8 dk.
05 Nisan 2023
Korunma Duaları ve Duanın Hakikati | 2.Kısım-gorsel
Youtube Banner

Korunma Duaları ve Duanın Hakikati | 2.Kısım

Karnı Yalan Söyleyen Sahabi & Nazarı Yalan Söyleyen Bizler
 

Efendimiz’in (sas) söylediklerine inanmanın bir yönü; hadis-i şeriflerde geçen duayı hakikaten okuduktan sonra başa gelen herhangi bir şey dışarıdan zarar olarak görünüyor olsa bile “Demek ki bu bir zarar değildir.” diyebilmektir.

 

Sahabeden birisi Efendimiz’e (sas) gelerek; “Kardeşimin karnı ağrıyor.” der. Efendimiz de “Ona bal şerbeti içir.” buyurur. Sonra aynı adam ikinci defa gelerek hastalığın geçmediğini söyler. Efendimiz (sas) tekrar bal şerbeti içirmesini, tedaviye devam etmelerini söyler. Aynı adam üçüncü defa gelip “İçirdim fakat ağrısı geçmedi.” deyince Efendimiz “Allah doğru söyledi fakat kardeşinin karnı yalan söylemiştir. Haydi ona yine bal şerbeti içir.” buyurur. Adam kardeşine bal şerbeti içirmeye, diğer ifadeyle bal şerbeti tedavisine devam eder. Sonunda kardeşi hastalıktan kurtulur.1

 

Bu örnekte Efendimiz’in (sas) “Kardeşinin karnı yalan söylemiştir.” ifadesinden anlaşılacağı üzere; karnı ağrıyan sahabinin (doğal olarak) sabırsız olduğu, ağrılarına dayanamadığı ve ağrıların bir an evvel bitmesini istediği, bu nedenle de tedavinin anında sonuç vermesini beklediği, bu yönüyle bir nebze aceleci ve sabırsız davrandığı söylenebilir. Bugünün şartlarında da dişi ağrıyan birisi diş hekimine gitse, ağrıyan dişi için kanal tedavisi gerekse, doktor o ağrıyı geçirecektir. Ancak önce diş etlerine bir iğne saplayacak sonra bazı aletlerle dişi ağrıyanın ağzının içini karıştıracak, bazı işlemlerden sonra hastanın birkaç gün bekleyip sonra tekrar gelmesini isteyecek ve dolayısıyla hastaya acı vermiş olacaktır. Bu durumda dişi ağrıyan hasta diş doktoruna “Sen beni tedavi edeceğini söyledin ama bana ıstırap veriyorsun.” diyemez. Dese abes olur. Çünkü doktor o ağrının kökünü kesmek için bir tedavi uygulamakta, az bir acıyla hastayı daha büyük acılardan kurtarmaya çalışmaktadır. Karnı ağrıyan sahabi efendimiz de bu hasta gibi tedavi sürecindeki ilk ağrılara dayanamamış olabilir. Bu da Efendimiz’in (sas) bal şerbeti tedavisi tavsiyesinin yanlış olduğunu göstermez.

 

Sonuç olarak bu hadislere, hadiste geçen ifadelere, dolayısıyla Efendimiz’in (sas) “Bu duayı şu şekilde okuyanlara zarar gelmez.” beyanlarına inanmak, itimat etmek, güvenmek önemlidir. Biz inanıyorsak o Zat’ın (sas) söylediklerine hakikaten inanmalıyız. Hz. Ebu Bekir (ra) gibi “O söylediyse doğrudur.” ufkuna bir anda ulaşmak kolay olmasa da o ufka nazarlarımızı dikmek, gün gelip nasip olunca da o ufka ayağımız basınca bir daha kaldırmama azminde olmak önemlidir.

 

Egzersizler ve Yalancılıktan Kurtulma

 

Bu durumda hem bu dualara devam etmek hem de bu dualara devam edildiği esnada başa gelebilecek ve zarar olduğu düşünülebilecek bir takım bela ve musibetlere karşı bakış açımızı ayarlamak konusunda bazı pratikler ve egzersizler yapmak gerekebilecektir. Örneğin “Bismillahillezi” duasını her sabah ve akşam üçer defa okumayı âdet haline getirdikten sonraki bir gün -Allah korusun- bir trafik kazası geçirdiğimizde “Bu duanın -haşa- kıymeti yokmuş, hadis sahih olmayabilirmiş.” gibi temelsiz düşüncelere ve vesveselere kapılmaktansa “Ben bir trafik kazası geçirdim ve o duaya da devam ediyordum. Efendimiz (sas) yalan söylemez. Demek ki bana bir zarar veya bela gelmeyecektir. Başıma gelen bu olay da bir bela veya zarar değildir. Bela gibi görünse de benim bu olayı öyle görmem benim yanılgım, hislerimin beni aldatmasıdır. Nazarım yanılmaktadır. Efendimiz (sas) yalan söylememiştir, hislerim ve bakış açım yalan söylemektedir. Çünkü ben olayların farklı açılarını, arka planlarını, gerçek nedenlerini, hakikatteki sebeplerini tam olarak bilen birisi değilim.” diyebilmek, bu şekilde düşünmek ve bu düşüncelere alışmak daha anlamlıdır.

 

Bir insan bu egzersizlere başlayınca yolun henüz başında iken kendisini aslında inanmadığı bir şeye inanmaya zorluyormuş gibi hissedebilecektir. Çünkü bir konuyu değerlendirme tarzına o kadar alışmıştır ki o tarz kendisine mutlak doğru gibi gelmektedir. Meşhur deyimde de geçtiği gibi; insanların akılları pazara çıkarılıp satılsa herkes gider yine kendi aklını alır. Çünkü herkesin kendi aklı, kendi düşünce tarzı, kendi fikirleri kendilerine parlak ve cazip görünecektir. Ancak pek çok durumda o parlak görünen bakış açılarının yanlışlığı, eksikliği, çarpıklığı da bir realitedir. Dolayısıyla her insanın farklı bakış açılarına, farklı nazarlara ihtiyacı vardır. En önemlisi de Allah ve Rasulünün razı olacağı nazara, onların hoşuna gidecek bakış açılarına daha fazla ihtiyaç vardır. Bir konuya farklı bakış açılarından yaklaşmak ise doğrudan bir inayet eli olmadığı sürece ancak kendi egzersizlerimizle gerçekleşebilecek bir husustur. 

 

İkincisi: Bizim Hâl-i Pür Melâlimiz ve Duadaki Perişanlığımız

 

Bizim içinde bulunduğumuz gerçek durumla, maddi ve manevi yönlerimizin ifade ettiği hakikatle ciddi bir yüzleşme yaşamak ve kendimizi sağlam bir otokontrole tabi tutmak zorunda olduğumuz açıktır.

 

Bu bağlamda her ne kadar itiraz edilebilir olsa da hakikat şudur ki: Biz, Efendimiz’den (sas) zaman, zemin ve kültür itibariyle bambaşka bir yerde, bambaşka bir zamanda ve bambaşka bir hâlde yaşıyoruz. Efendimiz ve ashabının yaşadığı dönemdeki ortalama bir Arap müşriki; konuştuğunda doğru konuşma, yalan söylememe, söz verince sözünde durma, emanete riayet etme gibi konularda günümüzün ortalama dindarından daha iyi bir durumdaydı.

 

Bu konuda kimsenin kimseyi tezkiye etmesine gerek yoktur ve böyle bir girişimin anlamı da olmayacaktır. Yapılması gereken kendi hâlimize hiç olmazsa acıyabilmektir.

 

Efendimiz (sas); “Bir gün gelecek kâfir milletler sizin başınıza oburların yemek çanağına üşüştükleri gibi üşüşecekler. Orada bulunanlar ‘O gün biz az olacağımız için mi böyle olacak ya Rasulallah?’ dediler. Rasulullah (sas) şöyle cevap verdi: Hayır o gün siz çok olacaksınız, lakin siz selin üzerinde sürünüp giden çer çöp gibi olacaksınız... Allah (cc), düşmanlarınızın kalbinden size karşı olan saygı ve korkularını çekip çıkarır, sizin kalbinize de “vehn” koyar.” buyurur. Oradakiler “Vehn nedir ya Rasulallah?” diye sorunca Efendimiz (sas) “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu.” buyurur.2

 

Selin üzerindeki çer çöp nedir? O, içinden yakacak odun bile çıkmayan işe yaramaz yığındır. O çer çöpün içinden bırakın yeni bir bina inşa etmeye, bir kuşun yuvasına dal olmaya yarayacak bir çöp tanesi bile bulunmaz. Bu hadisin en azından bir yönünün bizim çağımızı ve bizleri işaret ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

 

Çünkü mümin; münafığın alametlerini sayan3 hadisin mefhum-u muhalifine göre konuşunca yalan söylemeyen, söz verince yerine getiren, emanete hıyanet etmeyen insandır. Yine hadisin açık beyanına göre konuşunca yalan söyleyen, söz verince yerine getirmeyen, emanete hıyanet eden insan, namaz da kılsa oruç da tutsa kendini mümin de zannetse münafıktır.4 Dünya şartları içinde hukuki açıdan bu insanlara kafir muamelesi yapılmayabilir. Bu apayrı bir konudur. Ancak yalan söyleyen, sözünde durmayan ve kendisine güvenilmeyen insanların hakikatte mümin olarak değerlendirilmeyecekleri açıktır. Bu üç özellik bu kadar önemlidir, bu kadar hayatidir, bu kadar merkezidir.

 

Bu üç özellik itibariyle 1400 sene öncesinin ortalama Kureyş müşriklerinin bugünün dindar olmaya çabalayan ortalama insanlarından daha ileride olduklarını söylemek abartı olmayacaktır.

 

Bu nedenle de hakikat itibariyle değersizliğimiz, iman ve teslimiyet açısından zayıflığımız, zihnimizin ve gönüllerimizin dağınıklığı, her şeyden çok kolay şüphe edişimiz, Allah ve Rasulüne, Kur’an ve hadislere bağlanamayışımız dualarımıza da namazımıza da Allah Teala hakkındaki telakkilerimize de ve nihayet bir bütün olarak kulluğumuza da yansımaktadır.

 

Bu nedenle örneğin bizim namazımızın kalitesi, Efendimiz’in (sas) namazıyla zaten kıyaslanamaz. Efendimiz bir nebidir. Ancak bizim namazlarımız Efendimiz’in ashabının ileri gelenlerinden birisinin namazlarıyla da kıyaslanamaz. Çünkü onlar sahabinin büyüklerindendir ve Allah Teala’ya bizden daha yakındırlar. Ancak asıl sorun şudur ki; o günün Medine’sinde yaşayan, sahabenin ileri gelenlerinden olmayan sıradan bir Medineli Müslümanın namazıyla bile karşılaştırılsa; bizim namazımız, anne babasının namaz kıldığını görünce onların hareketlerini taklit etmek için yatıp kalkan üç yaşındaki bir çocuğun namazı kalitesindedir.

 

Bu hâlimizin dualara yansıması da kaçınılmaz olacaktır. Örneğin pek çoğumuz “Bismillahillezî” duasını veya diğer koruma dualarını genellikle sadece okuyup geçeriz. Okurken de manasını hiç kastetmeden, düşünmeden okuruz. Manayı düşünmek duada teveccühün önemli bir parçasıdır ve mana düşünülmeyince teveccühümüz de yeterli olmamaktadır.

 

Duamızın seviyesi, kalitesi düşük olduğu için alacağımız sonuçlar da aynı oranda düşük olacaktır.
 

Bu duaları sırf bir formaliteyi yerine getirme, içimizin rahat etmesi için okumuş olma, ezbere okuyup geçme tarzında okumalar da duanın hakkını vermemek olacaktır.
 
 


1 ) Buhari, Tıp, 4; Müslim, Selam, 31; Tirmizi, Tıp, 29.

2 ) Ebu Davud, Melahim, 5

3 ) Buhari, İman, 24; Müslim, İman, 107

4 ) Müslim, İman, 109