l Müesses li’l-Mu’cemi’l-Müfehres isimli bir kitap yazmış ve bu kitapta 60 civarında kadın alime de yer vermiştir. Hadis ilminde zabt önemli bir özellik olduğuna göre ve İbn Hacer en az 60 tane kadın alimden hadis konusunda ders aldığına göre İbn Hacer’in bu konuda yaptığı yorumun tutarsız olduğu anlaşılacaktır.

 

Demek ki söz konusu hadis-i şerifin anlaşılmasında, yorumlanmasında ve insanlara kişisel yorumlarla birlikte aktarılmasında kültürün çok önemli bir yeri olmuştur. Günümüzde bu hadis-i şerif nedeniyle kadın-erkek eşitliği bağlamında olumsuz çağrışımlar uyanıyorsa bunda hadis yorumcularının meseleyi kültürel etkiler altında anlayıp anlatmalarının da önemli bir etkisi vardır.

 

Üçüncüsü: Birinci maddeyle bağlantılı olarak, Efendimiz (sas) bu sözleri kendisini Allah’ın Rasulü olarak kabul eden bir kadınlar grubuna karşı Allah’ın Rasulü olarak bir konuşmasında söylemiştir. Yani Efendimiz bir arkadaş grubunda bu sözü söylememiştir. Dolayısıyla bu sözün söylendiği makam bir arkadaşlık makamı değildir. Kendi hanımlarına karşı kocalık konumunda iken de söylememiştir. Kadınları kendine rakip olarak gören bir sivil toplum lideri olarak da söylememiştir. Kadınları düşmanlaştıran, ötekileştiren ataerkil bir düzenin temsilcisi olarak da söylememiştir. Efendimiz (sas) bu sözleri Allah’ın Rasulü olarak ve kendisinin öyle olduğuna inanan kadın Müslümanlara karşı söylemiştir.

 

Dolayısıyla Efendimiz (sas) vâkıf olduğu bir bilgiyi yine özelliklerini tanıdığı muhataplarına aktarmıştır. O hâlde bu söylenenlere dikkatle kulak vermek gerekecektir. “Neden böyle söyledi? Bu sözleri beğenmedim.” tarzında değil de “Bu sözleri sıradan birisi değil, Allah’ın Rasulü söylüyor. O halde bu sözler hakikattir. Ben de vicdanımı aklımı ve kalbimi açarak bu sözleri dinlemeliyim.” tarzında dinlenilmeli ve anlaşılmaya çalışılmalıdır. Aksi hâlde kişisel eğilimler ve zaaflar, kavramlara yüklenen kültürel anlamlar sözün gerçek manasını kavramaya engel oluşturacak, kişisel takıntılar hakikate perde olacaktır.

 

Dördüncüsü: İnsanlar bir şeye kulak verme, duyduğunu anlama ve hayata geçirme açısından farklı farklıdırlar. Bazı insanlar vardır ki bir kişiyi Rasul veya önder, imam, lider, rehber kabul ettikten sonra onun sözlerini duyar duymaz yerine getirirler. Bazı insanlar ise rehberlerinin talimatını bile beklemeden yapmaları gerekenleri yaparlar, rehberlerinin o konuda bir şey söylemesine bile gerek kalmaz. Bazen de rehberler, kendi sorumluluklarında olan kişilere zaten yapmakta oldukları bir şeyi pekiştirmeleri için “Yapın!” diyebilir.

 

Örneğin ders çalışmakta olan bir grup öğrenci ve başlarında rehber öğretmenleri vardır. Rehber öğretmenin zaten çalışan öğrencilere ekstradan “Çalışın.” demesi gerekmez ancak bazen “Çalışın.”, “Çalışıyorsunuz değil mi?”, “Sakın gevşemeyin, bakın sınav yaklaştı, daha sıkı çalışın.” diyebilir. Böylece zaten çalışmakta olan öğrenciler daha dikkatli, gevşemeye yüz tutanlar da daha sıkı çalışırlar.

 

Bir grup öğrenci ise tembeldir, gençlik sarhoşluğuna kapılmıştır. Yahut okulu sevmemektedir veya okumak istememektedir. Başka planları vardır. Bu gruba “Ders çalışın.” demek pek anlamlı olmayacaktır. “Çalışın.” denilse de çalışmayacaklardır.

 

Bir başka grup öğrenci ise, kendi hâllerine bırakılınca çalışmayacak ancak uygun yöntemlerle, teşviklerle, belki küçük cezalandırmalarla ve ciddi uyarılarla ders çalışabilecektir yahut ders çalışma saatlerini artıracaklardır.

 

Bu örnek namaz kılma, Kur’an öğrenme gibi alanlara da uyarlanabilir.

 

Her ayrı özelliğe sahip grup için farklı yöntemler, teşvikler ve uyarılar söz konusu olacaktır. İlk grup için genellikle bir şey söylemeye bile gerek kalmaz ancak arada küçük uyarılar ve hatırlatmalar yapılır. İkinci grup için yapılabilecek bir şey neredeyse yoktur. Her iki uç grubun arasında kalan ve genellikle sayı olarak da daha fazla olan grup için ise uygun yöntemler, uyarılar, teşvikler ve küçük cezalandırmalar işe yarayabilecektir. Çünkü o üçüncü grupta ancak bu şekilde bir değişim meydana getirilebilir.

 

Efendimiz’in (sas) mescitteki bir grup kadına hitabını da (üçüncü grubu nazara alarak) bu şekilde anlamak daha makul olacaktır.

Beşincisi: 
 

Erkekler ve kadınlar arasında biyolojik farklılıklar olduğu gibi genel davranış tarzları açısından da farklılıklar vardır. Erkeklerin ve kadınların etkilendiği veya onların önem verdikleri konular açısından farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar herhangi bir üstünlük kriteri oluşturmaz. Aynı şekilde bu farklılıklar Allah katında değerli olmanın ölçütleri de değildir. Zaten “kadın-erkek eşitliği” kavramı biyolojik veya psikolojik bir kavram değildir. Hiç kimse her iki cinsin biyolojik ve psikolojik olarak eşit olduklarını zaten iddia etmez. Eşitlik kavramı hukuki bir kavramdır. Dolayısıyla iki cinsiyet arasındaki farklılıklar olduğunu söylemek cinsiyetçilik olarak görülmemeli; aksine, sıradan bir realitenin ifadesi olarak anlaşılmalıdır.

 

Realite böyle olduğu içindir ki İslam da bu realiteyi tanımıştır. Bu nedenle İslam’ın kadınlara ve erkeklere yönelik bazı emirlerinde farklılıklar görülmektedir. Örneğin cuma namazı veya cihadın farz olması erkekler içindir, kadınlar için Cuma namazı veya cihada katılmak farz değildir.

 

Bu realiteyi günlük hayatta da gözlemlemek mümkündür. Örneğin, her evlilikte görülebilecek tartışmaların konularına ve her iki tarafın birbirlerine yönelik itirazlarına bakılınca iki tarafın da meselelere kendi açılarından ve farklı yerlerden baktıkları zaten anlaşılacaktır.

 

O hâlde, dördüncü maddede de ifade edildiği gibi, kadınlarla erkekler arasında bir mesaja kulak verme, duyduğunu anlama ve hayata geçirme açısından bazı farklılıkların olması doğaldır. Bu farklılığı da dördüncü maddede verilen örnek üzerinden değerlendirmek mümkündür.

 

Altıncısı: Kur’an-i Kerim ve Efendimiz (sas) bazen kendi beyanlarını ciddiye alıp inanarak dinleme potansiyeline sahip olanlara yönelik şaşırtıcı ve sert görünebilecek hitaplarda bulunabilmektedir. Örneğin, Efendimiz’in (sas) eşleriyle arasında geçen bir meseleden dolayı “(Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah’a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de salih müminler de... Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.”(4) buyrulur ki sıradan gibi görünen bir mesele hakkında bu kadar dehşetli ve ağır bir ifadenin varlığı insanı şaşırtabilir. Ancak sonradan anlaşılmaktadır ki ilahi mesajı dinleyebilme potansiyeli olan kadınların o mesajı dinlemeleri adına duygusal merkezin sarsılması gerekmektedir.

 

Elbette ki bu yöntemin her zaman ve her yerde, her insan için kullanılması doğru olmayacaktır. Dünya ve ahiret adına hayati önem taşıyan meseleler için sadece dinleyebilme potansiyeline ve belirli bir seviyeye sahip kişilere yönelik, onların duygusal merkezlerini sarsarak onlara hitap etmek son derece nadir ve istisnai bir yöntem olarak kullanılabilir. Çünkü öyle durumlar vardır ki ancak duygusal merkezin sarsılmasıyla insanda bir intibah, uyanış, kendine gelme gerçekleşebilir. Böyle ibareler veya sarsılma gibi durumlar zaten ilahi mesaja hiç kulak vermeyecekler için bir şey ifade etmeyecektir hatta bu insanlar bu ibareleri kabul edilemez bulacaklardır. Ancak bu durum ilahi mesajı dinleme ve ciddiye alma potansiyeli olanlar içindir.

 

Bu aynen şuna benzetilebilir: Bir insan herhangi bir nedenle şok geçirirken ona bir tokat atılır yahut bağırılır. Böylece şok geçiren insan kendine gelir. Bu durum nadiren ve belli şartlarda, belli kişilere uygulanırsa bir faydası olacaktır. Elbette her durumda herkese tokat atılmalı ve bağırılmalı demek değildir. Ancak şok geçiren insana tokat atılmasını haksızlık ve zulüm olarak görmek de yanlış olacaktır.

 

Yedincisi: Bu bilgiler ışığında, Efendimiz (sas) bir Ramazan Bayramı hutbesinde önce erkeklere ağır ve sert bir şekilde hitap etmiş, kadınlara sesini duyuramadığını anlayınca kadınlar cemaatinin bulunduğu yere geçerek onlara da benzer tonda bazı hatırlatmalarda bulunmuş, yani kısa bir hutbe vermiştir. Soruda bahsi geçen kadınların akıllarının ve dinlerinin noksan oluşu veya cehennemde çoklukla bulundukları şeklindeki ibareler de o hutbede dile getirilmiştir.

 

Aslında ilgili hadisin çevirilerinde cehennemde kadınların erkeklerden daha çok olduğu şeklinde bir çeviri tercih edilmiştir ancak “Kadınların çoğu cehennemdedir.” demek ile “Cehennemde çok kadın var.” demek farklı şeylerdir.

 

Diğer yandan kadınların ahiretleri adına bazı uyarılarda bulunmuştur ki bu uyarıları biraz ağır gelebilecek bir şekilde dile getirmiştir. Örneğin kadınlara; “Allah’tan sakının ve sadaka verin” dedikten sonra “lanet etmek” ve “kocalarına nankörlük etmek” davranışlarıyla ilgili önemli vurgularda bulunmuştur.

 

Bunun üzerine kadınlar cemaatinde bir uyanışla beraber ciddi anlamda sadaka vermeler görülmüştür.

 

Buradaki atmosferi bir düşünelim:

 

Efendimiz (sas) bir Ramazan Bayramı hutbesi vermektedir. Erkeklere yönelik ağır ve sert uyarılarda bulunmaktadır. Dolayısıyla hitap sadece kadınlarla ilgili değildir.

 

Daha sonra kadınlara sesin gitmediği anlaşılınca kadınların bulunduğu tarafa geçmiş ve onlara da ağır ve sert uyarılarda bulunmuştur.

 

Dolayısıyla Efendimiz’in (sas) önce erkeklere yaptığı uyarıları konu dışı bırakır, sadece kadınlara ağır ve sert uyarılarda bulunduğunu nazara alırsak hata etmiş oluruz.

 

Hatta, Efendimiz’in (sas) o esnada kadınlara yönelik sözlerine bakıp kadınlar hakkında genel bir hüküm çıkarmak da hatalıdır. Çünkü Efendimiz önce erkeklere hitap etmiş, ardından kadınlar tarafına geçerek onlara özel bazı uyarılarda bulunmuş, kadınlara sert ve duygusal bir şok vermiştir. O kadınları müminlerin anneleri olarak görürüz ve onlara yönelik özel bir şoklamadan yola çıkarak “Bütün kadınların aklı ve dini eksiktir.” gibi bir genellemeye ulaşamayız.

 

Diğer yandan Efendimiz’in (sas) hitap ettiği kadınlardan hiçbirisi “Sen nasıl aklımızın ve dinimizin eksik olduğunu söyleyebilirsin?” diye itiraz etmemiş, sadece içlerinden bir kadın meseleyi tam anlamak adına “Bu ne demektir?” diye sormuştur. Demek ki oradaki kadınlar cemaati Efendimiz’i doğru bir kulakla ve Onu Rasul kabul ederek dinlemişler, gerekli dersleri almış ve derhal uygulamışlardır.

 

Ayrıca erkek sahabe efendilerimiz arasında da kadınlara bizim bu hadisten bugünkü anladığımız manayla bir yaklaşım olmamış, böyle bir tartışma çıkmamıştır.

 

Demek ki o mübarek kadınlar Efendimiz’in (sas) demek istediğini tam anlamış, mesajı tam almış, muhtemel cehennem azabı riski karşısında nafilelerini, oruçlarını, sadaka vermeyi çoğaltmış; eşlerine, komşularına ve çocuklarına karşı daha yumuşak davranmaya başlamışlar, kalplerinde zaten var olan Allah korkusu daha fazla yer etmiş ve sağlamlaşmıştır.

 

Hâl böyle iken ister alim ister yarı alim ister cahil olsun bir mümin erkeğin meselenin bütün bu boyutlarını göz ardı edip, kalkıp “Demek ki kadınların aklı ve dini eksiktir.” gibi bir sonuca ulaşması, bu sonucu da kadının kültürel olarak aşağılanmasına, geri planda tutulmasına malzeme etmeye çalışması son derece yanlış olacaktır.

 

Üstelik Efendimiz (sas) bu hadislerinde kadınlarla erkekleri karşılaştırmış değildir. Erkekler bu konularda illa bir karşılaştırma yapacaklarsa kendilerine yönelik, kendilerinin zaaflarını dile getiren pek çok ağır ve sert uyarıyla ilgilenebilirler. Efendimiz burada bir kadın cemaatine karşı, onları ahiretleri adına intibaha getirecek şekilde konuşmuştur. Dolayısıyla konu kadın ve erkek cinsleri değil; ahiret, cehennem, kendini Allah’ın azabından koruma adına dikkatli olma meselesidir. Konuya kadın-erkek meselesi olarak bakmak ciddi bir nasipsizlik ve anlayışsızlıktır.

 

Sekizincisi: Soruda geçen ibarelerde, Efendimiz’in (sas) hadis-i şerifi ve o hadiste beyan buyurulan sözlerde rahatsız olacak herhangi bir husus yoktur.

 

Biz insanların özellikle bu çağda gerçeğin ifadesinden rahatsız olma temayülümüz vardır. Elbette gerçeğin ifade edilmesi ile o gerçekten ve ifadeden rahatsız olmak iki farklı uç sayılabilir. Bir yanda gerçeğin ifade edilmesinde üsluba dikkat edilmelidir. “Selamün Aleyküm kör kadı!” hikayesi meşhurdur. Bir adam komşusunu sürekli doğru söylediği için kadıya şikayet eder. Kadı bu şikâyete şaşırır. Şikâyet edileni huzuruna çağırır. Kadının bir gözü az görmektedir ve gözünde bir beyazlık vardır. Şikâyet edilen kişi “Selamün Aleyküm kör kadı!” diyerek huzura girer. Kadı efendi durumu anlar ve “Bu kadar doğruculuk fazla!” diyerek o kişiyi uyarır. Şikâyet edilen kişinin söylediği doğrudur fakat bunu söyleme tarzı yanlıştır. Ancak bu noktada kadı efendinin bu kişiye aşırı alınganlık göstererek fazla ceza vermesi de doğru olmayacaktır.

 

Diğer yandan, örneğin yazmayı yeni öğrenen çocuklar başlarda harfleri yamuk ve çirkin yazarlar. Bu son derece doğaldır. O çocuklara “Çok çirkin yazmışsın!” denilirse çocukların kabiliyeti yavaş gelişecek belki hiç gelişmeyecektir. Ancak “Güzel yazmışsın ama şu şekilde yazsan daha güzel olur.” tarzında bir yaklaşım çocukların gelişimine daha çok katkı sağlayacaktır.

 

Dolayısıyla bu tür meselelerde anlatıcı konumundaki kişiler dikkatli olmalıdır. Ancak dinleyen konumundaki kişiler de gereksiz alınganlıkları fazla sürdürmemeli, anlatılan meselenin gerçekle uyumlu olup olmadığına odaklanmalıdırlar.

 

Bir şey gerçekse gerçektir. Sebebi, kaynağı ne olursa olsun gerçeği eğip bükmek ve kabul etmemek makul değildir. 150 cm boyundaki bir insan basketbolcu olmaya heveslenmekte ise ona basketbolcu olamayacağı bir şekilde söylenmelidir. O insanın da buna itiraz edip durmasının, bu gerçeği kendisine bir hakaret olarak algılamasının bir alemi yoktur.

 

Benzeri şekilde Efendimiz (sas) bir konu hakkında bir söz söylemişse veya bir insana yahut bir grup insana eksikliklerini ifade etmişse o konuda bir eksiklik var demektir. Bu durumda yapılması gereken alınganlık göstermek, itiraz etmek, kabul etmemek değil, eksikliği gidermeye çalışmaktır. Ancak böyle bakılırsa Efendimiz’in (sas) sözüne doğru kulak vermiş olabiliriz.

 

Dokuzuncusu: Kadınların akıllarının ve dinlerinin yarım olması ibarelerine gelince: Bu ibarelerde kadınların zihinsel melekelerinin erkekler kadar gelişmemiş olduğu gibi bir anlam yoktur. Çünkü Efendimiz (sas) şahitlik konusunu örnek vermiştir. Kadınların şahitliği ise mutlak, her alanda geçerli hükümlere tabi değildir. Kadınlar o dönemlerde, toplumu daha çok ilgilendiren, özellikle ticaret veya ceza davalarıyla ilgili konularda daha az tecrübeli oldukları, o konuları pek bilmedikleri için tanıklıkları da erkeklere nazaran daha geri planda değerlendirilecektir. Günümüzde kadınların toplumsal hayata karışma oranları o dönemlere nazaran daha fazla olmasına rağmen onların hâlen askerlik, polislik, inşaat veya maden işleri gibi bazı konularda daha tecrübesiz oldukları malumdur. Elbette bu alanlarda da kadın varlığı söz konusudur ancak hükümler tek tek bireyler üzerinden değil genel durumun ortalamasına göre verilir. Diğer yandan erkeklerin de kadınlara nazaran daha tecrübesiz, dolayısıyla akıllarının ermeyeceği konular vardır. Zaten bu nedenle İslam Hukukunda tek bir kadın şahidin beyanıyla hüküm verilecek meseleler olduğu gibi bir kadının tanıklığıyla hüküm verilemeyecek meseleler de vardır. Aynı durum erkekler için de geçerlidir. Mesela emzirme ve süt annelik gibi konularda erkeklerin tanıklığına İslam Hukukunda itibar edilmemektedir.

 

Dinin yarım olması ibaresi ise kadınların erkeklerden daha az dindar oldukları anlamına gelmemektedir. Bilakis Efendimiz (sas) kadınlarda daha çok rastlanabilecek bir riske işaret etmiş ve bu konuda kadınları uyarmıştır.

 

Sonuç olarak;

 

Efendimiz’in (sas) bu hadis-i şerifteki ibareleri kadınlarla erkekler arasında bir karşılaştırma yapmamaktadır. Dolayısıyla hiç kimse bu konuda kadınlarla erkekler arasında bir mukayeseye gitmemelidir.

 

Efendimiz (sas) bu hadis ile “Kadın erkeğin yarısıdır.” şeklinde bir anlamı kast etmemiştir. Dolayısıyla mesele cinsiyet meselesi değil, ahirete ait bir konudur, o bağlamda değerlendirilmelidir.

 

Efendimiz’in (sas) bu sözleri söylerken asıl amacı orada hazır bulunan sahabi kadınları intibaha getirmek, onları belli bir riske karşı uyarmaktır. Bunu yaparken de o mübarek annelerimizin duygusal merkezlerini sarsacak derecede bir miktar ağır ve sert ifadelerde bulunmuştur. Sonrasında gelişen olaylara baktığımızda ise o mübarek kadınlar Efendimiz’in (sas) mesajını almış, konuya ciddiyetle eğilmiş, eksikliklerini tamamlamak için ciddi bir çaba içine girmişlerdir. Bu hadisi ve hadisteki ibareleri okuyup anlayan mümin kadınlar da erkekler de meseleye böyle yaklaşmalı ve o hadise muhatap olan kadın-erkek herkes, kendi bireysel eksikliklerine odaklanmalıdır.

 


 

1 ) Bakara, 183

2 ) Buhari, Hayz, 6

3 ) Müslim, İman, 34
4 ) Tahrim, 4