9 dk.
18 Temmuz 2024
Dünyevi Meselelerde Kendinizi Geliştirerek Dininizi Güzelleştirin! | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Dünyevi Meselelerde Kendinizi Geliştirerek Dininizi Güzelleştirin! | 1. Kısım

Soru: Yayınladığınız bir yazınızda “Dininizi veya dini hayatınızı güzelleştirmenin yolu da din ile (kavramsal olarak din ile) birebir bağlantılı olmayan alanlarda kendinizi geliştirmeniz, genişletmenizdir.”1 diyorsunuz. Bu meseleyi örneklendirip açıklayabilir misiniz?

 

Cevap: Konuya bir hadis-i şerifle başlayalım:

 

Bir gün bazı insanlar Efendimiz’e (sas) şöyle bir soru sorarlar: “Ey Allah’ın Rasulü! İnsanların en hayırlısı, şereflisi kimdir?” Efendimiz (sas) “Onların en takvalı olanlarıdır.” buyurur. 

 

Soruyu soranlar “Ey Allah’ın Rasulü! Biz bunu sormuyoruz.” derler. Efendimiz (sas); “O halde Allah’ın halili (İbrâhim)’in oğlu, Allah’ın nebîsi (İshak)’ın oğlu, Allah’ın nebîsi (Yakub)’un oğlu, Allah’ın nebîsi Yusuf’tur” buyurur. Soruyu soranlar tekrar; “Ey Allah’ın Rasulü! Biz bunu da sormuyoruz.” deyince Efendimiz (sas) “O halde siz benden Arap kabilelerini soruyorsunuz. (Bilin ki) Cahiliye döneminde hayırlı (şerefli) olanlar, şayet dini iyice anlayıp hazmederlerse İslam devrinde de hayırlıdırlar.” buyurur.2

 

Efendimiz’in (sas) verdiği cevabı geniş manasıyla anlamalıyız. Evet, mümin olmak insanı ve özelliklerini değiştirir. Dolayısıyla müminleri ve mümin olmayı ayrı bir set olarak almamız gerekir. Ancak iman eklendikten sonra, imanın eklenmesinden önce daha iyi, daha önde, daha hayırlı olanlar İslam’da da daha önde, daha iyi ve daha hayırlı olmaktadırlar. 

 

Demek ki insanların İslam’dan önce ve ondan bağımsız olarak dünyevi başarıları, dünyevi konularda faziletleri, iyi yönleri olabilmektedir. Bir insan Müslüman olmadan önce de çalışkan, cesur, cömert, iyiliksever, dürüst olabilir. Bu insanlar bu özelliklerinin üstüne bir de imanı ve İslam’ı ekleyince diğer Müslümanlar arasında daha başarılı, daha faziletli, daha iyi olabilmektedirler.

 

Örneğin Halid bin Velid (ra) mümin olmadan önce de Arapların en cesur, zeki ve başarılı komutanlarından biridir. Müşrik iken de mümin iken de böyledir. Yani bir insan İslam’a faydalı olma adına ciddi ve iyi bir süvari komutanı haline gelmiş olsa İslam'a sağlayabileceği katkılar çok artmaktadır.

 

Başka bir örnek olarak Müslüman olmadan önce şiirden hiç anlamayan bir insan Müslüman olduktan sonra Hassan bin Sabit’in (ra) şiiriyle İslam’a yaptığı hizmetleri yapamayacaktır.

 

İnsanları kabiliyetleriyle, zayıf ve güçlü oldukları yönleriyle tanımayan, bir toplumu idare etme yeteneği bulunmayan, yönetimde adalet ve hakkaniyet duygusunu yöneticilik kabiliyetiyle birleştiremeyen bir insan da Hz. Ömer (ra) gibi bir idareci olamayacaktır.

 

Yahut ekonomiden, ticaretten, finanstan anlamayan bir insan Abdurrahman bin Avf (ra) gibi infak edemeyecek, İslam’a malıyla maddi destekte bulunamayacak demektir.

 

Günümüze gelecek olursak; Necip Fazıl Kısakürek veya İsmet Özel gibi isimler dindarlığı tercih etmeden önce de iyi birer şair ve yazar idiler. Dindarlığı tercih ettikten sonra da bu kabiliyetlerini yeni tercihleri istikametinde kullanmaya başladılar. Yahut Yusuf İslam Müslüman olmadan önce Cat Stevens olarak çok iyi bir müzisyendi. Müslüman olduktan sonra da bu kabiliyetini kullanmaya devam ettiği bilinmektedir.

 

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bizim özellikle sahabe döneminde en iyi, en faziletli, Efendimiz’e (sas) en yakın bildiğimiz isimler, tam bir mümin olmalarının yanında Müslüman olmadan önce de mevcut özelliklerine sahip olan insanlardır. Hz. Ebu Bekir (ra) Müslüman olmadan önce de sadakat ve dürüstlük timsalidir. Hz. Ömer (ra) daha önceden de hakkaniyet duygusu yüksek bir insandır. Hz. Osman (ra) daha önce de edep ve dürüstlüğüyle tanınır. Hz. Halid (ra) de mümin olmadan önce çok iyi bir savaşçıdır.

 

Sonuç olarak diyebiliriz ki: Bizler mümin veya Müslüman olmadan önce her ne isek olduktan sonra da dünyevi olarak o kadarızdır.

 

Hz. Ömer (ra) Örneği

 

İslam tarihinde Hz. Ömer (ra) döneminde Amvâs vebası olarak bilinen salgın bir hastalık çıkar. Ebu Ubeyde bin Cerrah (ra) ve Muaz bin Cebel (ra) gibi büyük sahabiler de dahil olmak üzere yaklaşık otuz bin kişi bu salgında vefat eder. Hz. Ebu Ubeyde (ra) o süreçte Suriye bölgesinde ordu komutanıdır. Hz. Ömer (ra) de bölgeye yakın bir yerde iken Hz. Ebu Ubeyde tarafından Şam yolu üzerinde bir kasabada karşılanır. Şam’da salgın olduğu haberi verilince salgının olduğu yere gidip gitmeme konusunda insanlarla istişare eder. Önce muhacirleri toplar ve bu konudaki görüşlerini sorar. Muhacirlerden bir kısmı “Sen Allah rızası için yola çıktın, böyle şeyler seni yolundan alıkoymamalı.” derken bir kısmı “Bu bir musibettir ve ölüm riski vardır. Bu nedenle gitmeni uygun görmüyoruz.” derler.3 Hz. Ömer daha sonra ensar ile istişare eder. Ensar da muhacirler gibi kendi aralarında ihtilaf ederler. Daha sonra sadece Kureyş’in ileri gelenlerini toplar. Bu grup aynı zamanda Mekke’nin fethinden önce hicret edenlerdir. Hz. Ömer Kureyş’in ileri gelenlerinin görüşünü sorunca onlar aralarında ihtilaf etmez ve insanları geri götürmesini, onları vebanın olduğu bölgeye sokmamasını tavsiye ederler.4 Hz. Ömer de bu görüşe katılır.

 

Hz. Ebu Ubeyde bunun üzerine Hz. Ömer’e “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorunca Hz. Ömer “Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyorum. Senin develerin olsa bir tarafı verimli, diğer tarafı da çorak bir vadiye inseler ve sen verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine O’nun kaderiyle otlatmış sayılmaz mıydın?” cevabını verir. Daha sonra Abdurrahman bin Avf (ra) oraya gelerek konuşmaları öğrenir. Bunun üzerine Efendimiz’in (sas) “Eğer bir yerde taun hastalığı olduğunu duyarsanız oraya girmeyin. Bir yerde taun hastalığı çıkarsa ve siz orada bulunursanız taundan kaçarak oradan çıkmayın”5 hadisini hatırlatır. Hz. Ömer de bu hadisi hatırlar ve verdiği bu karardan dolayı Allah’a hamdederek Medine’ye döner.

 

Hz. Ömer’in (ra) istişare ettiği insanlar İslam tarihinin öncü neslidir ve İslam uğruna canlarını vermekten çekinmeyecek kimselerdir. Ancak Hz. Ömer hepsinin bu ortak özelliğine rağmen Kureyş’in ileri gelenlerinin aralarında ihtilaf etmeden ortaya koydukları görüşü benimsemiş ve veba olan yere gitmeme kararı almıştır. Çünkü Kureyş’in ileri gelenleri diğer Arap kabilelerine göre dünyevi açıdan daha bilgili, daha ileri düzeyde, yöneticilik gibi açılardan daha üstün durumdadır. Hz. Ömer (ra) pek çok konuda, örneğin maaş bağlama ve daha faziletli olduklarını kabul etme açısından muhacir ve ensarı, özellikle de Bedir ashabını herkesten üstün ve önde tutmuştur. Ancak dünyevi bir meselede işin ehliyle de istişare etmiş ve onların görüşlerini uygulamıştır. Zaten o görüş de Efendimiz’in (sas) konuyla ilgili hadisine uygun düşmüştür.

 

Evet! İnsanın dünyevi meselelerdeki bilgisi, becerisi, başarısı onun İslam’ını da etkiler. Bunu her meselede görmek mümkündür. Örneğin İslam’ı kabul eden Türkler sınırları genişletme konusunda önemli başarılara imza atmıştır. Çünkü Türklerin savaş konusunda özel bir kabiliyetleri vardır.

 

O hâlde diyebiliriz ki, sizin İslam’a en büyük katkınız İslam dışı meselelerdeki kabiliyetiniz olmuş olacaktır. Elbette iman her şeyin başıdır ve her sayının başındaki "1" gibidir ama "1" ile “100” ve “1000” arasındaki farkı dünyevi kabiliyet veya başarı belirleyecektir.

 

Bu noktada iki insan düşünelim. Bunlardan biri mümin, medrese eğitimi almış, ibadetlerine dikkat eden, salih, köylü, bütün dünyası kendi köyü olan, Arapça öğrenmek dışında pek kitap da okumamış olsun. Diğeri de imanı, temel takvası ve farz ibadetlerini yapmasının yanında dünyayı tanıyan, yurtdışında eğitim almış, Arapçanın yanında İngilizce de bilen, dünyayı takip eden, siyasi, ekonomik, bilimsel ve teknolojik gelişmelerden haberdar olan bir insan olsun. Bir ayetin manasını veya Kur’an’dan bir meselenin yorumunu hangisinin daha isabetli yapacağını düşünürsünüz? Elbette ikincisinin...

 

Yine çevrenizde fark etmiş olabileceğiniz gibi; herhangi bir ilahiyat fakültesinden mezun olmasa da dini ilimlerle ilgili okumalarının yanında tarih, sosyoloji, psikoloji, iktisat da okumuş, ufku daha geniş insanların dini meselelerdeki yorumlarının kendini geliştirmemiş ilahiyatçılardan daha isabetli olabilmesi bir tesadüf değildir.

 

Bir taş iman edemez ve anlayamaz. Bir hayvan veya ölü bir insan da iman edemez ve anlayamaz. İman etmek ve anlamak için az çok sağlığı yerinde olan bir insan lazımdır. Çünkü canlı bir insanın zihni, anlayış kabiliyeti ve iman etme potansiyeli vardır. Aynı canlı insanlar içinde de zihni, anlayış kabiliyeti, kültürü, bilgi düzeyi daha gelişmiş insanlar diğerlerinden daha derin, daha geniş anlayacaktır.

 

Dünyevileşme ve Dünyevi Bilgi Ayrımı

 

İnsanlar bazen iki şeyi birbirine karıştırabilmektedir. Çünkü bazı meselelerde dünyevileşme ahiretten uzaklaşmayı getirebilmektedir. Bu nedenle örneğin pek çok zengin insanın dinle pek ilgisi kalmadığını görebiliriz. Elbette zengin ve müttaki çok insan vardır. Bu ayrıdır. Ancak zenginliğin insanı dini hayatın ruhundan kopardığına da çokça şahit olabiliriz ve bu kısım daha çok görünür veya daha çok dikkat çekici olabilmektedir. Bu nedenle bir insanın ne kadar zengin ise takva sahibi olması kaydıyla iman ve İslam’da o kadar önde olabileceğine dair ifadeleri pek anlamayabiliriz. Ancak Hz. Ebu Bekir (ra), Hz. Osman (ra), Hz. Abdurrahman bin Avf (ra) gibi örnekler önümüzdedir.

 


 

1 https://kurantime.com/yeni-fetvalar-ve-islam-anlayisi

2 Buhari, Enbiya, 8; Müslim, Fezail, 168

3 İbnü’l Esir, el-Bidaye ve’n-nihaye, c. 7, s. 87-88

4 Buhari, Tıp, 30; Müslim, Selam, 100; Tirmizi, Cenaiz, 66

5 Buhari, Tıp, 30; Müslim, Selam, 92-100